- Hepsi İçin Bir Kavram

Adsense kodları


Hepsi İçin Bir Kavram

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Wed 15 August 2012, 02:27 pm GMT +0200
Hepsi İçin Bir Kavram

Kur'ân'ın indirilmesinden önce, dini tebliğde halk ile elit arasında fark gözetilmekteydi. Hindistan'da tesbit edilen üç sınıf vardır: Avam için surete tapınma ve elit için Allah'a yakınlık metodu uygun görülürken, elitlerin eliti için panteist hayatın imtiyazı öngörülü­yordu. Eski Yunan'da da aynı durum sözkonusuydu. Soyut bir tanrı fikrinin sadece felse­fe ilminde derinleşmiş kimseler tarafından kavranılmasının mümkün olduğuna ve ava­mın yarı insan-yarı tanrılara ibadetle ilgilen­mesinin daha uygun olduğuna inanılıyordu. Kur'ân bu ayırımı kaldırdı ^Allah'a yaklaşma­nın tek bir yolunu göstererek, ilâhi sıfatlar konusunda tek bir görüş sundu. Hem avama hem de filozoflara hakikatin aynı ışığını gön­derdi. Onların hepsine tek bir inanç ve iman kapısı açtı.Kur'ân'ın sunduğu Allah kavramının gayesi hem filozofu ve bilgeyi, hem köy­lüyü ve çobanı tatmin etmekti.

Bu meselenin üzerinde durulması gereken başka bir yönü daha vardır. Hindistan'da gö­rülen avam İle elit arasındaki bu ayırım pratik uzlaşma duygusunun bir sonucuydu. Orada her dinî inanç ve tatbik biçiminin büyüme ve gelişme imkânı vardı. Başka milletler arasın­da iç savaşlara sebep olan dînî farklılıklar bu­rada bir uzlaşma konusu haline geldi. Uyum­luluk burada hayatın ruhuydu. Bir Vedantist, hakikate yakınlığın surete ibadetten daha zor olduğunu bilir. Fakat hiçbir zaman surete iba­dete sırt çevirmez; çünkü Allah'a giden yolda ilk merhalenin bu olduğunu, insanın katetmek için seçtiği yol ne olursa olsun nihaî he­defin herkes için bir ve aynı olduğunu düşü­nür. Prof. C. E. M. Joad, Hindistan tarihinin bu özelliğine daha önceki bazı yazarların yaptığı gibi Özel bir yer ayırmaktadır.

Kur'ân'ın özelliği, inanç konusunda herhangi bir tavize yanaşmayı reddetmesidir. Onun tek ve yüce ilâh anlayışı kesin olup değişmezdir. Bu kesinlik ise onu diğer inançlara karşı hoş­görülü olmaktan alıkoymaz. Fakat onlarla uz­laşmaya yanaşmaz.

Kur'ân, Allah anlayışım insan fıtratının ev­rensel ve aslî hislerine dayandırmaktadır. Bu kavramı sadece özel bir entellektüel sınıfın çözebileceği bir muamma haline getirme­mektedir. Hayat hakkında evrensel insan his­si nedir? Bu, kâinatın kendi kendine meydana gelmediğidir; yaratılmıştır: dolayısıyla bir ya­ratıcısı olmalıdır. Kur'ân'ın işaret ettiği sade­ce budur. Bundan başka ve bunun üzerinde ilgilendiği herşey dinî öğretiye girmemekte­dir. Bunların hepsi insanlar tarafından düşü­nülmesi ve tecrübe edilmesi için bırakılmış­tır. "Ama biz(im uğrumuz)da cihad edenleri biz, elbette yollarımıza iletiriz. Muhakak ki Allah, iyilik edenlerle beraberdir." (29: 69). "Kesin inanacak insanlar için arzda (Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren) nice işaretler var. Kendi canlarınızda da öyle. Görmüyor musunuz?" (51: 20-21).

Hindu düşünürler toplumun farklı sınıfları arasında farklı düşünce dereceleri dağıttılar. İslâm'daki düşünce ve inanç bakış açısı böyle bir fark gözetmemektedir. Fakat yetenekler farklıdır. Herkes bilgi için aynı susuzluğu hissetmez. Bir sınıf olarak kitlelerin belirli kalıpları olabilir, fakat onlar içinde bireyler bunlarla sınırlı değildir. Onları aşabilir ve kendi şahsî yetenek ve eğilimlerini takip ede­bilirler.

Buhari ve Müslim'den rivayet edilen ve Cib­ril hadisi olarak bilinen sahih bir hadiste, zih­nin üç düşünce kademesinden bahsedilmektedir, islâm, iman ve ihsan. İslâm, İslâm'ın şartlarını tasdiki, Ramazan ayında orucu, günlük ibadeti, haccı ve zekâtı içermektedir. İman ise sadece bu şartların kabulü ile yetin­memekte, onlara kesin teslimiyeti telkin et­mektedir. İhsan ise, Allah'ı görüyor gibi iba­det etmek, biz O'nu göremiyorsak da O'nun bizi gördüğüne inanmaktır.

İlk kademe genel tavıra işaret etmektedir. İnancın şartlarını kabul eden ve belirli sorum­luluklar yüklenen kimse İslâm dairesine girmiştir. Fakat bu giriş bir teslimiyet hâlini ge­rektirmemektedir. İslâm'ın İlk basamağı sade­ce onun dış yüzünü temsil etmektedir. İslâm'ın ikinci kademesi olan İman'da, İslâm kişinin zihnini ve kalbini sarmaktadır. Bu ka­demeye ulaşılınca insan seçtiği daireye girer. Fakat mesele burada bitmez. Hakikatin bilgi­si veya gerçek inanç daha sonraki kademede oluşur ki, bu İhsan dönemidir. Fakat bu, top­lulukların ulaşabileceği bir inanç veya aklî kazanım safhası değildir. Bu, ferdî tecrübe veya şahsî aydınlanma aşamasıdır. Eğitim, inanç öğetileri veya aklî faaliyet bu aşamanın geçilmesini temin etmez. Şahsi manevî gay­retin bir sonucudur. Ne öğretilecek ne de öğ­renilecek bir meseledir. Bu merhaleyi geçen kimse şayet birşey söyleyecekse, söyleyeceği şey, "Benim gİbİ ol ve göreceğini gör! "den başka bir şey değildir. Biri bana "aşk nedİr?': diye sordu: "Benim gibi ol, sonra ne olduğu­nu öğreneceksin" dedim.

İslâm her türlü manevî susuzluğun, tatmin edilmesi için şartlar hazırlamıştır. Ortalama bir insan için bir başlangıç dönemi, daha iler­de olan için ikinci bir dönem, ve elit için bur üçüncüsü vardır. Hepsinin susuzluğu aynı an­da giderHecetir, fakat kullandıkları kap farklı olabilir. Herkes kendisine uygun kabı alır.

Burada şunu belirtelim ki, insan Kur'ân'daki belirli ifadeleri dikatlice okursa bu İfadelerin varlıkta birlik veya panteizm kavramı konu­sunda çeşitli yorumlara müsait olduklarını görecektir. Mesela "O İlktir ve Sondur", "O Zahir ve Bâtındır", "Nereye dönerseniz   Allah'ın yüzünü görürsünüz", "O sîze şahdama-rınızdan daha yakındır" ve "O her an sânını gösterir." Aynı kavram, var olan herşeyin so­nunda Allah'a döneceğini ifade eden sözlerde de görülebilir. Bu kavramı kabul edenler bu ifadeleri kendilerini desteklemek için kulla­nırlar. Şah Veliyullah daha da ileri giderek şunu iddia etmektedir: "Panteist 'Varlıkta Bir-Ük teorisini ispat etmek istersem bunu Kur'ân'a veya Hadise müracaat ederek yapa­bilirim." Fakat şu bir gerçektir ki bu ifadelere zorlanmış yorumlar vermenin veya onlara Hz. Peygamber zamanında yaşayan müslü-manların vermediği anlam veya önemi bah­şetmenin uygun olmayacağını söylemek hak­sızlık olmaz. Gnostikler tarafından takip edi­len, aydınlanma yoluyla Allah'ın nuruyla ay­dınlanma metodu, Kur'ân'ın Allah kavramı­nın prensipleriyle kesinlikle çelişkide de­ğildir. Kur'âni kavram, Allah ile İlgili olarak birleyici her kavramı ifade edecek kadar ge­niştir. İhsan derecesine ulaşan kimseler, haki­kati bütün parlaklığıyla görebilirler ve insan ruhu için mümkün olan en yüksek mevkiye doğru tırmanırlar.

Şu belirtilmelidir, ki hakikatin araştırılmasın­da, insan zihni Fatiha sûresinin üzerinde yo­ğunlaştığı Allah'ın üç sıfatına, Rubûbiyeî, Rahmet ve Adalet sıfatlarına dikkat etmeli­dir. Hayatın veya kâinatın işleyişinde görül­düğü gibi, bu sıfatların bir incelemesi göste­recektir ki her bir sıfat bir diğerini sürekli ola­rak desteklemekte, nesnelerin ilâhî düzenin­den oluşan güzelliği gözler önüne sermekte­dir. Böyle bîr inceleme hakikatin her arayıcı­sına düşünmesi için muazzam bir saha suna: çaktır." (Ebu 1-Kelâm Azâd).