hafız_32
Sat 2 October 2010, 01:36 pm GMT +0200
Üçüncü Bölüm
HAZİNE İŞLEMLERİ
A- Gelir Tahsil Ve Sarf İşlemleri
Yeni bir hukukla ortaya çıkan islâm devletinin ilk kuruluş yıllarında ondan, bütün hazine işlemlerini yazılı belgelere istinad ettirmesini beklemek doğru olmaz. Bununla beraber Hz. Peygamber (s.a.v.) bu sahada önemli adımlar atmış ve bir hukuk devleti maliyesi için gereken hemen her şeyin misalini göstermiştir. [252]
I- Gelir Tahsil İşlemleri
Biz Hz. Peygamber devrinde hem bir kısım gelirlerin yazılmasına ve hem de bazan, tahsil edilen gelirlerin bekletilmeden ve hiçbir işleme tâbi tutulmadan dağıtıldığına şahit oluyoruz. Resûlullahm, tahsil ettiği gelirleri yazdırmak için merkezde çok sayıda memur istihdam ettiğim malî teşkilatlanma bölümünde ele almış idik.
Hz. Peygamber devrinde, vergilerini ödeyen mükelleflere makbuz verilmiyordu. O zamanlar için böyle bir âdet söz konusu değildi. [253]
2- Hazineden Para Ödeme Ve Mal Çıkarma
Resûlullah devrinde merkezdeki muhtelif cins gelirlerin konulduğu hazinelere bakanlar, Hz. Peygamberin şifahî emrine göre, onun istediği yerlere bu gelirleri harcıyorlar, veya merkeze getirilen gelirler, bizzat Resûlullah tarafından Kur'an'da gösterilen yerlere sarfediliyordu ki Beytülmal'in ortaya çıkışı ve malî teşkilatlanma bahislerinde bu hususlara temas edilmişti.
Gerek Hz. Peygamber ve gerekse de halife Ebû Bekir'in bazı kimselere, işletmeleri için hazine arazisi verdiklerinde, bir de işletme senedi tanzim ettiklerini görmekteyiz.
Resûlullah'm, hicrî 4. yıl gibi erken bir zamanda Selmân el Fârisî'nin kölelikten kurtulması için ödenecek meblağla ilgili, Hz. Ali (r.a.) ye bir çek tanzim ettirdiğini görmekteyiz.[254] Hz. Peygamber, Hayber mahsulünden hanımları ve diğer bir kısım kimseler için belli miktarlarda pay ayırdığında, bunları yazılı olarak da tes-bit etti.[255] Bu kimseler, her sene elde edilen gelirden yazılı belgelerde gösterilen miktarlardaki hisselerini alıyorlardı.
Kısmen de olsa Hz. Peygamber devrinde, hazineden yazılı belgeler veya çeklerle para çekildiğini gösteren diğer bir hâdise de şudur: Resûlullah; Ebû Süfyan, Safvan b. Umeyye, Uyeyne b. Hısn ve el-Akra' b. Habis gibi bir kısım önde gelen kimselere, onları islâm'a ısındırmak için, zekât gelirlerinden hisse ayırdığında, ellerine bir de yazı (:hatt) verdi.
Uyeyne ile el-Akra'm Resûlullah'a gelip ondan yardım istediklerini, Hz. Peygamberin de onlar için Muaviye'ye yazılı ve hatta mühürlü birer belge tanzim ettirdiğini ve onların bu çeklerle kendi bölgelerine döndüklerini anlatmıştık.[256] Muhakkak ki bu iki kişi, ellerindeki yazılı belgelere göre, kendi vilayet hazinelerinden para çekeceklerdi. Merkezde haznedarlar, Resûlullah'm sözlü emriyle harcama yapıyorlardı. Herhangi bir bölgeye gönderilen zekât memurları ise topladıklarını Kur'an'da gösterilen kimselere dağıtıp artanı merkeze getiriyorlar ve Hz. Peygambere hesap veriyorlardı. [257]
B- Zaman Bakımından Hazîne İşlemleri
Hz. Peygamber devrinde, yeterli gelir olmadığı zamanlarda halktan teberru gelirlerinin tahsil edildiği veya borç alındığı olmuştur. Meselâ, Tebuk seferinin masraflarını karşılamak için
Hz.Peygamber, varlıklı kişilerden yardım talebinde bulunmuştur.[258] Mekke'nin fethim müteakip günlerde Huneyn savaşı patlak verince de Resûlullah, Mekke zenginlerinden toplam 130.000 dirhem borç para ile 100 zırhlı gömlek ödünç aldı ve harbin bitiminde, elde edilen gelirlerden bunları hemen ödedi.[259] Bir defasında da onun, birisinden borç olarak bir sığır aldığını ve daha sonra zekât olarak gelen develerden görevli memuru Ebu Râfi'a bu borcu ödettirdiğini görmekteyiz.[260] Kendisi, aile fertleri ve yakınları zekat gelirlerinden yararlanamayacağına göre muhakkakki bu, devlet adına alınmış bir borç idi. Devlet Resûlullah'dan sonraki zamanlarda da borç para almıştır.
Buharî'nin naklettiğine göre, Resûlullah bir sefer sırasında, askerlerin bütünün şahsî yiyeceklerine el koydu ve hepsini bir yere toplıyarak oradan herkese eşit bir şekilde bölüştürdü ve fevkalâde zamanda hazarda da aynı yola başvurulabileceğini belirtti.[261] Müslim'in anlattığına göre bir defasında Medine'ye Mu-dar kabilesinden çok fakir ve perişan insanlar geldiler. Bunların acıklı durumları Hz. Peygamberi rahatsız etti ve Kur'an'm Nisa sûresi 1. ve Haşr sûresi 18. ayetlerine dayanarak onlar için halktan yardım topladı,[262] Muhakkakki bu sırada, devlet hazinesi bu yardımı yapmaya müsait değildi.
Beytülmâl gelirleri yeterli olmadığı zamanlarda Resûlullahın bazı zenginlerden, gelecek senenin vergisine mahsuben iki yıllık zekâtı birden tahsil ettiği de olmuştur. Meselâ o, amcası Abbas'tan bir keresinde böyle zekat almıştır. Merkezde, zekât tahsil memuru olarak görevlendirilmiş olan Hz. Ömer, Abbas (r.a.)dan zekat almaya gidince o, geçmiş sene iki yıllık zekatı birden verdiğini ileri sürerek ödemede bulunmamış, şikâyet üzerine Resûlullah onu tasdik etmiştir.[263]
C- Yer Bakımından Hazîne İşlemleri
1- Zekâtın Toplandığı Bölgede Sarfedilmesi Ve Diğer Bölgelere Nakli
A- Zekâtın Mahallinde Sarfı
İslâm'da gelirlerin önce, toplandığı bölgede dağıtım ve harcanması bir esastır. İhtiyaç fazlası gelirler ise en yakın bölgelere veya doğrudan merkeze nakledilirler. Merkez kendisine nakledilen fazla gelirlerden bir kısmını, geliri kendisine yetmiyen bölgelere gönderir ve böylece merkez hazinesi, bölgeler arasında bir dengeleme sağlar.
Gelirlerin en yakından başlayıp uzağa doğru harcanması kaidesine ferdî dağıtımda da uyulması istenmektedir. Bir fert, zekâtını kendisi dağıtacaksa, yani devletin, kendisine teslim edip etmemekte serbest bıraktığı mallarının zekatını kişi kendisi dağıtmak istiyorsa, önce akraba ve komşuları arasındaki muhtaçlara vermelidir. Şart olmamakla beraber tavsiye edilen budur. Farz derecesinde olmıyan diğer hakların ödenmesinde de durum aynıdır. Allah, Kur'anda, çeşitli hak sahiplerine olduğu gibi akrabaya da verilmesini emretmekte,[264] yakın ve uzak komşuya ve yanımızdaki arkadaşa da iyilik yapılmasını istemektedir.[265] Hz. Peygamberin hadisleri incelenecek olursa, akraba ve komşu haklarının birinci sırayı aldığı görülür. Onların zengin akraba ve komşularının malında, hem akrabalık ve hem de muhtaç olmaları dolayısıyla diğerlerine nazaran iki hakları bulunmaktadır ki Hz. Peygamber, akrabaya verilmekle böylece iki hakkın ödenmiş olacağını haber veriyorlar.[266] Hz. Peygamberin «Önce ailenden başla... sonra en yakınların ve onlardan sonraki yakınların gelir»[267] sözleri, yardım ve dağıtımın yakından başlayıp uzağa doğru yapılacağını açıkça gösterir. Onun; karnı aç olarak sabahlıyan birine komşu olanlardan Allah'ın himayesinin kalkacağını, haber vermesi de bu hususta ayrıca bir delildir.[268]
Hz. Peygamber (s.a.v.) Muaz b.Cebel'i Yemen'e gönderdiği zaman Muaz'a; onların zenginlerinden alınacak zekâtın, onların fakirlerine dağıtılmasının, Allah'dan bir farz olduğunu, bildirmişti.[269] Resûlullah, H. 8 yılda müslüman olan Abdul-Kayslara, Bahreyn ve civarında oturan halka gönderdiği yazısında da şöyle diyordu:
«Ben içinizdeki zenginlere ait malların fazlalık teşkil eden kısımlarını alıp fakirlerinize dağıtmanızı emrediyorum. (Bu zekât vergisi) müslUmanların mallarında Allah ve Resulünün tanzim edeceği farzolan miktarda (yılda bir defa tahsil edilecektir.)»[270] Resûlullah'ın aynı tarz yazıları, başka bölgelere de gönderdiği anlaşılmaktadır. Ebu Ubeyd'in naklettiğine göre, Sa'd b. Bekr kabilesinden birisi Hz. Peygambere gelerek ona bazı sorular sordu ve dediki; «Bize mektupların ve elçilerin geldi. Zenginlerimizin mallarının fazla gelen kısımlarının alınıp fakirlerimize verilmesini sen mi emrettin? Resûlullah da, evet, diye cevap verdi»[271] Hz. Pey-gamber'in süt annelerinin mensup bulunduğu bu kabile Damame b. Salebe isminde birini Resul ullah'a göndererek, elçilerin kendilerine söylediklerinin doğru olup olmadığını araştırmışlardır.[272]
Hz. Peygamber, vali ve âmillerine gönderdiği yazılarında, genellikle, zekâtın gene toplandığı bölgede dağıtılıp sarfedileceğini tebarüz ettirmiştir. O, Bahreyn âmili olan Alâ b. Hadramî'ye [273]ve Umman ile Bahreyn arasında yaşıyan Ezd-i Debâ'nm vergi memuru (:musaddık) olan Huzeyfe b. el-Yemâna [274]gönderdiği yazılarında, vergi nisbetlerini belirttikten sonra;
«(Bu zekât) onların zenginlerinden alınıp onların fakirlerine dağıtılacaktır.»
emirlerim vermiştir. Az Önce temas ettiğimiz gibi Hz. Peygamber, Yemen'e çok geniş selâhiyetlerle gönderdiği Muaz'a da bu şekilde bir yazı yazmıştı. Bu hadisler zekâtın, toplandığı bölgelerde sarf edileceğini gösteriyor ise de bir kısım âlimler, hadislerde geçen «onların fakirleri» ifadesiyle sadece o bölge fakirlerinin kasdedil-meyip bütün müslüman fakirlerin kasdedüdiğini iddia ederler ve zekâtın başka bölgelere naklinde hiçbir mahzur görmezler. Meselâ Aynî (762-855 H) Muaz'la ilgili hadisi bu yönde açıklarken, Sindî de bu görüşe ihtimal vermiştir.[275]
Resûlullah devrinde, zekât gelirlerini merkeze nakleden memurlara şahit olduğumuz gibi, topladıklarını tamamiyle, görevli bulundukları yerlerde sarfedip eli boş dönenlere de şahit oluruz. Hicrî 9. yılda Hz. Peygambere gelen Kilab kabilesi heyeti ona şöyle diyorlardı: «Muhakkak (senin memurlarından) Dahhak b. Süf-yan, aramızda Allah'ın kitabı ve senin sünetinle dolaştı... ve o, zenginlerimizden zekat alıp onları fakirlerimize dağıttı.»[276] Tirmizî bize buna benzer bir başka hadis nakleder: «Ebu Cuhayfe dedi ki; Resûlullah'ın zekat memuru geldi ve zenginlerimizden zekat alıp, fakirlerimize dağıttı. Ben o zaman yetim bir çocuktum, bana da zekattan bir deve verdi.»[277] îbn Mâce ise, Hz. Peygamber ve sonraki zamanlarda vergi memurluğu yapan Imrân'm topladıklarını sarfedip tamamiyle eli boş döndüğüne ait bir hadis nakletmektedir.[278]
Az sonra görüleceği gibi Resûlullah devrinde Bahreyn ve Yemen gibi uzak illerden merkeze zekât ve diğer çeşit gelirlerin nakledildiği ve hatta bir defasında Resûlullah'm bu mevzuda emir bile verdiği olmuştur. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in bu tatbikatı ve sözleri; gelirlerin toplandıkları bölgelerde sarfedileceği esasını getiriyorsa da gene onun tabikatmdan bunun mutlak olmadığını, bir bölgenin kendi gelirlerinde sadece öncelik ve üstünlük hakları bulunduğunu öğreniyoruz. [279]
B- Zekât Gelirlerinin Başka Bölgelere Nakli
Zekât gelirlerinin mahallinde sarfı bir esastır. Şu kadar var ki Hz. Peygamber'in ve Hulefâ-i Raşidîn'in tatbikatlarından bunun mutlak bir kaide olmadığı ve bir bölgede tahsil edilen gelirlerin, ihtiyaca göre merkeze veya başka bölgelere nakledilebileceği anlaşılmaktadır.
Makrizî'nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber'in yüzünü güldüren miktarda ilk zekât Medine'ye Tay kabilesinden geldi.[280] Aslen güneyli olan bu kabile, Hayber ile Dûmetul-Cendel arasındaki topraklarda yaşıyordu. Müfessir Cessâs (305-370 H), memleketlerinin Medine'ye uzak olmasına rağmen bu kabilenin reisi olan Adî b. Hâtem'in toplanan zekât gelirlerini merkeze naklettiğini kaydediyor. Cessâs ve Makrizî'den öğrendiğimize göre gerek Tay kabilesi ve gerekse de Temîm kabilesi zekât gelirlerini, Resûlullah devrinde olduğu gibi, halife Ebu Bekir devrinde de merkeze göndermişlerdir. Temim kabilesinden bir yılda Ebu Bekir'e gönderilen zekât develerinin sayısı 700'dür ki bu, küçümsenecek bir meblağ değildir. Cessâs'm kaydına göre, Ebû Bekir bu kabilelerden gelen zekât gelirlerini, dinden dönenlerle yaptığı savaşlar için harcamıştır.[281] Nitekim Ebu Ubeyd de Tay kabilesi reisinin mürtedlerle yapılan savaş yıllarında kabilesinin zekât gelirlerini Ebu Bekir'e gönderdiğini kaydetmektedir.[282]
Hz. Peygamber az önce gördüğümüz gibi Bahreyn reisi olan Münzir b. Sava'mn nezdinde temsilci valisi olarak bulunan Alâ b. Hadramî'ye gönderdiği yazısında; «Onların zenginlerinden alınacak zekâtın, onların fakirlerine dağıtılacağını» ifade etmişti. Bundan kısa bir zaman sonra H. 9. yılda Tebuk seferi için hazırlıklara başladığı bir sırada ise Resûlullah, Alâ b. Hadramî'ye ikinci bir yazı daha göndererek ona şu talimatı verdi:
«Cizye olarak toplıyabildiği şeyleri kendisinden alıp getirmesi için el-Munzir b. Savâ'ya birini yolladım. Onun bu konuda acele etmesini sağla ve aynı zamanda sen sadaka ve öşür olarak toplayabildiğin meblağı da yolla. Vesselam»[283]
Kaynaklarda zikri geçen 80.000 dirhemlik meblağın bu yazıyı müteakip gönderilmiş olması gerekir.[284] Bahreyn'den Ebu Bekir devrinde de Medine'ye mal gelmeğe devam etmiştir. Hatta Ebu Bekir, Resûlullah'ın, bir kısım kimselere; kendisine mal geldiğinde yapacağı yardım vadlerini bu bölge gelirleriyle yerine getirmiştir.[285]
Hz. Peygamber yukardaki gibi aynı tarz yazıları diğer bölge ve kabilelere de göndermiştir. O, kuzey batı Arabistan'da yaşıyan Cüzam ve Kudâ'a kabilelerine gönderdiği yazısında, zekât tarifelerine temas etmiş ve onlara; zekât ve humus gelirlerini elçilerinden Ubeyy ile Anbese'ye teslim etmelerini, emretmiştir.[286] Bu iki kabile H. 9. yılda yapılan Tebûk seferi sırasında İslâm'a bağlandığına göre, Resûlullah'ın yazısı, onu müteakip bir zamanda kaleme alınmış olmalıdır. Onun Yemen'de Hımyer reisine gönderdiği yazı, Bahreyn'e gönderdiği ile tamamen benzer haldedir:
«Zür'a zî-Yezen'e; size, elçim Muaz b. Cebel ve akradaşlan geldiği zaman, yamnzdaki zekat ve cizye gelirlerini toplayıp ona teslim edin.»[287]
Hımyer'li kabile resilerinin çoğu H. 9. yılda islâm'a girdiklerine[288] ve Muaz'ın da o tarihlerde Yemen'e gönderildiğine [289]bakılacak olursa, Resûlullah'ın yazısının da bu tarihlerde veya en geç hicrî 10. yıl içerisinde kaleme alınmış olması gerekir. Bu yazıdan sonra olmalıdır ki Muaz, pek çok kaynakta yer alan ve islâm hu-kuçuları tarafından; zekâtın, diğer bir cinsle veya tamamiyle nakdî ödenebileceğinin delili olarak kullanılan konuşmasında, Yemenlilerden hububatın zekâtı yerine, elbise ve giyim eşyaları istiyerek; «Bu türlü zekat ödemeniz, size daha kolay gelecek ve Medinelilere de daha faydalı olacaktır» demiştir.[290] Zekât gelirlerinin bir bölgeden diğerine nakledilebileceğinin pek çok delili bulunduğunu söyliyen Ebu Ubeyd (154-224 H); Hz. Peygamberin Necid'li Kabisa isminde birisine Hicaz zekat gelirlerinden yardım etmesini de bu hususda ayrı bir delil saymaktadır.[291]
Muhammed Hamidullah'm belirtiğine göre; Hz. Peygam-ber'in çeşitli illerden ve bölgelerden vergi gelirlerini Medine'ye göndermelerini istediği sıralarda o, Tebuk seferi için hazırlıklarda bulunuyordu. Bu sefer için Resûlullah, o zamana kadar görülmemiş sayıda 30 bin asker toplayınca, merkez hazinesindeki mevcut gelirler kafi gelmedi ve bu sebeple devletin diğer hazinelerinden mal taleb etti.[292] Yukarda verdiğimiz, Resûlullahın çeşitli bölgelere gönderdiği bir kısım yazıların tahminî tarihleri de onun bu açıklamasını doğrulamaktadır. Ancak onun bu hususta gönderdiği yazıların bir kısmı meselâ, Cüzam ve Kuda'a'ya gönderdiği yazı Tebuk seferinden sonra olmalıdır ve bir kısmı da sadece bir defaya mahsus bir istek niteliğinde değildir. Çünki Arabistan'ın en kuzey batısında yaşıyan bilhassa Cuzâm kabilesinin, ordunun Tebuk'e vardıktan sonra müslüman olduğu kesindir.[293] Onun, Bahreyn'den gelecek mallardan bazı kimselere yardım va'dinde bulunup da ömrünün yetmeyişi ve bu va'di Ebu Bekir'in yerine getirmesi, bunu göstermektedir.
Hz. Peygamber devrinde, zekat gelirlerinin sadece merkeze değil, bir bölgeden diğerine gönderilip tahsis edildiği de görülmektedir. Resûlallah H. 9. senede Arabistan'ın kuzeyinde Akabe körfezine yakın bir yerde oturan Balî kabilesinin Cu'ayl'lar kolu lehine tanzim ettiği yazısında şöyle diyordu:
«... Nasr, Sa'd b. Bekr, Sumâle ve Uzeyl kabilesinden tahsil edilip toplanan zekat ve sadakalar, onlar için ayrılıp verilecektir.»[294]
Bu belgeyle Hz. Peygamber, adı geçen kabilelerden tahsil edilecek zekât gelirlerini, çok muhtaç durumda olmaları sebebiyle olacak ki Cu'ayl'lara tahsis etmekteydi. Böylece Resûlullah'ın, bir bölgede tahsil edilen zekât gelirlerini, ihtiyaç duyulduğunda merkeze veya başka bir yere naklettiğini görmüş bulunuyoruz. [295]
2- Fey' Ve Ganimet Gelirlerinin Başka Bölgelere Nakli
Zekât gelirlerinin, mahallinde sarfinın bir esas olmasına karşılık, zekâtın dışındaki gelirler için böyle bir kaide bulunmaz ve devlet bu çeşit gelirleri, merkeze veya dilediği bir eyalete nakletme hususunda zekâta nazaran daha çok serbestlik içerisindedir.
Varlıklı ve çalışabilir gayr-ı müslim tebaadan alınan "cizye" vergisinin Hz. Peygamber ve halife Ebu Bekir devirlerinde, daima merkez hazinesinde toplandığı görülüyor. Az önce Resûlullah'm, muhtelif bölgelerden, zekâtla beraber cizye ve humus (:mâden vergisi veya ganimetlerden alman paylar) gelirlerini de merkeze getirttiğini görmüştük. Bunlara ilave Buharî ve Ebu Ubeyd, Bahreyn cizye gelirlerini getirmesi için, Hz. Peygamber'in Ebu Ubey-de b. Cerrah'ı görevlendirdiğini kaydederler.[296] Hz. Peygamber devrinde, çeşitli kabile ve bölgelerden merkeze ne miktar cizye vergisi ödendiğini bilebiliyoruz.[297] Ebu Bekir devrinde de cizye vergisinin mahallî hazinece alakonulmayıp doğrudan merkeze gönderildiği anlaşılıyor. Onun zamanında, Ordu komutanı Haîid b.Velid, Hire'lilerle her yıl belli miktarda cizye ödemeleri şartıyla barış yaptı. Kaynaklar, Irak'tan Medine'ye gönderilen ilk verginin bu cizye olduğunu kaydediyorlar.[298] Ebu Bekir'den sonra cizye gelirlerinin vilayet hazinelerince mi alakonulduğu yoksa merkeze mi gönderildiği hususunda herhangi bir malumat elde edememiş bulunuyoruz.
Ganimetlerden alınan 1/5 (:humus) hazine ve muayyen sınıfların haklarına gelince, bunlar yerin uzaklığına ve yakınlığına bakılmaksızın her devirde merkez hazineye nakledilmiştir. Biz Resûlullah devrinde olduğu gibi[299] Hz. Ebu Bekir,[300] Ömer ve müteakip devirlerde de "humus"un daima merkez hazineye gönderildiğine ait pek çok misaller bulabilmekteyiz.
Hukukî durumu Irak ve Mısır arazilerinden farklı olmakla beraber, Resûlullah zamanında Hayber arazi gelirleri tamamiyle Medine'ye getiriliyordu. [301]
3- Nakil Ve Havale Usulleri
A- Nakdî Ve Aynî Nakil
Gelirler hem aynî ve hem de nakdî olarak tahsil edildiğinden nakle konu olan varidat da bu iki cinsden biri olacaktır. Bir yerden diğer bir yere nakli yapılacak aynî gelirler muhakkakki vergiye tâbi mal cinsinden veya Muaz (r.a.)'m, Yemende hububat yerine mükelleften giyim eşyası aldığı gibi, onun yerine tahsil edilen başka bir cinsten olacaktır. Yahutta vergi olarak tahsil edilen bir mal, ihtiyaca göre başka bir mal ile mübadele edilmiş olabilir. Aynî gelirlerin nakli, muhakkakki para nakil ve havalesine nisbetle çok daha zor ve masraflıdır. [302]
B- Hesabi Nakil
Tahsilatı müteakip, görevliler tarafından hemen harcanmış olan para ve malların, hazineye sadece hesabı kayıtlarının yapılması yeterli olacaktır. Kanaatmıca Hz.Peygamber'in varidatı yazım memurlarının yanı sıra tahsil ettikleri zekâtın bir kısmını mahallinde sarfedip bir kısmını da Medineye getiren memurları muhasebe edip onlardan hesap almasında böyle bir durum vardır. Diğer yandan eyalet bütçe hesaplarının, merkez beytülmâline gönderilmesi de sadece hesabı bir nakli ifade etmektedir ki biz bunların pek çok misallerine rastlamaktayız. [303]
4- Aynî Gelirin Paraya Tahvili
Aynî tahsilata da rastlanmaktadır ki bilhassa Resûlullah devrinde bunun çoğunlukta olduğu göze çarpar.
Devlet aynî olarak tahsil ettiği gelirleri, satıp paraya tahvil edebilir veya ihtiyaç duyulan başka mallarla mübadele edebilir ki bunun misallerine tesadüf etmekteyiz. Hz. Peygamberin bir sözlerine bakarak aynî zekat gelirlerinin satılıp paraya çevrilebileceğine hükmedebiliriz. O, bir hadislerinde şöyle diyor;
«Zekât, beş sınıf zengin müstesna hiçbir zengine helal değildir. Bunlardan da; Allah yolunda savaşan gaziler, zekat memurı olanlar, borçlananlar, mallarıyla zekâtı satın alanlar...dır.»[304]
Burada geçen «mallarıyla zekâtı satın alanlar» ifadesi, bu gelirlerin paraya veya başka bir mala çevrilebileceğini gösterir.
Hz. Peygamber'in zekâttan başka diğer gelir çeşitlerini satıp paraya tahvil ettiğine çokça rastlamaktayız. BuharîHz. Ömer'den naklen şöyle bir hadîse yer vermektedir:
«Resûlullak (s.a.vj, Nadir oğulları hurmalarını satar ve ailesinin bir yıllık azığını alakoyardı»[305]
Hz. Peygamber, Kur'an'da kendisine tahsis edilen Nadir kabilesi arazilerinden elde ettiği gelirleri öncelikle ailesinin nafakasına harcıyor ve artanı da devlet hazinesine malediyordu. Bu durumda o, Beytülmâl'e nakit para koymuş olmaktadır. Makri-zî'nin verdiği bilgiye göre; Resûlullah, Hayber'de ele geçen ganimetlerden hazineye düşen 1/5 hissenin, açık artırma ile satılmasını emretti ve bu iş için de Ferve b. Ömer'i görevlendirdi.[306]
Biz Buharı ve Makrizî'nin kaydettikleri bir hadisten Hz. Peygamberin, kalitesiz hurmaları sattırıp daha kaliteli hurma satın aldırdığını da öğreniyoruz:
«Resûlullah tarafından Hayber'e vergi memuru olarak tayin edilen bir adam, ona iyi cins hurma getirdi. Resûlullah; Hayber'in bütün hurmaları böyle midir, diye sorduğunda, adam; hayır, biz bundan bir sa' (bir ölçü birimidir) hurmayı iki, iki sa' hurmayı da üç sa' (âdi hurma) karşılığında alıyoruz, dedi. Bunun üzerine Resûlullah; öyle yapma, bütününü dirhem karşılığında sat, sonra iyi cins hurmayı, dirhem karşılığında satın al, dedi.»[307]
Müslim'in rivayet ettiğine göre de; Bilâl, yemesi için Resûlul-lah'a iyi cins bir hurma getirince, Hz. Peygamber, bunun nereden olduğunu sorar. Bilâl; yanlarında iyi cins hurma olmadığım, âdi hurmadan iki sa' karşılığında bu iyi cinsten bir sa' hurma aldığını, bildirince, Resûlullah faiz olduğu gerekçesiyle bunu yasakladı ve âdi hurmanın satılması ve parasıyla iyi cins hurmanın alınması gerektiğini, bildirdi.[308] Bu son hâdisede ona takdim edilen hurmanın Hz. Peygamberin şahsî gelirlerinden olması gerekir. O, zekât gelirlerinden yemediği gibi kendi gelirleri dışında hazîne gelirlerine de el sürmesi âdeti değildi. Yukardaki hadisler, aynî gelirlerin paraya çevrilebileceğinin açık delilleridirler. Öte yandan Resûlullahin, hububat gelirlerini un haline getirttiği görülmektedir. O, Umman ve Bahreyn halkına yazdığı yazısında; «Değirmenlerinizde vergi memurlarımızın (hububatım) ücretsiz öğütmeniz, sizin üzerinize düşen bir vazifedir» diyor.[309] Burada vergi memurlarının sadece kendi ihtiyaçlan kadar bir zahirenin öğütülmesi de düşünülebilir. [310]
[252] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/307.
[253] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/307.
[254] Bak. M. Hamidullah, Vesaik, s. 278-279.
[255] Yahya b. Adem, s.37-38, Ha. No. 91; Belazurî, s.41.
[256] Bak. Ebu Davud, Zekat, 23; M. Hamidullah, Vesaik, s.213.
[257] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/307-308.
[258] Ya'kubî,C.2/51.
[259] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.l/294-295, prg. 449.
[260] İmam Şafiî, Umm, C.2/17.
[261] Buharı, Mezalim, 36; Kâmil Miras, C.7/423 vd.; Geniş bilgi için bak. Celal Yeniçeri, islâm İktisadının Esasları, s.250 vd.
[262] Müslim, Zekât, 20.
[263] Müslim, Zekât, 3; Ebu Davud, Zekat 21 ;Tirm\zî, Zekât, 37 (C. 3/190) Ebu Ubeyd, s. 589, Ha. No. 1884.
Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/308.
[264] Bakara, 177, 215; Nahl, 90.
[265] Nisa', 36.
[266] Bak. Ebu Ubeyd, s.353.
[267] İbn Sa'd, C.VI 1/28.
[268] Ahmed, Müsned, C.7/58-61 (neşr. Ahmed Muhammed Şakır).
[269] Nesâî, C. 5/2-4 (Sindî şerhli); Ahmed, Müsned. C.3/342, Ha. No. 2071 (neşr. Ahmed Muhammed Şakir); İbn Zenceveyh, C.2/228.
[270] M. Hamİdullah, Vesaik, s.127, Ha. No. 72; Ayn mlf., İslâm Peygamberi, C.l/436, prg. 671.
[271] Ebu Ubeyd, s.233-234, Ha. No. 566.
[272] Bak. M. Hamİdullah, Vesaik, s. 242; Böyle bir soruşturma için ayrıca bak. İbn Zenceveyh, C.2/228.
[273] M. Hamİdullah, Vesaik, s. 116; Ala b. El-Hadramî, İslamî dönemde de vali olarak bırakılan Munzır'in yanında Hz. Peygamberin temsilci valisi olarak bulunuyordu.
[274] M. Hamİdullah, Vesaik, s. 130.
[275] Aynî, C. 4/261; Sindî'nin görüşü için bak. Nesaî, C- 5/4, (Sindî şerhi)
[276] İbn Sa'd, C.I 2/44.
[277] Tirmizî, Zekât, 21 C.3/148.
[278] îbn Mace, Zekât,14.
[279] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/310-312.
[280] Makrizî, îrntâ, C.4, v.354/a.
[281] Cessas, Ahkâmu'l-Kur'ân, C.3/137; Makrizî, îmta, C.4, v.254/a-b.
[282] Ebu Ubeyd, Emval, s.600, Ha. No. 1922.
[283] M. Hamİdullah, Vesaik, s.119; ayn. mlf. İslâm Peygamberi, C.l/413-415; prg. 635.
[284] Bak. M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.l/415, prg. 636; ayn. eser. C.2/1048, prg. 1675.
[285] Ebu Yusuf, s.45; îbn Sa'd, C.II 2/88.
[286] M. Hamidullah, Vesaik, s.334-335.
[287] Belazurî, s.81; Ebu Ubeyd'deki ifade biraz daha farklıdır. Bak. Emval, s.201, Ha. No. 516.
[288] M. Hamidullah,/s/âm Peygamberi, C.l/679, prg. 1036.
[289] Nesaî, C.5/2-4 (Suyutî şerhli)
[290] Buharı, Zekât, 34; Ebu Ubeyd, s. 45, 367-368; îbn Zenceveyh. C.2/227; Serahsî, C. 2/157; Cessas, a.g.e., C.3/137.
[291] Ebu Ubeyd, s.599-600, Ha. No. 1921.
[292] M. Hamidullah,İslâm Peygamberi, C.l/365-366, prg. 561
[293] Bak. M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, C.l/578, prg. 896.
[294] M. Hamidullah,îslâm Peygamberi, C.l/563, prg. 871.
[295] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/312-315.
[296] Buharî, Megazî, 12; Ebû Ubeyd, s.33, Ha. No. 82.
[297] Bak. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, C.2/1048, prg. 1673-1675.
[298] Bak. Ebû Yusuf, s. 156,158-159; Belâzurî, s.241; Ayrıca bak. Ebû Ubeyd, s.27.
[299] Bak. Buharı, Megazî, 63; Ebû Ubeyd, s. 12-13.
[300] Ebu Yusuf, s. 158-159; İbn el-Esir, C.2/143,148,151; M. Hamidullah, Vesaik, s. 297.
[301] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/315-316.
[302] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/317.
[303] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/317.
[304] Mâlik, Muvatta, Zekât, 17.
[305] Buharı, Nafakat, 2.
[306] Makrizî, C.4,v.l97/b.
[307] Buharı, Megazî, 41; Makrizî, C.4, v.253/b.
[308] Müslim, Musakat, 96.
[309] M. Hamidullah, Vesaik, s.122.
[310] Doç. Dr. Celal Yeniçeri, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/317-319.