- Hikmetli Cehalet

Adsense kodları


Hikmetli Cehalet

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Thu 28 October 2010, 11:37 am GMT +0200
Hikmetli Cehalet



Her insan yaradılıştan kaynaklanan, Fıtrî bir cehaletle başladığı hayat serüvenini, Ya her şeyi bildiğini sandığı mutlak bir cehaletle tamamlar, Ya da ne yaparsa yapsın bazı şeyleri, Hiçbir şekilde bilemeyeceğini, Çok iyi bildiği bir olgunluğa ulaşarak noktalar ki, Bu da hikmetli cehalet bilgeliğinin tam karşılığıdır...


 

Her insan yaradılıştan kaynaklanan,
Fıtrî bir cehaletle başladığı hayat serüvenini,
Ya her şeyi bildiğini sandığı mutlak bir cehaletle tamamlar,
Ya da ne yaparsa yapsın bazı şeyleri,
Hiçbir şekilde bilemeyeceğini,
Çok iyi bildiği bir olgunluğa ulaşarak noktalar ki,
Bu da hikmetli cehalet bilgeliğinin tam karşılığıdır...

Yaratıcı tenezzül-i İlâhî etmiştir. [1]
Çünkü âdemoğlu hem âcizdir, hem de cahil.
Tevazu ile nakl-i mekân edilerek,
İnsanın anlayacağı dilden konuşulmaktadır.
Âdemoğlu Ondan (c.c) sonsuz uzak,
Âlemlerin Rabbi ise insana şah damarından daha yakındır…[2]

Nihayetinde sonsuza değin sürecek,
Karşılıklı bir görüşme teklifi sunulmuştur insana…
İnsanın ise bu teklife karşılık verebilmesi için,
Öncelikle Onu (c.c) tanıma gereksinimi vardır.
Sonrasında ise sınırları iyi çizilmiş bir ilişkiye ihtiyaç duyacaktır...

Allah - insan ilişkisinde insan açısından,
Sağlıklı bir mükâlemenin olmazsa olmazları içinde,
Belki de ilk sırada Yaratıcıya olan yönelişimizin,
Alt ve üst limitlerinin varlığı gelmektedir…

Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
‘Men arafe nefsehu fekad arafe rabbehu.’
Yani, ‘kendini bilen rabbini bilir...’
İnsana mânen şöyle denmektedir:
‘Âlemlerin Rabbi'yle iletişim kurmak istiyorsan,
Yaratıcının özelliklerini keşfetmelisin.
Onu (c.c) tanımak ve aydınlanmak için işe kendinden başlamalısın...’
İnsanın, Âlemlerin Rabbi'yle kurmak istediği olumlu muhatabiyetin,
İdeal sınırlarını belirleme noktasında,
Hz. Ebubekir’in (r.a.)  şu sözü de gayet manidardır:
‘İnsanın, Allah’ı (c.c) ziyadesiyle bilemeyeceğini idrak etmesi,
Onun kâmil bir mü'min olduğunu gösterir..’
Yani, varabileceğimiz en yüce bilgi,
Allah’ın (c.c) zâtının bilinemeyeceği hakikatidir...

‘Kendini bilen rabbini bilir’ ifadesi kısaca şöyle bir denklik sunar zihnimize:
Bir yaratanın olup olmadığını,
Ya da varsa hakikatinin ne olduğunu anlamak isteyen biri,
Bunu dışarıda değil de kendi maddi – manevî özelliklerinde aramalıdır.
Her insanda İlâhî isimler tecelli eder, yansır. [3]
Allah’ın (c.c) mutlak sonsuzluğundan,
Ve insanın sonsuzda birliğinden kaynaklanan bir çeşitlenmeyle,
İsimler bazen aynıyla, bazen de zıddıyla yansır.
İnsan ise, ancak Esma-i Hüsnanın yansıması kadarınca nefsini bilir.
Diğer bir ifadeyle,
İlahi isimlerin iç âleminde tezahürü oranında rabbini bilebilir.
Örneğin kendini zayıf bilen Rabbini güçlü bilir,
Kendini cahil bilen Rabbini bilge bilir,
Kendini eksik bilen Rabbini mükemmel bilir… [4]

İçsel (enfüsî) yönelişin nihai sınırı, kendini bilen rabbini bilir hakikatidir.
Dışsal (afakî) yönelişin azamî hududu, hikmetli cehalet bilgeliğidir.
Kısacası insanı bihakkın tanıyan,
Âlemlerin Rabbi'ni de hakkıyla tanıyacak demektir…

Aykut TANRIKULU



 


-----------------------------------------------------------
Dip Notlar:

[1]. tenezzül- i İlâhî: Cenab-ı Hakkın, karşısındakinin seviyesine göre tevazu ile konuşması.
nakl-i mekânî: Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmesi.
[2]. “Yemin olsun ki, insanı biz yarattık.
       Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz.
       Biz ona, şah damarından daha yakınız..”
       Kaf Suresi: Ayet 16
[3]. “İnsanın mahiyet-i camiasında (kabiliyetlerinde)
       Nakışları (işlemeleri) zahir olan (açıkça görünen) yetmişten ziyade esma vardır.
       Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini,
       Ve hüsn-i takvîminden (güzel yaradılışından) Rahmân ve Rahîm isimlerini,
       Ve hüsn-i terbiyesinden (güzel terbiyesinden) Kerîm, Lâtif isimlerini ve hakeza,
       Bütün aza (organlar) ve alâtı (organeller) ile,
       Cihazat (uzuvlar) ve cevârihi (el ve ayakları) ile,
       Letaif (duyguları) ve maneviyatı (inançları) ile,
       Havâs (duyuları) ve hissiyatı (hisleri) ile,
       Ayrı ayrı esmanın ayrı ayrı nakışlarını (dokumalarını) gösteriyor.
       Demek, nasıl esmada bir İsm-i Azam (diğer isimleri kuşatan büyük isim) var;
       Öyle de, o esmanın nukuşunda (nakış ve yansımasında) dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır. 
       Ey kendini insan bilen insan!
       Kendini oku..”
       Sözler / 33. söz /  31. pencere / syf: 628
[4]. Sadık Yalsızuçanlar