hafiza aise
Tue 5 July 2011, 03:25 pm GMT +0200
B) HAYBER GAZÂSINDAKİ FIKHI HÜKÜMLER
1— Hayber Gazâsındaki Fıkhı Hükümler:
1— Haram aylarda kâfirlerle savaşılması. Kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.) Hudeybiye'den Zilhicce ayında dönmüş, kısa bir müddet Medine'de kaldıktan sonra Muharrem ayında Hayber'e gitmiştir. Zührî, Urve-Mervan ve Mis-ver b. Mahreme kanalıyla böyle rivayet etmiştir. Aynı şekilde Vâkıdî şöyle diyor: "Allah Rasûlü (s.a.) Hayber'e hicrî yedinci yılın başında çıkmıştır." Fakat bunu delil almak söz götürür. Zira Allah Rasûlü'nün (s.a.) Hayber'e çıkışı Muharrem ayının başında değil, sonlarında gerçekleşmiş, Hayber'i fethi ise şüphesiz Safer ayında olmuştur. Bu istidlalden daha kuvvetli delil, Allah Rasûiü'nün (s.a.) ağaç altında iken ashabından, savaşmak ve kendisini bırakıp kaçmamak üzere bîat almasıdır. Bu biat Zilkade ayında gerçekleşmiştir. Fakat bu da Hz. Peygamber'in (s.a.) Hayber'e Muharrem'in başında çıktığına delil teşkil etmez. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.), ancak müşriklerin Hz. Osman'ı öldürdükleri ve kendisiyle savaşmak istedikleri haberi kendisine ulaşınca, ashabtan savaşmaları ve bırakıp kaçmamaları konusunda bîat almış, ashab da işte o zaman bîat etmiştir. Savaşı düşman başlattığı zaman haram ayda savaş yapmanın caiz olduğu konusunda ihtilâf yoktur. Ancak ihtilâf haram ayda savaş açma hususundadır. Cumhur (âlimlerin büyük çoğunluğu), bunu caiz görerek şöyle derler: Haram ayda savaşmanın haramlığı mensuh-tur. Bu, dört mezhep imamının görüşüdür. Allah onlara rahmet etsin.
Ata ve daha başkaları ise bunun mensuh olmayıp, devam etmekte olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir. Atâ, Allah'a yemin ederek: "Haram ayda savaşmak helâl kılınmamış ve bunun haramlığmı da hiçbir şey nesh etmemiştir." derdi.
Bu iki istidlalden, daha kuvvetli diğer bir istidlal ise, Hz. Peygamber'in (s.a.) Tâif'i muhasara altına almasıdır. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.) Taife Şev-vai'in sonlarında çıkmış ve onları yirmi küsur gün muhasara altında tutmuştu. Bu kuşatma günlerinden birkaç günü ise Zilkade ayı içindeydi. Zira Mekke'yi Ramazan ayının bitimine on gün kala fethetmiş ve fetihten sonra orada ondokuz gün ikamet etmiş, namazını kısaltarak kılmıştı.[771] Akabinde Şevval ayının bitimine yirmi gün kala Hevâzin'e gitmişti. Allah, Hevâzin'i fethetmeyi kendisine nasib etmiş, Hz. Peygamber (s.a.) orada elde edilen ganimetleri taksim etmişti. Sonra oradan Tâif'e gitmiş ve Tâif'i de yirmi küsur gün muhasara altında tutmuştu. İşte bu durum, kuşatma günlerinden birkaç günün kesin olarak Zilkade ayı içinde olmasını gerektirir.
Denmiştir ki: Allah Rasûlü (s.a.) Tâif'i ancak on küsur gün muhasara altında tutmuştur. İbn Hazm: "Şüphesiz sahih olan budur!" der. Doğrusu, İbn Hazm'm kabul ettiği, hayret edilecek bir görüştür. Bunu sahih görüp kesin kılması da nereden geliyor? Halbuki Sahihayn *da Tâif muhasarası konusunda Enes b. Mâlik'ten gelen bir rivayette: "Onları kırk gün muhasara altında tuttuk. Kaleye sığınarak korundular.." diyerek hâdise anlatılmıştır.[772] İşte bütün bunlardan ötürü bu kuşatma hâdisesi hiç şüphesiz Zilkade ayında olmuştur. Bununla birlikte kıssada bir delil yoktur. Çünkü Tâif gazvesi, Hevâzin gazvesini tamamlayıcı mahiyette olmuştur. Önce onlar Allah Rasûlüyle (s.a.) savaşmaya başlamışlar, yenilgiye uğrayınca kralları -Mâlik b. Avf en-Nadri-Sakîflilerle beraber Allah Rasûlü'yle (s.a.) harb ederek Tâif kalesine sığınmıştı. Onlarla yapılan savaş, başlanılan savaşın devamı mahiyetindedir. En iy^ bilen Allah'tır.
Allah Teâlâ, Mâide sûresinde -ki iniş sırası itibariyle Kur'an'ın son sûre-lerindendir ve içerisinde mensuh âyet yoktur- şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar, Allah'ın nişanelerine, hürmet edilen aya, (Kabe'ye) hediye olan kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara... sakın hürmetsizlik etmeyin..."
Allah Teâlâ, Bakara sûresinde de şöyle buyurmuştur: "Ey Muhammedi Sana hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı soruyorlar. De ki: 'O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat Allah yolundan alıkoymak...' " [773] Bu iki âyet Ivlti-denîdir. Nüzul itibariyle aralarında yaklaşık sekiz sene vardır ve ne Allah'ı'ı kitabında, ne de Rasûlü'nün sünnetinde bu iki âyetin hükmünü nesh eden bir şey vardır. Ümmet de nesh edildiği hususunda icmâ' etmemiştir. Nesh epj-diği yolunda, kim şu âyeti: "...Müşriklerle topyekün savaşın!.." [774] veya benzeri olup da umumi hüküm ifade edene âyetleri delil gösterecek olursa nesh hususunda ona delâlet etmeyen şeyle istidlalde bulunmuş olur. Kim de nesh hususunda; Hz. Peygamber'in (s.a.) Ebu Âmir'i bir seriyye ile Zilkade ayında Evtas'a göndermesini delil gösterecek olursa, delilsiz istidlalde bulunmuş olur. Çünkü bu olay, müşriklerin başlattıkları gazvenin devamı mahiyetindeydi. Yoksa haram ayda Allah Rasûlü (s.a.) tarafından onlara karşı saya(ş açma diye bir şey söz konusu olmamıştır.
2— Ganimet mallarının, süvari için üç, yaya için qe iki hisse şekliik taksim edilmesi. İzahı yukarıda geçmişti.
3— Ordudaki askerlerin her birinin yiyecek bir şeyler bulduğu zamkı bulduğu şeyin beşte birlik kısmmı (devlete) vermeksizin yemesi caizdir. Nit kim Abdullah bPMugaffel Hayber günü kaybedilen bir yağ tulumunu elır geçirmiş ve Hz. Peygamber'in (s.a.) huzurunda ona sahip olmuştur. [775]
4— Harp bittikten sonra, orduya yardım için gelenlere ganimetten 0e verilmesi ancak ordunun izin ve rızasına bağlıdır. Çünkü Hz. Peygamber (sta Hayber'de kendisine katılan gemi halkına -Cafer ve arkadaşları- pay veH mesi hususunu ashabıyla görüştükten sonra, onlara hisse vermiştir.
5— Evcil eşek etlerinin haram kılınması. Hayber günü evcil eşek etler nin Allah Rasûlü tarafından haram kılınışı sabittir. Yine evcil eşek etlerinin haram kılınışına illet (sebep) olarak onlann pis olmasını gösteren haber de sabittir. Bu haber, "Allah Rasûlü (s.a.) evcil eşekleri yasakladı. Çünkü onlar kavmin yük hayvanları idi. Allah Rasûlü'ne (s.a.): 'Yük taşıyan hayvanlar yok oidu, eşekler yendi' denildiğinde, onların etini yemeyi yasakladı." diyen sahabilerin sözüne de, "Beşte biri ayrılmadığı için yasakladı" diyenlerin sözüne de, "Allah Rasûlü evcil eşeklerin etini yemeyi yasakladı, çünkü onlar kentin etrafında dolaşıyor ve pislik yiyorlardı." diyenlerin sözüne de tercih edilmiştir. Bunların hepsi Sahih'ie[776] mevcuttur. Fakat Allah Rasûlü'nün (s.a.): "Onlar pistir." şeklindeki sözü, illet olma konusunda bütün bunlara tercih edilmiştir. Çünkü öteki görüşler râvinin zannından kaynaklanmış olup illet olarak pis olmalarının gösterilmesine aykırı düşen ifadelerdir.
Evcil eşek etinin haram kılınışıyla Allah Telâlâ'nm şu âyeti arasında herhangi bir çelişki yoktur: "Ey Muhammed! De ki: Bana vahyolunanda leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o pistir- ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum..." [777] Şu gerçek ki, bu âyetin inişi esnasında yiyeceklerden bu dört şeyden başkası haram kılınmamıştı. Ancak haram kılma yeni yeni ve az az gerçekleşiyordu. Eşeklerin bundan sonra haram kılınması ise, nas (Kur'an) kendisi hakkında hüküm koymadığı için Kur'an'm dışında yeni baştan bir haram kılmadır. Yoksa Allah Rasûlü'nün (s.a.) hükmü yürürlükten kaldıran (nâsih) bir zat olması bir yana, O, ne Kur'an'm mubah kıldığı şeyleri kaldıran, ne de umumî hükmünü tahsis eden bir kimsedir. Allah en iyi bilendir.
6— Müt'a nikâhı Hayber günü haram kılınmamıştır. Müt'a nikâhının haram kılınması fetih (Mekke'nin fethi) yılında gerçekleşmiştir.[778] İşte doğru olan budur! İlim adamlarından bir grup, Allah Rasûlü'nün (sa.) müt'a nikâhını Hayber gününde haram kıldığı zannına kapılarak, Sahihayn'dsi geçen ve Hz. Ali'den rivayet edilen şu hadisi delil göstermişlerdir: "Allah Ra-sûlü (s.aj) Hayber gününde kadınlarla müt'a nikâhı yapılmasını ve evcil eşek etlerinin yenmesini yasak etti." [779]
fi' Yine bu konuda Sahihayn'da yeralan bir hadis ise şöyledir: Hz. Ali (r.a) İbn Arjbas'ın, kadınlarla müt'a nikâhı yapma konusunda yumuşaklık gösterdiğimi jişitince: "Ey îbn Abbas, yavaş ol! Çünkü Allah Rasûlü (s.a.) Hayber günü, müt'a nikâhını ve evcil eşek etlerini yasak etti." demiştir. Buharî'de yine Hz. Ali'den rivayet edilen bir metin ise şöyledir: "Allah Rasûlü (s.a.) Hayber günü kadınlarla müt'a nikâhı yapılmasını ve evcil eşek etlerinin yenmesini yasak etti."
Bu ilim adamları, Allah Rasûlü'nün (s.a.) müt'a nikâhını fetih yılında mubah (helâl) kılıp sonra haram kıldığını görünce: "Müt'a nikâhı haram ki lındı, sonra mubah kılındı, ardından yeniden haram kılındı." diye görüş beyan etmişlerdir.
Şafiî şöyle der: "Müt'a nikâhından başka önce haram sonra mubah, sonra yeniden haram kılınan bir şey bilmiyorum!" îlim adamlarından bir grup da: "Müt'a nikâhı iki sefer neshedilmiştir." demişlerdir. Bir başka grup ise bu konuda diğerlerine muhalefet ederek şöyle demişlerdir: "Müt'a nikâhı ancak fetih yılında haram kılınmıştır. Bundan önce ise mubahtı." Bunlar devamla diyorlar ki: "Hz. Ali b Ebî Tâlib (r.a), müt'a nikâhının haram kılmışı ile, evcil eşeklerin haram kılınışım bir arada haber vermiş -Zira İbn Abbas her ikisini de mubah görüyordu- ve onun görüşünü reddetmek için, Hz. Pey-gamber'den (s.a.) her ikisinin de haram olduğuna dair haberi rivayet etmiştir." Hiç kuşkusuz eşek etlerinin haram kılınması Hayber günü olmuştu. Eşeklerin haram kılınmaları için, zaman olarak Hayber gününü zikretmiş, fakat müt'a nikâhının haram kılmışını mutlak bırakarak bir zamanla kayıt-lamamıştır. Nitekim bu durum Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde sahih bir isnadla şöyle geçmiştir: "Allah Rasûlü (s.a.), evcil eşek etlerini Hayber günü haram kıldı, kadınlarla müt'a nikâhı yapılmasını da haram kıldı." Başka bir metin ise şöyledir: "Kadınlarla müt'a nikâhı yapılmasını haram kıldı, ve evcil eşek etlerini de Hayber günü haram kıldı." Süfyân b. Uyeyne bu durumu tafsilli ve açık bir şekilde böyle rivayet etmiştir. Bir kısım râviler, Hayber gününün her iki haram kılma için ortak bir zaman olduğu zannına kapılarak, her iki haram kılmayı da Hayber günüyle kayıtlamışlardır. Sonra bazıları çıkıp, haram kılınan iki şeyden birisiyle yetinip, -ki, o da eşeklerin haram kılınmasıdır- bunu bir zamanla kayıtlamışlardır. Şüphe buradan doğmuştur.
Hayber kıssasında sahabe, yahudi kadınlarla müt'a yapmamış, bu hususta Allah Rasûlü'nden (s.a.) izin istememiş ve bu gazveyi aktaran hiçbir kimse kesinlikle böyle bir şey nakletmemiştir. Bu olayda, müt'a hakkında -fetih (Mekke fethi) gazilerinin aksine- onun ne işlenişinden, ne de yasaklanışından sözedilmiştir. Çünkü müt'a olayının gerek işlenişi gerekse yasaklanışı bakımından Mekke fethinde vuku bulduğu meşhurdur. Bu metod (meseleyi açıklığa kavuşturmak bakımından) iki yolun en sahih olanıdır.
Hayber kıssası hakkında üçüncü bir metod da şudur: Allah Rasûlü (s.a.) müt'a nikâhım asla umumî bir şekilde haram kılmamış, aksine ihtiyaç olmadığı zaman haram kılmış, müt'a nikâhına ihtiyaç duyulduğu zaman ise mubah kılmıştır. İbn Abbas'ın tuttuğu yol buydu. Öyle ki, buna fetva veriyor ve şöyle diyordu: "Müt'a da ölü eti kan ve domuz eti gibidir. Zaruret halinde ve zina korkusu bulunduğu zaman mubah olur." Fakat insanların çoğu, İbn Abbas'ın sözünü bu şekilde anlamadılar, onun müt'a nikâhını mutlak olarak mubah kıldığı zannına kapıldılar ve bu konuda ileri geri konuştular; şiirler söylediler. İbn Abbas bu durumu görünce, müt'a nikâhının haramlığı konusundaki görüşe döndü.
7— Tarladan çıkacak meyve yahut ekinden bir kısmını aimak şartıyla yapılan müsâkat ve muzâraa akitlerinin caizliği. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.), Hayber halkına bu şekilde muamele etmiş ve bu uygulama vefatına kadar sürmüş, bunu kesinlikle kaldırmamıştır. Ayrıca Hulefa-i Raşidîn'in yaptıkları uygulama da bu şekilde devam etmiştir. Bu ise kiraya verme kabilinden değil, ortaklık kabilindendir ve mudarabe akdinin bir benzeri olup onunla aynıdır. Her kim mudarabe akdine "mubahtır" deyip de, bunu haram kılacak olursa, şüphesiz benzer olanların arasını ayırmış olur.
8— Allah Rasûlü Hayberlilere, giderlerini kendi mallarından karşılamaları şartıyla, Hayber arazilerini işletmeleri için vermiş, fakat onlara tohum vermediği gibi Medine'den de kesinlikle onlara tohum taşıtmamıştır. Allah Rasûlü'nün (s.a.) bu tutumu, tohumun tarla sahibinden olmasının şart olmadığını ve tohumun tarlayı işletecek olan taraftan alınmasının da caiz olduğunu gösterir. Aynca bu, kendisinden sonraki Hulefa-i Raşidîn'in de tutumudur. Nitekim nakledilen bu olduğu gibi kıyasa uygun olan da budur. Çünkü arazi (tarla), mudarabe akdindeki sermaye durumundadır. Tohum, ise tarlayı sulama hükmündedir. Bundan dolayı tohum tarlada çürür ve bir daha sahibine dönmez. Eğer mudarabe akdindeki sermaye durumunda olsaydı, sahibine dönmesi şart koşulurdu ki, bu da müzaraa akdini fasid eder. Anlaşılmıştır ki, bu hususta sahih kıyas, Allah Rasûlü'nün (s.a.) ve Hulefa-i Raşidîn'in tutumlarına uygun olan kıyastır. Allah en iyi bilendir.
9— Henüz ağaçta iken, çıkacak hurma miktarı tahmin edilir ve taksimi buna göre yapılır. Taksim ise bir ahş-veriş akdi değildir.
10— Sadece bir tahminci ve bir taksim edici ile yetinmenin caiz olması.
11— Sulh anlaşmasının, devlet başkanı istediği zaman bozulması caiz olan
bir akit olarak yapılmasının caizliği.
12—- Sulh akdi ve eman vermenin bir şarta bağlanmasının caizliği. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.) Hayberliîerle, hiçbir şeyi gizlememe ve saklamamaları şartıyla akit yapmıştır.
13— Herhangi bir şeyle itham altında bulunan kişileri ceza vererek itirafa zorlamanın caizliği. Bu davranış zalim bir siyaset değil, âdil bir şeriattır.
14— Hükümler konusunda karine ve emarelere göre işlem yapılabilir. Hz. Peygamber'in (s.a.) Kinâne'ye: "Mal çoktu, geçen zaman ise az" demesi gibi. Allah Rasûlü (s.a.) bunu, Kinâne'nin: "Harpler ve geçimler, o malları tüketti." sözünün yalan oluşuna bir delil olarak getirmiştir.
lif- Kişinin sözü, yalanına delil teşkil ettiğinde, sözüne bak hain mevkiine konabileceği.
lmaksız
16— Eğer zimmiler, kendilerine şart koşulan herhangi bir şeye muhale fet edecek olurlarsa, artık onlar hakkında zimmet anlaşması kalmaz, kanlan ve mallan helâl olur. Çünkü Allah Rasûlü (s.a.) Hayberliîerle anlaşma yap^ mış, kendilerine herhangi bir şeyi saklamamalarını ve gizlememelerini şart koşmuştu; eğer böyle yapacak olurlarsa, kanları ve malları helâl olacaktı. Bunlar şarta vefa göstermeyince de, Allah Rasûlü (s.a.) onların kanlarını ve mallarını mubah saymıştır. Emîrülmü'minîn Hz. Ömer de, zimmîlere koştuğu şart^ iarda buna uymuş ve bu şartlardan herhangi bir şeye muhalefet ettikleri zaman, ayrılıkçı ve düşman gruplara karşı yapması helal olan şeyleri onlara karşı da yapmayı helal saymıştır.
17-- Bir emrin, işlenmeden önce kaldırılmasının caizliği. Hz. Peygamber (s.^j) ashaba, önce evcil eşek eti pişen kapların kırılmasını emretmiş, sonra o kapların yıkanması yolundaki emriyle de önceki emrini değiştirmiştir.
18-H- Eti yenmeyen hayvanın derisinin ve etinin boğazlanmayla da ten iz olmayacağı. Eti yenmeyen hayvanın kesilmesi de ölmesi yerindedir. Boğaz ı-ma işi ise, ancak eti yenen hayvanlarda etkili olur.
19— Bir kimse ganimet malları paylaşılmadan önce herhangi bir şeyi a \i-cak olursa, ganimetten alacağı paydan az da olsa, aldığı şeyi mülk edinemez. O şeye ancak taksimle sahip olabilir. İşte bu yüzden Hz. Peygamber (s.a:), hiyanet ederek bir kadife kazak çalan kimse hakkında: "O kadife kazak, üzerinde alev alev yanıyor." [780]buyurmuştur. Yine hiyanet ederek, bir ayakkabı tasması çalan kimse hakkında da: "Ateşten bir ayakkabı tasmadtj" buyurmuştur.[781]
20— Devlet başkanı, savaşla fethedilen topraklan taksim etmek veya i hiplerine bırakmak ya da bir kısmını taksim edip bir kısmını sahiplerine 11-rakmakikonusunda serbesttir.
21- İslâm'ın galibiyetinin ve yayılışının sebeplerinden görülen veya işitilen bir şeyi uğurlu saymak ve bunu ilan etmek caiz hatta müstehabtır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.), Hayber halkının yanında kürek, balta ve zenbillerin görülmesini uğurlu saymıştır. Çünkü bu, Hayber'İn harab olması hususuntla bir uğurlu görmedir.
22— Zimmîlerin, ihtiyaç duyulmadığı zamanlarda İslâm yurdund karılıp sürülmelerinin caiz oluşu. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştu: "Allah'ın sizin kalmanıza müsaade ettiği sürece, bizler de müsaade ederiz." Onların büyüklerine: "Bir gün kervanın seni Şam tarafına, sonra birgün (başka yere) alıp götürdüğünde halin ne olur?" demişti. Hz. Ömer, Allah Rasûlü'nün (s.a.) vefatından sonra onları Hayber'den sürmüştür. Bu, Muhammed b. Cerîr et-Taberî'nin görüşüdür. Bu, şayet devlet başkanı bir fayda görecek olursa kendisiyle amel edilmesi caiz olan, kuvvetli bir görüştür.
Şöyle denemez: "Hayber halkı, zimmîlik anlaşmaları bulunan kimseler değil, aksine kendileriyle barış anlaşması yapılan kimselerdi." Bu, boş bir iddiadır. Çünkü onlar zimmîlerdi. Bundan dolayı da kanları ve mallan hususunda devamlı bir emân ve güvenlik içinde olmuşlardır. Evet, cizye kanunlaşmamış (meşru kılınmamış) ve farziyyeti de nazil olmamıştı. Dolayısıyla Hayberliler, cizyesiz zimmîlerdi. Cizyenin farziyyeti nazil olunca, kendileriyle zirnmîlik anlaşması yapılan ehl-i kitab ve mecûsilerden cizye alınmaya yeni başlanmıştır. Hayberlilerden cizye alınmaması, onların zimmî olmadıklarından değil, aksine cizyenin farziyyeti henüz nazil olmadığından dolayı idi.
Anlaşma akdinin müebbed olmaması, onların kanlarının dökülmeme-siyle ilgili değil, Hayber topraklarında iskân edilme süreleriyle alâkalıdır. İmam daha sonra, istediği zaman onların kanlarını mubah görebilir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.): "Sizlerin burada kalmanıza, Allah'ın veya bizim müsaade ettiğimiz sürece, izin veririz." demiş; fakat "Kanlarınızı dilediğimiz sürece koruruz." dememiştir. Kurayza ve Nadîr oğullarıyla yapılan zimmîlik anlaşması da; Allah Rasûlü'ne (s.a.) karşı savaşmamaları, O'nun aleyhinde başkalarına yardım etmemeleri, böyle yaptıklarında kendilerinden emânın (zimmîlik sözleşmesinin) kalkacağını kabul etmeleri şartlarıyla yapılan "şartlı bir zimmîlik anlaşması idi. Onlar da cizyesiz zimmîlerdi. Çünkü o zaman cizyenin farziyyeti-nazil olmamıştı. Allah Rasûlü (s.a.), onların kadın ve çocuklarının esir edilmelerini mubah görmüş, ahdin bozulmasını kadın ve çocuklar için de geçerli saymıştır/Anlaşma şartlarının bozulması karşısında sesini çıkarmayan ve kabullenen kimseyi, anlaşmayı bozan ve harp eden kimse yerine koymuştur. Aynı şekilde, cizyenin farziyyetinden sonraki dönemde de, ahdin bozulmasının kadın ve çocuklar için de geçerli olması, Allah Rasûlü'-nün (s.a.) zimmîler konusundaki tavrının gereğidir. Fakat bu durum,ahdi bozanlar silahlı ve kuvvetli bir grup oldukları zaman olur. Ama anlaşmayı bozan, topluluktan yalnız bir kişi olur ve diğerleri de buna katılmazsa, o zaman ou kişinin anlaşmayı bozması karısı ve çocukları için geçerli olmaz. Nitekim ÎIz. Peygamber (s.a.), kendisine hakaret edenlerden kanının dökülmesini helâl kıldığı kimselerin kadın ve çocuklarını esir etmemiştir. İşte Allah Rasûlü*nün avrı budur. Kaçınılma? davranış da budur. Do&ruya ulaştırmak Allah'tandır!
23— Bir adamın, cariyesini azad edip azad edilmesini mehri sayması ve onun izni, şahidler, başka bir veli aranmaksızın ve nikahlama, evlendirme lafızları kullanılmaksızın cariyesini karısı yapmasının caiz oluşu. Nitekim Allah Rasû'ü (s.a.) Safiyye'ye böyle yapmış ve kesinlikle; "Bu, bana mahsus bir durumdur" dememiş, ümmetinin bu hususta kendisine uyacağını bile bile buna işaret etmemiştir. Sahabeden de hiçbir kimse, "Bunu Allah Rasûlü'nden (s.a.) başkasının yapması doğru olmaz." dememiş, aksine hâdiseyi rivayet ederek bütün ümmete aktarmışlar ve onlan böyle yapmaktan menetmemişlerdir. Allah Rasûlü de (s.a.) bu hususta kendisine uyulmasını yasaklamış değildir. Oysa Allah Teâlâ, kadının kendi mehrini bağışlamasıyla yapılan nikâhı Rasûlü'ne mahsus kıldığında: "..Diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere..." buyurmuştur.[782] Şayet cariyesini karısı yapma, ümmetinden ayrı olarak sırf kendisine mahsus bir şey olsaydı, nadir ve az olmasından ötürü bir kadının kendisini (mehrini) bir erkeğe bağışlamasını zikretmek değil, efendilerin cariyeleri ile böyle muamelelere girişmeleri çokça gerçekleştiğinden ötürü bu tahsisi zikretmek açıklamaya ihtiyaç gösterme bakımından ondan daha uygun yahut ona denk olurdu. Özellikle kaide, ümmetin Allah Rasûlü'ne (s.a.) iştirak etmesi ve O'na uymasıdır. Durum böyle olunca, nasıl olur da Allah Rasûlü (s.a.) caiz olmayı gerektiren bir durum ortada iken, kendisine uyulması caiz olmayan bir yerde ümmeti men etmek hususunda sessiz kalabilir! Bu muhal gibidir. Ümmet de bu konuda Allah Rasûlüne (s.a.) uyulmayaca-ğına dair icmâ' etmemiştir. Dolayısıyla ümmetin icmâ'ım kabul etmek gerekir. Başarıya iletmek Allah'tandır!
Sahih kıyas bunun caiz olmasını gerektirir. Çünkü cariye sahibi, cariyenin bizzat kendisine, birleşme menfaatine ve onun hizmetine sahip olmaktadır. Cariye sahibi onun rakabesindeki mülkiyet hakkını düşürüp menfaat mülkiyetini yahut onun bir türünü devam ettirme yetkisine sahiptir. Bu durum kölesini azad edip de, yaşadığı müddetçe kendisine hizmet etmesini şart koşması gibidir. Sahibi, cariyeyi mülkiyetinden çıkardığı zaman, herhangi bir türden menfaatini istisna ederse, satım akdinde bunu yapmaktan engellenemez. O halde nikâh akdinde bundan nasıl engellenebilir? Cinsel ilişki menfaati nikâh veya cariye edinmekle mubah olduğuna ve cariyenin azad edilmesi ise kendisinden cariyeliği kaldırdığına göre onun zevce yapılması cinsel ilişki menfaatinin mubah olmasına bağlıdır. Dolayısıyla efendisi rızası olmadan cariyenin nikâhını ve başkasına satılmasını gerçekleştirebilir ve kendisi lehine cariye hakkında sahip olduğu bir şeyi istisna edebilir. Nikâh akdi bunun ge-Teklerinden olduğundan efendi ona mâlik olur. Çünkü efendinin istisna edilen mülkiyetinin devamı ancak bu akitle tamam olur. İşte bu, sahih sünnete uygun olan,sahih kıyasın ta kendisidir! Allah en iyi bilendir.
24— Kişinin kendisi veya başkası adına yalan söylemesinin caizliği. Ancak bu durum, eğer kişi bu yalanla kendi hakkına ulaşabilecek ve başkasına da zarar vermeyecekse caiz olur. Nitekim Haccac b. Ilât müslümanlar hakkında yalan söylemiş ve bu yalandan dolayı müslümanlara herhangi bir zarar vermeden Mekke'de bulunan mallarını elde etmiştir. Yalandan dolay: Mekke'deki müslümanlara dokunan eza ve üzüntü ise, yalanla meydana gelen faydanın yanında, çok az bir zarardır. Özellikle de bu yalandan sonra, doğru haberle hâsıl olan imanın artması, neşe ve sevincin doruğa ulaşması yanında çok daha azdır. Böylece yalan ağırlıklı faydanın hasıl olmasına bir sebep oldu. Bunun benzeri, imam ve hâkimin gerçeğin ortaya çıkmasını sağlamak amacıyla davalıya gerçeğin aksini düşündürmesi olayıdır. Nitekim Hz. Davud'un (a.s.) oğlu Hz. Süleyman (a.s.), çocuğu ikiye bölme teklifiyle iki kadından birisini şüpheye düşürmüş, bu hareketiyle gerçek annenin bilinmesini sağlamıştır.[783]
25— Bir adamın seferde iken karısıyla cinsî münasebette bulunmasının ve karısının kendisiyle birlikte ordu içerisinde bir hayvana binmesinin caiz oluşu.
26— Bir kimse, diğer bir kimseyi öldürücü bir zehirle katledecek olursa, kendisi de öldürdüğü kimseye karşılık kısas yoluyla idam edilir. Tıpkı yahu-di kadınının Bişr b. Berâ'ya karşılık öldürüldüğü gibi.
27— Ehl-i kitab'ın kestikleri hayanlardan yemenin caizliği ve onların yemeklerinin helâl olduğu.
28— Kâfir bir kimsenin verdiği hediyenin kabul edilebileceği.
Eğer, kadın kısas olarak değil de, koyunu zehirlemek suretiyle müslümanlara karşı harp açmış olduğu için, anlaşmayı bozduğundan ötürü öldürülmüştür, denilirse; şöyle cevap verilir: Eğer kadının öldürülmesi anlaşmayı bozmasından dolayı olsaydı, koyunu zehirlediğini itiraf ettiği vakit öldürülmesi gerekirdi. Yoksa onun öldürülmesi, zehirli koyundan yiyerek ölen kimsenin ölüm zamanına bırakılmazdı.
Soru: Kadın, anlaşmayı bozunca öldürülmeli değil miydi?
Cevap: Bu, devlet başkanı esirde olduğu gibi anlaşmayı bozan kimse hususunda da muhayyerdir, diyenlerin delilidir.
Soru: Sizler, îmam Ahmed'in de belirttiği gibi, onun öldürülmesini tarz olarak görüyorsunuz. Halbuki Kadı Ebu Ya'lâ ve ona tâbi olanlar, devlet baş-
. kanı bu hususta muhayyerdir diyorlar.
Cevap: Şayet, koyun zehirleme hadisesi, anlaşmadan önce olmuşsa bunda herhangi bir delil yoktur. Eğer anlaşmadan sonra olmuşsa müslüman birisinin öldürülmesiyle anlaşmanın bozulup bozulmayacağı hakkında iki görüş ileri sürülmüştür: Bununla anlaşmanın bozulduğunu kabul etmeyenlere göre bu açıktır. Bununla anlaşma bozulmuştur görüşünde olanlara göre ise müs-iümanı zehirleyen kişinin öldürülmesi zorunlu mudur veya devlet başkanı bu hususta muhayyer midir, yoksa anlaşmayı bozan sebepler birbirinden ayırt edilip de şöyle mi denir: Sebebin (anlaşmayı bozma) sebebiyle öldürülmesi kesinlik kazanır ve eğer anlaşmayı, devlet başkanına isyan etmek veya dârül-harbe sığınmakla bozarsa devlet başkanı bu hususta muhayyerdir; anlaşmayı bunların dışında, bir müslümam öldürmek, müslüman bir kadınla zina etmek, müslümanlar aleyhine casusluk yapmak veya müslümanların sırlarını "düşmana bildirmek gibi bir şeyle bozarsa bu konudaki açık ifadeye göre idam cezası uygulanır. Buna göre bu kadın, koyunu zehirlemekle harp eden birisi olmuştu ve dolayısıyla öldürülüp öldürülmemesi muhayyer idi. Fakat zehir yüzünden müslümanlar dan bazıları ölünce, ya kısasa kısas olarak ya da bir.müslümam öldürmekle anlaşmayı bozduğu için öldürülmesi farz olmuş vft bu yüzden öldürülmüştür. İşte bu muhtemeldir. En iyi bilen Allah'tır. [784]
[771] Buharî, 64/52. İbn Abbas'tan.
[772] Müslim, 1059; Ahmed b. Hanbel, 3/107. Buharî'de (64/56) hadisin baş kısmında müellifin (r.h.) zikrettiği cümle yoktur.
[773] Bakara, 2/217.
[774] Tevbe, 9/36,
[775] Buharî, 64/38; Müslim, 1772 (73).
[776] Buharî, -Fethu''-Bâri- 7/370, 9/564, 565.
[777] En'âm, 6/145.
[778] Müslim, 1406 (21). Rebî b. Sebre, babasının kendisine şunları söylediğini rivayet etmektedir: Sebre, Allah Rasûlü (s.a.) ile bulunduğu bir zamanda Allah Rasûlü (s.a.) buyurdu ki: "Ey insanlar! Kadınlarla müt'a nikâhı'yapma hususunda size izin vermiştim. Allah bunu artık kıyamet gününe kadar haram kılmıştır!..."
[779] Buharî, 64/38, 67/31, 72/28, 90/3; Müslim, 1408; Tirmizî, 1121; İmam Mâlik, 2/542; Nesâî, 6/125, 126; İbn Mâce, 1961; Dârimî, 2/140; Ahmed b. Hanbel, 1/79.
[780] Sahihtir, yukarıda geçti.
[781] Sahihtir, yukarıda geçti.
[782] Ahzâb, 33/50.
[783] Buhari, 85/30; Müslim, 1720: Ebu Hureyre'den.
[784] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 3/385-395.