- Hendekte Toplanan İslâm Ordusundaki Mümin ve Münafıklar

Adsense kodları


Hendekte Toplanan İslâm Ordusundaki Mümin ve Münafıklar

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 21 February 2010, 01:02 pm GMT +0200
Hendekte Toplanan İslâm Ordusundaki Mü´min ve Münafıkların Müşrik Orduları Karşısındaki
Tutum ve Davranışları


Kur´ân-ı Kerîm´in bu husustaki açıklatması şöyledir:

"Vaktâ ki onlar (müşrik orduları) hem üstünüzden (Medine´nin doğusundan), hem altınızdan (Medine´nin batısından) size gelmişlerdi.

O zaman, gözler çukurlarından fırlamış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı.

Sizler Allah´a karşı türlü zanlarda bulunuyordunuz.

İşte orada mü´minler de sıkı bir imtihana çekilmiş, şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. (Mü´min münafıktan ayırt edilmiş, belli olmuştu).

O zaman, münafıklarla kalblerinde hastalık (itikad zayıflığı, şüphecilik) bulunanlar:

´Allah ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşeyva´d etmemiştir!´ diyorlardı."[160]

Medine´yi üst tarafından vuracak olan düşman Benî Kurayza Yahudileri; alt tarafından vuracak olan düşmanlar da Ebu Süfyan´ın kumandası altındaki Kureyş, Ehâbiş, Kinane, Gatafan, Esed ve Süleymlerden oluşan ordulardı.[161]

Benî Kurayza Yahudilerinin müşriklere yardım ettikleri, Kufân-ı Kerîm´de "Ehl-i Kitabdan, onlara müzaheret ve yardımda bulunanlar" (Ahzab: 26) denilerek açıklanmıştır. [162]

Bu müzaheret, Benî Kurayza Yahudilerinin Kureyş müşriki eriyle yaptıkları muahedede belirlen­mişti.[163]

Hendekte toplanan İslâm ordusunu oluşturanların hepsi, Allah´ın ve Resûlünün buyruklarına sım­sıkı bağlanmış, Allah yolunda her güçlüğe seve seve göğüs germe olgunluğuna ermiş kişiler değillerdi.

Kur´ârvı Kerîm´de de açıklanmış olduğu üzere, Müslümanlar arasında münafıklar ile iman ve iradeleri zayıf birtakım insanlar da bulunuyordu.

Bunun için, müşrik ordularının çokluğu ve güçlülüğü, Müslümanlar arasındaki münafıklarla zayıf iradeli, zayıf imanlı olanların gözlerini korkutmuş, yüreklerini titretin işti. [164]

Münafıklarla kalbleri hastalıklı olanlar:

"Allah ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşey va´d etmemiştir! Muhammed bize Fars ve Rum diyarının fietholunacağını va´d ediyor! Halbuki biz şurada, düşmanlar tarafından kuşatılmış bulunuyor ve hiçbirimiz, abdest bozmak için bile, korkudan dışarı çıkamıyoruz!" diyorlardı.

Münafıklardan birisi de, ashabdan birisine:

"Ey filan! Resûlullah, Kayser öldükten sonra, yerine Kayser gelmeyecektir. Kisrâ öldükten sonra da, yerine Kisrâ gelmeyecektir. Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah´a yemin ederim ki; bunların hazineleri de muhakkak Allah yolunda harcanacaktır!´ diyormuş!

Hiçbirimiz korkudan abdest bozmaya bile çıkamıyoruz!

Allah ve Resûlü, bize aldatıştan başka birşey va´d etmiyor!" demişti.

Sahabi:

"Sen yalan söylüyorsun! Ben seni Resûlullaha haber vereceğim" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmiş ve münafikın sözünü Peygamberimiz Aleyhisselarma bildirmişti.

Peygamberimiz Aleyhisselam o münafıkı çağırtıp ona:

"Sen böyle mi söyledin?" diye sorunca, münafık:

"Yâ Rasûlallah! Bana iftira ediliyor! Ben böyle birşey söylemedim! Şu ağzımdan hiçbir zaman böyle birşey çıkmamıştır!" diyerek inkâr etmişti. [165]

Münafıklar, İslâm ordugâhından birtarafa savuşup gitmek yo I unu tuttu ki an gibi, kendi kabilelerinden veya başka kabilelerden olup hendekte savaşacak olanları da türlü türlü fitne ve fesatlarla ayartmaya, dağıtmaya çalıştılar.

Kur´ârvı Kerîm´de açıklandığına göre,[166] onlardan birtakımları:

"Ey Yesrib (Medine) halkı! Sizin için, burada durmak imkânı yok! Hemen dönüp gidiniz!" demişler­di.

Münafıklardan birtakımı da:

"Evlerimiz açık kalmıştır!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istiyordu.

Halbuki, onların evleri açık değildi. Onlar kaçmaktan başka birşey düşünmüyorlardı. [167]

Nitekim, Harise oğulları kabilesinden Evs b. Kayzî, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:

"Yâ Rasûlallah! Evlerimiz düşmana açık bir durumdadır. Medine dışındadır. Bize izin ver de, dönüp evlerimize gidelim!" demişti.[168]

Harise oğulları da:

"Evlerimiz açıktır. Evlerimize hırsızların girmesinden korkuyoruz! [169]

Yâ Rasûlallah! Ensar evlerinden hiçbiri, bizim evlerimiz gibi değildir. Gatafan ordusuyla bizim aramızda, onların şerrini bizden giderecek kimse yoktur.

İzin ver de, evlerimize dönelim, çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruyalım!" demişlerdi.

Peygamberimiz Aleyhisselam da, onların dönüp gitmelerine izin vermişti.

Sa´d b. Muaz, Harise oğullarının dönmek için hazırlandıklarını haber alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.

"Yâ Rasûlallah! İzin verme bunlara! Vallahi, biz ne zaman bir musibete uğrasak, daralsak, onlar hep böyle yaparlar!" dedikten sonra, Harise oğullarının yanına vardı.

"Biz sizden temelli böyle hareketler mi göreceğiz?! Biz ne zaman bir musibete uğrasak, daralsak, siz hep böyle yapar durursunuz" diyerek onlara çıkıştı.

Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onların dileklerini kabulden vazgeçti.[170]

Münafıkların ne samimiyetleri, ne de İslârmiyete bağlılıkları vardı.

Kur´ân-ı Kerîm´de açıklandığına göre:

"Eğer Medine´nin etrafından üzerlerine girilmiş olup da İslârmiyetten şirke dönmeleri müşrikler tarafından istenilmiş olsaydı, muhakkak ki onlar bu isteği yerine getirmekte fazla gecikmezlerdi!

Halbuki, onlar düşmana arka çevirmeyecekleri hakkında daha önce Allah´a kesin söz vermiş de bulunuyorlardı.

Allah´a verilen sözden dolayı sorumluluk vardır."[171]

Gerçekten de, Harise oğulları, Selime oğullarıyla birlikte, Uhud savaşından da kaçmak istemişler, fakat bundan vazgeçmişler, bir daha böyle bir harekette bulunmamaya yemin etmişlerdi.[172]

Bu iki kabileyi hendekte, ancak Allah, rahmetiyle tutmuştu.[173]

Hendek savaşında gerçek mü´minlerin tutum ve davranışlarına gelince, yine Kur´ân-ı Kerîm´de açık­landığına göre:

"Mü´minler, orduları gördükleri zaman, İşte, bu, Allah´ın ve Resûlünün bize va´d ettiği şeydir! Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir!´ dediler.

Bu, onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırmaktan başka birşey yapmadı.

Mü´minler içinde, Allah´a verdikleri sözde sadakat gösteren nice erler vardır ki, onların kimi adadığını ödedi (şehit oldu), kimi de bunu (yerine getirmeyi) bekliyor.

Onlar, hiçbir suretle, ahidlerini değiştimnediler!"[174]

Yüce Allah´ın mü´minlere olan imtihanının, va´d´inin ne olduğu da, Kufân-ı Kerîm´de şöyle açıklan­mıştır:

"Ey mü´minler! Yoksa siz sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden Cennete girivere­ceğinizi mi sandınız?

Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar gelip çattı ve öyle belalarla sarsılmışlardı ki, hatta peygam­beri, maiyyetindeki mü´minlerle birlikte Allah´ın yardımı ne zaman yetişecek?´ diyordu.

Gözünüzü açın, iyi bilin ki; Allah´ın yardımı muhakkak yakındır!"[175]

Bunun içindir ki, hendekte düşman ordularıyla sarıldıklarını görmeleri, mü´minlerin ancak Allah´a olan imanlarını, yani Allah´ın rmü´rminlene yardım edeceği hususundaki va´dine inançlarını, her türlü ibtilâya sarsılmadan göğüs germe azimlerini, Allah´ın takdirine teslimiyetlerini arttırmıştı. [176]

Münafıklar Medine´yi saran orduların Peygamberimiz Aleyhisselam ile ashabını ortadan kaldırıvere-ceklerini zanneder ve hatta umarlarken, mü´minler Allah´ın kendilerine yardım edeceği ve İslâmiyeti bütün dinlere üstün kılacağı va´dinin er geç gerçekleşeceği inancını taşıyor ve bu inançlarıyla da ağır bir imtihanda münafıklardan ve zayıf imanlılardan ayrılmış bulunuyorlardı.[177]






[160] Ahzab: 33/10-12.

[161] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 257, 230, 231, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 494, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 344, Diyarbekrî, Târîhu´l-hamîs, c. 1, s. 484.

[162] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 495, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 2, s. 71

[163] Vâki dr, Megâzî 1367/1948 Kahire baskısı , s. 292, 293.

[164] Ahzâb: 10-12.

[165] Taberî, Tefsir, c. 21, s. 131,132.

[166] Ahzâb: 13.

[167] Taberî, Tefsir, c. 21, s. 135.

[168] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 233.

[169] Taberî, Tefsfr, c. 21, s. 135,136.

[170] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 463.

[171] Ahzâb: 15.

[172] Taberî, Tefsir, c. 21, s. 137.

[173] İbn Hazm, Cevâ miu´s-sîre, s. 188.

[174] Ahzâb: 22-23, İbn Sa´d, Tabakât, c. 4, s. 84.

[175] Bakara: 214.

[176] Taberî, Tefsfr, c. 21, s. 144.

[177] Taberî, Tefsfr, c. 21, s. 132.

M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 5/56-60.