sumeyye
Thu 20 January 2011, 05:38 pm GMT +0200
HİLÂFET
Halifede Bulunması Gereken Şartlar:
Halifede bazı şartların bulunması şarttır. Bunları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür:
1. Akıllı, ergen, hür, erkek, cesur, görüş sahibi olması; görme, duyma ve konuşma özürlü olmaması, insanlar tarafından kendinin ve kavminin şerefinin tanınmış olması, kendisine itaatten kaçınılmayacak biri olması, onun ülke siyasetinde hakka tabi biri olduğunun bilinmesi:
Bütün bu sayılan şartlar, akl-ı selimin gerekli gördüğü vasıflardır. Ülkelerinin birbirinden uzak, dinlerinin birbirinden farklı olmasına rağmen bütün insanlar, bu saydığımız şartlar üzerinde hemfikirdirler. İnsanlar, halife tayinininden beklenen maslahatların gerçekleşebilmesinin bu sayılan evsafın onda bulunmasına bağlı olduğunu gördüklerinden, bu şartlardan bir kısmının bulunmaması halinde, olması beklenen sonucun doğmadığını bildiklerinden dolayı böyle bir ittifaka ulaşmışlardır. Bu şartları taşımayan bir halife karşısında hoşnutsuzluklarını izhar etme, ya da kinlerini içlerine gömerek susma eğilimini göstermişlerdir. İranlıların, bir kadını başlarına geçirmeleri hakkında olmak üzere Rasû-lullah'ın (s.a.) "Başlarına bir kadın geçiren hiçbir kavim iflah olmayacaktır[136]buyurması bu anlamda söylenmiştir.
İslâm şeriatı, peygamberlik hilâfeti için daha başka şartlar da aramıştır. Bunlar şunlardır:
2. Müslüman olması, ilim ve adalet sahibi bulunması:
Çünkü bu şartlar olmadan, dinî maslahatların gerçekleşmesi mümkün değildir. Bütün müslümanlar bu şartlar üzerinde icmâ etmişlerdir. Bu konuda asıl şu âyet-i kerîmedir:
"Allah, sizlerden iman edip, iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi, kendilerini de yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip, seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, onun yerine onlara güven sağlayacağını va'detti. Çünkü onlar, bana kulluk ederler; hiçbir şeyi eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.[137]
3. Halifelerin Kureyş'ten olması:
Rasûlullah (s.a.) "İmamlar, Kureyş'tendir. [138]buyurmuştur. Bu hükmün gerekçesi şudur: Allah Teâlâ'mn peygamberinin dili üzere açıklamış olduğu hak, Kureyş'in dili ve onların âdetleri içerisinde gelmiştir. Miktarlar, hadlerle ilgili olarak getirilen beyanların büyük çoğunluğu, onlarca bilinen ve kullanılmakta olan şeylere dayanır. Pek çok hükmün teşrî kılınmasını hazırlayan şey, onlarda mevcut bulunan durumlardı. İnsanlar içerisinde bu dine en çok sahip çıkan ve onu benimseyen kimseler onlardı.
Hem Kureyş, Rasûlullah'ın {s.a.) mensup olduğu kavmiydi. Bu itibarla, onların, Hz. Muhammed'in (s.a.) getirdiği dinin yücel-tilmesinden başka şeref aramalarını düşünmek imkânsızdır. Bu haliyle onlarda, hem din hem de kavmiyet hamiyeti bir arada bulunuyordu ve şer'î hükümlerin uygulanması ve onlara sımsıkı ya-pışılması konusunda en liyakatli kimseler olarak onlar gözüküyorlardı.
Öbür taraftan halife olacak kimsenin, hasep ve nesep yönünden üstün olması sebebiyle bütün İsanların kolayca itaat edecekleri bir kimse olması gerekir. Çünkü nesebi olmayan bir kimseyi insanlar hor ve hakir görürler. Öteden beri riyasette bulunan ve şerefli bir kabileden olması, kavminin insanları kendi hakimiyetleri altında toplayıp savaşlar yapmış olması aranır. Kavminin kendisine müzahir olacak, destek verecek ve uğrunda canlarını feda edecek bir Özellikte olması gerekir. Bu sayılan özellikleri o gün özellikle de Rasûlullah'ın (s.a.) gönderilmesinden ve onun sayesinde şerefin doruğuna ulaşan Kureyş'ten başka kendisinde toplayan 1398 J başka bir kabile yoktu.
Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) bu manaya işaret etmiş ve şöyle demiştir: "Bu iş ancak Kureyş ile olur. Onlar, yurt bakımından Arapların en ortasındadırlar...[139]
Halife olmak için meselâ ayrıca Hâşimî olma şartı aranmamıştır. Bunun iki sebebi vardır:
i. İnsanların şüpheye düşüp, "peygamber, diğer hükümdarlar gibi davranıp mülkün ehl-i beytine tahsisini istemiştir" demelerine imkân vermemek, böylece meydana gelebilecek irtidat olaylarının önünü almak. İşte bu gerekçeden dolayı Rasûlullah (s.a.), Mekke'nin fethi sırasında Ka'be'nin anahtarını, onu isteyen amcası Abbâs b. Abdulmuttalib'e (r.a.) vermemiştir.
ii. Hilâfette önemli olan, insanların ona rıza göstermeleri, üzerinde görüşbirliği etmeleri, ona saygı duymaları; onun da hadleri uygulaması, dinî esasları savunması, hükümleri tatbik etmesidir. Bu vasıfların bir arada bulunması, ancak nadir olarak bulunur. Bu durumda halifenin bir kavimden değil de, bir aileden olmasının şart koşulması sıkıntı ve zorluklar doğurur. Muhtemelen o ailede, bu sayılan şartları kendisinde bulunduran herhangi bir kimse bulunamayabilir; ama kavim içerisinde olur. Bu illetten dolayı fukahâ, küçük bir köyün ürünü üzerine yapılan selem akdinin caiz olmayacağını; ama köyün büyük olması halinde bunun caiz olacağını söylemişlerdir. [140]
[136] Buhârî, Meğâzî, 82; Fiten, 18.
[137] Nûr 24/55.
[138] Ahmed, 3/129, 183, 4/421 ; Beyhakî, 3/121.
[139] Rasûlullah'ın (s.a.) vefatı üzerine Benî Sâide gölgeliğinde toplanan Ensâr'ın, "Bir emir bizden, bir emir sizden olsun" dedikleri sırada Hz. Ebû Bekir (r.a.), Kureyş'in menâkıbı hakkında çok beliğ bir konuşma yapmıştır. Arkasından Hz. Ömer (r.a.), oradaki insanları Hz. Ebû Bekir'e bey'at etmeye teşvik etmiş ve böylece onun halifeliği üzerinde ittifak etmişlerdir.
[140] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/473-475.