- Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi

Adsense kodları


Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Esila
Fri 19 November 2010, 11:05 pm GMT +0200
Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi


Hilal B. Muhsin.

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesi

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ahmed B. Abdullah B. Süleyman.

Üstad Ebu Osman Es-Sabunî

Hicretin Dörtyüzellinci Senesi

Hicretin Dörtyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hasan B. Muhammed Ebu Abdullah Elunî

Tuğrul Beyin Kardeşi Davud.

Ebu´t-Tayyib Et-Taberî

Kadı Mâverdî

Reis´ür Rüesa Ebü´l-Kasım B. Mesleme.

Mansur B.Hüseyin.

Hicretin Dörtyüzellibirinci Senesi

Fasıl

Tuğrul Bey´in Besasirî´yi Öldürmesi

Arslan Ebu´l-Haris El-Besasiri Et-Türkî

Hasan B. Fadl

Ali B. Mahmud B. İbrahim B. Macire.

Muhammed B. Ali

El-Venî El-Faradî

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesi

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebu Mansur El-Cilî

Hasan B. Muhammed.

Muhammed B. Ubeydullah.

Katrü´n-Nedâ.

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesi

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ahmed B. Mervan.

Hicretin Dörtyüzellidördüncü Senesi

Hicretin Dörtyüzellîdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Sümal B. Salih.

Hasan B. Ali B. Muhammed.

Hüseyin B. Ebu Yezid.

Sa´d B. Muhammed B. Mansur.

Hicretin Dörtyüzellîbeşinci Senesi

Tuğrul Beyin Halifenin Kızıyla Gerdeğe Girişi

Hicretin Dörtyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Züheyr B. Ali

Said B. Mervan.

Melik Ebu Talib Tuğrul Bey.

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesi

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

İbn Hazm Ez-Zahirî

B. Ali B. Burhan.

Hicretin Dörtyüzelliyedinci Senesi

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesi

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hafız Ebubekir El Beyhakî

Hasan B. Galib.

Kadı Ebu Ya´lâ B. Ferra El-Hanbelî

İbn Seyyidih.

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesi

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Muhammed B. İsmail B. Muhammed.

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesi

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Abdülmelik B. Muhammed B. Yusuf B. Maksur.

Ebu Cafer Muhammed B. Hasan Et-Tusî

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesi

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Foranı

Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi

Hicretin Dörtyüzaltmışîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hasan B. Ali

Muhammed B. Ahmed B. Sehl



Hilal B. Muhsin


Hilâl b. Muhsin b. İbrahim b. Hilal. Künyesi Ebu´l-Hayr´dı. Katiplik yapmıştır. Sabiî idi. Tarihi vardır. Dedesi Ebu îshak es-Sabiî de risale­ler sahibiydi. Babası da Sabiî´ydi. Ancak Hilal daha sonra müslüman ol­du. İslâmiyeti güzelce yaşadı. İslâm´a girmeden de bazı hadis ulemasın­dan hadis dinlemişti. Çünkü edep öğrenmek amacıyla yanlarına gidip gelirdi. İslâm´a girdikten sonra da onun ona çok yararı oldu. İbnül-Cev-

"´nin anlattığına göre bu, onun İslâm´a girmesine sebep olmuştu. Ve yi-Z1 İbnü´l-Cevzî onun İslâm´a girişini şöyle anlatır: 116 «Hilal b. Muhsin rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)´i defalarca görmüş-Rasûlullah onu hep Aziz ve Celil olan Allah´a imana davet ediyor, Mâm´a girmesini emrediyor ve ona «Sen akıllı bir adamsın delillerle desteklenen İslâm dinini ne diye terke diyorsun » diyor ve rüyada ona, nıklık halinde şahid olduğu bazı mucizeler gösteriyordu. Mesela ona sövle demişti: Senin karın erkek bir çocuğa hamiledir. Doğduğunda o ço­cuğa Muhammed adını ver» gerçekten de karısı bir erkek çocuk doğur­muş ve ona Muhammed adını vermiş, Ebü´l-Hasan künyesini de takmış­tı.

Rasûlullah (s.a.v.), ona daha bir çok mucizeler göstermişti ki İbnü´l-Cevzî bunları sırasıyla anlatmıştır. İşte bu ikazlar ve mucizeler üzerine Hilal b. Muhsin Müslüman olmuş, islâmiyeti güzelce yaşamıştı. Doğru sözlü, sadakatli bir kimseydi. Bu senede doksan yaşında vefat etti. Öm­rünün kırk küsur senesini Müslüman olarak yaşadı.[1]



Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesi


Bu senede Bağdat´ta ve diğer beldelerde peşpeşe kıtlık ve ölümler meydana geldi. Öyle ki bir çok evler sahipsiz kaldı, içi boşaldı. Hatta ev­lerin kapılan içerideki kimselerin ölümü yüzünden kapandı. Yoldan ge­çenler hiç kimseyle karşılaşamaz oldular. Azık kıtlığından dolayı insan­lar, leşleri ve kokuşmuş şeyleri yemek mecburiyetinde kaldılar. Bir ka­dının yanında küflenip yeşermiş bir köpek bacağı görüldü. Bunu yemek mecburiyetinde kalmıştı. Bir erkek de bir çocuğu tandırda kızartıp ye­mişti. Bir kuş leşi duvardan yere düşmüş; beş kişi onu kapışıp araların­da paylaşmış ve yemişlerdi.

^ Buhara´dan gelen bir mektupta anlatıldığına göre orada ve oraya bağh kazalarda bir günde 18.000 kişi ölmüştü ve bu veba sebebiyle o mıntıkalarda bu mektubun yazıldığı güne kadar bir buçuk milyon insa­nın öldüğü tesbit edilmişti. İnsanlar bu mıntıkalarda dolaşırlarken boş caddeler, ıssız yollar ve kilitli kapılarla karşılaşıyorlardı. Her taraf ıs­sızdı, insansız kalmıştı. İbnü´l-Cevzî böyle demiştir. Yine onun dediğine göre Azerbaycan´dan gelen haberler arasında o mıntıkalarda büyük bir V h /algmi meydana gelmişti. O beldelerde çok az sayıda insan bu vebadan kurtulmuştu. Ahvaz, Buvat ve buralara bağlı mıntıkalarda da veba salgını meydana gelmişti. Bütün ülke veba tehdidi altındaydı. Bu­nun en büyük sebebi de açlıktı. Yoksul kimseler köpekleri pişirip yiyor-ezarları açarak ölüleri çıkarıp pişirip yiyorlardı. İnsanların gece

gündüz meşguliyetleri sadece ölü eti yıkayıp teçhiz etmek ve mezara

mmekti. Bir çukur kazılıyor, oraya yirmi-otuz ceset defnediliyordu.

İnsan oturmakta iken kalbi kan basıncından ötürü çatlıyor, ağzına bir damla kan geliyor ve o anda ölüyordu. Bu durumu gören insanlar tevbe ettiler, mallarının çoğunu sadaka olarak dağıttılar, ama sadaka olarak vermek istedikleri paralarım kimse kabul etmiyordu. Fakire çok mik­tarda dinar, dirhem ve elbise veriliyor ama o «ben açlığımı giderecek bir parça ekmek istiyorum» diyordu. Ekmek bulunamıyordu. İnsanlar evle­rindeki içkileri döktüler. Oyun ve müzik aletlerini kırdılar. İbadet et­mek ve Kur´an okumak için mescidlere kapandılar. İçinde içki bulunup-ta bütün aile efradı ölmeyen ev sayısı gerçekten çok azdı. Yedi gün sü­reyle can çekişmekte olan bir hasta adamın yanma gidildi. Hasta adam evin bir tarafını parmağıyla gösterdi. Oraya gittiklerinde bir şarap küpü gördüler. Şarabı döktüler ve hasta adam o anda ruhunu teslim etti. Bir adam mescitte vefat etti. Yanında 50.000 dirhem para buldular. Bu para halka arzedildi ama hiç kimse bu parayı kabul etmedi ve paralar mescit­te dokuz gün kaldığı halde hiç kimse bunu istemiyordu. Bir süre sonra dört kişi bu parayı almak için mescide girdiler ve paraları almak ister­lerken düşüp öldüler. Bunlardan hiçbiri o mescitten diri çıkamadı aksi­ne hepsi Öldüler.

Şeyh Ebu Muhammed Abdülcebbar b. Muhammed´in 700 fıkıh öğ­rencisi vardı. Kendisi vefat ettiği gibi onikisi hariç bütün öğrencileri de öldüler. Sultan Debis b.Ali barış yaptıktan sonra memleketine döndü­ğünde ahalisinin vebadan ötürü öldüğü ve orada çok az sayıda insan kal­dığı için memleketinin harap olduğunu gördü. Adamlarından birini elçi olarak bir yere gönderdi. Bir grup insan onu yakalayıp öldürdüler. Pişi­rip etini yediler.

Ibnü´l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin cemaziyelahir ayının bitimine ye­di gün kala çarşamba günü Bağdat´ın Katiatü İsa mahallesi, Sukut Ta­am, Kiniş, Ashabü´s-Sıkt, Babü´ş-Şair, Aktarlar Çarşısı, Suku´1-Aris, Emmatiler, Haşşabiler çarşıları ile kasaplar ve hurmacılar pazarları­nın yanısıra Suk-u Mihvel, Nehri Zeccac, Süveykat-ü Galip, Saffarm, Sabbağin ve diğer bir çok yerleri yandı. Bu da insanların maruz kaldık­ları açlık, kıtlık ve ölüm belasına ek bir musibet oldu. İnsanlar halden düştüler. Zayıfladılar öyleki bu yangının ateşi daha da fazlalaştı ve ya­pacağını yaptı. «İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi raciûn (doğrusu biz Allah´a ai­diz ve O´na dönücüleriz).»

Bu senede Bağdat´ta hırsızlar ve yankesiciler çoğaldı. Gündüz bile milletin paralarını gasbettiler. Gece-gündüz demeden evlere baskın yaptılar. Şiilerin sözcüsü kelama Ebu Cafer et-Tusî´nin evine de baskın yapıldı, kitapları ve eserleri ile sapıklık ve bidati hususunda kullan­makta olduğu defterleri yakıldı. Hamd ve minnet Allah´adır.

Bu senede Sultan Tuğrul Bey Musul dönüşünde Bağdat´a geldi. Halk ve ileri gelenler onu yolda karşıladılar, Reis´ür-Rüesa, halifeninmis olduğu mücevherle işlenmiş murassa bir hil´ati ona giydirdi.

o1 " il Bey yeri öptü. Bunlardan sonra hilafet sarayına girdi. Halife´nin

-gerdiği bir ata binerek yanına gitti. Huzura vardığında halifenin ye-

H°zira uzunluğunda bir tahta oturmuş olduğunu, Peygamber hırkasını

uzuna attığını, elinde de kırbacı tuttuğunu gördü. Yeri öptü. Hali-

f´vûn tahtından aşağıda daha alçak bir tahtta oturdu. Sonra halife; Re-

is´ür-Rüesa´ya dedi ki:

«Ona deki, müminlerin emin bu çabalarından oturu sem övüyor, vaptıklarmdan ötürü de sana teşekkür ediyor. Kendisine yakınlığı sebe­biyle ünsiyet buluyor. O, Cenâb-ı Allah´ın kendisine vermiş olduğu bel­delerine seni hakim tayin ediyor. Seni hâkim ve sultan olarak tayin etti-&i yerlerde Allah´a karşı gelmekten sakın, memleketi imar etmek için çaba sarfet. Kulların durumunu İslah et. Adaleti yay. Zulme engel ol.» Amidü´d-Devle, halifenin bu söylediklerini ona tercüme etti. O da kalkıp halifenin huzurunda yeri Öpüp şöyle dedi:

«Ben müminlerin emirinin hizmetçisi ve kölesiyim. Onun emir ve yasaklan doğrultusunda tasarrufta bulunacağım. Bana verdiği yetki ve görevden dolayı da şerefyâb olmaktayım. Bu işi başanyla yapmak için Allah´tan yardım ve muvaffakiyet diliyorum.»

Sonra halife, hiFat giymesi için ayağa kalkmasını söyledi. O da geniş alanda kalkıp bir odaya girdi. Üzerine yedi hil´at giydirildi. Başına taş konuldu. Tekrar huzura dönüp halife´nin elini öptükten sonra tahta oturdu. Halife´nin elini Öpmeğe çalıştıysa da başındaki tac buna engel oldu. Halife bir kılıç çıkarıp beline taktı ve kendisine şarkın ve garbın sultanı diye hitap edildi. Üç sancak getirildi. Halife bunlardan birini kendi eliyle bağlayıp ona teslim etti. Ferman getirilip halifenin huzu­runda okundu. Halife ona, halka adilce davranmasını ve bu hususta Al­lah´tan korkmasını tavsiye etti. Tekrar kalkıp halifenin elini öpüp başı­na götürdü. Sonrada büyük bir debdebeyle saraydan çıkıp kendi konağı­na gitti. Giderken önünde hacipler ve tam tekmil askerleri vardı. İnsan­lar ona saltanat tebriklerini sunup selam vermeye geldiler. O da halife­ye büyük armağanlar gönderdi. Gönderdiği armağanlar arasında 50 000 dinar para, binekleri silahlan ve kuşaklanyla elli Türk köle, çe-Şitlı beşyüz elbise vardı. Tuğrul Bey, Reisü´r-Rüesa´ya da 5.000 dinar para ve elli parça kumaş ve diğer armağanlar sundu»

Bu senede Mısır hükümdan, veziri Ebu Muhammed Hasan b. Ab-

aurrahman el-Bazirî´yi tevkif etti. Onun devlete 3.000 dinar borçlu oldu-

pna dair yazılı ifadesini aldı. Seksen adamını gözaltına aldı. Tevkif edi-

en bu vezir, Hanefî fikıhçısıydı. İlim ehline ve Mekke, Medine ahalesine

asanda bulunurdu. Şeyh Ebu Yusuf el-Kazvinî onu methederdi. [2]


Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Ahmed B. Abdullah B. Süleyman


Ahmed b. Abdullah b. Süleyman b. Muhammed b. Süleyman b. Ahmed b. Süleyman b. Davud b. Mutahhar b. Ziyad b. Rebia b. Hars b. Rebia b. Enver b. Esham b. Erkanı b. Numan b. Adiy b. Gatafan b. Amr b. Berih b. Huzeyme b. Teymullah b. Esed b. Vebre b. Tağlib b. Hulvan b. İmran b. Elhaf b. Kudaa Ebü´1-A´lâ el-Mearri et-Tenuhî. Şairdi. Zındık­lıkla meşhur olmuştu. Arap dilcisi idi. Şiir ve Arap diline dair divan ve tasnif eserleri vardır. Hicretin 363. senesinin rebiyülevvel ayının biti­mine üç gün kala gün battıktan sonra cuma günü doğdu. Dört veya yedi yaşındayken çiçek hastalığına yakalandı. Gözünü kaybetti. Onbir ya da oniki yaşındayken şiir söylemeye başladı. Hicretin 399. senesinde Bağ­dat´a geldi. Bir yıl yedi ay süreyle orada ikamet etti. Sonra kovulmuş ve hezimete uğramış bir halde oradan çıkıp gitti. Çünkü o, dininin ilminin ve aklının kıtlığını gösteren şiirimsi bir sual sormuştu. Şöyle ki:

«Bir çelişkidir. Buna karşı sadece susmamız gerekiyor ve mevlâ-mıza cehennemden bizi koruması için sığınıyoruz.

Bir el cinayete uğradığı zaman diyeti 500 altın oluyor.

Peki ama bu el çeyrek dinarı çaldığı zaman ne diye kesiliyor »

O, gerçekleri gözardı edip yalancılık yaptığından ötürü «elin diyeti 500 dinardır ama çeyrek dinarlık bir şeyi çaldığı zaman ne diye onu kesi­yorsunuz » diyordu. Bu da onun aklının kıtlığının, basiretinin kör olu­şunun bir sonucu idi. Zira bir el cinayete maruz kaldığı zaman insanlar ona karşı taşkınlık yapmasınlar ve mütecaviz olmasınlar diye diyetinin çok olması uygundur. Ama o elin kendisi hırsızlık yaparak suç işleyecek olursa artık insanlar başkalarının mallarına göz koymasınlar, mülkiyet muhafaza altına alınsın diye kıymetinin ve diyetinin az olması elbetteki münasib olur. Bu sebeple bazıları demişler ki: «El, güvenilir olduğu za­man kıymetlidir, ama hain olduğu zaman kıymeti düşer.»

İşte fikıhçılar bu şiiri ve benzer sözleri nedeniyle onu cezalandırma­ya niyetlendiklerinde Ahmed b. Abdullah, kendi beldesine kaçıp gitti. Evine kapandı dışarı çıkmaz oldu. Bir gün halifenin yanında oturuyor­du. Halife, Mütenebbî´aen hoşlanmıyor, onu küçültücü sözler sarfedi-yordu. Ahmed b. Abdullah, yani Ebu´1-Alâ da Mütenebbî´yi seviyor, onun şanını yüceltmeye çalışıyor ve onu övüyordu. Yine o mecliste iken Mütenebbî´nin adı geçti. Halife onu yerince Ahmed b. Abdullah, yani Ebü´1-Alâ şöyle dedi: Mütenebbî´nin hiç bir kasidesi ve şiiri olmasa bile şu cümle ile başlayan kasidesi onun üstün bir şair olduğunu göstermeye yeter:

«Ey münazil senin kalplerde tahtın vardır.»

Halife Öfkelendi ve Ahmed b. Abdullah´ın yani Ebü´l-Alâ´nm huzu­rundan çıkarılmasını emretti. Görevliler ayaklarından tutup onu yü-üstü sürükleyrek huzurdan çıkardılar. Görevliler onu çıkarırlarken halife «bu köpeğin mezkur kasideyle neyi kasdettiğini biliyor musu­nuz » diye sordu. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: O deminki sözüyle Mütenebbî´nin şu kasidesini kasdetti:

«Kötü bir adam beni senin yanında yerecek olursa

Onun bu yermesi benim olgun kişi olduğumun delili olur.»

Yoksa Mütenebbî´nin bundan daha güzel kasideleri vardır. Ama o bunu kasdetti»

Bu da halifenin keskin zekâlı oluşundan dolayı idi. Çünkü O, Ah­med b.Abdullah´m yani Ebü´1-Alâ el-Mearrî´nin imalı sözlerini anlamış­tı. Ebul-Ala el-Maarrî´nin kendisi de zeki kimselerdendi. Ebü´1-Alâ El Mearrî, ömrünün kırkbeş senesi boyunca et, süt, yumurta ve hayvani besinler yemiyordu. Brahman felsefecilerinin yolunu takib ediyordu. Anlatıldığına göre o sahil yollarından birinden gelmekte iken bir ma­nastıra uğrayıp geceler. Manastır rahibinin yanında kalır, rahipte onu İslâm dini hususunda şüphelere sürüklemişti. Gıdasını nebatattan ve diğer şeylerden alırdı. En çokta mercimek yer, tatlı ihtiyacını ise pek­mez ve incirle karşılardı. Kimsenin yanında yemek yemez ve «ama (kör) kişinin başkalarının yanında yemek yemesi, avretini açması gibidir» derdi. Anlattıklarına göre keskin zekalı bir kimse imiş ama bazıları onun hakkında bir takım uydurma şeyler naklederler. Şöyle ki: Onun oturmakta olduğu tahtının altına bir dirhem koymuşlardı. O da «ya gök bir dirhem kadar alçaldı. yahut yer bir dirhem kadar yükseldi» demişti. Yani tahtının altına konulan bir dirhem kadar yerden yükseldiğini his­setmiştir. Bunun aslı yoktur. Yine anlatıldığına göre o bir zamanlar bir seferden dönerken gözleri görmediği için yanındaki bir adam, altından geçmekte olduğu ağacın kafasına değmemesi için başını eğmesini ona söylemişti. Aradan bir zaman geçikten sonra tekrar aynı yerden geçer­lerken gözleri görmediği halde o ağacın hizasına geldiğinde başım Önü­ne eğmişti. Yanındakiler ona niçin böyle yaptığını sorduklarında «bura­da bir ağaç yok mu » diye sormuş. Onlar da «hayır» diye cevap vermişler­di. Ama sonra oraya dikkatlice baktıklarında kesilmiş bir ağaç kökü gör­düler. Bu da sahih değildir. Ebu´1-Alâ el-Mearri zeki idi, ama temiz bir insan değildi. Bir çok tasnif eserleri vardır. Ama çoğu şiirle ilgilidir. Bazı Şiirlerinde onun zındık, dinden kopmuş bir kimse olduğunu ispatlayan sözleri vardır. Bir takım insanlar onun için mazeret uydurup şöyle der­er: «O, bunu şaka ve eğlence olsun diye söylerdi. Kalbinde olmayan şey-rı iliyle söylerdi. Ama kalbi temiz bir Müslümandı.»

İbn Ukayl, onun bu kötü sözlerini duyduğunda şöyle demişti: «Ebü´l-Alâ´yı İslâm diyarında insanlar tarafından kafir sayılmasını gerektire­cek sözler sarfetmeye iten sebep nedir Münafıklar akıl ve ilimleri az ol­duğu halde ondan daha iyi siyaset sahibidirler. Çünkü onlar, dünyada kabahatlerini gizlemişlerdir, ama kendisi insanların tasallutuna ma­ruz kalmasına ve kendisim zındık saymalarına sebep olacak küfrünü iz­har etmiştir. Allah da biliyor ki onun dışı da içi gibidir.»

İbnü´l-Cevzî dedi ki: «Ebü´1-Alâ el-Mearrî´nin el-Fusul ve´1-Ğayat adlı kitabını gördüm. Bu kitabı sûre ve ayetlere çatıyordu. Kelimeleri­nin sonu itibarıyla alfabetik harf sırasına göre yazılmıştı. Son derece ka­rışık ve soğuk ifadeleri vardı. Onun gözünü ve kalbini kor eden Allah noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Yine onun Lazımsızın Lüzumu adını verdiği kitabına da baktım.»

Böyle dedikten sonra İbn Cevzî onun İslâm dinini küçümseyen ve horlayan şiirlerinden bazı örnekler sunmuştur:

«Akıllı bir kimse senin rızkından pay almadığı ve sen de deli ve ah­mak kimseleri nzıklandırdığın zaman:

Ey göklerin Rabbi; Arzulamadığı şeyleri senden görüpte zındık olan bir adamın artık günahı olmaz.»

«Dikkat edin, bütün mahlukat sapıklıktadır.

Akıllı kimse kendisim çevreleyen şeylere dikkatle baktı.

Tevrat´ın sahibi Musa Öne geçti.

Ona iftira eden ziyana düştü.

Adamları dediler ki; ona vahiy gelmiştir.

Dikkatle bakan kimseler dediler ki: Hayır, o uydurmuştur

Benim taşları ziyaret edip haccedişim,

Eşeğin ayıbı gibidir ki yükseklerde görülür.

Akıllı kimse kendi aklına başvurduğu zaman,

Mezhepleri küçük görüp tahkir eder.»

«Hanife´nin izi silindi. Hristiyan hidayet buldu.

Yahudi zulmetti, mecusi saptı.

Yeryüzündeki iki kişiden biri akıllı ama dinsizdir.

Diğeri ise dindardır ama aklı yoktur.»

«Rasûllerin söylediklerini gerçek sanma

Onların söyledikleri yalan sözlerdir ki satırlara geçirdiler.

İnsanlar refah ve lüks bir yaşantı içindeydiler

Rasûller inanılması imkânsız şeyleri getirip bu yaşamı bulandırdı-lar.»

İbn Cevzî diyor ki: Ben de Ebü´1-Alâ el-Mearrî´nin bu şiirine şu karşı­lığı verdim:

«Rasûllerin söylediklerini yalan sayma. Aksine o sözler gerçektir ve bu gerçekleri tebliğ ettiler. İnsanlar daha Önce büyük bir cehalet içindeydiler. Rasûller hakkı getirip açıkladılar.»

Simdi yine Ebül-Alâ el-Mearrî´nin şiirlerinden örnekler sunmaya devam ediyoruz:

«Şeriatler aramıza kin bıraktılar.

Çeşitli düşmanlıkları bize miras bıraktılar.

Peygamberlik hükümleri olmasaydı Rum kadınlarının ırzları hiç Araplara mubah olur muydu »

«Adem´e ya da oğullarına hamdetmiyorum.

Hepsinin hasis kimseler olduğuna şehadet ediyorum.»

«Ey yoldan çıkmışlar! Ayılın, kendinize gelin.

Sizin diyanetiniz öncekilerin hile ve tuzaklarından başka bir şey de­ğildir.»

«Zamanın hadiseleri iki dostu birbirinden ayırır.

Ey tanrım! benimle bunun arasında hükmünü ver.

Canları kasten öldürmeyi yasakladın.

Ama canları almak için melekleri gönderdin.

İnsanların yeniden dirilişi olacağını söyledin.

Bu, insanları iki halde de kurtarmaz.»

«Güldük, gülmemiz bizim akılsızlığımızdan ötürü oldu.

Basite sakinlerinin ağlamaları hak oldu.

Günler bizi paramparça etti.

Kırık cam parçalarına dönüştük.

Ki o parçalar artık bir araya gelemezler.»

«Bazı işler varki akıllar onun karşısında hafif kalırlar.

Yiğit kişi kimin helak olacağını bilemez.

Muhammed´in kitabı Musa´nın kitabı.

Meryem oğlu İsa´nın İncil´i ve Zebur.»

«Topluluklar dediler ki: İlahınız halka İsa´sını ve Musa´sını gönder­medi.

Bunlar ancak Rahman´ı bir geçim vasıtası kıldılar.

Dinlerini de insanlar arasında namus kıldılar, kanun haline getir­diler.»

Ibnül-Cevzî ve diğerleri Ebü´1-Alâ el-Mearrî´nin küfrünü ispatla- ^°k Siirlerini nakletmişlerdir. Hatta onun bu şiirlerinden bir laOnun kânrh"ğini, zındıklığım ve dinden kopmuşluğunu ispat-Anlatıldığına göre o, mezarının üzerine şöyle yazılmasını vasiyet

etmiştir:

«Bunu babam bana karşı bir suç olarak işledi Bense hiç kimseye karşı suç işlemedim.»

Yani babası kendisinin annesiyle evlenmiş olduğundan ötürü onu bu dünyaya getirmişti ve bu yüzden o bu akibete uğramıştı. Ama kendisi güya hiç kimseye bu sebeple bir suç işlememişti. Bütün bunlar, onun Al­lah´ı inkâr ettiğini küfür ve ilhadını gösterir. Allah onu kahretsin. Bazı­larının iddiasına göre o ömrünün sonunda bütün bu yaptıklarından vaz­geçip tevbe etmiştir ve bu hususta mazeret dilediğini beyan eden bir ka­side inşad etmiştir ki, bu kasidesinde söz konusu küfründen uzaklaştı­ğını iddia etmiştir. İşte mezkur kasidesi şudur:

«Ey karanlık gecelerde sivrisineğin kanadını açışım gören Allah´ım

Ey sivrisineğin boğazmdaki damarların kökünü ve zayıf kemikler-deki iliği gören Allah´ım

Geçmiş zamanlarda benden sadır olan günahları silmeye vesile ola­cak.

Bir tevbeyi bana nasib ederek lütufta bulun.»

Ebu´1-Alâ el-Mearrî, bu senede Maaretü´n-Numan´da vefat etti. Ve­fat ederken seksenaltı yaşını tamamlamak için ondört günü kalmıştı. Arkadaşlarından ve öğrencilerinden bir grup onun için ağıt yakmışlar­dı. Mezarının yanı başında onun için seksen mersiye inşad edilmişti. Mersiyecilerden biri onun için şöyle demişti:

«Zahidliğinden ötürü sağlığında her ne kadar kan akıtmamış idiy-sen de.

Bu günü ölümün sebebiyle gözlerimden kan akıttım.»

İbnü´l-Cevzî dedi ki: «Ve Ebü´1-Alâ el-Mearrî´nin iyi bir insan oldu­ğuna inanan ve onun için ağıt yakan bu kimseler ya onun durumunu gerçekten bilmiyorlardı ya da onun sapıklık mezhebinde ve yolunda bu­lunan kimselerdi.»

Ölümünden sonra arkadaşlarından biri rüyasında kör bir adamı görmüştü. Bu kör kişinin onıuzunda iki yılan vardı bu yılanlar onun göğ­süne doğru uzanmışlar başlarını kaldırıp onun etinden koparıp yiyor­lardı. O da bu durum karşısında imdat imdat diyordu.»

Ravinin biri dedi ki: Bu mülhid Mearrî´yi İbn Hallikan şairler hak­kındaki adeti veçhiyle övmüş ve nesebinin yüksek olduğunu söylemiş­tir. İbn Hallikan onun birçok tasnif eserlerinin adını da vermiştir. Bazı­larından nakledildiğine göre adamın biri onun el-Eyk ve´1-Gusun adlı ki­tabının 101. cildini görmüştür ki bu eseri Hemz ve Redf adıyla meşhur olmuştur. Ebü´1-Alâ el-Mearrî Arapçayı babasından öğrenmiş, Halepte de Muhammed b. Abdullah b. Sa´d adındaki nahiv aliminden nahiv ilmi-

ö&renmiştir. Ebü´l-Kasım Ali b. Muhsin et-Tenuhî, Hatip Ebu

^keriyâ Yahya b. Ali et-Tebrizî de kendisinden nahiv öğrenmişlerdir.

Anlatıldığına göre o, kırkbeş sene müddetle feylesofların yolunu tuta-

\r et yememiştir ve mezarının üzerine şu ibarenin yazılmasını vasiyet

etmiştir

«Bu babamın bana karşı işlediği bir cinayettir.

Bense hiç kimseye karşı cinayet işlemedim.»

İbn Hallikan dedi ki: Onun bu sözü de feylesofların inancına göre ha­reket ettiğini göstermektedir. Çünkü feylesoflar da bu inançtadırlar. Onlara göre çocuk edinmek ve onu bu varlık alemine getirmek o çocuğa karşı işlenen bir suçtur. Zira bu dünyaya getirilen çocuk, hadiselere ve afetlere maruz bırakılmaktadır.

Ben derim ki: Bu da gösteriyor ki Ebü´1-Alâ el-Maarrî´nin itikadı de­ğişmemiştir. O, ömrünün son demine kadar feylesofların inançlarına bağlı bir kimseydi. Sonra İbn Hallikan onun bazı güzel şiirlerim naklet-miştir. Bu güzel şiirlerinden biri şudur:

«Bir aletle kendin için rütbe taleb etme

Edebiyatçının kalemi ciddiyetsiz olduğunda o kalem öreke gibi olur

İki yıldız gökte durdular.

Birinin mızrağı var, diğeri mızraksızdır.» [3]



Üstad Ebu Osman Es-Sabunî


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: İsmail b. Abdurrahman b. Ahmed b. ismail b. Amir b. Abid en-Nisaburî. Hadis hafızı, tefsirci ve vaizdi. Hacca giderken Dımaşk´a uğradı. Orada hadis dinledi ve halka vazü nasihatte bulundu. îbn Asakir, onun biyografisini genişçe anlatmış ve onun güzel sözlerini, şiirlerini nakletmiştir. Güzel şiirlerinden biri şudur:

«Mallarınıza ve azıklarınıza el sürmediğim Sizden iyilik ve ihsan beklemediğim takdirde Sizler de benim kulu olduğum zatın kullarısınız Artık ne diye şu hür bedenimi yoracağım »

ibn Asakir, İmamü´l-Harameyn´in şöyle dediğini rivayet etmiştir: !fen Mekke´de iken mezhepler hususunda tereddüt gösteriyordum. Hangi mezhebe uyacağımı bilemiyordum. Rüyamda Peygamber (s.a.v.)´i gördüm bana şöyle buyurdu: «Sen Ebu Osman es-Sabunî´nin iti­kadına sarıl.» Allah ona rahmet etsin. [4]



Hicretin Dörtyüzellinci Senesi


Bu senede mundar Besasirî´nin fitnesi ortaya çıktı. Besasirî´nin asıl adı Arslan et-Türkî idi. Bu olay şöyle gelişmişti: Tuğrul Bey´in kardeşi İbrahim Yinal, Tuğrul Bey tarafından vali olarak tayin edilmiş olduğu Musul şehrini terkedip Cebel mıntıkasına gitti. Kardeşi Tuğrul Bey onu yanına çağırdı. Ona mTat giydirdi. Durumunu düzeltti, ama bu esnada Besasirî, Arap emiri Kurayş b. Bedran´la birlikte Musul´un üzerine yü­rüdü ve orayı ele geçirip kalesini tahrib etti. Sultan Tuğrul Bey sür´atle oraya gitti ve Musul´u bunlardan geri aldı. Besasirî ve Kurayş b. Bedran ondan korkup kaçtılar. Tuğrul Bey de onları Nusaybin´e kadar kovaladı. Kardeşi İbrahim Yinal ondan ayrıldı. Ona isyan etti ve Hemedan´a kaç­tı. Bunu Besasirî´nin teşvikiyle yapmıştı. Tuğrul Bey de askerlerini geri­de bırakıp kardeşinin peşinden gitti. Arkada bıraktığı askerleri dağıldı­lar. Ona tabi olanların sayısı azaldı. Tuğrul Bey´in zevcesi Hatun ile,ve­ziri el-Kündürî Bağdat´a döndüler. Sonra İbrahim Yinal´in Tuğrul Bey´e galip olduğu ye Tuğrul Bey´in Hemedan´da mahsur kaldığı haberi Bağ­dat´a ulaştı. İnsanlar bundan rahatsız oldular. Paniğe kapıldılar. Bağ­dat´ın düzeni bozuldu. Besasirî´nin Bağdat´a gelmekte olduğu ve En-bar´a yaklaştığı haberi de Bağdat´a ulaştı. Vezir Kündürî artık Bağ-dat´dan kaçmaya kesin karar vermişti. Tuğrul Bey´in zevcesi Hatun onu yakalatmak istedi, ama o da yanından ayrılıp Bağdat´ın batı yakasına geçti. Evi yağmalandı. Bağdat´ın doğu ve batı yakalannı birleştiren köp­rü yıkıldı. Tuğrul Bey´in zevcesi Hatun ordunun basma geçti ve kocası Tuğrul Bey´i kurtarmak amacıyla Hemedan´a gitti. Vezir Kündürî de Ebu Şirvan b. Tuman ve Tuğrul Bey´in zevcesi Hatun´un mezkur annesi ile birlikte geride kalan askerlerin başına geçerek Ahvaz tarafına gitti­ler. Bağdat´ta bir tek savaşçı asker kalmadı. Halife de oradan çıkmaya niyetlendi. Keşke çıkmış olsaydı, ama sonra sarayı ve ailesiyle birlikte Bağdat´ta ikamet etmek onun hoşuna gitti. Rahata aldanarak Bağdat´ta kaldı. Şehirde savaşçı askerler kalmayınca halka «Bağdat´tan göçmek isteyen dilediği yere gidebilir» diye duyuru yapıldı. İnsanlar tedirgin ol­dular. Kadınlar, erkekler ve çocuklar ağlamaya başladılar. İnsanların çoğu Bağdat´ın batı yakasına geçtiler. İki tarafı birleştiren köprü tahrip edilmiş olduğundan bir kişinin karşı tarafa geçiş parası bir ve iki dinarı tbnül-Cevzî dedi ki: «O gecede halifenin sarayının üzerinde toplu k rahatsız edici bir şekilde Öten on kadar baykuş uçtu. Reis´ür-Rüe- a denildi ki: «Halife´nin Bağdat´ta savaşçı asker kalmayışı yüzün-

a denild

başka bir yere göçmesi maslahatın gereğidir.» Ancak halife bu öne- kabul etmedi. Şehri ve sarayı korumak için halktan bazı güvenlik dildi Bl hüküt kğd ilhkabu

e vlileri temin edildi. Bunlara hükümet konağından çok sayıda silah g°rildi Bu senenin zilkade ayının sekizinde pazar günü Besasirî Bağ-H t´a geldi. Beraberinde Mısır´ın beyaz sancakları ve bayrakları vardı. Rastaki bayrakların üzerinde Mustansır Billah Ebu Temim Maad Emi-ü´1-Mü´minin ibaresi yazılıydı. Kerh mahallesinin Rafızî sakinleri Besasirî´yi karşıladılar ve onun kendi mahallelerine gelmesini istediler. O da Kerh mahallesine girdi. Oradan geçerek Meşraatü Zaviya´ya geçti. Orada ordugah kurdu. O esnada insanlar son derece açlık ve yokluk için­deydiler. Kurayş b. Bedran da 200 kadar süvari ile birlikte Babü´l-Basra mıntıkasına karargah kurdu. Besasirî, hırsızları ve yankesicileri topla­dı. Onları hilafet sarayını yağmalamaya azmettirdi. Kerh mahallesi sa­kinleri de Babü´l-Basra´daki Sünnîierin evlerini yağmaladılar. Kadil-kudat ed-Damiganî´nin evi de yağmalandı. Mahkeme sicilleri ve defter­lerinin çoğu ele geçirilip aktarlara satıldı. Halifenin hizmetiyle ilgili kimselerin de evleri yağmalandı. Rafizîler ezan okurken tekrar «Hayye ale hayril amel» demeye başladılar. Bağdat´ın diğer taraflarında da ce­maatle kılınan beş vakit namazların ve cuma namazının ezanlarında da bu şekilde ezan okundu ve Bağdat´ta halife Mustansır el-Ubeydî adına minberlerde ve diğer yerlerde hutbe okundu. Onun adına altın ve gümüş paralar bastırıldı. Hilafet sarayı kuşatma altına alındı. Reisü´r-Rüesa lakabını alan Vezir Ebü´l-Kasım el-Mesleme, beraberindeki gü­venlik görevlileriyle birlikte sarayı savundu, ama bu savunma bir yarar sağlamadı. Halife siyah sarık ve abasını giyinip elinde yalın kılıcı, ba­şında sancağı çevresinde de Abbasilerden bir zümre insan, yüzlerini başlarını saçlarım açıp saçmış cariyeler, mızraklarının başında musha-n şerif bulunan askerler, önündeki kılıçlı hizmetçilerle birlikte atma bi­nip ortaya çıktı. Sonra da Arap emiri Kurayş b. Bedran´dan kendisini, aile efradını, veziri İbn Mesleme´yi koruması için taahhüt aldı. O da bu hususa ona teminat verip taahhüdde bulundu. Ve onu bir çadıra yerleş­tirdi. Besasirî, bu taahhüd ve eman verişi nedeniyle Kurayş b. Bedran´ı kınadı ve ona şöyle dedi:

«Biliyorsun ki daha önce halifeye karşı seninle aramızda bir anlaş-maya varmıştık. Bu anlaşma gereğince sen benden görüş almadan hiç ,ır hususta karar vermeyecektin. Ben de senden görüş almadan hiç bir

ususta karar vermeyecektim. Aramızda her ne suretle olursa olsun

undan başka bir hüküm geçerli olmayacaktı.»

Sonra Besasirî, Kasım b. Mesleme´yi yakalayıp feci şekilde azarla­yıp kınadı. Onu şiddetlice dövdü, horlayıp yanında tutuklu bıraktı. Hilafet sarayının her tarafını yağmalattı. Saraydan aldıkları mücev­herlerin, ipekli kumaşların, altınların, gümüşlerin, eşyaların, elbisele­rin, bineklerin haddi hesabı yoktu. Sonra Besasirî ile Kurayş b. Bedran halifeyi Hadisetü Ane emiri Muharriş b. Mücella en-Nedvî´ye gönder­meye karar, verdiler. Muharriş, Kurayş b. Bedran´ın amcazade siydi. Dindar ve mürüvvetti bir kimseydi. Halife bu durumu duyunca Ku-rayş´ın yanma gitti. Bağdat´tan çıkmak istemediğini söyledi, ama bu­nun yararı olmadı. Kurayş onu kendisinin ve Besasirî´nin adamları re­fakatinde bir mahfeye bindirerek Hadisetü Âne´ye gönderdi. Halife ora­ya gitti ve Muharriş´in yanında tam bir sene kaldı. Yanında aile efradın­dan da hiç kimse yoktu. Anlatıldığına göre halife oradaki ikameti ile ilgi­li olarak şöyle demiştir:

«Hadisetü Ane´de ikamet etmekte iken bir gece kalkıp namaza dur­dum. Kalbimde Allah´a yalvarmanın tatlılığım hissettim. Sonra kalbi­me doğduğu şekilde Aziz ve Celil olan Allah´a şöyle dua ettim:

«Allah´ım, beni vatanıma gönder. Aile efradım ve çoluk çocuğumla buluşmayı, bir araya gelmeyi bana nasib et. İnsanların ünsiyet bahçesi­ni tekrar çiçeklendir. Akrabalık mıntıkasını şenlendir. Sıkıntıyı gider. Cefayı çembere al»

Ben böyle dua ettikten sonra Fırat kıyısından bir ses geldi. Sesin sa­hibi «Evet evet» diyordu. Kendi kendime «Bu bir başkasına seslenen bir adamın sesidir» dedim. Tekrar Allah´a yalvarıp yakarmaya başladım yi­ne aynı sesin sahibinin «seneye kadar seneye kadar» dediğini duydum. Sonra kendi kendime «Bu gayıbtan gelen bir sestir. Bunu Cenâb-ıAllah, hadiselerin doğrultusunda konuşturuyor» dedim ve hadiseler gerçekten o doğrultuda cereyan etti.»

Gerçekten de halife bu senenin zilkade ayında kendi sarayından çı­kıp Hadisetü Ane´ye gitmişti. Ertesi senenin zilkade ayında sarayına dönmüştü. Halife Kaim Biemrillah Hadisetü Ane´deki ikameti ile ilgili olarak durumunu anlatan şu şiirini inşâd etmişti:

«Kendilerine karşı ümit beslediğim kimseler beni yanılttılar. Ama sonradan bana dostluk gösterenlerin ismi cismi hatırımdan geçmemişti.

Zamanın hadiselerinden bir şeyler öğrenin.

Hiç kimsenin kimseye şefkat göstermediğini gördüm.

Zaman da sadece bana bir dem vaatte bulunulmuştur.

O demde muzaffer olacağım ama,

O dem ne zaman gelir.

Günüm geçiyor, her günümü tamamladığımda,

Yarın amacıma ulaşırım diye kendimi avutuyorum. Kahrolası nefis, hep ümitlerle rahatlıyor.

ve emellerle sabah akşam gıdalanıyor.»

Besasirî´ye ve onun Bağdat´ta yaptıklarına gelince o, kurban bayra-da bineğine bindi. Namaza gitti. Hatiplere ve müezzinlere beyaz el­biseler giydirdi. Adamlarına da aynı şekilde beyazlar giydirmişti. Ba­nda Mısır sarığı vardı. Mısır halifesi adına hutbe okuttu. Rafizîler son derece memnun oldular. Irak´ın diğer mıntıkalarında da ezanda "Hayye ala hayril amel" cümlesi okundu. Besasirî, Bağdat´ın önde gelenlerin­den büyük bir intikam aldı. Kendisine düşmanlık gösterenlerden bir kısmını boğdurdu. Taraftarlarına ve sempatizanlarına da bolca azıklar verdi Adaletli olduğu izlenimini verdi. Zilhicce ayının bitimine iki gece kala pazartesi günü Reisü´r-Rüesa lakabını taşıyan Vezir İbn Mesle­me´yi huzuruna getirtti. İbn Mesleme, yün bir cübbe ve kırmızı keçeden bir fes giymişti. Boynunda deri kaplı muskalar vardı. Kızıl tüylü bir de­veye bindirildi. Şehirde dolaştırıldı. Arkasında da onu kırbaçlayan kim­seler vardı. Kerh mahallesinden geçirilmekte iken üzerine çöp kovaları boşaltıldı. Yüzüne tükürdüler. Lanetlediler, sövdüler. Hilafet sarayının karşısında durduruldu. O bu halde iken de şu ayet-i kerimeyi okuyordu: «Ey Muhammed de ki: «Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü diledi­ğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin.» (ÂH îmrân, 26). Şehirde teşhir işi tamamlandıktan sonra askeri garnizona getirildi. Ona boynuzlan çıkarılmamış bir öküz derisi giydirdiler. Yanaklarına da çengel taktılar. Sonra sehpaya asıldı. Akşama dek çırpındı ve sonra vefat etti. Allah rahmet etsin. Son sözü şu olmuştu: «Beni said olarak ya­şatan ve şehid olarak öldüren Allah´a hamdolsun.»

Bu senede Irak diyarında ekinlerin çoğunu telef eden ve bazı çiftçile­ri öldüren şiddetli dolular yağdı. Dicle suyu fazlasıyla kabardı. Yine bu senede mezkur fitneden bir ay önce Bağdat´ta şiddetli bir deprem mey­dana geldi. Evlerin çoğu yıkıldı. Bu depremin Hemedan, Vâsıt, Tikrit ve Ane mıntıkalarında da görüldüğüne dair haberler Bağdat´a geldi. Hatta depremin şiddetinden ötürü bazı değirmenlerin durduğuna söylenmiş­ti- Bu senede Bağdat´ta yağmalama hadiseleri çoğaldı. Öyle ki başlarda­ki sarıklar dahi alınıp götürülüyordu. Şeyh Ebu Nasr b. Sabbağ´m sarığı ve taylesanı cuma namazına gittiği esnada başından alınıp götürüldü. Bu senenin sonlarında Tuğrul Bey, Hemedan´dan çıktı. Kardeşi ile savaştı ve onu mağlub etti. İnsanlar bu duruma sevindiler ve ferahladı-**lama bu sevinçlerini Besasirî´den korktukları için açığa vurmadılar. Tuğrul Bey, vefat eden kardeşi Davud´un oğullarının yardımına başvur­du. Bunlarla birlikte kardeşi İbrahim´le savaştı. Bunlar, İbrahim´i mağlup edip hicri 451. senenin başlarında esir aldılar. Hepsi amcaları Tuğ­rul Beyin etrafında toplandılar. O da bunlarla birlikte Irak taraflarına gitti ve hicretin 451. senesinde anlatacağımız hadiseleri gerçekleştirdi­ler. Bunu inşaallah ileride anlatacağız. [5]



Hicretin Dörtyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler


Hasan B. Muhammed Ebu Abdullah Elunî


Feraiz ilminde meşhurdu. Şeyhü´l-Harbî lakabını taşırdı. Şafiî mez­hebine mensubtu. Besasirî fitnesinde Bağdat´ta öldürüldü ve arefe gü­nüne rastlayan bir cuma gününde defnedildi.[6]



Tuğrul Beyin Kardeşi Davud


Davud, Tuğrul Bey´den yaşça daha büyüktü. Bu senede vefat etti. Yerine oğulları geçtiler. [7]



Ebu´t-Tayyib Et-Taberî


Fıkıhçıydı. Şafiî alimiydi. Asıl adı Tahir b. Abdullah b. Tahir b. Ömer´dir. Hicretin 348. senesinde Taberistan´a bağlı Amil kasabasında doğdu. Cürcan´da Ebu Ahmed el-Gıtrifî´den, Nisabur´da Ebü´l-Hasan el-Masercesî´den hadis dinledi. Ebü´l-Hasan´dan fıkıh öğrendi. Fıkıh öğ­rendiği şahsiyetler arasında Ebu Ali ez-Zücacî ve Ebü´l-Kasım b. Kec de vardı. Sonra Bağdat´a giderek Ebu Hamid el-İsferaini´den ders aldı. Muhtasarı ve İbn Haddad´m Furûu´nu şerhetti, usul ve cedel ilmine dair eserler tasnif etti. Diğer bir çok faydalı ilimlere dair eserler de verdi. Bağdat´ta Darekutnî´den ve diğerlerinden hadis dinledi. Ebu Abdullah es-Saymerî´nin vefatından sonra Rib´ül-Kerh´te kadılık yaptı. Sıka, güvenilir, dindar, takvalı bir kimseydi. Usul-ü fikıh ile fıkhın furuatına dair çok bilgisi vardı. Güzel ahlaklı, iyi kalpli bir kimseydi. Gece gündüz ilim öğretmeye devanı ederdi. Biyografisini Tabakatü´ş-Şafîîye adlı eserde vermişimdir. Üstadı olan ve kendisinden sonra ona hocalık yap­mak üzere ders halkasında oturtan Şeyh Ebu İshak eş-Şirazî, onunla il­gili şöyle bir olay anlatmıştır: «Ebu Tayyib, dünyalık bakımından yoksul bir kimseydi. Tamir etmesi için bir mestini köşkere teslim etmişti. An­cak köşker, tamir işini geciktirmişti. Ebu Tayyib ona her uğradığında köşker mesti alıp suya batırıyor ve «yumuşadıktan sonra bunu dikece­ğim» diyordu. Fakat Ebu Tayyib ona şöyle demişti: «Ben bunu tamir et­men için sana teslim ettim. Yoksa suya batırıp kendisine yüzme öğret­men için teslim etmedim.»

İb Hallikan´m anlattığna göre Ebu Tayyib ile kardeşinin müşterek bir sarıkları ve bir gömlekleri varmış, biri bunları giydiğinde diğeri evde oturur, dışarı çıkmazmış, kirlenen bu gömlek ile sarığı yıkadıklarında Ha her ikisi evde oturup bunların kurumalarım beklerlermiş. Ebu Tay­yib de bu hususta şöyle bir şiir söylemiş:

«Bir kavim bedenlerinin elbiselerini yıkadıklarında yıkayıcının işi­ni tamamlayışına dek evlerde beklerler ve evlerin duvarlarım elbise ola­rak giyerler.»

Ebu Tayyib bu senede 102 yaşında vefat etti. Yaşı ilerlemiş olması­na rağmen aklı, zekâsı ve bedeni sağlamdı. Vefat edinceye dek ders ver­di. Fetva verdi. Bir defasında bir gemiye binerek yolculuğa çıkmşıtı. Ge­miden inerken kıyıya gençlerin yapamıyacağı bir şekilde atlamıştı. Kendisine «Bu ne ey Ebu Tayyib » diye sorduklarında şu cevabı vermiş­ti: «Bu, gençlikte kıymetini bilip muhafaza ettiğimiz ve yaşlılıkta bize fayda veren organlarımızın zindeliğidir.» Allah rahmet etsin. [8]



Kadı Mâverdî


el-Havi´1-Kebir adlı eserin sahibidir. Asıl adı Ali b. Muhammed b. Habib Ebü´l-Hasen el-Maverdî´dir. Basralıdır. Şafiî alimidir. Usul, füru ve tefsire dair bir çok tasnif eserlerin, Ahkam-ı Sultaniye ve Edebü´d-Dünya ve´d-Din adlı kitapların müellifidir. Kendisi «fikhı 4.000 varakta genişçe anlattım» demiştir. Yani el-İkna adlı eserinde fikhı genişse an­lattığını söylemek istemiştir. Birçok beldelerde hakimlik yapmıştı. Yu­muşak huylu, vakarlı, edebli bir kimseydi. Edepli ve hayalı bir kimse ol­duğundan arkadaşlarından hiç biri ömrü boyunca onun kolunun sıvan­mış olduğunu görmemişti. Biyografisini Tabakatü´ş-Şafiiye adlı eserde genişçe anlattım. Kendisi bu senede doksanaltı yaşında vefat etti ve Bab-ı Harb mezarlığına defnedildi. [9]



Reis´ür Rüesa Ebü´l-Kasım B. Mesleme


Ali b. Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Ömer. Halife Kaim Bi-Emrillah´ın veziri idi. Önceleri Ebu Ahmed el-Faradî´den ve diğerlerindenhadis dinledi. Sonra cerh ve tadil ehli kimselerden oldu. Daha sonra Ka Bi-Emrillah onu nakipliğine aldı. Sonra vezir tayin etti. Ona Reisü´r-üesa, Şerefü´l-Vüzera, Cemalül-Vüzera lakabım taktı. Doğru görüşe,yüksek bir akla sahip olmakla birlikte bir çok ilimlere de vakıftı. Onikisene bir ay müddetle vezirlik yaptı. Sonra Besasirî onu Bağdat´ta teşhirıp dolaştırdıktan sonra öldürdü. Ölürken elliiki yaşından beş ay al-!Ştı. Nitekim bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. [10]



Mansur B.Hüseyin


Künyesi Ebü´l-Evaris el-Esedî´dir. Cezire valisi idi. Orada vefat etti. Kendisinden sonra oğlunu yerine geçirdiler.[11]



Hicretin Dörtyüzellibirinci Senesi


Bu yılın başında Bağdat hala Besasirî´nin hakimiyeti altında bulu­nuyordu. Burada Mısır hükümdarı el-Fatimî adına hutbe okutuyordu. Abbasi halifesi ise Hadisetü Ane şehrinde bulunuyordu. Safer ayının onikisinde pazartesi günü Besasirî, Kadı Ebu Abdullah ed-Darniganî ile ayan ve eşraftan bir cemaatı huzurunda topladı. Mısır hükümdan Mus-tansır el-Fatimî adına onlardan bey´at aldı. Sonra bu heyetle birlikte hi­lafet sarayına girdi. Hilafet sarayının tacının yıkılmasını emretti. Bazı balkonlar yıkıldı. Sonra kendisine bu yaptığı işte faydadan çok zarar bu­lunduğu söylendi. O da bundan vazgeçti. Bundan sonra Küfe şehitliğini ziyarete gitti. Cafer nehrini geçmeye niyetlendi ki üzerinde olan nezri yerine getirmek üzere Hair´e geçsin. Sonra İbn Mesleme´nin cüssesini Harim-i Zahiri yakınına taşımalarını ve Dicleye atmalarını emretti.

Halifenin yaşı doksana varmış olup bir yerde gizlenmekte olan acu­ze annesi, Besasirî´ye bir mektup yazarak fakru zaruretini, sıkıntı ve ihtiyacını dile getirip şikâyetçi oldu. Besasirî de onu Harîme getirecek görevlileri gönderdi. Hizmetine iki cariye verdi. Her gün ona oniki ntl ekmek ve dört rıtl da et tahsisat olarak bağladı. (1 rıtl= 460 gr.) [12]



Fasıl


Sultan Tuğrul Bey, Hemedan´daki mahsuriyetinden ve kardeşi İb­rahim´in elindeki esaretten kurtulup kardeşi İbrahim´i öldürdükten ve hakimiyetini kurup gönlünü rahatlattıktan sonra artık o mıntıkalarda rakibi kalmadı. Hakimiyeti elinden almak için kendisiyle çekişecek bir kimse de bulunmuyordu. Bundan sonra Kureyş b. Bedran´a bir mektup yazarak halifeyi kendi vatanına, sarayına iade etmesini emretti. Bunu yapmadığı takdirde başına büyük belalar getireceğini söyleyerek onu tehdit etti. Kureyş b. Bedran da ona bir mektup yazarak aklını çelmeye, gönlünü kazanmaya çalıştı ve mektubunda şunları yazdı: «Ben, Besa­sirî´ye karşı bütün gücümle senin yanındayım. Allah seni ona galip kı-lıncaya kadar seninle beraber olacağım. Ancak bu işte acele davranma­dan ötürü halifeye bir zarar gelmesinden veya onun şerefine eksiklik gelmesinden korkuyorum. Ama yine de bana verdiğin emirleri olanca imkânlarımı kullanarak yerine getirmeye çalışacağım.»

Bundan sonra Kureyş, halifenin zevcesi Hatun´un sarayına iade pdilnıesini görevlilere emretti. Sonra da Besasirî ile haberleşerek halife­nin kendi sarayına iade edilmesi hususunda rızasını almaya çalıştı ve Sultan Tuğrul Bey´den korktuğunu bildirdi ye gönderdiği haberde ona şöyle demişti:

«Sen bizi Mustansır el-Fatimî´ye itaate davet ettin. Bizimle onun arasında 600 fersahlık bir mesafe vardır. Şimdiye kadar ne elçisi ne de herhangi bir adamı yanımıza gelmedi. Kendisine gönderdiğimiz haber­lere de aldırış etmedi. Bu meseleler üzerinde hiç düşünmedi. Şu Tuğrul Bey arkadan bizi gözetlemektedir. Yakınımızdadır. Bana bir mektup gönderdi. Mektubunda şunlar yazılıydı:

«Kıymetli, dinin bayrağı Emir Ebü´l-Meali Kureyş b. Bedran´a ki, o müminlerin emirinin dostudur.

Bu mektubu ona şarkın ve garbın hükümdarı muazzam Şehinşah Ebu Talib Muhammed b. Mikail b. Selçuk Tuğrul Bey göndermektedir.»

Mektubunun başında sultanın el yazısıyla yazılmış saltanat sembo­lü vardı. "Allah bana kâfidir. O ne güzel vekildir» mektubun baş kısmın­dan sonraki bölümünde de şunlar yazılıydı:

«Şimdi kader bizi bütün din düşmanlarını yok etmeye muvaffak kıl­dı. Bundan böyle sadece efendimiz ve mevlamız müminlerin emiri Hali­fe Kaim Bi-Emrillah´a hizmet görevimiz kalmaktadır. Onun tahtında onun devlet başkanlığı saltanatının gereklerini yerine getirmemiz icap etmektedir. Yegane görevimiz budur. Bir an dahi bu görevi aksatmaya­cağız. Biz doğunun askerleri ve atlarıyla bu büyük görevi ifa etmeye gel­mekteyiz. Sen kıymetli emir, dinin bayrağı olan Kureyş´ten istediğimiz şudur ki; halifeye olan vefa borcunu tamamıyla ödeyesin. Onun hizme­tinde bulunasm. Kapısından ayrılmayasın. Yâ onu onur ve izzetiyle Bağdat´taki hilafet sarayına getirir, huzurunda el pençe divan durup hükümlerini infaz eder, kılıcını, kalemini çekersin ki amacımız da bu­dur ve o bizim halifemizdir. Bu hizmeti ona yapmak bizim için vecibedir. Bunu yaptıktan sonra seni bütün Irak mülkünün başına geçiririz. Kara­larının ve denizlerinin genişliklerini sana tamamen devrederiz. Oraya Acem atlarından hiç birinin toynuğu artık basamaz. Ancak sana yardım ve destek vermek için gelmek isteyenler hariç, Ya bunu yaparsın ya da halifeyi bulunduğu kaleden başka bir yere nakledip kıymetli şahsiyeti­ni biz gelip hizmetinde bulunma saadetine erinceye kadar muhafaza edersin. Şimdi ey kıymetli emir, sen bu ikisinden birini yapma seçeneği­ne sahipsin. Yahut bunları yapmazsın da istediğin yere gidersin o za-man biz gelip Irak´ın tamamını hakimiyetimiz altına alınz ve biz devlet başkanlığı görevinde halifeye vekalet ederiz. Gözlerimizi doğu memle­ketlerine dikeriz. Bizim amacımız ancak bununla gerçekleşir.»

Bu esnada Kureyş b. Bedran, halifenin yanında muhafaza edilmek­te olduğu Muharriş b. Mücella´ya şöyle bir mektup gönderdi:

«Maslahat gereği halifeyi bana teslim etmen icap ediyor ki, onun sa­yesinde hem kendim hem de senin için Tuğrul Bey´den eman alabile­yim.»

Muharriş, Kureyş´ın bu teklifini kabul etmedi ve şöyle dedi:

- Besasirî beni aldattı. Görmediğim şeyleri bana vaad etti. Ben ha­lifeyi asla sana gönderecek değilim. Boynumda çok yeminler vardır. Bu yeminleri bozacak değilim.» Sözünü ettiğimiz bu Muharriş, salih bir in­sandı. Halifeye şöyle demişti:

«Maslahat gereği Bedir b. Mühelhel´in beldesine gitmeliyiz ve Sul­tan Tuğrul Bey´in durumuna bakmalıyız. Eğer galib olursa Bağdat´a gi­reriz. Ama öbür türlüsü olursa kendi başımızın çaresine bakarız. Çünkü burada kaldığımız takdirde Besasirî´nin buraya gelip bize musallat ol­masından korkuyorum.»

Halife de ona «maslahatın gereği neyse onu yap» dedi. İkisi zilkade ayının onbirinde yola koyuldular ve Tıl Akbera kalesine ulaştılar. Sul­tan Tuğrul Bey´in elçileri onu kendisinin göndermiş olduğu hediyelerle karşıladılar. Öte yandan Sultan Tuğrul Bey´in Bağdat´a muzaffer ola­rak girdiğine dair haberler kendilerine ulaştı. Bağdat´a girdiği gün, cid­den görülmeye değer muazam bir gündü. Yalnız askerler hilafet sarayı dışında kalan şehrin bütün mekânlarını yağmaladılar. Tüccarlardan çoğu yakalanıp mallarına el konuldu. Hükümet konağının imarına baş­ladılar. Sultan Tuğrul Bey, çeşitli atlardan ve diğer hayvanlardan olu­şan bir kısım binekleri halifeye gönderdi. Gönderdiği hediyeler arasın­da elbiseler, çadırlar ve yolculukta halifeye gerekli olacak şeyler de var­dı. Bu armağanları vezir Amidü´1-Mülk el-Kündürî ile birlikte gönder­mişti. Halifenin bulunduğu mıntıkaya vardıklarında bu armağanları onun huzuruna varmadan başkalarıyla kendisine önceden gönderdiler ve şöyle dediler:

«Çadırları kurun. Halife kendi şanına layık elbiseleri giysin. Sonra varıp huzuruna girmek için izin isteyelim. O da uzun bir süreden sonra huzuruna girmemize müsaade etsin.»

Böyle yaptılar. Vezir ve beraberindekiler halifenin huzuruna girip önünde yer öptüler. Sultan Tuğrul Bey´in zafer ve selamette olduğunu ona haber verdiler. Bağdat´a geri döndüğünü söylediler. Vezir Amidü´l-Mülk de Sultan Tuğrul Beye bir mektup yazarak halifenin huzurunda yaptıklarını, orada cereyan eden merasimi ona anlattı ve halifeden de, Sultan Tuğrul Bey´in gönlünü ve gözünü tatmin etsin diye mektubun üst tarafına kendi damgasını vurmasını istedi. Vezir, halifenin okkasını getirdi. Beraberinde de bir kılıç vardı ve «Ey müminlerin emiri işte bu, kılıcın ve kalemin hizmetidir» dedi. Halife bu sözleri çok beğendi. Bu hevet bulundukları yerden iki gün sonra ayrıldı. Nehrevan´a vardıkla-nda beraberlerinde halife de bulunduğundan, Tuğrul Bey halifeyi kar­şılamak üzere şehir dışına kadar çıktı. Sultan Tuğrul Bey halife otağına vardığında huzurunda yedi kez yer öptü. Halife bir yastık alıp önüne bı­raktı. Sultan Tuğrul Bey, yastığı alıp öptü. Sonra halifenin işareti üzeri­ne yastığın üzerine oturdu. Halifeye, Büveyhilere mahsus kırmızı ya­kuttan bir teşbih takdim etti. Ayrıca büyük incilerden oniki tane çıkarıp verdi. Sultan Tuğrul Bey´in zevcesi Arslan Hatun -ki o, o esnada halifeye hizmet ediyordu- halifeden bu teşbihi çekmesini rica etti. Sonra Tuğrul Bey, halifenin ziyaretine geç gelişine mazeret olarak kardeşi İbrahim Yınal´ın isyan edişini, onunla meşgul olduğunu, onu öldürdüğü için ge­ciktiğini bu arada büyük kardeşinin de öldüğünü ifade etti. Büyük kar­deşinin Ölümünden sonra da onun oğullarının işlerini düzene koymu* olmasının da bu gecikmeyi daha fazlalaştırdığını söyledi. Ayrıca halife ye yaptığı hizmetlerden dolayı Muhar´e şükran borçlu olduğunu ve bun dan sonra inşaallah Besasirî köpeğinin peşine gidip onu öldüreceğini oradan da Şam´a gidip yaptığı kötülüklerin cezasını kendisine vermel için Mısır hükümdarının hakkından geleceğini ifade etti. Halife de bu iş lerde muvaffak olması için ona dua etti ve ona yanındaki bir kılıcı verdi Artık halifenin yanında o kılıçtan başka hilafet alameti kalmamıştı.

Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey, diğer askerlere, halifeye hizmettt bulunmaları için izin verdi. Otağın çevresindeki perdeler kaldırıldı Türkler, halifeyi görünce yer öptüler. Sonra zilkade ayının bitimine beş gün kala pazartesi günü Bağdat´a girdiler. O gün cidden görülmeye de­ğer bir gündü. Bütün askerler, kadılar, ayan, eşraf, Tuğrul Bey beraber­diler. Tuğrul Bey halifenin katırının yularını tutmuştu. Onu hilafet sa­rayına kadar böylece götürdüler. Sonra halife saraya varınca Sultan Tuğrul Bey, Besasirî´nin peşine düşmek için ondan izin istedi. Sultan Tuğrul Bey onun Şam´a girmesine engel olmaları için Küfe taraflarına asker gönderdi. Kendisi de askerleriyle birlikte bu ayın, yani zilkade ayının yirmidokuzunda yola koyuldu.

Besasirî´ye gelince o, Vâsıt şehrinde ikamet etmekte, Sultan Tuğrul

ey le savaşmak için asker, teçhizat ve gelirleri toplamaktaydı. Onun

nazarında Sultan Tuğrul Bey ve askerleri korkulacak kadar değildiler.

enao-ıAllah onu helak etmek istediği için Tuğrul Bey ve ordusunu

onun gözüne küçük göstermişti. [13]



Tuğrul Bey´in Besasirî´yi Öldürmesi


Besas" rul Bey, Besasirî´nin peşine düşünce birinci müfrezesi

İki ta 1Ffyi sıt diyarında yakaladı. Beraberinde İbn Mezyed de vardı.

orada savaştılar. Besasirî´nin adamları kaçtılar, kendisi de bir

ata binip kaçtı. Kölelerden biri onu kovaladı. Elindeki bir oku atına vur­du. Yaralanan at Besasirî´yi yere nrlattı. Köle gelip Besasirî´nin yüzüne vurdu, ama onu tanıyamadı. Kemiskin adındaki bir başka asker Besasirî´yi esir aldı. Başını koparıp Sultan Tuğrul Beye götürdü. Türk­ler Besasirî´nin askerlerinden taşıyamıyacakları kadar çok malı gani­met olarak aldılar. Besasirî´nin kesik başı Sultan Tuğrul Bey´in yanına götürüldüğünde bu kesik başın Bağdat´a götürülmesini, bir mızrağın ucuna geçirilerek davullar, zurnalar ve kavallar eşliğinde her tarafta dolaştırılmasını, insanların çıkıp onu seyrederek ferahlamalarını istedi ve bu isteği yerine getirildi. Sonra da bir torpidoya konularak hilafet sa­rayının karşısına getirildi. Besasirî´nin beraberinde kendisiyle birlikte bu sefere çıkmış bazı Bağdatlılar da vardı. Onun Bağdat´a döneceğini zannetmişlerdi. Fakat bu savaşta onlar da öldürülmüş, malları yağma-lanmıştı. Besasirî´nin çok azı dışında adamları kurtulamamışlardı. İbn Mezyed de beraberindeki bir kaç kişiyle birlikte Batiha´ya kaçtı. Yanın­da Besasirî´nin çocukları ve anneleri de vardı. Bedeviler mallarını yağ­malamışlar, kendilerine hiçbir şey bırakmamışlardı. Sultan Tuğrul Bey´den, İbn Mezyed için eman istenildi ve o, Tuğrul Bey´le birlikte Bağ­dat´a girdi. Askerler Vâsıt, Basra ve Ahvaz arasındaki yerleri yağmala-mışlardı. Çünkü askerler çok kalabalık idiler.

Halifeye gelince o hilafet sarayına döndüğünde artık cinsel ilişkide bulunduktan sonra yıkanmadan yatağa girmemeye ve oruçlu iken kim­senin kendisine yemek getirmemesi ve getirilen yemeği kabul etmeye­ceğine, abdest ve gusül alırken hiç bir kimseyi kendisine hizmet ettirme­yeceğine, aksine bütün bu işleri bizzat kendisinin yapacağına, kendisi­ne eziyet veren kimselerden hiç birine mukabelede bulunmayacağına aksine kendisine zulmedenleri bağışlayacağına dair Allah´a söz verdi ve şöyle dedi: «Ey nefsim sana haksızlık ederek Allah´a isyanda bulunan kimseye ceza vermeyeceğim. Bu hususta senin yapacağın tek şey Al­lah´a itaat etmek olacaktır.»

Bu senede Sultan Alparslan b. Davud b. Mikâil b. Selçuk babasının vefatından sonra Harran´a girdi. Buna amcası Tuğrul Bey karar vermiş­ti. Alparslan´ın Süleyman, Kavurt Bey ve Yakutî adında üç kardeşi var­dı. Sultan Tuğrul Bey Süleyman´ın annesiyle evlendi.

Bu senede Mekke´de misli duyulmamış bir ucuzluk ve bolluk mey­dana geldi. Öyle ki buğday ve hurmanın 200´er rıtlı bir dinara satılır ol­du.

Bu senede Iraklılardan hiç kimse hacca gitmedi. [14]



Arslan Ebu´l-Haris El-Besasiri Et-Türkî


Bu Bahaü´d-Devle´nin kölelerindendi. Ondan önce de Besa şehrin­den bir adamın kölesiydi. Besa şehrine nispetle kendisine Besasirî de­nildi Melik Muzaffer lakabını aldı. Sonra halife Kaim Bi-Emrillah´m nezdinde büyüdü. İtibar sahibi oldu. Halife onsuz hiçbir işe karar vermi-vordu. Irak ülkesinin bütün minberlerinde onun adına hutbe okutuldu. Sonra asi oldu. Taşkınlık yaptı. İnatkâr oldu. Halifeye ve müslümanlara baş kaldırdı. Fatimîlerin hilafet propagandasını yaptı ve bu senede eceli tamam oldu. Hicretin 450. senesinin zilkade ayının altısında aile efra­dıyla birlikte Bağdat´a girdi. Bundan tam bir sene sonra yani hicretin 451. senesinin zilkade ayının altısında da Bağdat´tan çıktı. Daha sonra halife de bu senenin kanunievvel (aralık) ayının onikisinde salı günü Bağdat´tan çıktı. Besasirî de bundan bir şemsi sene sonra yine kanuni­evvel (zilhicce) ayının onsekizinde salı günü öldürüldü. [15]



Hasan B. Fadl


Künyesi Ebu Ali eş-Şermekanî´dir. Edebiyatçı, kurrâ ve hafızı Kur´an bir kimseydi. Çeşitli kıraatlere dair bilgisi vardı. Mali durumu elverişli değildi. Sıkıntı içindeydi. Bir gün şeyhi İbn Allaf onun Dicle kı­yısında marul yapraklarını toplayıp yediğini gördü. Onun mali sıkıntı içinde olduğunu ibn Mesleme´ye bildirdi. İbn Mesleme de bir kölesine emir vererek onun ibadet etmekte olduğu mescide giderek kapının anahtarının bir yedeğini bulmasını ve Hasan b. Fadl´m haberi olmaksı­zın mescidin depo kısmına her gün üç ntl simit ekmeği, bir kavun ve şe-kertathsı bırakmasını söyledi. Köle de bu emri her gü