- Hayber Topraklarının Hükmü İle İlgili Hadisler

Adsense kodları


Hayber Topraklarının Hükmü İle İlgili Hadisler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Mon 30 January 2012, 07:48 pm GMT +0200
23-24. Hayber Topraklarının Hükmü İle İlgili Hadisler

 

3006... İbn Ömer'den demiştir ki:

Peygamber (s.a) Hayber halkına savaş açtı (onların elinde bulu­nan) hurmalıkları ve toprakları ele geçirdi. Kendilerini de şatolarına sığınmaya mecbur etti. Bunun üzerine onlar, altınlarla gümüş ve si­lahların Rasûlullah (s.a)'e, develerinin yükleneceği (diğer) malların da kendilerine ait olmak (ve mallarından) hiçbir şeyi (Hz. Peygamberden saklamamak ve gizlememek, eğer şartlara aykırı olan bu işlerden birini) yapacak olurlarsa kendileri için hiçbir anlaşma ve antlaşma kal­mamak üzere Hz. Peygamberce barış yaptılar. Fakat Huyeyy b. Ah-tab'a ait olan (içi altın ve gümüş dolu) bir deriyi sakladılar. (Huyeyy b. Ahtab) Hayber (savaşın)dan önce öldürülmüştü. Kendisi bu deriyi Nâdir oğulları (savaşı) günü (yani) Nâdir oğullan sürgün edildiği za­man (onların mallan arasından seçerek alıp) yanında götürmüştü, içe­risinde Nâdir oğullarının (gümüş ve altın) zinetleri vardı. Peygamber (s.a) (Huveyy b. Ahtab'ın amcası olan) Saye'ye:

“Huyeyy b. Ahtab'ın derisi nerede?" diye sordu. O da: "- Savaş ve (halkın geçimi için yapılan) harcamalar onu tüket­ti." diye cevap verdi. (Fakat daha fazla saklayamadıklarından) Deri­yi (sakladıkları yerden) bulup getirdiler. Bunun üzerine (Kinane) b. Ebûl-hukayk öldürüldü ve (Ebûl-hukayk oğullarının) kadınları ile ço­cukları da esir edildi. Hz. Peygamber onları da sürgün etmek istemiş­ti (fakat) onlar:

"Ey Muhammed bizi bırak ta bu topraklarda çalışalım, çıkan mahsulün yansı bizim yarısı da sizin olsun." dediler. Rasûlullah (s.a) de (onların bu teklifini kabul etti) ve (her sene) onların kadınlarından her birine seksen vesk hurma, yirmi vesk arpa veriyordu.[271]

 

Açıklama
 

Bilindiği gibi Hz. Peygamber hicretin yedinci senesi Muharreminde 1500 kişilik bir ordu ile Hayber üzerine yürümüş ve üç gün içinde Hayber önlerine gelerek orada bulunan yedi kaleden beşini te­ker teker fethetmişti. Peygamberimiz yahudileri, ellerinde kalan Vasih ve Sulalim isimli son iki kaleye sıkıştırınca, yahudiler yok olacaklarını anladılar. Kanlarının bağışlanıp sürgün edilmelerini istediler.

Kinane b. Ebûl-hukkayk, Peygamberimize

"Yanına gelip seninle konuşacağım." diyerek Şemmah adındaki ya-hudi ile haber saldı.

Kaleden inince Müslümanlar, Şemmah'i yakalayıp Peygamberimizin ya­nma getirdiler.

Şemmah, Kinane'nin elçisi olarak geldiğini haber verdi.

Peygamberimiz, Kinane'nin dileğine "Olur" buyurdu. Üzerinde anlaş­maya varılan ve Kararlaştırılan Maddeler:

1. Kalede çarpışma yapmış olan yahudilerin kanları dökülmemek,

2. Yahudilerin çocukları, kendilerine bırakılmak, Hayberden ve Hay­ber arazisinden çocukları ile birlikte çıkıp gitmelerine müsaade olunmak,

3-5. Yanlarında birer hayvan yükünden başka bir şey götürmemek, men­kul ve gayr-ı menkul bütün mallar ile yay, miğfer, at, cübbe, zırh gömlek... gibi askeri araç ve gereçleri ve -üzerlerindeki elbiselerinden başka- bütün el­bise ve kumaşları Rasûlullah'a bırakmak,

6. Rasûlullah'a bırakılması gereken herhangi bir şeyi gizlememek ve giz­leyecek olanlar, Allah'ın ve Rasûlullah'ın emân ve himaye teahhüdünün dı­şında kalmak üzere anlaşma ve barış yapıldı.

Kinane'nin yemini ve Peygamberimizin ona uyarıda bulunması:

Kinane b. Ebûl-hukayk, bu maddelere bağlı kalacağına yemin etti.

Peygamberimiz:

"Eğer, siz ganimet mallarından bana teslim etmeniz gereken herhangi bir şeyi benden gizleyecek, gayb edecek olursanız, Allah'ın ve Rasûlullah'ın emân ve himaye teahhüdünden uzak kalırsınız!" buyurdu.[272]

Hayber feth edilince, bir çok mal ile sığır, deve ve saire ele geçirilmiş, fakat, Hayberlilerin ne altunları, ne de gümüşleri ele geçirilebilmişti. Hal­buki, Benû Nâdir Yahudileri, yurtlarından çıkıp Hayber'e giderlerken Ebû Rafı, Sellâm b. Ebûl-hukayk, içinde altun, gümüş ve kıymetli madenlerle ziynet eşyası, saklanılan deve tulumunu kaldırarak "Bu, bizim, dünyayı al-çaltmak ve yükseltmek için hazırladığımız şeydir!" diye bağırmıştı.

Bu hazine, önce koyun tulumuna doldurulmuştu. Çoğalınca, öküz tu­lumuna, daha çoğalınca da deve tulumuna konulmuştu.

Bu hazine, Ebûl-hukayk, hanedanının büyüklerinden büyüklerine devr edile edile saklanmakta idi.

Mekke eşrafı, düğünleri olunca, Hayber'e gidip Ebûl-hukaykların bü­yüğüne başvurarak bu ziynet eşyasından bazısını rehine karşılığında ondan bir ay süre ile emaneten alırlardı. Mekke'de bir şey kayıp olmuştu. Onu ka­yıp eden kişi bedelini on bin altun olarak ödemişti. İbn Ebûl-hukayk bu ha­zineyi ve pek çok malları peygamberimizden sakladı.[273]

Kinane b. Rebi b. Ebûl-hukayk ile Kinane'nin kardeşi ve amcasının oğ­lu Rebra, Peygamberimizin huzuruna getirildi.

Rivayete göre; Peygamberimizin huzuruna çıkarılanlar arasında Huyeyy b. Ahtab'ın amcası Sa'ye (Sa'lebe) b. Sellâm (Amr) b. Ebûl-hukayk da bu­lunuyordu.

Peygamberimiz, onlara;

"Ey Ebûl-hukayk oğullan! Ben, sizin, Allah'a ve Allah'ın Rasûlüne karşı duyduğunuz düşmanlığınızı biliyorumdur! Bununla birlikte, sizin bu düşmanlığınız, adamlarınıza verdiğim emân ve himaye teahhüdünü size de vermeme engel olmamış, ganimet mallarından herhangi bir şeyi benden gizlememek, kaçırmamak şartı ile, bu emânı size de vermişimdir.

Benden bir şey gizleyecek olursanız, kanlarınızı dökmek, bizim için he­lâl olur.

Allah'ın ve Rasûlünün emân ve himaye teahhüdünden uzak kalırsınız!

Sizi, Medine'den sürüp çıkardığım zaman, Medine'den getirdiğiniz, Mekkeliler'e emânet olarak veregeldiğiniz, ziynet eşyası ile nakidleri içinde sak­ladığınız hazine tulumlarınız nerededir.

Filândaki, filândaki hazine tulumlarınızı ne yaptınız?" diye sordu.

"Ey Ebûl-Kâsım! Biz, onları, savaşlarımızda harcadık! vallahi elimiz­de onlardan hiç bir şey kalmadı.

Bizi Medine'den sürüp çıkardığın zaman, onlarla geçindik!

Onlardan elimimde hiç bir şey kalmadı." dediler ve bu husustaki sözle­rini de yeminler ederek pekiştirdiler.

Peygamberimiz:

"Söylediklerinize dikkat ediniz!"

(Aradan geçen) zaman az, (gizlenen) mal ise, ondan çok fazla! (Az za­manda, o kadar çok mal nasıl harcanır, tükenir.)

Ne dersiniz? Bu hazineyi, sizin yanınızda bulursam, sizi öldüreyim mi?" diye sordu. Onlar

“Evet" dediler.[274]

Peygamberimiz:

"Bu hazine, sizin yanınızda çıkacak olursa, Allah ve Rasûlünün hak­kınızda vermiş olduğu emân ve himaye teahhüdii sizden uzak kalsın mı?" diye sordu.

"Evet uzak kalsın" dediler.

Peygamberimiz;

"Eğer, benden bir şey sakladığınızı tesbit edersem kanlarınızı dökme­yi ve çoluk çocuklarınızı esir etmeyi helâl sayarım!

Bütün mallarınızı almak, kanlarınızı dökmek bana helâl olur, söz ver­miş olduğum emân ve himaye teahhüdii ortadan kalkar!" buyurdu. Onlar da

"Olur! Eğer, senden bir şey sakladığımız anlaşılırsa, bize verdiğin emân sözünü geri al ve kanlarımızı dök! dediler.

Peygamberimiz onların bu sözlerine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ali ve Zübeyr b. Avvam'la yahudilerden on kişiyi şahid tuttu.

Bir Yahudinin Kinane'yi Uyarmağa Çalışması

Yahudilerden bir adam, kalkıp Kinane b. Ebul hukayk'a doğru vardı ve yavaşça:

"Muhammed'in senden istediği şey, senin yanında ise, veya bunun hak­kında bir şey biliyorsan, ona bildir de kanını canını kurtar!

Aksi takdirde, vallahi, o, muhakkak bunu elde etmeye muvaffak ola­cak, Allah, onu, bundan başkasına da bizim bildirmediğimiz şeylere de vâ­kıf kılacaktır!" dedi.

Kinane b. Ebûl-hukayk, azarlayınca, o, yahudi bir köşeye çekilip otur­du.

Peygamberimizin, Kinane'ye Tekrar Sorusu...

Peygamberimiz, Kinane b. Ebûl-hukayk'a:

"Ne dersin, hazineyi senin yanında bulacak olursak, senin boynunu vurayım mı?" diye tekrar sordu.

Kinane: "Evet! Bulursan, Vur!" dedi.

Sa'ye b. Sellâm'ın Sıkıştırılınca, Gerçeği Söylemesi:

Peygamberimiz, Kinane b. Ebûl-hukayk'tan sonra Sa'ye (Salebe) b. Sel-lâm b. Ebûl-hukayk'a da:

"Huyeyy b. Ahlab'ın, tulum içinde saklanan hazinesi nerededir?" di­ye sordu.

Sa'ye "savaşlar ve geçimler, onu, götürdü, eritti!" dedi.

Peygamberimiz, Sa'ye'yi sıkıştırması için Zübeyr b. Avvam'a havale etti.

Zübeyr b. Avvam, onu, sıkıştırdı.

Sa'ye zaîf, hafif akıllı bir adamdı. Sıkıştırılınca, eliyle bir harabeye işa­ret ederek "Ben, Kinane'nin, her sabah, şu harabede dolaştığım görüyor­dum. Benim bundan başka bir bilgim yoktur. Eğer, o, oraya bir şeyler göm-müşse, oradadır!" dedi.

Gerçekten de, Peygamberimiz, Natat kalelerini feth etmeye başladığı ve Natat halkının kalblerine korku düştüğü sırada Kinane b. Ebûl-hukayk, teh­likeyi sezmiş, deve tulumu içindeki hazineyi, ziynet eşyasını, geceleyin Keti-be'ye götürüp kazdığı bir çukura, kimse görmeden gömmüş ve üzerini top­rakla kapatmıştı. Sa'lebe (Sa'ye) de, Kinane'nin her sabah o harabede do­laştığım görmüştü.

Hazinenin Gömüldüğü Yerden Çıkarılması

Peygamberimiz, Sa'ye (Salebe)yi, Zübeyr b. Avvam ve müslümanlar-dan bazıları ile birlikte o harebeye gönderdi. O da, onlara Kinane'nin dolaş­tığı yeri gösterdi. Orası kazıldı.

Hazine'den bir kısmı, oradan çıkarıldı... Kinane'nin Sıkıştırılması:

Peygamberimiz, hazinenin geri kalan kısmının da nerede olduğun j Ki­nane b. Ebûl-hukayk'tan sordu.

Kinane, onları da teslime yanaşmadı.

Peygamberimiz, hazinenin geri kalanını getirip teslim etmesi için Kinane b. Ebûl-hukayk'ı sıkıştırmasını, işkenceye uğratmasını Zübeyr b. Avvam'a emretti.

O da, Kinane'yi söyletmek için, göğsünde çakmak çakıp kıvılcım çıka­rarak ona işkence yaptı. Fakat söyletemedi.

Hazinenin Kalan Kısmının Peygamberimize Allah Tarafından Bildirilmesi ve Çıkarılması:

Yüce Allah, Yahudilerin bu hazineyi nerede sakladıklarını da Peygam­berimize haber verdi.

Peygamberimiz, ensardan birisini çağırdı. Ona:

"Şu tarlaya doğru, şöyle git. Sonra hurma ağacına doğru var. Sağında­ki veya solundaki hurma ağacına bak. Orada göreceğin yüksek hurma ağa­cının dibinde bulacağın şeyleri çıkar, bana getir!" buyurdu.

Ensarî gitti. Oradaki hazine tulumunu da bulup getirdi.

Hazine Ortaya Çıkarılınca, Ebûl-hukayk Oğullarının Cezalandırılması:

Hazine ortaya çıkarılınca, Muahede gereğince, cezalandırılmak ve Mah-mud b. Mesleme'ye karşı boynu vurulmak üzere, Kinane b. Rebi' b. Ebûl-hukayk'm Muhammed b. Mesleme'ye teslimini emretti. Muhammed b. Mes-leme de onun boyunu vurdu.

Ebûl-hukayk oğullarından diğeri de Bişr b. Bera'm velileri tarafından öldürüldü.

Bunların çoluk çocukları ise, esirler arasına katıldı.

Ebûl-hukayk'ın iki oğlu ile birlikte aynı aileden daha bazıları da ahdi bozdukları için, öldürülerek cezalandırıldılar."[275]

Hayber Yahudilerinin Hayber Topraklarını Yarıcı Olarak İşletmeleri:

Hayber Yahudileri, hususile, Vatih ve Sülalim yahudileri kendilerine Pey­gamberimiz tarafından verilen emân ve söz üzerine bütün mallarını, mülkle­rini bırakarak Hayber'den çıkıp gideceklerdi.

Peygamberimiz onları Hayber'den sürüp çıkarmak istediği sırada, yahudiler, "Bırak bizi şu Hayber toprağında bulunalım da onları imar edelim, görüp gözetelim!

Yâ Muhammed! Biz, mal, mülk sahipleriyiz! Mülk bakımını, işletmesi­ni, biz, sizden daha iyi bilir ve başarırız.

Sen bu mülkleri bize işlettir!" dediler.

Hayber mülkleri üzerinde yarıcı olarak çalışmak istediler.

Gerçekten de, ne Peygamberimizin, ne de ashabının Hayber mülklerine bakabilecek işçileri bulunmadığı gibi, kendilerinin orayı bizzat görüp gözet­meye de vakitleri yoktu.

Peygamberimiz;

"İstiyorsanız, şu malları, işlemek üzere size vereyim. Mahsul ve meyvaları aramızda bölüşülsün. Sizi, bu mallar üzerinde Allah'ın durdurduğu müddetçe durdurayım." buyurdu.

Hayber Yahudileri kabul ettiler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz:

"Sizi, çıkarmak istediğimiz zaman çıkarmamız şartıyla!" diyerek ve mahsulü, yan yarıya bölüşmek üzere onlarla anlaşma yaptı. Hayber arazisi­ni, böylece, onlara işletti, Buna göre: Yahudiler; çalışacaklar, ekecekler, bi­çecekler elde edilecek ekin ve hurma mahsullerinin yansını, hizmetlerinin kar­şılığı olarak, alacaklardı.[276]

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif, musakatvemüzâraayacevaz verenlerin en kuvvetli delilini teşkil etmektedir. Zira Peygamber (s.a)'in Hay­ber halkına, çıkan meyvenin yarısı karşılığında Hayber hurmalıklarım kira­ya vermesi müsakat, Hayber tarlalarını çıkacak ekinin yarısı karşılığında ki­raya vermesi de müzaraadır. Bu bakımdan imam-ı Mâlik ile İmam Sevrî-Leys, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Muhaddisler, Zahiriler ve Cumhur fukâha musakatın caiz olduğuna hükmetmişlerdir.

Hanefîlerden İmam Ebî Hanife ile Züfer (r.a)'e göre, musakat da muzaraa gibi hiçbir suretle caiz değildir. Musakat meselesi tahmin suretiyle ku­ru yemiş karşılığında taze yemiş satın almak anlamına gelen müzabene[277] den nehyeden hadisler[278] ile nesh edilmiştir, tmam Ebû Hanife (r.a) mevzumu­zu teşkil eden hadis-i şerifi te'vil etmiş. Peygamber (s.a)'in Hayber yahudi-leriyle yaptığı ortaklığın müzaraa (ziraat ortaklığı) ve müsakat (meyve or­taklığı) değil, onlara bir iyilik ve ihsan olmak üzere bir haraç olduğunu söy­lemiştir. Çünkü O'na göre Rasûlullah (s.a) Hayber'i ganimet olarak almıştı. Yahudilere hiçbir şey vermeyebilirdi. Yerlerinden çıkan mahsulün bir kısmı­nı almak şartıyle mallarını ellerinde bırakması bir fazilet ve minnettir.[279] Bir vesak altmış sa'dır. Bir sa' ise 1040 dirhemdir. Bir dirhemde 32 gramdır. Buna göre altmış vesak 199980 gramdır.[280]

 

3007... Abdullah b. Ömer'den demiştir ki: Ömer (b. Hattâb (r.a), halka hitaben yaptığı bir konuşmasında) "Ey İnsanlar! Rasûlullah (s.a) Hayber yahudilerine onları diledi­ğimiz zaman (Hayber'den) çıkarabilmemiz şartıyla (bir) işlem yapmıştı. Bi-onları (Hayberden) çıkarabilmemiz şartıyla (bir) işlem yapmıştı. Bi­naenaleyh (bahçe veya tarla olarak Hayber'de yahudilerinin elinde) ki­min bir malı varsa (gelsin) onu alsın" demiş.[281]

 

Açıklama
 

Bu hadis-i şerif Rasûl-ü Zîşan Efendimizin Hayber yahudilerıyle, Hayber topraklan üzerinde, kurduğu yarı yarıya or­taklık anlaşmasının süresini müslümanların arzusunun tayin edeceğini, bu an­laşmayı bir süre için imzaladığını ve Hz. Ömer'in kendi halifeliği döneminde bu şarta dayanarak Hayber'deki yahudileri sürüp çıkardığını ve Hayber toprak­larını da asıl sahipleri olan müslümanlara dağıttığını ifade etmektedir.[282]

 

3008... Abdullah b. Ömer'den (demiştir ki:) Hayber fethedilin­ce, yahudiler, Rasûlullah (s.a)'den Hayber topraklarından çıkacak mah­sulün yarısı(nın kendilerinin olması) şartıyla kendilerini orada bırak­masını istediler. Rasûlullah (s.a) de

"Sizi bu şartla; orada dilediğimiz zamana kadar bırakıyorum." buyurdu (Hz. Peygamberdin sağlığında ve Hz. Ebû Bekir'in halifeliği döneminde) bu şartla (orada yaşamakta) idiler Hayber'in yarı gelirin­den (elde edilen) hurma ikiye bölünür ve (bunun) beşte birini Rasûlul­lah (s.a) alır. (almış olduğu) beşte bir hisseden yüz vesak hurma ile yirmi vesak arpayı hanımlarına yedirirdi. (babam) Ömer (r.a), yahu-dileri Hayber'den çıkarmak isteyince, Peygamber (s.a.)'ın hanımları­na haber gönderip onlara:

"Sizden kim kendisine tahmini olarak yüz vesaklık bir hurmalı­ğı vermemi isterse oranın ağacı da toprağı da suyu da onun olsun. Kim de kendisine tahminen yirmi vesaklık bir arpa tarlasını hisse olarak vermemi istiyorsa (onu da) yaparız. Kim de hunvstaki hissesini (ölçe­rek) ayırmamızı istiyorsa o şekilde hareket ederiz" dedi.[283]

 

Açıklama
 

Vesak; 3328 gramdır. (hars) kelimesi sözlükte zann ve tahmin anlamına gelir ki burada da bu manâda kullanıl­mıştır.[284]

Hayber: Medine ile Şam arasında Medine'ye dokuz konak mesafede bu­lunan münbit bir vahadır. Burada yahudiler yaşarlardı. Vahayı çeşitli kale­lerle tahkim etmişlerdi. Rasûlullah (s.a) bu yeri hicretin yedinci yılında fethetmiştir.

Müslümanların Hayber'i sulhan mı yoksa harben mi fethettikleri, ule­mâ arasında İhtilaflıdır. Nevevî'nin beyânına göre, bazıları harben alındığı­nı söylemiş; bir kısımları sulh yolu ile, daha başkaları ahalisinin çekilmesiy­le harpsiz-darpsiz girildiğini ileri sürmüşlerdir. Hattâ bir kısmının harben, bir kısmının sulh yolu ile bir kısmının da ahâlisinin çekilmesi suretiyle alındığını söyleyenler olduğu gibi: "Bir kısmı sulhan, bir kısmı da harben ahn-mştır." diyenler de vardır. Kadı Iyâz, bu son kavlin daha sahih olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ile ona tâbi olanların ve Süfyân b. Uyeyne'nin ka­villeri de budur.

Babımız rivayetlerinden birinde:

"Orası fethedildiği vakit arazi Allah ile Rasûlü'nün ve müslürhanlarm idi." denilmesi bu yerin harben alındığına delildir. Çünkü müslamanların hakkı ancak harbederek aldıkları yerlere teallük eder. Fakat Buhârî'nin bir rivayetinde:

"Arazi yahudilerin, Rasûlün ve Müslümanların idi." denilmiştir. Bu da o yerin sulhan alındığını gösterir. el-Mühelleb bu iki rivayetin arasını şöyle bulmuştur: Rivayetlerin birincisi sulhdan sonraki hali beyan etmektedir; Zi­ra Hayber'in bir kısmı sulh yolu ile, bir kısmı da harp yoluyla alınmıştır. Harben alınan kısım tamamiyle Allah'a ve Rasûlü'ne ve müslümanlara ait­ti; sulh yolu ile alınan kısmı ise yahudilerindİ; sulh akd edildikten sonra müs-lümanların oldu.[285]

Rasûl-ü Ekrem'in hanımlarına Hayber arazisinden yıllık hisse olarak yüz vesak hurma verildiğini ifade eden bu mevzûmuzu teşkil eden hadisle, onla­ra senelik gelir olarak Hayber arazisinden seksen vesak hurma verildiğini ifâde eden 3006 numaralı hadis arasında zahiren bir farklılık varsa da, aslında bu esaslı bir fark değil, sadece râvilerin tahminlerinden doğan bir farktır. Çün­kü bu rakamlar, râvilerin tahminlerinden ibarettir. Her ravi, kendi tahmini­ni söylemiştir. Tahminler arasında ufak tefek farklılıkların olması son dere­ce tabiidir.

Bezlü'l-Mechûd yazarının dediği gibi, Rasûlullah (s.a) önceleri hanım­larına Hayber arazisinden yıllık hisse olarak 80 vesak hurma verirken sonra­ları, bu hissenin yetmediğini gördüğü için bunu yüz vesaka çıkarmış olması mümkündür. Mevzûmuzu teşkil eden hadisin bolluk seneleriyle 3006 numa­ralı hadisin ise kıtlık seneleriyle ilgili olması da düşünülebilir.[286]

 

3009... Enes b. Mâlik'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a) Hayber'e savaş açtı. Orayı savaş zoruyla ele ge­çirdik, (orada bir mikdar) esir ele geçirildi.[287]

 

Açıklama
 

Hayber yahudice kale demektir. "Buraya ilk yerleşen Hay-ber isminde biridir. Sonraları bu isim oraya verilmiştir." di­yenler de vardır.

Hayber, Medine ile Şam arasında verimli ve hurmalık bir vaha olup, Medine'ye altı konak mesafededir.[288]

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, Hayber'in sulh yoluyla değil savaşla, kahren alındığı ifade edilmektedir. Mâzirî'nin dediği gibi "Bu sö­zün zahiri bütün Hayber'in kahren alınmış olmasını iktiza eder. Halbuki Ma-lik'in îbn Şihab'dan rivayetine göre, bir kısmı kahren bir kısmı da sulh yolu ile alınmıştır. Ebû Davud'un Süneninde rivayet ettiği "Rasûlullah (s.a) Hayber'i ikiye taksim etti, yarısını da müslümanlara ayırdı."[289] Hadisi de müş­kül kalır. Bunun cevabı bazı ulemanın söylediği şu sözdür; Hayber'in etra­fında çiftlikler ve köyler vardı. Bunları sahipleri terk edip gitmişlerdi, işte bu yerler sırf Peygamber (s.a)'e mahsustu ve Hayber arazisinin yarısını teş­kil ediyordu. Geri kalan yerleri ise harple alınmıştı ki, bunlar da gazilere taksîm edildi.[290]”

 

3010... Selh b. Ebî Hasne'den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a) yarısı ani ihtiyaçlarına ve geçimine, yarısı da müslümanlara  olmak  üzere Hayber  (arazisin)i  ikiye  böldü.  Müslümanla­rın hissesini de onsekiz paya ayırdı.[291]

 

Açıklama
 

Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hayber ara-zisinin bir kısmı boş sahipsiz ve müdafasızdı. Hayberin yarı­sını teşkil eden bu kısım, harpsiz olarak ele geçtiği için fey hükmüne girdi­ğinden Hz. Peygamberin hakkı idi. Ve Hz. Peygambere verildi. Geriye ka­lan kısmı da içerisinden humus ayrıldıktan sonra, Hudeybiye mücahidleri arasında bölüştürüldü. Çünkü Hayber ganimeti Allah'ın, Hudeybiye müca-hidlerine bir nimeti idi. Bu sebeple bu ganimetlerden Hayber savaşında bu­lunmayan Câbir b. Abdillah ile Amr b. Haram'a da hisse verildi. Hz. Pey­gamber de bir müslüman olarak bu kısımdan da hisse aldı. Onsekiz hisseden her biri yüz kişilik bir hisse ihtiva ediyordu. Dolayısıyla Hayber'in Hudey­biye mücahidlerinin hissesine düşen kısmı binsekizyüz paya ayrılmıştı. Çün­kü sözü geçen mücahidlerin sayısı binbeşyüze ulaşıyordu. Bunlardan üçyüzü de süvari idi ve Süvarilepe iki hisse vermek gerekiyordu. Bu sebeple sözü geçen arazi her biri yüz kişilik bir hisse ihtiva eden onsekiz parçaya bölüştü-küldü. Hanefi âlimlerinin görüşü de budur. Nitekim 3015 numaralı hadis-i şerifte bunu ifade etmektedir. Bu onsekiz hisseden herbiri Hayber'in tümü­ne nisbetle otuz altıda bir hisse etmektedir ki netice itibariyle 3012 numaralı hadis-i şerifteki "Hz. Peygamberin Hayber arazisini otuz altıya böldü" ifa­desine uygun düşmektedir.

Bilindiği gibi Rasûl-ü Zîşan Efendimiz eline geçen hissesini olduğu gibi şahsî ihtiyaçlarına sarfetmezdi. Zaruri ihtiyaçları dışında kalanları da yine elçileri ağırlamak, müslüman esirleri ve köleleri kurtarmak gibi müslüman-ların ihtiyaçlarına sarf ederdi.[292]

 

3011... Bûşeyrb. Yesâr'dan (rivayet olunduğuna göre) kendisi pey­gamber (s.a)'in sahabilerden bir cemaatı (şöyle) derlerken işitmiş: (Bü-şeyr burada işittiklerini naklederken aynen) şu (bir önceki) hadisi zikretmiş ve (Hayber gelirinin) "yarısı müslümanların ve RasûluIIah (s.a)'in idi. (kalan) yarısını da müslümanların karşılaşacağı işler ve ani ihtiyaçlar için ayırmıştı" demiştir.[293]

 

Açıklama
 

Musannif Ebû Dâvud bu hadisi 3010 numarada mürsel olarâk nakletmişti. Burada ise Bûşeyr'in bu hadisi almış olduğu sahabiler topluluğunu da vermek suretiyle aslında bu hadisini merfû ve mut­tasıl olduğuna işaret etmek istemiş, sahabenin herbiri güvenilir kimseler ol­duğundan isimlerini zikretmeye lüzum görmemiştir.

Bu hadis-i şerifte de bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hz. Peygamberin Hayber topraklarının yarısını müslümanlara ayırıp ondan hu­musu çıkararak hak sahiplerine verdikten sonra, kalanı tüm Hudeybiye mü-cahidlerine bölüştürdüğü ve bir mücahid olarak bundan kendisinin de hisse aldığı kalanyarısmı ise harbe giren ya da giremeyen tüm müslümanların kar­şılaştıkları hâdiselerin halline, elçilerin ağırlanmasına ayırdığı ifade edil­mektedir.

Bir önceki hadisin şerhinde açıkladığımız gibi, Hz. Peygamberin ailele­rinin herbirinin zaruri ihtiyaçları da müslüman bir ferd olarak bu ikinci ya­rıdan karşılanmıştır.[294]

 

3012... Peygamber (s.a)'ın sahabilerinden (olan bir) erkekler (cemaatin)den (rivayet olunduğuna göre); RasûluIIah (s.a) Hayber'i fet­hedince, oranın toprağını her biri yüz hisseyi ihtiva eden otuz altı kıs­ma böldü. Bunun yansı RasûluIIah (s.a) ve müslümanlara aitti. Kalan yarısını da kendisine gelecek olan elçiler (in ağırlanması) ile (müslü-manları ilgilendiren önemli) işler ve halkın karşılaşacağı bazı zorluk­lamın halli) için ayırdı.[295]

 

3013... Bûşeyr b. Yesâr'dan demiştir ki: Allah (c.c) Hayber'i Pey­gamberine fey olarak verince (Hz. Peygamber) Hayber'i her biri yüz sehim ihtiva eden otuzaltı parçaya ayırdı. Bunun yarısını karşılaşaca­ğı hâdiselerin halli) ve kendisine gelecek (elçi)ler (ve ihtiyaçlar) için ayırdı. Yani el-Vatiha (kalesi) ile Küteybe (ismi verilen köyleri) ve bu iki yere tabi olan yerleri (sözü geçen ihtiyaçlar için ayırdı) öbür yarısı­nı da müslümanlar arasında paylaştırdı, (bu da) Şakk (denilen kale) ile Netat (denilen topraklar) ve bu iki yere tabi olan yerlerdir. Rasû-lullah (s.a)'in (bir Peygamber olması itibariyle humus payı olarak ve müslüman bir mücahid olması sebebiyle de ganimet payı olarak bu ikinci kısımdan aldığı) hisse (Şakk ve Netat) kalelerine bağlı olan kı­sımda idi.[296]

 

3014... Bûşeyr b. Yesâr'dan rivayet olunduğuna göre, Rasûlul-lah (s.a), Allah kendisine Hayber'i fey olarak nasibedince oiîîuı tü­münü otuz altı paya böldü. (Bunların) yansını (yani her birî yüz sehim ihtiva eden onsekiz payı müslüman (mücahid)lere ayırdı. Peygam­ber (s.a)in de (müslüman bir mücahid olarak bu onsekiz pay içinde) müslümanlarla birlikte onlardan biri (nin hissesi) kadar hisse (almak hakkı) vardı.

Rasûlullah (s.a) (geriye kalan) onsekiz payı da , ki bu (tüm Hay-ber arazisinin) yarısıdır. Karşılaşacağı hâdiseler ve müslümanların iş­leriyle ilgili olarak ortaya çıkacak meseleler için (harcamak üzere) ayırdı. Bu da el-vatıh (kalesi) ile Küteybe (denilen köyler) ve Selâlirn (kalesi) ve buralara tabi olan yerlerdir. (Buralar) Peygamber (s.a) ile müslü­manların eline geçtiği sırada, müslümanların oraların işine yetecek ka­dar işçileri yoktu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) yahudileri çağırdı (mahsulün yarısı müslümanlara yarısı da yahudilere olmak üzere ora­ları) onlara ortağa verdi.[297]

 

3015... Kur'ân okuyucularından biri olan Mücemmi* b. Cariye el-Ensâri'den (şöyle) dedi(ği rivayet olunmuştur.)

Hayber (ganimetleri ve topraklan) Hudeybiye mücahidlerine bö­lüştürüldü. Rasûlullah (s.a) onu onsekiz hisseyi ayırdı. Ve Asker(in sayısı) binbeşyüz idi. İçlerinde üçyüz atlı vardı. (Hz. Peygamber atlı­ya iki yayaya bir hisse verdi.)[298]

 

3016... ez-Zühri ile Abdullah b. Ebû Bekir ve Muhammed b. Mesleme'nin çocuklarının birinden (rivayet olunmuştur. Bu kimseler) de­diler ki: (Hayber'de bulunan) bazı kaleler Hayber halkından (alına­mamış onların elinde) kalmıştı. (Hayber halkı bu) kalelere sığınmış­lardı (derken) Rasûlullah (s.a) den kanlarını bağışlayarak kendilerini sürgün etmesini istediler (Hz. Peygamber de öyle) yaptı. Bunu işiten Fedek halkı da bu şartlarla kalelerinden indiler. (Ve teslim oldular. Bunun üzerine Fedek arazisi) sadece Rasûlullah (s.a)'e ait oldu. Çün­kü (Müslümanlar, fethetmek için) oraya ne at ne de deve koşturmuşlardı.[299]

 

3017... ez-Zühri’den rivayet olunduğuna göre; Said b. el-Müseyyeb o'na Rasûlullah (s.a) Hayber'in bir kısmını savaş zoruyla fethetti" de­miştir.

Ebû Dâvûd der ki: Harib b. Miskine ( aşağıdaki şu hadis) gözü­mün önünde okundu (ben) tbn Vehb size haber veriyor(um) ki Mâlik, İbnu Şihab'dan (naklen) bana (şöyle) dedi: "Hayber'in bir kısmı harp zoruyla bir kısmı da barış yoluyla (fethedilmiş) idi. Kuteybe ise, içeri­sinde sulh yoluyla (fethedilmiş kısımlar bulunmakla) beraber ekserisi savaş zoruyla" (fethedildi. Ben Malik*e "el-Küteybe'(nin durumu) na­sıldır?  diye sordum. (Orası da) Hayber arazisi (içerisine dahil)dir. Hay-ber arazisi (içerisinde) kırkbin hurma ağacı" (vardır) dedi.[300]

 

3018... İbn Şihab'dan demiştir ki:

Bana erişti(ğine) göre, Hayber, savaş zoruyla fethedilmiş ve (yi­ne) savaş sonunda Hayber halkından sürgün edilmek şartıyla (kalele­rinden) inenler inmiş(savaş esnasında can verenlerse orada kalmış)[301]

 

3019... İbn Şihab'dan demiştir ki:

Rasûlullah, Hayber (ganimetlerin)in beşte birini (Enam sûresinin kırk birinci âyetinde belirlenen hak sahiplerine vermek üzere,) ayırdı, kalan(m yansın)ı da Hudeybiye mücahidlerinden (Hayber savaşında) bulunanlara ve bulunmayanlara paylaştırdı.[302]

 

3020... Ömer (b. Hattab (r.a) dan (şöyle) dedi(ği) rivayet olun­muştur.)

"Müslümanların sonradan gelecek olan nesilleri (söz konusu) ol­masaydı ben her fethettiğim köyü Rasûlullah (s.a)'ın Hayber'i pay­laştırdığı gibi paylaştırırdım.[303]

 

Açıklama
 

Şam yolu üzerinde, Medine'ye ktrksekiz millik mesafede bulunan ekinlikleri ve hurma bahçeleri bol olan Hayber şehri Natat, Sıkk ve Küteybe diye üç bölgeye ayrılır, her bölge de çeşitli kaleler­den meydana gelir.

1. Natat Bölgesi: a- Naim b- Sa'd b. Muâz c- Zübeyr(kulle) kalelerinden,

2. Sıkk Bölgesi: a- Ubeyy b- Nizâr (Beriy) kalelerinden

3. Küteybe Bölgesi: a- Kamus b- Vatih c- Selalim kalelerinden oluşur.[304] Hayber arazisinin bir kısmı boş, sahipsiz ve müdafasızdı. Hayber'in ya­rısını teşkil eden bu kısmın harpsiz olarak elegeçtiğindenfey hükmüne girdi­ği için Hz. Peygamberin hakkı idi ve Hz. Peygamber'e verildi. Kalan yarısı ise, savaş zoruyla fethedildiği için ganimet hükümlerine göre 3010 mımarah hadisin şerhinde açıkladığımız şekilde bölüştürülmüştür. Nitekim 3017 nu­maralı hadis-i şerifte de bu husus açıkça ifade edilmektedir.

Hayber savaşı, Hudeybiye seferinden hemen sonra vukubulduğu için, Hayber ganimetleri, Hudeybiye mücahidlerinin tümü arasında bölüştürül­müştür. Bunlardan Hayber savaşına katılan da katılmayan da ganimet tak­simi esaslarına uygun olarak Hayber ganimetlerinden pay almıştır.

Medine'ye iki günlük mesafede bulunan Fedek yahudileri ise, Hayber'­in muhasarası sırasında reislerini Rasûlullah (s.a)'e göndererek bütün Fedek toprakları Rasûlullah'ın olmak üzere, kendilerinin yarıcılıkla yerlerinde bı­rakılmalarını arz ettiler. Onların bu.dilekleri kabul buyrulup yürürlüğe kondu.

Dolayısıyla Fedek arazisi fey hükümlerine girdiği için,Hz. Peygamberin olmuştur. Fakat Hz. Peygamber, bunun da büyük bir kısmını müslümanlann ihtiyaçlarına sarfetmiştir.

Mevzumuzu teşkil eden bu babın hadislerinden 3016 numaralı hadis ile 3017, 3018 ve 3019 numaralı hadisler  miirseldir.

3020 numaralı hadis-i şerifte ise, Hz. Ömer'n halifelik döneminde fet­hettiği bazı toprakları gelecek nesilleri düşünerek, mücahidlere dağıtmadığı ifade edilmektedir. Bu bakımdan âlimler, bu şekilde, savaş zoruyla fethedi­len bir toprağın gazilere bölüştürülüp, bölüştürülmeyeceği konusunda ihti­lafa düşmüşlerdir. Hanefi âlimlerine göre, devlet başkanı bu toprakları ga­ziler arasında taksim etmek, ya da onu bölüştürmeyip müslümanların ihti­yaçlarına sarf etmek hususlarından birini seçmekte serbesttir.

İmam Şafiî'ye göre ise bu topraklarında aynen Rasûl-u Ekrem'in Hayber arazisini bölüştürdüğü gibi bölüştürülmesi gerekir.

İmam Mâlik'e göre ise bu gibi topraklar aynen Hz. Ömer'in yaptığı gi­bi bölüştürülmeden oldukları gibi bırakılırlar. Çünkü Hz. Ömer'in bu uygu­laması bütün sahabilerin gözleri önünde cereyan etmiş ve onlardan hiçbiri buna itiraz etmemiş, dolayısıyla bu uygulama icma hükmüne erişmiştir.[305]

[271] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/307-308.

[272] Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII-190.

[273] İmam Muhammed, Siyer'ül-Kebîr, 1-279.

[274] İmam Muhammed, Siyer'ül-Kebîr. 1-279.

[275] Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII-192-196.

[276] Koksal M. Asım, İslâm Tarihi VII, 216-217.

[277] Davudoğlu Ahmed Sahifa-i Müslim Tercüme ve Şerhi VII, 654.

[278] Müslim; büyü 59-76.

[279] Davudoğlu Ahmed, Sah İh-i Müslim Terceme ve Şerhi VII, 692.

[280] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/308-313.

[281] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/313-314.

[282] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/314.

[283] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/314-315.

[284] İbn el-Esîr, en-Nihaye II, 22-23.

[285] Davudoğlu Ahmed, Sahih-i Müslim Ten eme ve Şerhi VII, 692-693.

[286] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/315-316.

[287] Müslim, Cihâd 120.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/316-317.

[288] Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi V1II-624.

[289] 3010 numaralı hadis.

[290]  Davudoğlu A, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi VIII, 525-526.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/317.

[291] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/317-318.

[292] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/318.

[293] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/318-319.

[294] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/319.

[295] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/319.

[296] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/320.

[297] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/320-321.

[298] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/321-322.

[299] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/322.

[300] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/322-323.

[301] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/323.

[302] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/323-324.

[303] Buhâri, hars 14, humus 9, Megazi 38; Ahmed b. Hanbel 1-32,40.

Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/324.

[304] Koksal M. Asim İslâm Tarihi VII-I23, 124.

[305] Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 11/324-325.