- Halimizi Güzel Kıl!

Adsense kodları


Halimizi Güzel Kıl!

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Sun 25 April 2010, 11:09 am GMT +0200
Halimizi Güzel Kıl!

Bize, bizim içimizden bir Rasul gönderdin.
O, büyük bir ahlâk üzerineydi.
Biz apaçık bir sapıklık ve cehalet içindeydik de O, ahlâkı tamamlamak üzere aramızdaydı.
Bize ayetlerini okurdu.
Bize kitabı ve hikmeti öğretirdi.
Bizi arıtırdı, temizlerdi.
Arındıkça biz, yeryüzü arınırdı, sana hazırlanırdı.
O merhametliydi, yumuşak tabiatlı, ağırbaşlıydı.
Beklerdi. “Onlar bilmiyor” der, sabırla, duayla beklerdi.
Yürürdü. Sanki ayakları değmezdi yere, toprak incinmezdi adımlarından.
Söylerdi. Söz, bir nisan yağmuru gibi inerdi, öyle işlerdi çorak gönüllerimize.
Dururdu. Bir emrin karşısında öyle bir duruşla ki, sanki dağlar yürürdü.

Din, güzel ahlâktır

Sahabilerden biri Rasul-i Ekrem s.a.v.’e gelerek sordu:
- Ey Allah’ın Rasulü, din nedir?
Rasul-i Ekrem s.a.v. buyurdular:
- Güzel ahlâktır!
Din güzel ahlâktır. Peki güzel ahlâk nedir? Müslüman’ın aslî halidir:
Doğru sözlü, merhametli, güler yüzlü, tatlı sözlü, neşeli, sabırlı…
Hilm, vakar ve şükür sahibi…
Gıybet, haset etmeyen, söz gezdirmeyen, hiçbir varlığa eziyet etmeyen, kin tutmayan…
Gazabında ve yumuşak huyluluğunda ölçülü olan. Yani mutedil...
Müslüman. Teslimiyetiyle arınan...
Rasul-i Ekrem s.a.v.’in ahlâkı Kur’an ahlâkı idi ve O şöyle dua ederdi:
“Allahım; Senden sıhhat, afiyet ve güzel ahlâk isterim.
Allahım, bana güzel ahlâk ihsan eyle. Zira, Senden başka kimse güzel ahlâk ihsan edemez. Allahım, beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır.”

Güzel söz, güzel yüz

Sahabilerden biri Efendimiz s.a.v.’e geldi:
- Bana öğüt ver.
Efendimiz s.a.v.:
- Nerede bulunursan bulun, Allah’tan kork, buyurdular. Sahabi:
- Artır ey Allah’ın Rasulü, dedi. Efendimiz s.a.v.:
- Kötülüğün akabinde bir iyilik yap ki, o iyilik günahını gidersin, buyurdu. Sahabi tekrar:
- Artır ya Rasulallah, deyince Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdular:
- İnsanlarla güzel geçin.

.  .  .

Bir gün Allah Rasulü s.a.v.’e bir kadından söz ettiler:
- O, gündüzlerini oruçla geçirir, geceleri uyanıktır. Daima ibadet eder.
Allah Rasulü s.a.v. sordular:
- Onun komşularıyla geçinmesi nasıldır?
Sahabiler:
- Komşuları ile iyi geçinmez, kötü huylu bir kadındır, dediler. Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- Onda hayır yok, o cehennemliktir!
Ve buyurdular:
“Siz, mallarınızla insanlara yardımı yetiştiremezsiniz, yardıma malınız yetmez. Hiç değilse onları güler yüz ve güzel huy ile hoşnut etmeye çalışın.
Kul, ibadeti zayıf olduğu halde güzel ahlâkı sayesinde ahiretin yüksek derecelerine ve şerefli menzillerine erişir.”
Ahlâkımız nasıl sorusuna nasıl cevap veririz?
Bu soruda müslümanlığımız saklıdır; insanlığımız, kulluğumuz saklıdır.
İnsanlarla aramız nasıldır?

Lisanımız halimizdir

Kişiyi dili, sözleri ele verir.
Konuştuğumuzda doğruyu ve hakkı söyler miyiz?
Doğruyu nasıl bir lisan ile söyler, hakkı nasıl savunuruz?
Zeyd bin Seane r.a. müslüman olmadan önce yahudi idi ve faizle borç para verirdi. Rasulullah s.a.v. de ondan borç para almıştı. Ödeme vakti gelmeden Zeyd söylenmeye ve parasını istemeye başladı. Bir gün daha da ileri gitti ve Rasulullah s.a.v.’e gelerek:
- Siz Abdulmuttalip oğulları, borçlarınızı vermemek için bir sürü mazeret ileri sürer durursunuz, dedi.
O sırada orada bulunan Hz. Ömer r.a. hiddetle:
- Allah’ın düşmanı! Peygamber’e nasıl böyle sözler söyleyebiliyorsun, diyerek ileri atıldı. Rasulullah s.a.v. tebessüm ederek şöyle buyurdu:
- Ömer, senden bunu beklemezdim. Sen ona parasını nezaketle istemesini söyleyecek, bana da borcumu süratle vermemi tavsiye edecektin. Haydi, kalk, bu adama alacağıyla birlikte yirmi ölçek hurma ver.

.  .  .

Bir gün Efendimiz s.a.v.’in huzuruna beş on kişilik bir yahudi heyeti geldi. Huzura girince selam vermiş olmak için:
- Es-sâmu aleyküm (ölüm üzerinize olsun), dediler.
Hz. Aişe r.a. onların bu hain sözlerini anladı ve:
- Ölüm ve Allah’ın gazabı, lâneti sizin üzerinize olsun, diyerek karşılılık verdi.
Bunun üzerine Efendimiz s.a.v.:
- Aişe, ağır ol. Muhakkak ki Allah, her konuda incelik ve yumuşaklıkla muamele edilmesini sever, buyurdular. Hz. Aişe r.a.:
- Ey Allah’ın Rasulü, dediklerini işitmediniz mi, dedi. Efendimiz s.a.v.:
- İşittim. Ben de onlara, “Bizim için dilediğiniz sizin üzerinize olsun.” dedim. Onların söylediklerini bu şekilde reddettim. Sen benim söylediğimi işitmedin mi? Benim onlar hakkındaki duam kabul olur. Fakat onların benim hakkımdaki dilekleri kabul olmaz.

Şehirlerden önce...

Arkadaşlarından birisi Rasul-i Ekrem s.a.v.’e ahlâktan sordu. Efendimiz s.a.v. de, “Affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir” (A’raf, 99) ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
- O ahlâk; gelmeyene gitmen, vermeyene vermen ve zulmedeni bağışlamandır.

.  .  .

Medine son günlerde bir başkaydı. Heyecanlıydı, kıpır kıpırdı. Lakin bu heyecan müslümanların sinesinde gizliydi, kaçamak bakışlarında gizliydi, fısıltılı konuşmalarında gizliydi.
Medine, Mekke’yi fethe hazırlanıyordu.
Muhacir bir başkaydı şimdi, Ensar bir başka...
Yollar daha bir uzaktı sanki, özlem daha bir yakıyordu.
Muhacir özlemle Mekke’ye, Ensar Muhacir’e, Rasul’e bakıyordu.
Fethin hazırlıkları büyük bir gizlilikle içten içe sürdürülüyor, düşmanın durumdan haberdar olmaması için büyük tedbirler alınıyordu.
Hatıb bin Belka r.a.’ın ailesi Mekke’de kalmıştı. Korkuyordu. Ya onlara bir zarar erişirse? Hiç değilse kendilerince bir tedbir alsınlar ya da Mekke’den uzaklaşsınlar diye bir mektup yazdı ve ailesine verilmek üzere bir kadınla Mekke’ye yolladı.
Allah Rasulü s.a.v. bu mektuptan haberdar oldu ve Ali ile Zübeyr r.a.’ı takibe gönderdi. Onlar kadını yakaladılar ve Mekke’ye gitmekte olan mektubu aldılar. Allah Rasulü s.a.v. Hatıb’ı çağırdı ve hakikati söylemesini istedi. Hatıb r.a. gözyaşları içinde hatasını itiraf ederek affını istedi.
Aslında bu kabul edilemez bir suçtu. Mektup Kureyş’in eline geçseydi müslümanlar türlü tehlike ve zorluklarla karşılaşacaklardı.
Fakat Allah Rasulü s.a.v. affetti.
Zira Hatıb r.a. Bedir mücahitlerindendi.
Böylece şehirlerden önce gönülleri fethetti. Afla, merhametle...
Mekke fethedilmedi, Mekke sahibine teslim oldu, gönüller gibi...

Hem sevinç hem keder zamanlarında

Büyükler demişlerdir ki güzel ahlâkın en mühim tecrübe noktaları eziyetlere sabretmek ve külfete tahammüldür.Huneyn Gazası sonunda müslümanlar epeyce ganimet elde etmişlerdi. Efendimiz s.a.v. bu ganimetleri taksim ederken, kimi Kureyşlilere İslâm’a ısındırmak için biraz fazlaca bir şeyler vererek lütufta bulundu. Bunun üzerine sahabilerden biri:
- Vallahi şu taksim, adalet gözetilmeyen ve Allah’ın rızası murat edilmeyen bir taksimdir, dedi.
Bu sözleri duyan Abdullah b. Mesut r.a.:
- Vallahi Rasulullah’a haber vereceğim, dedi ve Efendimiz s.a.v.’e gelerek durumu bildirdi.
Efendimiz s.a.v.’in rengi değişti, kıpkırmızı oldu. Biraz bekledikten sonra şöyle buyurdu:
- Allah ve Rasulü adalet etmezse kim adalet eder? Sonra şöyle devam etti:
- Allah Musa peygambere rahmet etsin. O bundan daha ağır sözlerle karşılandı da sabır gösterdi. Ben de sabredeceğim.

.  .  .

Rasulullah s.a.v. bir gün Hz. Enes r.a. ile birlikte bir yere gidiyordu. Bir bedevi arkalarından yetişti.
Rasulullah s.a.v.’in üzerinde Necran’dan gelme, yaka ve kenarları sert bir cübbe vardı. Bedevi Arap cübbesinin eteklerini öylesine asılarak çekti ki Rasulullah s.a.v.’in ensesi kızardı ve kumaş mübarek enselerinde iz bıraktı. Bedevi sonra şöyle dedi:
- Ya Rasulallah! Allah Tealâ’nın sana nasip ettiği servetten bana da ver.
Rasulullah s.a.v. gülümseyerek iltifat etti ve kendisine bir şeyler verilmesini emretti.

.  .  .

İbn Mübarek r.a. bir yolculuğunda kötü huylu bir kişiyle arkadaş olur. Adamın her dediğini yapmaya gayret eder, eziyetlerine katlanır, onu darıltmamaya çalışır.
Ve yolculuk sona erer. İbn Mübarek r.a. sanki çok iyi bir arkadaşını kaybetmiş, bir dostundan ayrılmış gibi ağlamaktadır. Etrafındakiler şaşırır, ağlamasının sebebini sorarlar. O şöyle der:
- Ona acıdığım için ağlıyorum. Çünkü ben ondan ayrıldım. Lakin onun kötü huyu hâlâ kendisiyle beraber.
Hayat akıp gider, haller değişir.
Andan ana değişir.
Bir bakarız zordur her şey, güçtür. Bir bakarız hallolmuş tüm zorluklar.
Yol değişir, yolcular değişir. Etrafımızdaki insanlar değişir.
Biz değişir miyiz? Zor zamanlarda nasıldır halimiz, kolay zamanlarda nasıl?
İnsanına göre değişir miyiz? İnsanına göre maskeler takar mıyız? İyi ya da kötü yüzlü maskeler…
“Müminler o müttaki kimselerdir ki, onlar hem sevinç, hem keder; hem darlık, hem varlık zamanlarında fukaraya ihsan ederler. Kızdıkları zaman da öfkelerini yutarlar. İnsanların da kusurlarını affederler…” (Âl-i İmran, 431)

Ayetlerin okunur, halife durur

İbn Ömer r.a., babası müminlerin emiri Hz. Ömer r.a. için şöyle diyor: “Babam bir şeye kızdığında, yanında Allah’ın adı anılır, Allah’ın azabı ile korkutulur ya da Kur’an’dan bir ayet okunursa muhakkak yumuşar, öfkesini yutardı.”
Hz. Ömer r.a.’ın hilafeti esnasında bir gün Necid eşrafından Uyeyne b. Hısn Medine’ye gelmiş ve kardeşinin oğlu Hurr b. Kays r.a.’a misafir olmuştu. Rasul-i Ekrem s.a.v., İslâm’ın ilk devirlerinde Uyeyne gibi haşin kabile reislerinin zararından İslâm’ı korumak isteyerek bu kabile reislerine Kur’an’ın emri üzerine beytülmaldan hisse verirdi. Hz. Ömer r.a. İslâm’ın artık hakim olduğuna kanaat getirerek artık onları hoşnut etme gereği duymamış ve hisselerini kesmişti.
İbn Kays r.a. Hz. Ömer r.a.’ın yakınlarındandı. Uyeyne, yeğeninden kendisini Hz. Ömer r.a. ile görüştürmesini istedi:
- Kardeşim oğlu, halifenin yanında yüksek mevkiin var. Benim için bir müsaade alsan da kendisini ziyaret etsem.
İbn Kays r.a. müsaade alarak bir görüşme ayarladı. Uyeyne halifenin huzuruna girince kızgın bir şekilde:
- Ey Ömer! Bize ne bol bir dünyalık verirsin, ne de aramızda adaletle hükmedersin, dedi.
Hz. Ömer r.a. gazaba geldi ve hışımla Uyeyne’nin üzerine yürüdü. Öyle şehametli ve etrafını yıkarcasına yürüyordu ki, bir el hareketiyle Uyeyne’yi devirebilirdi. İbn Kays r.a. araya girerek müdahele etti:
- Ey müminlerin emiri! Allah Tealâ: “Habibim! Halkın kusurlarını affet, maruf ile emreyle; kendini bilmez cahillerden de yüz çevir!” buyurdu. Amcam Uyeyne de o cahillerdendir.
İbn Kays r.a. bu ayeti okuyunca, o heybetli halife olduğu yerde çakılmış gibi kalakaldı. Bir adım daha ileri gitmedi. 

Allah Rasulü s.a.v. de kızardı

İbn Abbas r.a. Efendimiz s.a.v.’e sordu:
- Hiddetsiz zamanlarınızda yazdığım gibi, hiddetli anlarınızda da söylediklerinizi yazayım mı?
Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdu:
- Yaz. Zira, beni hak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ağzımdan haktan başka bir şey çıkmaz.
Allah Rasulü s.a.v. de kızardı elbet. “Ben kızmam” demedi. Derdi ki: “Ben bir insanım. Her insan gibi benim de hoş vakitlerim ve gazaplandığım zamanlarım olur…”
Müslüman da kızar, hiddetlenir. Lakin hiddeti onu hak yoldan, doğrudan ayırmaz. Zira, Allah Rasulü s.a.v. münafıkları anlatırken demiştir ki; onlar düşmanlık zamanında haktan ayrılır.
Müslüman her halinde ölçülüdür. Zira güzel ahlâk, merhameti ve şiddeti yerinde kullanmakla tamam olur. Ölçüyü aşan yumuşaklık ve merhamet de; hiddet ve gazap da zulümdür.

.  .  .

Allahım, halimi güzel kıl, güzel ahlâk ihsan eyle ki, insanlığım ahlâkımda saklıdır. Müslümanlığım, kulluğum ahlâkımda saklıdır.
Merhametimden sorarsın. Merhametim; affeden, bağışlayan gönlümde saklıdır.
Tevazuumdan sorarsın. Yürüyüşümde, ayak bastığım toprakta saklıdır.
Hilmimden, vakarımdan sorarsın. Çileli zamanlardaki sabrımda, öfkemi ve acımı yutmalarımda saklıdır.
Topraktan soruluruz bir gün.
Dostlar bir bir geçilir de, düşmandan soruluruz.
Zor anlardan soruluruz.
Halimizi güzel kıl.
Halimizi, hallerini güzel kıldıklarınla hemhal eyle.