- Hamraül Esed

Adsense kodları


Hamraül Esed

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 28 April 2011, 09:53 am GMT +0200
Hamraü'l-Esed

Cumartesi akşamından itibaren yaralarını sarıp da evinde din­lenmeye çekilen ashab, pazar sabahı Hz. Bilal'in ezanıyla birlikte Mescid-i Nebevi'ye gelmişti.

İnsanlığın Emini Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), dünden bu yana düşünüp duruyor ve bir türlü emin olamıyordu. Sonuç itiba­rıyla Mekke açısından iş ortada kalmıştı; savaşmış ama bir şeyelde edemeden geri gitmişlerdi. Yolda giderken kanaatlerini değiştirip yeniden Medine'ye saldırmayı düşünebilirlerdi. Onlara böyle bir fır­satı vermemek gerekiyordu. Aynı zamanda Uhud sonrasında otori-

135 Onun bu şekilde söz söylemeye hakkı olmadığını söyleyen bazı sahabiler, Abdul­lah İbn Übeyy İbn Selül'ii eteklerinden çekecek ve haddini bilmesi gerektiğini söyleyeceklerdi. Gelgitleri o kadar açıktı ki, belli bir duruş sergileyemiyor ve sürekli zikzak yaşıyordu. Nihayet Mescid-i Nebevi'derı dışan çıkmak zorunda kalmıştı. Onu kapıda gören bir başka sahabi, dışan çıkışının sebebini soracak ve o da, iyilik yapmak istediği halde kötiilük gördüğünü ifade ederek oradan uzaklaşacaktı. Arkasından kendisini tevbe ve istiğfara çağıranıara da kapısı­nı kapayacak ve Resiilullah (s.a.s.) dahil kimsenin, kendisi hakkında istiğfarda bulunmasını istemediğini söyleyecekti. Bkz. İbn Hişarn, Sire, 4/56; Siiheyli, Rav­du'I-Dnf,3/293

tenin yine Medine'de olduğunu herkese ilan etmek lazımdı.

Bu arada Allah Resülü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yamna Ab­dullah İbn Amr İbn Av! gelmiş ve Kureyş ordusunun, endişe edilen hususlarla ilgili haberlerini getirmişti. Gerçekten de Kureyş, Melel denilen yere geldiğinde aralannda bir durum değerlendirmesi yap­mış ve elleri boş olarak geri dönmenin yanlış olduğunu, yeniden Medine'ye saldırarak Müslümanlan kökten temizlemek gerektiğini konuşur olmuştu. Onlara göre Mekke'ye dönerken ne ellerinde bir ganimet ne de köle ve cariye bulunuyordu. Savaşmışlardı ama el­lerinde bu savaşı kazandıklarını ifade eden herhangi bir unsur da yoktu. "Savaşı biz kazandık." deseler bile bunu ispat edebilecekleri hiçbir şey yoktu ellerinde:

- Ne yaptınız ki, diyorlardı. Onların gücünü kırdınız ve ağır bir darbe vurdunuz ama yine de onları kendi hallerine bıraktınız! Esas hedef olması gerekenlerin hepsi de yaşıyor ve bu yarınımız adına büyük bir tehlike demektir. En iyisi mi gelin geri dönelim ve hepsi­nin kökünü kazıyalım!

Ancak herkes aynı kanaatte değildi. Safvan İbn Ümeyye ileri atılacak ve şunları söyleyecekti:

- Ey kavmim! Sakın bunu denemeyin! Şu anda onlar, her za­mankinden daha fazla öfkeliler ve ben, Uhud'da bulunmayanlan da yanlarına alarak üzerimize geleceklerinden korkuyorum. En iyisi mi siz, elde ettiğinizle yetinip hemen geri dönün. Çünkü ben, yeniden onlara saldırdığınızda bu halinizi de kaybedeceğinizden korkuyo­rum!

Hz. Abdullah'tan bunları dinleyen Efendimiz, yanına çağırdığı Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'le önce meseleyi istişare edecek ve ardın­dan da Hz. Bilal'e seslenerek insanlara şöyle tebliğde bulunmasını talep edecekti:

- Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellern), sizin düşmanınızı takip etmenizi emrediyor! Yalnız, bizimle birlikte sadece, dün Uhud'da olanlar gelsinler!

Zaten Cibril-i Emin de gelmiş, Rabb-i Rahim'inden şu mesajları getirmişti:

- Düşman birliklerini takip edip arkadan sıkıştırmada gevşek­lik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da tıpkı

sizin gibi acı çekiyorlar. Kaldı ki Siz Allah'tan, onların ümit edeme­yecekleri birçok şeyleri umuyorsunuz. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.P"

Davet eden Efendimiz olur da sahabe bu davete icabet etmez miydi hiç! Onca yaraları, yakınlarından şehit olanların acısı, arka­da kalan yetimlerin gözyaşı ve tükenen takatlerine rağmen onların hepsi yeniden kılıçlarına sarılacak ve bir çırpıda, Resülullah'ın san­cağının altında toplanıvereceklerdi. Onların bu halini Kur'an da bay­raklaştıracak ve Allah (celle cclaluhü), Resülullah davet ettiği zaman bir Müslüman'ın alması gereken tavrı belirleme adına ebedi kelamında bu gayreti şu ifadelerle takdir edecek, ahirette alacakları mükafatı ortaya koyacaktı:

- Hele o yara aldıktan sonra Allah'ın ve Resülii'niin çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takva sahiplerine pek büyük mükafatlar vardır.v?

Efendimiz'in mesajını aldığı sırada Üseyd İbn Hudayr138 gibi yaralarını tedavi etmekle meşgulolanlar da vardı. Duyar duymaz:

- Allah ve Resülü için işittik ve itaat ediyoruz; baş üstüne, diye­cekler ve üzerlerindeki yaralara, henüz dinmeyen kana rağmen kı­lıçlarını alıp meydana çıkacaklardı. Sadece Beni Selime kabilesinden yaralarıyla birlikte emre itaat edip Efendimiz'le birlikte yeniden yola düşen kırk yaralı vardı.

Übeyy İbn Seltil de bu takibe katılmak istemiş, ancak Efendimiz tarafından onun bu talebine olumlu cevap verilmemişti. Zaten Hz. Bilal'in nidasındaki ayrıntı, onun gibi Uhud'un yolundan geri dö­nenlerin bu takibe gelemeyeceklerini açıkça ifade ediyordu.

Medine'de yine İbn Ümmi Mektitm vekil tayin edilmiş, sancak da Hz. Ali'ye verilmişti.v?

136 Nisa, 4/104

137 Ai-i İmran, 3/172

138 O gün Hz. Üseyd'in dokuz yarası vardı. Onun gibi emre itaatle Resı1lullah'ın ya­nına koşan Tufeyl İbn Nu'man'ın on üç, Ka'b İbn Malik ve Hıraş İbn Sımme'nin onar, Kutbe İbn Amir'in dokuz yarası vardı. Bkz. Vakıdi, Megazi, 1/335; Salihi, Sübiılii'l-Hiida ve'r-Reşad, 4/308-309

139 Sancağın Hz. Ebü Bekir'e verildiği de bildirilmektedir. Bkz. Vftkıdi, Megazi, 1/335; Salihi, Sübülii'l-Hüda ve'r-Reşad, 4/309

Medine'den ayrılmadan önce Mescid-i Nebevi"ye girecek ve bu­rada iki rekat namaz kılarak öyle yola çıkacaktı. Bu sefer Allah Re­sülü (sallallahu aleyhi ve sellem), 'Sekb' adındaki atına binmişti ve orduda O'ndan başka da ata binen yoktu. Üzerinde yine zırh ve başında da miğfer vardı; hatta o kadar ki, dışandan bakıldığında sadece müba­rek gözleri görülebiliyordu. Hz. Talha'yı gördüğünde:

- Silahın nerede, diye sordu.

- Yakında ya Resülullah, diye cevapladı ve hemen gidip silahı-

nı kuşandı Hz. Talha. O da ağır yaralıydı ve o gün, sadece göğsünde dokuz yara bulunuyordu. Buna rağmen o:

- Resülullah'ın bedeninde bu kadar yara varken benimkilerin ne önemi var, diyor ve Allah Resülü'nün duyduğu acıyı da ruhunda hissederek yoluna devam ediyordu.

Efendimiz ona:

- Şu anda onlar nerede olabilirler, diye sordu.

- Seyyale'de diyordu Hz. Talha.

- Ben de öyle tahmin etmiştim! Ama unutma ki ey Talha, Allah

(celle celaluhü) bize Mekke'ye girmeyi nasip edeceği ana kadar asla böyle bir Uhud yaşatamayacaklar, buyurdu.

Bu arada Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashab arasından üç kişiyi seçerek onlan Harnraü'l-Esed cihetine öncü kuvvet olarak gönderdi. Bunlar, Eslem kabilesinden Süfyan İbn Talk'ın iki oğlu Selit ve Nu'tııatı ile Uveyroğullarından bir başka sahabi idi. Önceden gidecek ve gelişmelerden Allah Resülü'nü haberdar edeceklerdi.v'?

Uhud'un yorgunluğu ve yaralan sebebiyle Hamraü'l-Esed'e kadar soluğu yetmeyen Uveyroğullarının bu isimsiz sahabisi dışın­daki Selit ve Nu'man kardeşler hedefe ulaşacaklar ve Mekke ordu­su hakkında bilgi toplamaya başlayacaklardı. Ancak geri dönüp ye­niden Medine'ye saldırma planlan yapan Mekke ordusu tarafından fark edilmeleri uzun sürmedi ve bunun üzerine her ikisi de oracıkta şehit edildi.H'

140 Bu sahabinin adını ashab, büyük ihtimalle Uhud'un yorgunluğu sebebiyle Ham­raü'l-Esed'e kadar ulaşamadığı için vermemiştir. Bkz. Vakıdi, Megazı, 1/335; Salihi, Sübulü'l-Hiida ve'r-Reşad, 4/310

141 Resül-ü Kibriya HazretIeri Harrıraü'l-Esed'e gelince, derin bir üzüntii içinde

Ashab arasında, bir gün önce Uhud'da olup da Resülullah ile birlikte Hamraü'l-Esed'e doğru yola koyulmayan neredeyse bir tek sahabi bile kalmamıştı. Hiç yola çıkamayacak olanlar bile bir yolunu buluyor ve Efendimiz'in emrine itaatten taviz vermek istemiyordu. Abdieşheloğullanndan Raft' ve Abdullah İbn Sehl kardeşler de bun­lardandı, İkisi de ağır yaralıydı; Abdullah'ın yaralan Rafi'e nispetle daha derindi ve miinadinin sesini duyar duymaz aralannda konuşup sürüne sürüne yola çıkacaklardı.

O gün Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), ashabına emrederek odun toplattıracak ve akşam olunca da ateş yakmalarını isteyecek­ti. Gecenin karanlığı basınca Hamraü'l-Esed, beş yüz ateşle kendi­ni gösterir olmuştu. Gecenin karanlığında yakılan bu beş yüz ateşin hem görüntüsü hem de haberi hızla yayılıyordu ve belli ki bu, key­fiyet itibariyle yakalanılan konumun kemiyet planında da elde edil­diğinin bir göstergesiydi. Tabii olarak bu manzara, Mekke ordusu açısından ayrı bir baskı oluşturuyordu.

Bu arada Efendimiz'in yanına, daha önce aralarında istihba­rat anlaşması bulunan ve Tihôme' de142 olup bitenlerden Allah Re­sülii'nii haberdar edeceğinin sözünü veren Ma'bed İbn Ebi Ma'bed geldi:

- Ya Muhammed, diyordu. Allah'a yemin olsun ki Senin ve as­habının başına gelenler bizi de üzdü. Allah'ın Seni yüceltmesini ve bu musibeti başkalarına vermesini ne kadar da isterdik!

Oturup bir müddet konuştular. Daha sonra ayrılmak için izin isteyen Ma'bed'e Efendimiz de eşlik edip bir müddet beraber yürü­düler ve nihayet Hamraii'l-Esed'derı ayrılan Ma'bed, doğruca Mekke ordusunun bulunduğu yere geldi.

Bu sırada Mekke ordusu, Safvan İbn Ümeyye gibi bazıları Mek­ke'ye dönme fikrinde ısrar etmiş olsalar da çoğunluk yeniden Me­dine'ye saldırma fikrinde birleştiği için toparlanmış, hareket etmek

onlan buraya görnecek ve onlar için dua edecekti. Bk2. Vfıkıdi, Megazi, 1/335; Salihi, Sübülü'l-Hüda ve'r-Reşad, 4/310

142 Tihame, Necid'in alt taraflannda kalan ve Mekke'yi de içine alan Hicaz bölgesi­nin genel adıdır. Bk2. Hamevi, Mu'cemu'l-Büldan, 1/440

üzereydi. Ma'bed'in gelişi, işte tam böylesine kritik bir zamana denk gelmişti. Onu görünce Ebu Süfyan, yanındakilere dönerek:

- İşte bu Ma'bed'dir! Onda mutlaka yeni haberler vardır, dedi.

Arkasından da:

- Ne haber ey Ma'bed? Oralardan ne haberler getirdin, diye sordu. Bunun üzerine Ma'bed, şunları söylemeye başladı:

- İşin doğrusu ben, Muhammed ve ashabını, daha önce gör­mediğim kadar büyük bir kuvvetle peşinizden gelirken gördüm. Size karşı öfkeden yanıp tutuşuyorlar. Evs ve Hazreç halkından dün on­larla beraber olmayanlar da gelip aralarına katılmışlar! Size ulaşıp da intikam almadan geri dönmeyi de düşünmüyorlar! Başlarına ge­lenler konusunda çok öfkeliler ve dün yaptıklarına da bin pişmanlar! İşin özü, size karşı öyle bir kin ve nefretleri var ki bu zamana kadar ben, öylesini hiç görmedim!

Söylenilenler karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Ebu Süfyan, önce:

- Yazıklar olsun sana! Nelerden bahsediyorsun sen, diye çıkıştı.

İstifini bozmadan devam eden Ma'bed:

- ValIahi de sen buradan ayrılmadan atlarının alınlarını görür­sün, diyerek bir adım daha attı. Onun sözleri, Ebu Süfyan'ı daha da endişelendirmişti. Tereddütlü bir ses tonuyla:

- Halbuki biz, tekrar onlara saldırıp köklerini temizleme kara­rı almıştık, dedi. Bir taraftan başını iki yana sallayan Ma'bed diğer yandan şunları söylüyordu:

- Bunu yapmanızı hiç tavsiye etmem! Onların görünüşü o kadar mehib idi ki ben, gördüğüm bu manzara karşısında onlar için şiir bile yazdım!

Ebu Süfyan daha da meraklanmıştı ve yazdığı şiirleri de okuma­sını istedi Ma'bed'den. O da, uzun uzun şiirini okumaya başladı. Şi­irinde, Medine ordusunun heybet ve gücü karşısında yaşadığı endi­şeyi dile getiriyor ve bu ordunun hedefindeki Mekke ordusuna yazık olacağı şeklindeki endişelerine yer veriyordu. Dil oturaklı, ifadeler de oldukça etkiliydi. Sözün gücü karşısında Ebu Süfyan'ın nutku tu­tulmuş, tasvirler karşısında adeta yüreği parçalanmıştı. Derin derin düşünüyordu. Medine'ye yeniden saldırmama konusunda demek ki Safvan haklıydı. Zihninde olup bitenleri ölçüp biçiyor ve belli ki

nihai bir karara varmak istiyordu. Her halinden endişe okunuyordu ve nihayet geri dönüp Mekke'ye hareket için orduya emir verdi.

Ortaya konulan stratejiler netice vermiş ve Mekke ordusu, söz ve görüntünün gücüne yenik düşerek korkmuş, seri adımlarla ve kestirmeden Mekke'ye dönüyordu. Yolda giderken bir kervanla kar­şılaşacak ve bu kervanla Allah Resülü'ne:

- Biz yeniden toparlanıp saldıracak ve Seninle ashabının kökü­nü kazıyacağız, diye haber göndermeye çalışacaktı. Belli ki kaçarken bile gururundan taviz vermek istemiyor, korkudan iki büklümken bile meydan okumaya devam ediyordu. Haber kendisine ulaşınca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) sadece:

- Allah bize yeter ve bizim için O, ne güzel vekildir, diyecekti.

Zira onların bu sözleri, inanan insanlara güç ve kuvvet veriyordu. Zaten çok geçmeden Cibril-i Emin de gelecek ve onların sarf ettiği sözlerden de bahsederek sadece Allah'a güvenip tevekkül etmenin isabetli olduğunun haberini getirecekti.w'

Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), pazartesi, salı ve çar­şamba günlerini Hamraü'l-Esed'de geçirdikten sonra, düşmanını sindirip Uhud'un yaralarını da sarmış olarak yeniden Medine'ye geri dönecekti. Çünkü Hamraü'l-Esed, tek başına müstakil bir gazve de­ğildi. Uhud'la başlayan sürecin bir parçasını oluşturuyordu.