- Hisbe Teşkilatı

Adsense kodları


Hisbe Teşkilatı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 8 November 2010, 10:27 am GMT +0200

Hisbe Teşkilatı



Doç. Dr. Ziya Kazıcı



Emr bi'l-Ma'ruf ve Nehy Ani'l Münker Müessesesi


Kaynağı Kur'ân-ı Kerim'deki emr bi'l-maruf ve nehy ani'l münker" (iyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak) olan hisbe, Hazreti Peygamber zamanından itibaren uygulanıyordu. Bu sebeple hisbe teşkilatı, daha sonraki bütün İslâm devletlerinde önemli bir müessese olarak devam etti.(1)

İyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek gayesiyle kurulan bu müessesenin başında bulunan muhtesib, (bazan, ihtisab emini, ihtisab ağası), dinin hoş karşılamayıp çirkin gördüğü her türlü kötülüğü (münkeri) ortadan kaldırmaya çalışırdı. Gerçi İslâm'da, iyiliğin emredilmesi ve kötülüklerden sakınılmasına nezaret, bütün müslümanların yerine getirmesi gereken müşterek bir vazifedir. Ancak diğer bazı emirlerde olduğu gibi, bunun da bir grup müslüman tarafından ifâ edilmesi, diğer müslümanları da meşguliyetten kurtarır.

Günümüzde, vazife ve salâhiyetlerini yalnız bir müessesede toplayamayacağımız hisbe teşkilatının, âmiri durumunda olan muhtesib, çok geniş yetkilere sahiptir. O, namaz kılmayan, oruç tutmayan, din ve dini emirlerle alay eden, içki içip sarhoş olan, iddet beklemeden evlenen kadınlar ile kumar oynayanları cezalandırdığı gibi erkek nüfusu kırkı aşan yerlerde cami inşa edilmesini temin ile de meşgul olurdu. Keza o, okulları teftiş eder, öğrencileri haddinden fazla döven öğretmenleri cezalandırır, düşmanın eline geçtiği zaman, işine yarayabilecek her türlü harp malzemesinin satışını yasaklar, çarşıların nizam ve düzenini sağlamaya, ölçü ve tartıları kontrol etmeye, şeriatla alay edenleri takibe, komşu hakkına tecâvüzü önlemeye, zımmılere ait binaların müslümanlarınkinden daha yüksek yapılmamasına dikkat etmeye kadar varan geniş yetkilere sahip bulunmaktadır. Hatta bir Osmanlı ihtisab kanunnamesinde onun bütün bu vazifeleri daha kapsamlı bir şekilde tek bir maddede belirtilmiş bulunmaktadır. Buna göre "Her ne kim Allah'u Teâlâ yaratmıştır, mecmûını muhtesib görüp gözetse gerektir." denilmektedir. Gerçekten de bu madde, Kur'ân-ı Kerim'in "emr bil'-maruf ve nehy ani'l-münker" âyetinin kanunlaştırılmış tefsirinden başka bir şey değildir. Buna göre muhtesibin vazifesi, nerede ve ne şekilde olursa olsun, gördüğü münkeri (kötülüğü) ortadan kaldırıp bertaraf etmektir diyebiliriz.

Hisbe ile ilgili kaynak eserlerde, muhtesibin vazifeleri gruplandırılmış bulunmaktadır. Günümüzdeki bazı uygulamalara ışık tutar ümidiyle Taşköprî-zâde İsâmeddin Ahmet Efendi'nin "Mevzuatu'l-Ulûm" adlı eserindeki mâlumatı buraya almayı faydalı bulduk. Ona göre muhtesibin vazifeleri aşağıdaki şekilde gruplandırılabilir:

a) Camilerle ilgili olanlar: Namazda teksir eden men'olunur. Kıraatta lahn eyleyen (imam) tenbih olunur. Bâhusus Fatihâ sûresinde. Müezzinlerin, makam için ezan kelimelerini değiştirmesi men'olunur. Vakitlere riâyet etmeyenler de men'olunur. Hatibin, ibrişimli siyah elbise giymesi ve altın kılıçla minbere çıkması da men'olunur. Halkı korkutma yerine devamlı olarak ümit veren (Allah'ın rahmetinin bol olduğunu, onun her şeyi affedeceğini bildirerek kötülüğe yönelmeye sebep olan) vaiz de men'olunur.

b) Pazarlarla ilgili olanlar: Eşyanın kusurunu saklayıp satan, yalan söyleyen ve haram eşya bulunduranları da men'eder.

c) Yollarla ilgili olanlar: Binalarla yolu daraltan, yol üzerine yük koyan, yolları kirleten ve yoldaki suları (kar, yağmur) olduğu gibi bırakan kimseleri de men'eder.

d) Hamamlarla ilgili olanlar: Hamamların duvarlarında hayvan resimlerinin bulunmasına, keşf-i avret (başkaları tarafından görülmesi yasak olan yerlerini açma) gibi şeylere mâni olur.

e) Amme ile ilgili olanlar: Kendi evi dururken başka yerlere gidip ora halkını irşâd etmeye çalışan kişi de men'olunur. Zirâ evi, yakınları ve mahallesi, onun uzak yerlere gitmesine mâni olur:

Görüldüğü gibi, çok geniş yetki ve selâhiyetlere sahip bulunan muhtesibin bütün bu yetkilerini herhangi bir haksızlık yapmadan kullanması gerekir. Bunun için de onun diğer insanlardan ayrılan bazı özelliklerinin bulunması icab eder. Zirâ o, çok büyük bir vazife yüklenmiştir. İnsanlar arasında iyiliği emredecek, kötülükleri ortadan kaldıracak, tebliğ ve irşadı da hakkıyla yerine getirecektir. Kur'ân-ı Kerim'in "İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel (tarîk) hangisi ise onunla yap"(2) emrine uygun bir şekilde davranacaktır. Bütün bunlar, onda bazı vasıfların bulunmasını gerektirir. Kaynakların verdiği bilgiye göre Muhtesibte bulunması gereken sıfatlardan bazılarını şöyle maddelendirip açıklayabiliriz.

1. Müslümanlık: Hisbe işini yüklenen kişi, yani muhtesib, müslüman ve mü'min olmalıdır. Zira hisbe, dinî bir hizmettir. Binâenaleyh dinin aslını inkâr eden ve müslüman olmayan bir kimse bu vazifeye tâyin edilemez.

2. Mükellefiyet: Muhtesib olmanın şartlarından biri de mükellefiyettir. Binâenaleyh, mükellefiyet çağına gelmemiş bir çocuğun, emir ve yasaklara riâyet etmesi, gerekli ikazlarda bulunması câiz olmakla beraber, vazifesi değildir. Çünkü bi'lfiil men etmek ve meşru olmayan bir şeyi ortadan kaldırmak, devlet otoritesini temsil eden memurun yapabileceği bir iştir. Bu ise bir çocuğa verilmez.

3. Adâlet: Muhtesibte bulunması gereken sıfatlardan biri de adalettir. Bu yüzden bazı kimseler, amel ve hareketlerinde dinî emirlere gereğince riâyet etmeyen yani bir fâsıkın, hisbede bulunamayacağı kanaâtindedirler.

4. İlim: Muhtesib olacak kimsede, bulunması gereken sıfatlardan biri de "âlim olma"dır. Zira, muhtesibin emredeceği iyilik ile nehy edeceği münkerleri iyi bilip tanıması ve şeriat ahkamına hakkiyle vâkıf olması gerekir. İsmail Hakkı Bursavî, "Tuhfe-i Hassakiye" adlı eserinde Mağrib'teki bir muhtesibin hayat hikâyesini anlatarak, başka muhtesiblerin de onun gibi olmasını temenni eder ve şöyle der: "Mağribte bir muhtesib vardı. Sabahtan aksama dek şehri devreder ve akşam oldukta hânesine gelir ve ulemayı cem'eder. Umur-ı Şer'iyye ve siyâsiyeden her ne makule iş tuttuysa onlara sual ederdi."(3)

5. İlmiyle Âmil Olmak: Muhtesib, ilmiyle âmil olmalıdır. Bildiği şeyleri önce kendi nefsinde tatbik etmelidir. Aksi takdirde, yani bildiği ile amel etmeyip başkasının amel etmesini istemesi, cemiyet üzerinde olumsuz psikolojik tesirlerin meydana gelmesine sebep olur. Bu durumun kötülüğü, Kur'ân-ı Kerim'de açıkça ortaya konmuştur: "Kendinizi unutup insanlara birri (iyilik) mi emr ediyorsunuz? Halbuki siz Kitabı okuyorsunuz" (4) ve "Yapmadıklarınızı söylemeniz, Allah katında büyük günah oldu." (5) buyrulmaktadır.

6. Allah Rızası: Muhtesib, fiil ve sözleri ile Allah'ın rızasını hedef olarak almalıdır. İyi niyet sahibi olmalı; riya ve gösteriş gibi başkalarına yaranmaya sebep olacak kötü huylardan uzak bulunmalıdır.

7. Vera' ve Takvâ: Muhtesib, vera've takvâ sahibi olmalıdır. Zirâ, bildikleri ile amel etme önemli ölçüde buna bağlıdır.

Görüldüğü gibi, muhtesib olacak kimselerde bazı şartların bulunması icab ediyor. Çünkü muhtesiblik ulu bir mansıptır. Hisbe işini yüklenen kişi "mechulu'l hal" olmamalıdır. O, iyi niyetli, doğru, dürüst ve bilgili bir kimse olmalıdır. Zirâ insan, zaman ve ahval tek tip değildir. Bu yüzden, her devir ve ahvalin kendine has bir idaresi vardır. Bunun, normal bir şekilde yürütülmesi gerçekten zor bir iştir. Bu sebepten, muhtesibin vazifesi, ehemmiyet kazanmaktadır. Demek oluyor ki, cemiyetin, sosyal hayatında fevkalâde ehemmiyeti bulunan muhtesiblerin çok dikkatli ve titizlikle seçilmesi gerekmektedir.

Kaynaklarda, muhtesibin, vazifesini yaparken takip edeceği metot ve başvuracağı çâreler üzerinde de durulmuştur. Binâenaleyh onun mevki ve gerekiyorsa taziri, işlenen fiile göre hafiften şiddetliye doğru bir sıra takip etmektedir. Bunlardan bizi ilgilendirenleri şöyle sıralayabiliriz:

a. Bilmek: Haberdar olmak. Bundan maksad, münkerin işlendiği zaman ona muttali olmasıdır. Bunun da meşrû bir şekilde olması gerekir. Tecessüs ve gizlice araştırma yasaktır.

b. Bildirmek: Münkerin (kötülüğün) işlenmesinin sebebi bazen bilgisizlik olabilir. Bu yüzden bazı hatalar işlenebilir. Binâenaleyh, bilmediği için emir ve yasakları çiğneyen ve dinî talimata aykırı hareket eden kimselere, bilmedikleri konular münasib bir şekilde anlatılır. Böyle durumlarda kişinin izzeti nefsini rencide edecek şekilde davranılmaz. Kişinin cehaleti sert bir şekilde yüzüne vurulmaz.

c. Öğüt vermek: Doğru yolu göstermek, Allah korkusunu, ahirette uğrayacağı azabı hatırlatmak suretiyle münkerin işlenmesine mani olmaya çalışmak. Keza bir insan olarak, başkasının hakkına tecâvüz edemeyeceğini, bunu yaptığı takdirde gerek dünyada ve gerekse ahirette ceza göreceğini hatırlatmaktan ibarettir.

Bu söylediklerimiz, hemen herkesin yapabileceği ve "izin" gerektirmeyen davranışlardır. Bazen de daha şiddetli bir metod takip etmek gerekebilir.

Bütün müslüman devletlerde olduğu gibi Osmanlılarda da hisbe (= ihtisab) işini yüklenen bir görevli bulunmaktadır. 1242 (1826) dan önce muhtesib, "ihtisâb emini" "ihtisâb ağası" gibi isimler alan bu görevli, belirtilen tarihten itibaren "İhtisâb Nâzırı" ünvanını almıştır.

Böylece, o dönemde kurulan bütün nezaretlerde protokolda aynı seviyede olan bu görevlinin yetkileri çok genişti. Bütün müslüman devletlerde olduğu gibi Osmanlılarda da bilhassa dinî emir ve yasaklara nezâret ile ahlak ve an'anelerin nesilden nesile bozulmadan intikalini temin hususunda her zaman titizlik gösterilmiştir. Zira çirkin ve gayr-ı ahlâkî harekat ile davranışlar karşısında sükut edilemeyeceği prensibi, Osmanlı cemiyetinde de aktif içtimaî bir kontrolü sağlıyordu.

İslâmiyetin en eski dönemine kadar giden ve köklü bir maziye dayandığını bildiğimiz bu müessesenin, dinî vazife ve karakteri üzerinde 1826 tarihli "İhtisâb Ağalığı Nizâmnâmesi"nde de durulmaktadır. Bundan öğrendiğimize göre "emr bi'l maruf ve nehy ani'l - münker" meselesi, üzerinde ehemmiyetle durulması icab eden ve dünya nizâmı için tatbiki gereken bir uygulamadır. Nitekim adı geçen nizâmnâmede bu konuda devrin kendi ifadesi ile şöyle denilmektedir: "Emr bi'l - maruf ve nehy ani'l -münker hususu salâh-ı âlem ve âlemiyânın sebe-i akvası olduğuna binâen hizmet-i ihtisâbe memur olanlar cümleden evvel bî-namaz olanları ve Ramazan-ı şerifte oruç tutmayanları eimme-i mahallat (mahalle imamları)tan tahkik ve edâyı fâriza-ı salât ve sıyâm eylemelerini tenbih ve takrir edip dinlemeyenleri eimme-i mahallattan dahi şurût-ı imâmeti bilmeyenleri vesâir hilâf-ı Şer'-i Şerif menâhi ve münkeratta bulunanları bi't - tahkik cânib-i şeriât-ı garraya ihbar ve ihzar ederek gerek bunların ve gerek hilaf yere şahadet edüp şahid-i zûr (yalancı şahid) oldukları inde şer'i'l-enver tebeyyün edenlerin lâzım gelen te'dibat-ı şer'iyyeleri ihtisâb ağası mârifetiyle icra kılına."(6)

Muhtesibin dinî emir ve yasaklar konusunda çok dikkatli olmasını isteyen emirler, gerek nizâmnâmede ve gerekse daha sonraki dönemlere ait hükümlerde yer almaktadır. Nihir ayının başlarına ait ve Şam bölgesi ile ilgili bir hükümde, ihtisâb işinin temelde "emr bi'l-maruf ve nehy ani'l-münker" olduğuna işaretle şöyle denilmektedir: "Mü'min ve muvahhid olanların farzı kat'i olan evkat-ı hamseyi cemaâtle edaya müdavemet eylemelerini umumen tenbih ve te'kide ve aralık aralık derûn-ı memlekette kol gezerek savm ve salâtı târik, menâhî ve münkerâta devam edenlerin durumlarına göre tazir..." (7) diye devam eden bu hükme göre, muhtesib, zaman zaman şehri dolaşacak, oruç tutmayanlar, namaz kılmayanlar ve herhangi bir münkerâtı (kötülüğü) işleyeni kontrol edip durumlarına göre cezalandıracaktır. 1247 Safer ayı (9 Ağustos 1831) nda Sofya kadısına da benzer bir emrin gönderildiğini söylemekle yetinmek istiyoruz.

Bilindiği gibi, Osmanlı dönemi muhtesibi, ticarî ve adlî hayat ile de yakından ilgilidir. Toplumun ekonomik düzeni de bir dereceye kadar muhtesibten sorulur. O, bütün bu işler karşılığında "ihtisâbiye" denilen bir vergi alır. İhtisâb hazinesinde toplanan bu paralar, bazı kimselere emekli maaşı olarak verildiği gibi, bazılarına da ihtiyaçlarından dolayı verilmektedir. Bu arada üzerinde durmamız gereken bir sınıf daha vardır ki bu da, ihtidâ edip müslüman olan kimselerin meydana getirdiği bir zümredir. Daha önce, bir ferdi olarak içinde yaşadığı toplumu terk eden bu insanların korunması gerekiyordu. İşte bu yüzden, ihtisab hazinesinde toplanan bu paralardan bir kısmı da bu insanlara (yeni müslümanlara) verilmektedir. Böylece ihtisâb teşkilatı, İslâmın yayılışında da hizmet gören bir müessese olarak vazife yapmaktadır.

Dipnotlar : 1. İslâm devletlerindeki uygulamalar hakkında geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisab Müessesesi, İstanbul 1987, s. 17-25 2. Kur'ân, en-Nahl/125. 3. İsmail Hakkı Bursavi, Tuhfe-i Hassakiye, Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi (Hüdai) nr. 456, vr. 111 b. 4. Kur'ân, el-Bakara/44. 5. Kur'ân, es-Saf/3. 6. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 1399. 7. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet. Maliye, nr. 4113.