- Hayat ve Hakikat

Adsense kodları


Hayat ve Hakikat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Wed 24 March 2010, 03:59 pm GMT +0200
Hayatı ve Hakikati Çözümleme 

Hayatın anlaşılması ve mânâlandırılması bir açıdan kullanılan dile, dilin kavram ve anlam zenginliğine, bu zenginliğin uygun kelimelerle doğru şekilde temsil edilebilmesine bağlıdır. İnsan sözlü ve yazılı dilin sembollerini kullanarak dış dünyanın gerçekçi veya çarpık bir modelini zihninde hem inşa eder, hem de dış dünyadaki varlıkların ve hâdiselerin doğru veya yanlış haritalarını zihninde çizmeye çalışır. Zihninde haritasını çıkardığı dünya, insanın kendisi tarafından gerçek dünyanın malzemesi kullanılarak yapılır ve gerçek dünyadan az veya çok sapmalar gösterir. Bu noktadan başarılı ve sağlıktı bir eğitimin hedefi, müşahhas (somut) ve mücerred (soyut) hakikatleri ihtiva eden dış dünyanın en az hata ve çarpıtmayla çocuğun zihninde şekillenmesini ve modellenmesini sağlamaktır.

DIŞ DÜNYA NASIL MÂNÂLANDIRILIR?

Başta beş duyumuz olmak üzere her türlü vasıtayla dış dünyadan beyine ulaşan binlerce sinyalin işlenmesi sonucu (idrak) ortaya çıkan potansiyel anlamlardan, kendimizce önemli ve değerli olan birini tercih ederiz. Algı (idrak) algılayan ve algılanan şeyin içinde bulunduğu şartlara ve konumuna (konteks) bağlı olarak ortaya çıkar. Anlamlandırmanın görme ve idrakla da ilişkisi vardır. Konteksin bir anlamı, görme ve idrak için kontrast (zıtlık) ve arka zemin oluşturmadır. Sürekli değişim ve tekamüle maruz eşyanın, zaten tek bir fotoğrafının (anlamının ve izahının) olması beklenemez. Çok boyutlu varlık ve hâdiselerin ifade ettiği anlamlar, çok sayıda olabilir. Meselâ tek bir nesne, çevreye, şartlara, zamana bağlı olarak çok farklı anlam ve fonksiyonlara sahip olabilir. Tarihin anlamı, onun nasıl okunduğuna ve okuyan kişinin niyetine bağlı olarak farklılaşır. Tarih zaferler veya yenilgiler açısından incelenebilir. Bu farklı inceleme açısı, bizleri farklı davranış ve tutumlara götürebilir. Ya nostaljik bir havaya girip geçmişin şanlı günlerine kendimizi hapsederiz veya geçmişin yanlışlarından ders alarak geleceğimizi daha sıhhatli temeller üzerine kurma gayretine gireriz. Bizler hedefimize, niyetimize, önemlilik ve değerlilik kriterlerimize uygun olarak eşya ve hâdiselerin değişen yere, zamana ve şartlara bağlı olarak ifade ettiği yüzlerce anlamı keşfetmeye çalışırız. Eğitim sistemimizde genelde eşya ve hâdiseler, geçmişte keşfedilen bir veya birkaç anlamıyla izah edilir ve bunların tek doğru ve gerçek olduğu vurgulanır. Eğitimimizin sonunda, dünyanın ve hayatın ne olduğu, ne anlama geldiği, zihinlerimize işlenmiş olur. Zihinlerimize işlenen dünya modeli, dış dünyanın gerçekliğinin aynısı olabileceği gibi, çoğu zaman gözlenildiği üzere, dış nesnel ve mücerred hakikatlerin kötü bir kopyası da olabilmektedir. Yetiştirilme tarzı, alınan eğitim, içinde bulunulan sosyokültürel şartların tesirleri altında insanlar, hem kendilerine ait zihnî gerçeklerini, hem de toplumlarına ait sosyal gerçekliği (realite) üretirler ve buna inanmaya başlarlar.

KELİMELER VE ŞEYLER PROBLEMİ

İnsanların veya toplumların kendi dillerini kullanarak dış dünyanın gerçekliğini {ifade ettiği anlamları) hangi oranda çarpıtmadan zihinlerine kodlayabildikleri, eğitimleri süresince dış dünyayı zihinlerinde kodlayan insanların ürettikleri sosyokültürel gerçeklerin, hangi oranda dış nesnel dünyanın gerçekleriyle örtüştüğü veya onların bir yansıması olduğu bugün ciddi şekilde sorgulanmaktadır. Bir başka ifadeyle, hakikatte var olan müşahhas ve mücerred âlemleri ne ölçüde zihinlerinde sağlıklı şekilde modelleyebilmektedirler? Kelimeler ve şeyler bilmecesinin kesin ve net çözümünü bulmak hangi şartlarda mümkün olabilecektir?

Tanımlama ve anlamlandırma fonksiyonu ile insanoğlu, bir açıdan varolduğunun isbatını da yapmaktadır. Kendini ve çevresini anlamlandırmakla hem var olduğunu göstermekte, hem de kendini idrak etmektedir. Tanımlama ve anlamlandırma işlemi, gerçekte süreklilik gösteren dinamik bir fonksiyondur. Kendilerini ve çevrelerini tanımlama ve anlamlandırma işlemini, diplomalarını alır almaz bırakan insanlar hızlı bir şekilde donmaya ve klişeleşmeye başlarlar. Tutucu ve bağnaz olmaya yatkın hale gelirler. Belirli şartlara, yere ve zamana bağlı olarak anlamını ifade edip kaybolan varlık ve hâdiseler, yer, şartlar ve zaman değiştikçe yeni anlamlar ortaya koyarlar. Bu insanın niçin kendini sürekli yenilemesi gerektiğini izah eder. İnsanlar bunu göremez hale geldiğinde yavaş yavaş dış dünyanın gerçekliğiyle ilişkilerini kaybederler. Meselâ bir zamanlar dış dünyayı “Newton mekaniği” ve “mutlak determinizm” ile algılarken günümüzde, “quantum mekaniği” ve “istatistikî (şartlı) determinizm” ile daha iyi ve daha sağlıklı şekilde anlamlandırabilmekteyiz. Anlamlandırmada kullandığımız bilgiler, genelde belirli bir mekana ve şartlara bağımlı olarak elde edilir. Bilgi patlamasının yaşandığı ve bilginin hızla eskiyip geçersiz kaldığı günümüz şartlarında, eski bilgiler ışığında yapılan tanımlamalar ve anlamlandırmalar da geçersiz kalmaktadır. Bugün insanlık, kendini ve çevresini yeniden anlamlandırabilmenin krizini yaşamaktadır. Bunun en güzel misalini, dünyada her seviyede yaşanan değişik derecelerdeki kimlik probleminde görmekteyiz. Bugünkü bilgiler ışığında insanları klasik sağ ve sol düşünce ayrımına göre gruplamak ve insan davranışlarını bu çerçevede anlamaya çalışmak oldukça zordur. Çünkü zaman içinde sağ ve sol düşünce o kadar değişim geçirmiştir ki, bu zıt düşünceleri temsil edenlerin pratikte çok fazla ortak noktalara sahip olduğu görülmektedir. İnsanları pozitif (söz ve davranış bütünlüğü olanlar) ve negatif (söz ve davranış bütünlüğü olmayanlar) olmak üzere iki grup içinde incelemek daha açıklayıcı olmaktadır.

HADİSELERİ MANALANDIRMADA HEPTENCİ YAKLAŞIM

Anlamlandırmanın gerçekleşmesi herşeyden önce dış dünyanın sistematik ve düzenli hale konulmasını, dolayısıyla varlıkların ve hâdiselerin sınıflanmasını gerekli kılar. Gruplama veya sınıflama izafî bir ayrım olup, zihinlerde var olan bir kavramdır. Dış dünyada olaylar bir bütündür ve bütünlük içinde cereyan eder. Ve bir anlam taşır. Zihinlerimizde yaptığımız sınıflama, bütüne ait anlamı az veya çok tahrip eder. Meselâ beden-ruh, zihin-madde sınıflamaları gerçek nesnel dünyada geçersizdir. Beden-ruh, zihin-madde aynı hakikatin (bütünün) farklı iki yüzüdür. Her iki yüz de düzenlemeye, organizasyona, dengeye sürekli bağımlıdır. Biri olmadan diğeri fonksiyonlarını icra edemez. Her biri kendini karşıt yarımında keşfeder ve tanımlar. Beyindeki fizikî ve kimyevî değişiklikler, düşüncenin mahiyetini ve kalitesini değiştirdiği gibi, düşünceler, hissî durumlar da beyinde kimyevî değişikliklere sebep olur. Her ikisi aynı anda birlikte etkilerini gösterir. Biz ne bedenî fonksiyonları ruhtan, ne de ruhun bedenî fonksiyonlarını bedenden ayrı düşünebiliriz. Ancak ruh bazı fonksiyonlarını bedene bağlı olmadan da gerçekleştirdiğinden, bedenden ayrı bir hakikati olduğunu da kabul ederiz. Bunu genelleştirirsek, parça bütünü, fert toplumu etkilediği kadar, bütün parçayı, toplum da ferdi etkiler. Diğer bir deyişle atomun, molekül, bileşik ve makro yapıları aşağıdan yukarıya doğru etkilediği kadar, makro yapı da yukarıdan aşağıya atomlara varıncaya kadar herşeyi etkileyebilir. Kâinatın bütün birimlerinde gözlenen bu karşılıklı dinamik denge, parça (sistem elemanları) veya bütün (sistem) lehinde kullanılabilir. Meselâ, fert topluma, devlete hizmetçi kılınacağı gibi, devlet ve toplum da ferde hizmetçi kılınacak şekilde sosyal düzenlemeler yapılabilir. Eşya ve hâdiseleri anlamlandırma noktasında insan kâinatın içinde, kâinat da insanın içinde bir fihriste şeklindedir. Hayatı çözümleme, hem insanın kendini dünya içinde, hem de dünyayı kendi içinde tanımlayıp anlamlandırabilmesine bağlıdır. Bu da kâinattaki hakikatlerin (gerçek ve doğruların) çeşitliliğini ve birliğini bir arada görmeye bağlıdır. Ayrıca bir hakikatin niçin çok renklere girip farklılaştığı meselesinin anlaşılmasına bağlıdır.

HAKİKAT KAVRAMININ AÇILIMI VEYA ANLAM ZENGİNLİĞİ

Kâinatta herşeyi çiftler halinde yaratan Allah, herşeyin bir zıddını da yaratarak kâinat sarayını şenlendirmiştir. Nisbi hakikatler, Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin tecellî etmesine de vesile olurlar. Allah insanları farklı kabiliyetlerde yaratarak nisbî hakikatlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Herşeyin bir zıttı ve tamamlayıcısı olduğuna göre nisbî (izafî) hakikatlerin karşısında hakiki hakikatler (doğru ve gerçekler) vardır. Zaten nisbî hakikatler, mutlak hakikatlere bağlı olarak varlıklarını devam ettirirler.

“Hakikat” kelimesi hem doğruyu, hem gerçeği ifade ettiği gibi, doğru ve gerçeklerin hem değişen (izafî olan) alt gruplarını, hem değişmeyen sabit olan gruplarını da içine alır. Bu noktadan, İslâm alimleri hakikati ilk başta, hakikî (mutlak) ve nisbî hakikatler olmak üzere iki gruba ayırmışlardır. Hakikatin veya hakkın zıddı olan batıl ise hem yanlışı, hem de aslı olmayan şeyleri ifade eder. Ayrıca hakikat, eşyanın dışa ve içe bakan yönlerindeki doğru ve gerçekleri ifade etmede kullanıldığı için literatürde, zâhirî (dış) ve bâtını (iç) âlemler ile şehadet ve gayb âlemlerine (görünen ve görünmeyen âlem) ait hakikatler şeklinde bir sınıflamaya da gidilmiştir. Ancak bizler insan olarak hakikatleri, binler perde ve mesafeler içinde araştırırız. Dış dünyadan hakikatleri keşfedip zihinlerimizde şekillendirirken araya kabiliyetlerimiz, niyetimiz gibi perdeler de girer. İnsanlardaki farklı kabiliyetler, aynı hakikate kendi renklerini vererek hakikatlerin çeşitlenmesini sağlıyor. Hayatta en az seviyede başarısızlık ve olumsuzluklarla da karşılaşmak istiyorsak, mevcut farklı nisbî ve hakiki hakikatlere (gerçek ve doğrulara) saygılı kalarak onları birbirine karıştırmamalıyız. Gerçekler ve doğrular şeklinde hakikatin iki anlamını göz önüne aldığımızda, gerçeklerle doğruların her zaman birbirleriyle örtüşmediğini tesbit ederiz. Yani her zaman her gerçek olan şey, doğruya karşılık gelmediği gibi her doğru da her zaman gerçeklerle uyuşmayabilir. Ve biz bu ince, ama önemli ayrımı, ya olan (gerçek) ile olması gereken (doğru) arasındaki veya tavus kuşu yumurtası ile tavus kuşu arasındaki farkı görerek daha iyi anlayabiliyoruz. Bu açıdan çevremizde olan biten şeyler, kendi davranışlarımız birer gerçek iken; olması gereken doğru şeyler olmayabilir. Ayrıca nesnel maddî dünyaya ait bulgular, her zaman gerçekliği ve doğruyu göstermeyebilir. İnandığımız ve kabul ettiğimiz nesnel dünyaya ait gerçek ve doğruların yanında, değer hükümlerimize ait doğrular da vardır. Değer hükümlerimize ait doğrular, nesnel dünyayla etkileşirken, biz bunu davranışlarımıza ve kullandığımız varlık ve eşyalara yansıtmaya çalışırız.

Gerçek ve doğruların çok değişik yönlerini bir arada temsil eden hakikat kavramının ifade ettiği farklı boyutları sınıflar ve o sınıflamalara sadık kalarak, eşya ve hâdiselerin sırlarını çözmeye, anlamaya çalışırsak; ifrata ve tefrite düşmeden, filin (hakikatin) tam bir fotoğrafını çıkarabilme şansına sahip olabiliriz. Aksi takdirde, filin hakikatini inceleyen körler misalinde olduğu gibi, filin bir parçasına tutunup; bütün fili o kısımdan ibaret görüp; filin bacağını, hortumunu veya kulağını bütün fille özdeşleştirmek gibi bir hataya düşeriz. Aynen öyle de kompleks ve çok boyutlu gerçek ve doğruların hepsini kendinde toplayan hak ve hakikat kavramını; sadece görebildiğimiz, bilebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeylerden ibaret olduğunu zannederek; bütün hak ve hakikatin, sınırlı beş duyumuzla ve aletlerimizle yaptığımız gözlem ve ölçümlerden ibaret olduğuna hükmetmek, körlerin düştüğü hataya maruz kalmak demektir. Fili tanımlamaya çalışan körlerin düştüğü yanlışa düşmek istemiyorsak; gerçek ve doğruların aşağıdaki farklı boyutlarına ve özelliklerine saygı duymak ve sınırlarımızı aşmamak gerekmektedir.

1. Mutlak (hakikî) hakikatler ve nisbî (izafî) hakikatler (gerçek ve doğrular)

2. Fizikî (müşahhas) ve metafizik(mücerred) dış dünyaya ait doğrular, gerçekler.

3. Nesnel gerçek dünyaya ait doğrular ve ahlakî değer hükümlerine ait doğrular. Bir başka ifadeyle nesnel dünyaya ait hakikatler ile değerler dünyasına ait hakikatler arasındaki nüanslar hayatî öneme sahiptir.

4. İnsanın kendi ana diline ait kavramları kullanarak zihninde yeniden ürettiği dış dünyaya ait doğrular, gerçekler (zihindeki gerçek doğrular)

5. Fertlerin kendi zihniyetlerine uygun olarak toplumda inşa ettikleri sosyal gerçekler ve doğrular (sosyokültürel gerçek ve doğrular).

Eşyanın var olması, kâinatta düzen ve intizamın, ölçü ve dengenin esas olması birer hakiki hakikat iken, düzen ve intizamın, ölçü ve dengenin çok farklı derecelerde temsil edilmesi de, izafî hakikatlerin varlığına işarettir. Meselâ; yeryüzündeki bütün çeşitli meyva türlerinin toplamını hakikat (gerçek ve doğruları temsil eden anlamında) olarak kabul edelim. Biz bütün çeşitli meyvaları tek bir sepete doldurarak ve sepete “meyva sepeti” ismini vererek de tanımlar ve gruplayabiliriz. Daha sonra sepetten aldığımız bir meyva çeşidini; meyva olarak gözlem ve incelemeye tâbi tutabiliriz. Bunu yaparken “Alıp incelediğimiz meyva, sepetteki meyvalardan biri olup; onlarla ortak özellikleri olduğu kadar, diğer çeşitlerden farklılaşan yönleri de vardır” şeklindeki bir ifade, meyve hakikatine saygının bir ifadesi olur. Halbuki sepetten bir meyva alıp “Aldığım meyva, meyvaların bütün özelliklerini toplamaktadır. Sepetteki birkaç meyvayı inceleyerek sepetteki bütün meyva çeşitlerinin özelliklerini tespit edebiliriz. Sepetteki her bir meyva, içindekilerin bütün özelliklerini temsil eder” hükmüne varılırsa, bütün bütün meyva hakikatine saygısızlık edilmiş olunur. Zira, meyva hakikatinin kompleks, çok boyutlu özelliklerini tek bir çeşit meyvanın özelliklerine indirgenmiş sayılır. Bırakın farklı meyvaları, aynı ağaca ait meyvalar bile ne tam birbirinin aynısı, ne de gayrısıdır. Bir çok ortak özelliklerin yanında, herbirinin kendine has farklılıkları vardır. Bunun farkına varmak, hakikate saygılı olmanın ifadesidir. Hakikati, binler perde içerisinde araştırdığı ve kabiliyetleri devreye girdiği için, her insanın aynı meyva misalinde olduğu gibi, her bir şeye ait hakikati, kavrayış, hissediş ve ifade ediş şekli farklılaşmakta, renklenmektedir. Meselâ bir insanın kalbine konulan iman hakikatinin inkişafı, filiz vermesi, ağaç olması ve meyve oluncaya kadar geçireceği ve değişik özelliklerini ortaya koyacağı çeşitli devreler vardır. İman hakikatinin bütün özellikleriyle insanda ve toplumda ortaya çıkması, uygun şartlara, uygun mekana ve zamana ihtiyaç duyar. Meselâ bir tavus kuşunun bütün özelliklerini gösterebilmemiz için, tavus kuşu yumurtasının zamanla bir seri değişikliklere maruz kala kala olgunlaşmasını ve tavus kuşuna dönüşümünü beklemek zorundayız. Eğer biz bunu farketmeyip, “tavus kuşunun kendisi ile yumurtası arasında fark yoktur” dersek, tavus kuşu hakikatinin kompleks yönlerini ve değişik özelliklerini gözardı ederek ona saygısızlık etmiş oluruz. Aynen öyle de, imanın farklı derecelerini ve meyvalarını da görmemezlikten gelemeyiz. İmanları genelde tavus kuşu yumurtası şeklinde kalmış ve tavus kuşunun özelliklerini göstermekten uzak müslümanların durumlarına bakarak; tavus kuşu hakikatini ve onun muhteşem renklerini inkâr etmek de hakikate saygısızlığın bir başka çeşididir. Hakikatin çeşitlenmesine bir başka misâl de, her müslüman namaz kıldığı halde, herbirinin namaz hakikatini idrak edişi kendine has olduğundan, namaz hakikati çok farklı derecelerde ortaya konulmaktadır. Yine bu noktadan namazın dereceleri sonsuzdur.

Dünya hayatının muntazam bir şekilde devam ettirilmesinde, dinimizdeki bu tür izafî hakikatlerin doğru anlaşılması ve onlara uygun hareket edilmesi çok önemlidir.

Bizim toplumumuzdaki iletişim kazalarının ve sosyal kavgaların çoğu, yukarıda kısmen açıklanan hakikatin kompleks yönleri ve özelliklerinin müzakere ve diyaloglarda dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. Sonuçta sosyal barışın sağlanması giderek imkânsız hale gelmektedir. Çözüm, gerçek ve doğruların hangi düzleminde ve boyutunda konuştuğumuzun farkında olmaktır. Açarsak, dış nesne! dünyadaki veya zihindeki gerçeklik ve doğruları mı, yoksa değer hükümlerimize ait doğruları mı müzakere ettiğimizin şuurunda olmalıyız. Olanlar ile (gerçekler) olması gerekenler (doğrular) arasındaki farkı da gözardı etmemeliyiz. Hakikatlerin böyle bir sınıflama içinde değerlendirilmesi ve iletişimde buna saygılı kalınmasının, toplumdaki ortak paydaların, birlik ve beraberlik noktalarının tesbitini ve sosyal barışı daha da kolaylaştıracağı kanaatini taşıyoruz.

Dr. Selim AYDIN