hafiza aise
Fri 29 April 2011, 11:24 am GMT +0200
Hakkı Verilen Kılıç
O gün Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), eline aldığı bir kılıcı ashabına arz etmiş ve:
- Bu kılıcın hakkını kim verecek, diye sormuştu. Hz. Ömer, Hz.
Ali, Hz. Zübeyr gibi sahabiler, bu kılıca talip olmuşlar; ancak onu Efendimiz'in elinden almaya bir türlü muvaffak olamamışlardı. Kılıç hala Allah Resülü'nün elinde duruyor ve O da, üst üste sorusunu
108 zaten Talha İbn Ebi Talha, o gün Hz. Ali'nin son darbesine ihtiyaç olmadan ölecekti.
tekrarlıyordu. Belli ki maksat, zahirde anlaşılandan daha farklıydı. Nihayet Ebu Dücane ileri atıldı ve:
- Bu kılıcın hakkı nedir ya Resülullah, diye sordu. Bunun üzerine Efendiler Efendisi:
- Düşmanın arasına dalıp eğilip bükülünceye kadar vuruşmandır, buyurdu. Ebu Dücane bu işin üstesinden geleceğini düşünüyorduve:
- Bu kılıcı ben, hakkını vermek için alıyorum ya Resülullah, dedi. Büyük bir sorumluluktu bu ve böyle bir sorumluluk, Uhud meydanını dolduran nice dev kametin arasından ona nasip oluyordu. Halbuki o (radıyallahu anh), zayıf yapılı bir adamdı. Ancak savaşın hakkını vermesini bilirdi. Bilhassa böyle durumlarda başına kırmızı bir sarık sarardı. Onun bu kırmızı sarığı başına sardığını görenler, ortalığın kızışacağını ve Ebu Dücane'nin de, ya kendisi ya da karşısındaki ölünceye kadar savaştan geri durmayacağını anlarlardı. O sarığı Ebu Dücane Uhud meydanında da başına sarmıştı. Hatta Ensar, onun bu halini görünce kendi aralarında:
- Ebu Dücane, ölüm sarığını sarmış, diye konuşmaya başlamışlardı bile.
Onun bu heyecanını gören ve ortaya koyduğu hassasiyetten memnun olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), Ebu Dileane'ye bir hedef daha gösterecek:
- Bunu sana verince umarım ki sen, düşmanın önünden girip arkasına kadar gidersin, buyurduktan sonra kılıcı ona verecekti.
Kılıcı alan Ebu Diicane, düşman saflarına doğru ilerlerken öyle bir alım ve çalımla yürüyordu ki, onun bu yürüyüşünü arkadan seyreden Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), ashabına şunları söyleyecekti:
- Bu yürüyüş, sadece bu gibi durumlarda olabilecek bir yürüyüştür; yoksa normalde bu, Allah'ın hoşnut olmadığı bir yürüyüş-
Sevinçten uçacak hale gelen Ebu Dücane, şiirler söyleyerek düşman saflarına dalmış, artık gözlerden kaybolmak üzereydi. Kılıcın, kendisine değil de Ebu Dücane'ye verilme sebebini merak eden Hz. Zübeyr de peşinden gidip düşman saflarına karışmıştı. Gözünün bir ucuyla da Ebu Dücane'yi takip ediyordu. Önüne gelen kafirin kelle
sini alıyor ve safları yara yara arkaya doğru ilerliyordu. Kılıç körelip de kesmez hale gelince onu taşa çalıp yeniden biliyor ve yeniden yoluna devam ediyordu. Müşrikler arasında, Müslümanlara çok zayiat verdiren bir adam vardı ve Ebü Diicane onunla da karşılaşmış, onun da işini bitirmişti.
Artık Ebü Dücane, Efendimiz'in hedef gösterdiği nihai noktaya ulaşmak üzereydi. Zira safların en arkasındaki kadınların yanına kadar gelmişti. Karşısına, onlar arasında kafirleri savaşa kışkırtan bir kadın dikilivermişti. Kılıcını kaldırdığı gibi başından aşağıya doğru indireeekti ki Uhud meydanı, Ebü Süfyan'ın hanımı Hind'in:
- İmdat, diye bağırmasıyla yankılandı. Ancak onun imdadına koşacak kimse yoktu ve bir anda Ebü Dücane, kaldırdığı kılıcı geri çekti ve:
- Allah Resülii'niin kılıcını bir kadının kanıyla kirletmeyeyim, düşüncesiyle geri çekildi ve elinde imkanı olduğu halde son darbeyi vurup da orada Hind'i öldiirmedi.