meryem
Sun 20 March 2011, 05:49 pm GMT +0200
HAK-BÂTIL MÜCADELESİNDE SÜNNETULLÂH (MÜCADELE KÂNUNU) 2
2- ALLAH Korkusu;
ALLAH (c.c.) buyuruyorki:
"O zaman sen mü'minler: Rabb'inizin, size indirilmiş üç bin melek ile yardım etme, size yetmez mi? diyordun. Evet, sabreder, (ALLAH'tan) korkarsanız; onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabb'iniz size nişanlı beş bin melekle yardım eder." [74]
Bu âyetin tefsirinde: "Yardım ve destekde görülen o ki, ihtiyaç durumunda melekler orduya karışırlar. Çatışma esnasında onlara ihtiyaç olmayabilir de. Onların yanlızca bulunması, kalbin güçlenmesi için kafidir. Beş bin meleğin gelmesi içinse, üç şey şarttır: Sabır, Takva ve kâfirin ani taarruzu [75] denilmiştir.
Meleklerin, mü'minlere yetişmesi, onların takvaları sayesinde idi. Çünkü mü'minlerin sabırları, takvalarından kaynaklanıyordu. İbni Teymiyye (662/1263)nin dediği gibi Takva: "ALLAH'ın emirlerini yapmakla, nehiylerini terk etmeyi bir arada toplar. [76] Sabır ise ALLAH'ın emridir. Sonra meleklerin desteği, kâfirlere karşı mü'minlere yardımın gerçekleşmesi içindir. Böylece Takva/ALLAH korkusu Sünnetullâh gereği mü'minlere yardımı sağlamlaştıran faktörlerden sayılmıştır. [77]
Hz. Ömer'in Askerlerine ALLAH Korkusunu Tavsiyesi:
Hz. Ömer (r.a), Irak Savaşında bulunan Sa'd İbn Ebî Vakkas ve askerlerine yaptığı vasiyyetinde şöyle diyordu:
"Sana ve askerlerine, her halükârda ALLAH'tan korkmanızı emrediyorum. Çünkü takva, düşmana karşı yapılan hazırlıkların en üstünü ve harp tekniklerinin en etkin olanıdır. Sana ve askerlerine, kendinden ve düşmanlarından yana günaha girmekten sakınmayı emrediyorum. Çünkü askerin günahı, kendileri için, düşmanlarından daha korkunçtur. Müslümanlar yanlız ALLAH için düşmana saldırınca yardım görürler. Böyle olmasa, bizim onlara karşı bir gücümüz olamaz. Çünkü sayımız ve hazırlığımız onlar kadar değil. Günahta onlarla aynı olursak, güç bakımından üstünlük onlara geçer. (ALLAH'tan korkarsanız) onlara karşı koyulur ve gücümüz sayesinde mağlub olmayız. Biliniz ki, yol esnasında, üzerinzde ALLAH tarafından koruyucu melekler vardır. Onlardan haya ediniz. ALLAH yolunda, ALLAH'a isyan etmeyiniz. Düşmanımız bizden daha şerlidir. Kötülük de etsek, onlar bize musallat olmazlar, demeyiniz. Nice milletler var ki, daha şerlileri onlara bela oldular. Nitekim ALLAH'ın hoşnut olmadığı şeyleri yaptıklarından dolayı İsrailoğullarına mecûsi kâfirler musallat olmuştu da, memleketin her köşesini talan etmişlerdi. Böylece ALLAH'ın va'di yerini bulmuştu. Düşmanlarınıza karşı yardım istediğiniz gibi, ALLAH'tan kendiniz için de yardım isteyiniz. Aynı şeyi ben de, benim ve sizin için ALLAH'tan istiyorum. [78]
3- Dîne Yardım:
ALLAH'ın bâtıl ve ehli bâtılla mücâdele eden mü'minlere yardımındaki Sünnetullâh'ta etkili kıldığı yardım faktörlerinden biri de, onların tüm güçleriyle Dîn'e (İslâm) yardımda bulunmalarıdır. ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"Ey insanlar, eğer siz ALLAH'ın dînine yardım ederseniz (ALLAH da) size yardım eder; ayaklarınızı (hakkı koruma yolunda) sağlam tutar." [79]
Bu âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir:
"(ALLAH'a yardım ederseniz): Yâni ALLAH ve Resûlü'nün dinine yardım ederseniz, ALLAH da düşmanlarınıza karşı size yardım ve fethi müyesser eder, harb meydanlarından veya İslam caddesinde ayaklarınızı sabit kılar.” [80] İmâm er-Râzî (544/1149) tefsirinde: "ALLAH'ın yardımında bir kaç yön vardır:
1- ALLAH'ın dîn ve yoluna yardım ederseniz,
2- ALLAH'ın taraftarlarına (hizbine) yardımcı olursanız. [81] demektedir.
ALLAH'ın dinine yardım, müslümanın kendini tamamıyla Alemlerin Rabbı olan ALLAH'a teslim etmesiyle tahakkuk eder. Öyle ki, bu hususta O'na tam ve mutlak teslimiyetten başka bir şey kalmaz. Bu boyun eğiş ise, ALLAH'ın şeriatına tam bir teslimiyetle kendini gösterir. Bu hal, mü'minin kendine, yaşantısında ve bütün azalarında görülür. Böylece, yeryüzünde ALLAH'ın, insanlar arasındaki ilişkileri kontrol ve idare eden şeriatını ikâme etmek için müslümanın daimî cihâdı sayesinde O'nun dinine yardım edilmiş olur. Öyle ki, müslümanlar, ancak onun kanunuyla muhakeme olur, ancak O'nun hakemliğini kabul ederler.
Diğer çok önemli bir mes'ele de, Râzî'nin "ALLAH'ın taraftarlarına ve O'nun yoluna yardım ederseniz, ALLAH'ın yardımı gerçekleşir" diye işaret ettiği husustur. Malumdur ki, ALLAH'ın taraftarları/hizbullah O'na, O'nun dinine (şeriatını yeryüzüne yerleştirmekle) yardım edenlerdir. Şüphesiz, mü'minlerin, ALLAH'ın şeriatını ikame etmek için koordineli olarak cihâdı yürütmeleri ve bu şerefli davada birbirleriyle yardımlaşmaları sayesinde ALLAH'ın dinine yardım tam ve şer'î manâsıyla gerçekleşir. Öyleki, tek tek de yapsalar, ALLAH'ın yardım va'dine nail olmak için O'nun şart kıldığı şeyler onlardan tahakkuk eder. Böylece, ALLAH'ın dinine yardım ettikleri, O'nun yolunda cihâda koştukları ve cihâd için güç harcadıkları ölçüde ALLAH'ın koyduğu Sünnetullâh/kânun gereği, mü'minlere yardım gerçekleşir.
Bu hususta bir diğer âyeti celîle de şöyledir:
"ALLAH kendi (dînine) yardım edene elbette yardım eder. Şüphesiz ALLAH, kuvvetlidir, gaaliptir". [82]
İmâm Fahreddin er-Râzî, bu âyetin tefsirinde şöyle der:
"ALLAH, durumu böyle olanlara yardım va'dediyor [83] Zemahşerî de "Elbette dinine ve dostlarına yardım edene ALLAH yardım eder [84] demektedir.
Müslümanın, ALLAH'a nasıl yardım edeceğini açıkladık. Bu ALLAH'ın dinini yeryüzünde ikâme etmek için bütün gayreti sarfetmekle olur. Böylece "din", beşerin bütün iş ve tasarruflarında hakim durumda olmuş olur. [85]
ALLAH'ın Dinine Yardım İçin Cemaat Oluşturmak:
Geçen bölümde Zemahşeri'nin (Kendisine yardım edene ALLAH elbette yardım eder) âyetinin tefsirinde "ALLAH'ın dinine ve dostlarına yardım eder" dediğini; Razi'nin de (siz ALLAH'a yardım ederseniz O da size yardım eder) ayetinin tefsirindeki yönlerin birinde "ALLAH'ın hizip ve taraftarlarına yardım ederseniz..." dediğini belirtmiştik.
ALLAH'ın dînine yardım, cemaatleşme ile olmalıdır, diyebilir miyiz? Yâni ALLAH'ın mü'minlere yardım şartının gerçekleşmesi için, O'nun dînine yardımda isteneni sağlayacak cemaatı oluşturmak gerekli midir?
Cevab: Bütün mü'minlerden istenen, şeriatın ikâmesi için gayret göstermek suretiyle ALLAH'ın dinine yardım hususunda çalışmalarıdır. Ki, ALLAH da cehd ü gayretleri nisbetinde onlara yardım etsin. Fakat, şüphe yok ki, İslâm Dîni için cemaatleşerek çalışmak, İslam'ın istediği ve Kur'ân'ın işaret ettiği bîr durumdur.
"İçinizden hayra çağıran, iyiliği buyurup kötülükten men'eden bir topluluk olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir." [86]
İki yönün birinde (Emr-i bi'l Maruf, Nehy-i anil Münker) vazifeli ümmetten maksat, tamamı değil, bir kısmıdır. [87]
Âyette "Ümmet"ten maksat, ALLAH'a davet edecek; emr-i bi'l mâruf ve nehy-i ani'l münker yapacak; yâni, dine yardımda bulunacak müslüman topluluktur. Cemâat, toplumsal örgütlenmedir. Düzenli bir topluluk olarak Dîn'e yardımda bulunur. Bu tür bir çalışma, müslümanların tek tek, ayrı ayrı çalışmalarından daha faydalıdır. Fertlerin gayretlerini birleştirecek cemaat olarak çalışmaları, ferdi çalışmalarına nazaran sonuca daha kolay götürücüdür. Kaldı ki, cemaatleşerek çalışmak, ALLAH'ın hoşlandığı ve İslam'ın kesin olarak istediği Dîn'e yardım edecek ümmet oluşturma emrinin gereğidir. Bu mânâda ALLAH'ın "iyilik ve takva üzere yardımlasın" [88] şeklindeki buyruğunu da hatırlıyoruz.
Yardımlaşma, her iki tarafın, gayretlerini birleştirmesi demektir. Bu ise (yâni, İslam cemaati oluşturma), istenen iyiliğin, ki iyiliğin en büyüğüde dîne yardımdır, gerçekleşmesi içindir.
Buna göre, şöyle demek mümkündür:
Cemâat tanzimi (İslam cemaatinin oluşumu) şer'an istenen, âcil derecesinde bir emirdir. Bundan maksat dine yardımdır. Böyle bir cemâatin oluşumu, bazan bâtılın güçlü olması durumunda ve bâtıl ehli de hakka ve hak ehline düşmanlıklarında aşırı iseler, vâcibtir.
Bâtıl ve ehl-i bâtıl bu derece güçlü olunca, hak ehlinin mücadelesi ferdi değil, topluca olması gerekir ki, ya onlardan çok güçlü veya onlara denk olsunlar. Bu, dine yardım ve bâtılla mücâdele için düzenli bir İslam cemaati tanzim etmeleri hususunda gayretli çalışmaların-birleştiği, müslümanların desteklediği örgütlü bir cemaatin oluşmasıyla mümkündür. Bu cemâat, ALLAH'ın "içinizden hayra davet edecek...bir ümmet bulunsun" emrini gerçekleştirdiği için ALLAH'ın taraftarı (hizbullah), fertleri ise onun dostudurlar.
Ümmet, yâni cemaatin varlık sebebi, ALLAH'ın yardımıdır. Öyleyse, ALLAH'ın dînine yardım adına o cemaatta yer almak güzel bir davranıştır. Zîrâ bu dine yardım, her erkek ve kadın müslümânâ vâcibtir.[89]
4- Kuvvet Hazırlığı Ve Cihâd:
Mal ve can ile cihâd, İslam'ın emerittiği tarzlardandır. Fakat hepsi demesek bile, müslümanların bir çoğu tarafından unutulmuş bir farzdır. Kaldı ki cihâd, yardım yolu, şeref vesilesi, ALLAH'ın dininin ortaya konulması, bâtılın sökülüp atılması ve hakkın rızâsına nâiliyet demektir. Cihâd'ın terki, bâtıl ve bâtıl ehlinin galibiyetine, mü'minlerin perişanlığına, kuvvetlerinin gitmesi ve devletlerinin elden çıkmasına sebebiyet verir.
ALLAH {c.c.) buyuruyorki:
"Gerçi hoşunuza gitmez ama, size savaş yazıldı (farz kılındı). Bâzan hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşunuza giden bir şeyde hakkınızda kötü olabilir. ALLAH İbîlir, siz bilemezsiniz." [90]
Yâni cihâd, uymakta zorlandığınız, hoşlanmadığınız bir şeydir, kelimesi, ALLAH için kullanınca vûcup/gereklilik, şüphe götürmezlik ifade eder. Mâna şöyle olur: Cihâddaki hoşlanmadığınız meşakkat ve zorluk, düşmanınıza üstünlük sağlamanız, zafer kazanmanız, ganimet elde etmeniz ve böylece sevabla mükâfatlanmanız bakımından hakkınızda hayırlıdır. (Ve hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir): Yâni, rahatlığı tercih ve savaşı terk etmeniz, mağlup olmanız, kuvvetinizin gidip perişan bir duruma düşmeniz bakımından serdir. İmâm Kurtubî (671/1273) şöyle diyor:
"Bu şüphesiz doğrudur. Endülüste (müslümanlar) cihâdı bırakmak hususunda karar aldılar. Savaştan korkup kaçtılar. Düşman da ülkeyi istila ederek esir aldı, öldürdü, kan akıttı. Biz ALLAH içiniz O'na döneceğiz. Bu, insanların kendi hazırladıkları ve kazandıklarıydı. [91]
Cihâdın Terki, Azaba Götürür:
Geçen bölümde, cihâdı terk etmenin mü'minlere zillet ve perişanlık getireceğini anlattık. Buna şu âyeti de ekleyebiliriz:
"Eğer topluca savaşa çıkrnazsanız, (ALLAH) size acı (bir şekilde) azâb eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O'na hiç bir zarar veremezsiniz. ALLAH her şeyi yapabilendir".
İmâm İbn'ul Arabi el- Maliki (543/1148) bu âyet hakkında şunları söylemektedir:
"Bu âyetin gereği olarak, cihâda çıkmak ve ALLAH'ın dâvasını yüceltmek için düşmanla çarpışmaya katılmak vâcibtir. Dünyâdaki "elem verici azab" düşmanın, yenemediği kimseye/mü'minlere üstün gelmesi tarzından olurken, âhiretteki "azab" da cehennem ateşi ile olacaktır. Dahası, yerinize bir başka milleti getirmesi de acı bir azabdır. [92]
Şehîd Seyyid Kutub (r.a) diyor ki:"
(Mü'minleri) tehdit eden azab, yanlız âhiretle ilgili değildir. Aynı zamanda bu, dünyâ azabıdır da. Cihâda çıkmayanlara isabet edecek olan bu azab, mü'minlere karşı düşmanın zaferi, mâl ve ganimetten mahrumiyet ve zenginliklerin düşman tarafından sömürülmesi şeklinde tezahür eder. Cihâdı terk eden hiç bir millet yok ki, ALLAH onlara zillet ve perişanlık damgası vurmasın. Düşmana karşı duruma isteğine aykırı davranışın kat kat cezası olarak, hor hakir bir şekilde düşmanına boyun eğdirilmesin. [93]
Cihâda Katılmayanlara Ve Tembellik Gösterenlere Yapılan Hitab:
A- Cihâda katılmayanlar ve tembellik edenlere şu tarzda bir hitabla hatırlatma yapılmıştır:
"Ey insanlar, size ne oldu ki: ALLAH yolunda topluca savaşa çıkın! dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhirettense dünyâ hayatına mı razı oldunuz? Ama dünyâ hayatının geçimi, âhiretin yanında pek azdır" [94]
Kim ALLAH yolunda cihâd davetine icabet, etmez, yahut ağır davranarak tembellik gösterirse ona bir hatırlatma olarak "Âhirete karşı dünyâ hayatına mı razı oldunuz" denilir. Yâni, cihâd sayesinde kavuşacağınız sürekli ve tam olan âhiret mutluluğuna karşılık, geçici ve noksan olan dünyâ hayatına mı razı oldunuz. "Âhirete karşı dünyâ metaı (geçimi) azdır. [95]
Peygamber Efendimiz (a.s), âhiret nimetine nisbetle dünyâ nimetini süre ve zaten azlığı yönüyle, denize parmağını sokup sonra çeken kimseye benzeterek af buyurdu ki:
"Bakın (parmak) ne ile geri dönüyor"
B- Tembellik yapan ve cihâddan geri durana, Resûlullâh'ın (a.s) cihâd ve mücâhidler hakkında dediği, ilim erbabının da cihâdla ilgili ALLAH'ın Kitabından ve Resûlullâh'ın sünnetinden anladıkları şeyler söylenir, Peygamberimizin (a.s) şu sözü bu kabildendir:
"Yeryüzünde bulunanların aynısı kendisine verilmişken, şehitlerden başkası cennete girdikten sonra dünyâya geri dönmeyi arzulamayacaktır. Onlar, şehitliğin faziletine ermek için, dünyâya geri dönüp defalarca savaşmayı arzu ederler." (Buhari)
İbn-i Battal, bu hadîsin şerh'inde derki:
"Bu hadis şehidlik hakkında gelen haberlerin en hoşudur. İnsanların güzel ameller içerisinde, uğrunda, cihâdtan başka cân feda ettiği bir şey yoktur. Bu sebebledir ki, cihâdın sevabı da büyüktür. [96]
İmam Ahmed bin Hanbel (241/855) derki: "Farzlardan sonra, ameller içinde, cihâdtan daha faziletli bir şey bilmiyorum. Düşmanla çarpışan (mücahid)ler, İslam'ı ve onun harimini (şeref ve haysiyet) müdâfaa etmektedirler. Öyleyse, hangi amel bundan daha üstündür? İnsanlar güvenli ve korkusuz yaşarken, onlar (İslam'a saldırı hususunda) endişelidirler. ALLAH yolunda öz nefislerini feda ederler. [97]
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye, düşmanın, İslâm ülkesine sızabileceği ve hücum edebileceği yerler olması hasebiyle, hudutlarda ve İslâm diyarının sınırlarında nöbet beklemek hakkında şöyle demektedir:
"ALLAH yolunda sınır nöbeti tutmak, Mekke'ye, Medine'ye ve Beyt-i Mukaddes (Kudusteki Mescid-i Aksa)'e komşu olmaktan (sevâbça) daha üstündür. [98]
Cihâd İçin Kuvvet Hazırlamak:
Cihâd için düşmanla çarpışmaya ve İslâm diyarını müdâfaa etmeye koşmak tek başına yeterli değildir. Aksine, cihâd için gerekli hazırlığın da yapılmış olması gerekir. Nitekim ALLAH (c.c.) böyle buyurmaktadır:
"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihâd için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla ALLAH'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, ALLAH'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. ALLAH yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız." [99]
(Kuvvet), hazırlığı yapanın, harpte kendisiyle güç sağladığı her şey demektir.
(Cihâd için bağlanıp beslenen atlar), ALLAH yolunda hazır (kıta) bulunan atlara (er-Ribât) denir. Bu kelime atlar için kullanılır. Çünkü onlarla güç elde edilir.
(Bununla ALLAH'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka...), hazırladığınız bu kuvvetle arap kâfirleri ve yahudilerden olan düşmanlarınızı püskürtürsünüz.
"..Ve onlardan başka sizin bilmediğiniz.." ve düşmanlığı bilinmeyen diğerlerini (püskürtürsünüz).
(ALLAH yolunda ne harcarsanız..), müslümanların hudutlarını korumak hususunda az veya çok, aynî veya nakdî harcamalarla güç yetirdiğiniz kuvvet hazırlamışsanız, ALLAH, size onun mükâfatını noksansız verecektir. [100]
Kuvvet'in (El-Kuvve) Anlamı:
Âyet-i kerimede "Gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın" deniyor. Kuvvet (el-kuvve) kelimesi nekre (belirsiz) bir kelime olup, her hangi bir kuvvet türüne mahsus değildir. Ondan bir tür olarak (Ribat-ül Hayl), "sınırda koşturulan atlar" denilerek kendisiyle güç sağlanan atlara mahsus olmuştur. Şüphesiz müslümanların kendisiyle düşmana karşı müdâfaa imkânı bulduğu "kuvvet", her zaman ve her mekânın savaş araç çeşitleri ve sayısını da kapsamaktadır. Fakat, müslümanlardan istenen "kuvvet", düşmana üstün gelmek, şerlerini defetmek ve müdafaa için hazırlanan kuvvet midir? Savaşın ve düşmanla çatışmada bilfiil kullanılan silah sayısına mı mahsustur? Ve "kuvvet" i sırf, çatışmada kullanılan silahlar mânasında anlamak mümkün müdür? "Kuvvet'in mânâlarından ve kullanılışından benim anladığım başkaları istesin istemesin, güç sahibinin, iradesini yürürlüğe koymasıdır.. Bu icraatın istendiği irade, bazan başkasının bertaraf edilmesi, uzaklaştırılması, ortadan kaldırılması ve mahkûm edilmesiyle ilgilidir. Hüküm ve dayanağı ise, birşeyin ortadan kaldırılmasıdır. Bu güç de, gaye ve maksatlarının gerçekleştiği fonksiyonla tahakkuk eder. Ki o da, sahibinin, iradesini yürürlüğe koymağa getirdiği güçtür. Bu güç, bazan ehliyetli komutanlık, ordunun yiyecek, giyecek ve kale temini gibi hazırlıklarla, devletin iktisâdı yönden yeterli olması kadar, asker için silah hazırlama, savaş için maharet kazandıran teknik bilgiler vermek, ALLAH için savaşa hazırlayan îman fonksiyonlarını öğretmek ve o yolda şehitliğe teşvik etmekle tahakkuk eder. Yine bu güç, ilim ve o gücün elde edebilmesi için zarurî bilgi ve ilim adamlarının bütün alanlardaki (mesela, ziraat ve sanat dallarındaki) buluşları sayesinde tahakkuk eder. İman fonksiyonları üzere nefislerin terbiye edilmesi hariç, bütün bu anlattıklarını zaman ve zeminin değişmesiyle değişim gösterebilir. [101]
Kuvvet Hazırlığı, İslam'ın Farzlarındandır:
Kuvvet hazırlığı, hakkında emir bulunması bakımından "Kuvvet’in açıkladığım mânâsınca, İslam ümmeti için, İslam'ın farzlarından bir farzdır. Emirde aslolan, mâni karine/ip ucu bulunmadıkça vücûb ifâde etmesidir. Burada ise karine bulunmamaktadır. O hâlde, kuvvet hazırlamakla ilgili emir vücûba delâlet eder:
(Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet...hazırlayın). Bu emirle muhatab olan ümmettir. Onların yerine vekâleten bu emri yerine getiren ise "halife"dir. Ümmet halifeyi, bütünüyle kendisine ait şer'i hükümlerden muhatab olduğu şeylerin, kendi adına, yerine getirmesi için seçip başa geçirmiştir. Kuvvet hazırlama da böyle bir şer'i hükümdür. Halife (veliyyül emr) nin bu husustaki kusuru mazur görülmez. Bu durumda tüm fertleriyle ümmete, özellikle ehl-i hail ve'l akde (denilen alimler zümresine) düşen, halifeden İslam devleti için böyle bir hazırlığın olmasını istemektir.
Muhtelif dergi ve kitaplarda dünyevi ilimlerin dahi öğrenilmesi bazan zaruridir, hatta vacibtir de. Çünkü vacibi (hazırlık) tamamlayan şey (ilim öğrenmek) de vacibtir.[102]
Maharetli Ordu Hazırlığı Da Kuvvet Hazırlamak Kabilindedir:
Maharetli ordu hazırlığı, kuvvet hazırlamak kabilinden olunca; askerin İslam inancı prensiplerine göre iman fonksiyonlarıyla hazırlaması, çeşitli silahların kullanılması, savaş tekniği, askeri maharet ve eğitimin icrası için fiziksel hazırlık, yahut orudunun öğrendiğini unutmaması için sık sık tatbikatların yapılması gerekir. Peygamber (a.s), benim söylediğime delil ve dayanak olarak buyuruyor ki:
"Atıcılığı bilip, sonra terkeden bizden değildir. (Veya asi olmuştur) [103]
Düşmanı Korkutmak İçin Müslüman’ın Güçlü Olması Gerekir:
Bahsi geçen âyette, ALLAH (c.c), kendisinin ve bizim düşmanımıza korku salmak için kuvvet hazırlamayı emretmektedir. Anlaşılıyor ki, hazırlanan kuvvetin, düşmanı korkutması gerekir. Bu da ancak düşmanın gücünden daha büyük güce sahip olmakla mümkündür. Bu güç, düşmanın, müslümanlar ve onların devletleriyle uğraşmalarına mani olacak, ayrıca müslümanlara ve devletlerine saldın ve taarruz imkanı bırakmayacak, onlardan şerri savacak büyüklükte olmalıdır. Düşmana korku salan böylesi bir gücün hazırlanması zaruridir. Bundan geri durmak veya tembellik göstermek doğru değildir. Yoksa onlardan intikam almamız için, biz hak, onlarsa bâtıl üzeredir dememiz yetmez. Öyleyse hakkın, mutlaka koruyan, bâtıl ve bâtıl ehlini korkutan ve onların İslam devletine saldırılarını önleyen gücünün olması gerekir.[104]
5- Sabır, Mukavemet Ve Gözetim:
ALLAH Teala şöyle buyurmaktadır:
"Ey insanlar, sabredin, direnip (düşmanlarınıza) üstün gelin, nöbet bekleyin ki, başarıya eresiniz" [105]
Yâni, düşmanla çatışmanız durumunda başınıza gelen eziyete sabırla direnerek üstünlük gösterin. Üstünlük sağlamak, hak davayı sonuçsuz bırakmak için size karşı koyan düşmana mukavemet edip dirençli olun ama onlardan daha az sabırlı olmayın. "Müsabere", sabır meydanında düşmana veya hasma mukavemet göstermek, karşı koymaktır.
(Rabidû: Nöbet bekleyin), yâni sınırlarda savaşa hazır ve düşmanı gözetleyen atlı birlikler bulundurun ki memleketinize sızmasınlar. Zamanımızda, memleketi ve hudutlarını düşmandan korumak için atlı birlikler ve nöbetçilerle beraber gerekli son model silahlar bulundurulması gerekir.
(ALLAH'tan korkunuz) yâni siz, takva olmaksızın cihâdla emrolunmadınız. Sabır düşmana mukavemet, İslam ülkelerinin hudutlarında nöbet tutmak, günahlardan sakınmak suretiyle ALLAH korkusu ve O'nun razı olduğu şeyleri işlemek, bütün bunlar dünyâda düşmana karşı yardım faktörlerinden dir ki, bunlar da güzel niyyet, hakkı, adaleti ve mü'minin savaş ve cihadında ahirette kurtuluş sebeplerinden olan ALLAH'ın dini'ni (İslam) ikame' etmeyi kasdetmekle olacak şeylerdir! [106]
Sabır, mukavemet ve sınırlarda nöbet emrini, müfessirler, düşman ve düşmanla savaş muvacehesinde tefsir etmiş olsalar da, ayetin zahirinin savaş sahasında ve diğer sahalarda olsun, düşmanla olan her münasebete şumulu vardır. Bu ise, düşmanla mücadele ehl-i bâtılın ehl-i hakka eziyetleri ve İslam yurdunda düşman tarafından hak davetçilerine, ilgiyi kesmek gibi, arız olan hallere karşı sabır ve düşmana mukavemeti/direniş gerektirir.[107]
Sabır Ve Mukavemetin Yardımcı Faktörleri:
Sabır ve düşmana mukavemete yardımcı olan faktörlerden birini şu âyet hatırlatmaktadır:
"Eğer size (Uhud'da) bir yara dokundu ise, o topluluğa da (Bedir'de) benzeri bir yara dokunmuştu." [108]
ALLAH (c.c.) bu âyette, mü'minlere isabet eden yaranın veya yara acısının düşmanla olan cihad ve mukavemetlerinde onların cehd ü gayretlerini yok etmemesi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü onlara isabet eden şeyin aynısı daha önce düşmanlarına da dokunmuştu. Onlar bâtıl inançları ve kötü akibetleriyle beraber savaşta aldıkları yaradan ötürü gevşeklik ve zaaf götermiyorlarsa, sizler inanalar olarak, güzel akibetiniz/nihai galibiyetiniz ve hakka olan bağlılığınızla beraber, savunmada ve aldığınız yaradan ötürü mukavemette gevşeklik ve zaaf göstermeye daha layıksınız. [109]
Sabır ve düşmana mukavemete yardımcı olan unsurlardan birini şu âyet hatırlatmaktadır.
"O topluluğu takibetmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin çektiğiniz acıyı çekmektedirler. Üstelik siz ALLAH'tan, onların ummadıkları şeyleri ummaktasınız. ALLAH bilendir, hikmet sahibidir." [110]
(Gevşeklik göstermeyin), zaaf ve gevşeklik göstermeyin, ağırayak olmayın,
(O topluluğu takip etmekte...), savaşta kâfirlerle karşılaşma durumunda,
(Eğer siz acı çekiyorsanız...), Yâni, savaşta acı ve elemin varlığı her iki tarafın da başına gelebilecek müşterek bir durumdur. Savaşta, acı çekme korkusu, onların sizinle çarpışmasına mani olmuyorsa, ey mü'minler, sizin de çektiğiniz acı ve ızdıraplar onlarla savaşmanıza mani olmaması gerekir.
(Onların ummadıkları şeyleri ummaktasınız), sizin inandığınıza onların inancı olmadığı için, ummadıkları sevabı cihâdınıza karşılık umup duruyorsunuz. Ey mü'minler, sabır ve gayret göstermeye, onlarla çarpışmada dayanıklı olmaya siz daha layıksınız [111]
6- Zikrullah:
Mü'minler için yardım faktörlerinden birisi de ALLAH'ı çokça zikretmektir. ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"Ey inananlar, bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve ALLAH'ı çok anın ki başarıya erişesiniz." [112]
Yâni: Ey iman edenler! Kafir düşmanlarınızdan bir bölükle karşı karşıya kaldığınızda (savaş asileriyle de öyle) onlara karşı sebat edin ve önlerinden kaçmayın. Çünkü sebat manevi bir güç kuvvet-i maneviyedir. Ki bu, çoğu zaman yardım ve üstünlüğün diğer bir sebebidir.
(ALLAH'ı çokça anın), savaştan önce de, savaş esnasında da ALLAH'ı çokça zikredin. Kudretini, peygamberlerine, mü'minlere yardım ve sabreden mü'minlere mahsus nimet va'dini, bela her ne kadar çetin ve şiddetli olsa da, size olan ümitsizlik yasağını ve yardımın yanlız ALLAH'ın elinde olduğunu, dilediğine yardım eden kavmin (güçlü) ve aziz olduğunu hatırlayarak kalbinizde O'nu zikredin. Bütün bunları hatırlayarak O'nu zikredeni, ALLAH'ın, düşmanından daha güçlü olduğuna imanından ötürü, düşmanın kuvvet ve hazırlığı onu korkutmaz.
ALLAH'ı çokça anmanın emredilmesinde, müslümanların Rabb'lerini kalben ve fikren zikretmek hususunda gevşeklik göstermemeleri gereğine işaret eden âyetin sonunda.
(Ki başarıya erişesiniz) denilmektedir. Bu sayede kurtuluşunuz mukadder olabilir. Felah (kurtuluşu) umuş, iki şeye dayanır: Sebat ve Zikrullah. İkisi de kurtuluşun ve dünyâda yardımla başarıya erişin, sonra âhirette sevaba nail oluşun sebebidirler. [113] ALLAH'ı zikir emri, Ehl'i hakk'ın, savaşta bâtıl ehlini bertaraf etme durumundadır. Yâni, ehl-i hakkın, ehl-i bâtılı savaş esnasında bertaraf ederken yaptığı gibi, müslümanın ve müslüman topluluğun da bâtıl ehlini bertaraf etme durumunda ALLAH'ı çokça anmaları gerekir.[114]
7- Korunma Tedbiri Almak:
Korunma tedbiri, yardıma ulaşmada istenilen amildir. ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın vakit, onlardan bir bölük seninle namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secdeye vardıklarında arkanıza geçsinler, bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle beraber namaz kılsınlar, korunma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar, inkâr edenler istediler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet edesiniz de birden size baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Koruma tedbirlerinizi alın (uyanık bulunun). Şüphesiz ALLAH, kafirlere alçaltıcı bir azab hazırlamıştır." [115]
Bu âyette hitap Resulullah (a.s)'adır. Bu âyet, müslümanların savaş esnasında kılacakları namazın keyfiyetini belirtiyor. Mânâ şöyledir: Müslümanları iki kısım yap. Onların bir kısmı seninle birlikte (ey Peygamber (a.s)) bulunsun, onlara namazı kıldır. Onlar secdeye varınca, diğer namaz kılmayan bölük geride nöbet beklesinler.
(Korunma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar): "El Hizr", Müslümanların savaşta kullandığı tedbirli ve uyanık olmada işe yarayan harp aletidir. Bu sebepledir ki, silahların alınmasıyla "tedbirli olmak" ifadesi birleştirildi, ve öyle buyuruldu:
(Koruma tedbirlerinizi alın), yâni, ALLAH (c.c.) mü'minlere, yağmurun yağması ve hastalık durumunda silah bırakmaya ruhsat verince, bu defa, düşmanın bir hile ile saldırısına meydan vermemek için uyanık olmayı, aşırı korumayla tedbirli davranmayı emrediyor. Ve âyet harpte düşmana karşı tedbirli olmanın vacib olduğuna işaret etmektedir. Bu da, muhtemel bütün zararlı şeyler karşısında tedbirli ve uyanık olmanın vucubiyetine delalet etmektedir. [116]
(ALLAH, kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamıştır): Görülüyor ki kâfirlere isabet edecek ihanet edici azab, müslümanların, ALLAH'ın düşman karşısında yardım sebeblerini hazırlamalarına dair emrini yerine getirdiklerinde onlara karşı zafer ve galibiyetleridir. [117]
Müslüman Komutan Tedbir Ve Diğer Yardım Faktörlerinin Kuşatılmasını Emreder:
Müslümanlar, ALLAH {c.c.)ın yardım sebeblerine ve düşmana karşı zafer elde etme faktörlerine dair emirlerini anlayınca , müslüman komutanın, askerlerine bütün bunları emretmesi gerekir. Şam'ın fethi sırasında Rumlarla yapılan Yermuk Harbini anlatırken, Îbn-İ Kesir (774/1373)'in bahsettiği şey buna bir misâldir.
İbn-i Kesir diyor ki: "İki topluluk karşılaşıp birbirleriyle savaş tutuşunca İslam ordu komutanı Ebu Ubeyde askerine şöyle va'zu nasihat ediyordu:
"Ey ALLAH'ın kulları! Siz ALLAH'a (dinine) yardım edin ki, o da size yardım etsin, ayaklarınızı pekiştirin. Ey müslüman topluluğu sabırlı olun; çünkü sabır küfürden korur, Rabb'i razı eder, (hakk yolunda) utanmayı kaldırır" dedi, sonra devamla "Mızraklarınızı doğrultunuz, kalkanlarınızı siper ediniz. İnşALLAH, ikinci bir emre kadar -içinizden ALLAH'ı zikretmeniz hariç- susunuz. [118]
Ebu Ubeyde (r.a)ın "Kalkanlarınızı siper ediniz" sözü, meşru korunma tedbirini almayı emreden bir ifadedir. Savaş, meydanında alınması gerekli her meşru tedbir buna kıyas edilir. Zaten Ebu Ubeyde'nin nasihatına da yardım unsurlarını ve sabır, zikrullah, ALLAH'ın yardımına azmetmek gibi alınması lüzumlu tedbirleri hatırlatma söz konusudur.[119]
Yardıma Mani Olan Faktörler:
Mü'minlere yardım hususunda Sünnetullâh, onların yardımı önleyebilecek faktörlerden kaçınmalarını, söz konusu faktörleri nefislerinden ve davranışlarından uzaklaştırmalarını gerekli kılar. Çekişme, ihtilaf, komutana karşı gelme, gurur ve riya bunlardandır.[120]
1- Çekişme Ve İhtilaf:
ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"Ey insanlar, bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve ALLAH'ı çok anın ki, başarıya ensesiniz." [121]
(Korkuya kapılırsınız) ifadesinin "düşmanınızdan korkar, onlarla savaşta za'fiyet gösterirsiniz" şeklinde, (devletiniz gider) ifadesinin de "Kuvvet ve devletiniz gider" şeklinde tefsir edilmesi, söylediğimizi açıklar niteliktedir. "Devlet", işlerinin yerine getirilmesinde, rüzgâra ve rüzgâr esintisine benzetilmiştir. [122]
2- Gurur Ve Riya:
Gurur ve gösterişle, böbürlenerek, şımarık bir tavırla savaşa çıkmak yardımı engelleyen faktörlerdendir. ALLAH (c.c), ancak kendi rızasını ve dine yardım etmeyi isteyerek (savaşa) çıkana yardımını bahşeder. Bu sebebledir ki, ALLAH (c.c.) bu tavırla (savaşa) çıkmayı yasaklamış ve şöyle buyurmuştur.
"Yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve ALLAH yolundan meneden (şu kâfirler) gibi olmayın." [123]
(Betar), böbürlenmek ve taşkınlık demektir. (Riaennas), insanların şecaat ve mertlikle öygülerine lâyık olmak için savaşa çıkarlar, demektir. Âyet, gösteriş ve şımarıklıkta böyle olmaktan mü'minleri men etmiş, onların takva ve ihlas sahibi olmalarını emretmiştir. [124]
Yardım Ancak ALLAH'tandır:
ALLAH'ın mü'minlere yardım hususundaki kânununun sürekli olup asla değişmeyeceğini; yardım faktörlerinin oluşması, engellerinin bulunmaması durumunda gerçekleşeceğini; müslümanların, bu yardım faktörlerine sarılıp engellerinden (ALLAH'ın emrettği gibi) kaçınmaları gerektiğini; fakat bununla beraber onların, ALLAH'ın emrettiği gibi hazırladıkları ve tutundukları yardım sebeblerine değil, ALLAH'a bağlanıp, yanlız O'na tevekkül etmeleri gerektiğini söylemiştik. Söylediklerimize şu âyet delil olmaktadır:
"Siz Rabb'inizden yardım istiyordunuz, O da: Ben size birbiri ardınca bir melek ile yardım edeceğim, diye duanızı kabul buyurmuştu. ALLAH bunu ancak müjde olsun (sevinçsiniz) ve kalbiniz bununla yatışsın (güvene ve huzura kavuşsun) diye yapmıştı. Yardım, yalnız ALLAH katındadır. ALLAH daima üstün ve hikmet sahibidir." [125]
(Ve kalbiniz bununlar yatışsın diye...) (ALLAH bunu ancak müjde olsun diye...): ALLAH'ın melekler vasıtasıyla size yaptığı yardımı, va'dettiği gibi yardım edeceğinin müjdesidir. Yâni, kalbe dokunan sarsıntıdan sonra sükûn bulması için.
(Yardım yalnız ALLAH katmdadır...): Ne meleklerden, ne de sebeblerden. Maddi ve manevi sebebleri bulundukça, yardımın gerçek faili/yapıcısı ALLAH (c.c.)tır. Çünkü O, sebeblere boyun eğdirendir [126] .
Müslüman Cemaatin Yardımı:
Müslüman cemaat, ALLAH'a ve onun şeriatını hakim kılmağa daveti yürütmede mü'minlere yardım konusundaki Sünnetullâh'a (Hak-Bâtıl mücadelesinde Sünnetullâh) boyun eğer. Öyleyse, bu cemaatın, yardım unsurlarını hazırlaması, yardım önleyen durumlardan kaçınması lazımdır ki, bâtılı bertaraf ederken Hakk'ın (İslam) zaferi ve İslam Devletinin ikamesi gerçekleşsin.
Müslüman cemaat, üstün gayreti ve şerefli cihâdında, hasımlarınca bâtılla suçlanabilir, yalanlanma ve insanlar tarafından engellenmelere maruz kalabilir. Cemaat, bunları bilip hesaba katmalı ve bütün suçlamalara, tekziblere (sabırla) göğüs germelidir. Kaldı ki, müslüman cemaat, ALLAH'a, resullerinden daha sevgili olmadığı gibi, ihlas bakımından peygamberlerden daha samimi, delilce de daha kuvvetli değildir. Peygamberler eza ve cefa gördüler, yalanlanıp bâtılla (boş şeylerle uğraşma ile) itham edildiler.
Fakat bütün bunlara rağmen, ALLAH (c.c.) nasıl emretmişse öyle sabrettiler. İşte bu sabr u sebat (direnç) neticesinde ALLAH'ın yardımı gelmiştir. ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihayet onlara yardımımız yetişti. ALLAH'ın kelimelerini (yardım va'dini) değiştirebilecek kimse yoktur." [127]
Ayetteki değişme söz konusu olmayan "Kelimetullah"tan maksat, bir başka âyette ifade edilen.
"Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti:
"Mutlaka kendilerine yardım edilecektir. [128]" yardım va'dindir. Bu âyette mü'minlere şöyle bir müjde veriliyor: ALLAH, peygamberlerine va'dettiği yardımı, mü'minlere de va'detmiştir.
Zaten ALLAH (c.c.) "sünnet'inin sürekli ve peygamberlerle onlara uyan mü'minler hakkında kafi olduğunu ifade buyurmaktadır:
"Elbette biz elçilerimize ve inananlara hem dünyâ hayatında, hem de şahidlerin (şahidliğe) duracakları günde yardım ederiz." [129]
Netice olarak diyoruz ki, mü'minlere yardım hususundaki "Sünnetullâh", yardım sebeblerine ve şartlarına sarıldıkları .müddetçe müslüman cemaat için de söz konusudur.[130]
Müslüman Cemaatta Olması Gereken Güç:
Müslüman cemaatin, muhaliflerinden daha güçlü olmaya, İslami anlayışı insanlar arasında yayıp yüreklerinde yerleştirmeye, temiz, dürüst mü'minleri saflarına çekmeye gayret göstermeleri gerekir. İslami anlayış yayılıp, toplum içerisinde yerini bulunca, bütün toplum birimlerini kapsayacak şekilde sahası genişleyince, cemaat üye sayısı artıp yardımcıları çoğalınca, müslüman cemaat güç kazanmış, böylece de ALLAH'ın yardımına biraz daha yaklaşmış olur.[131]
Müslüman Cemâatin İhtilâf Ve Çekişmelerden Kaçınması Gerekir:
Müslüman cemaatın, yardımına engel olan durumlardan kaçınması gerekir. Ki, cemaat üyelerinin birbirleriyle yahut cemaat lideriyle çekişmesi ve ihtilafa düşmesi yardımı önleyen hallerdendir. Bu durumdan daima ALLAH'ın (c.c.) murakebesinde/kontrolünde bulunduğunu hatırda tutarak, niyyet ve kasdı sırf ALLAH'a tahsis ederek (İhlas) nefsi, arzuların (heva) kirinden temizlemekle kurtulmak mümkündür. Bu da tek başına yetmez. Aksine cemaatin faaliyeti için hassas ve net prensiplerin bulunması, cemaat üyelerinin ise bu prensiplere bağlı olması, liderlerinin de bir takım hak ve yükümlülüklere sahip bulunması gerekmektedir. Cemaat şura meclisinin istişaresinden sonra çalışma yetkisini, gücü nisbetinde, cemaat liderine havale etme kararı alınınca, üyelere, liderin şer'i hududlar dahilinde verdiği emirlerini dinleyip itaat etmek düşer.
"Cemaat Şura Meclisi"nin çoğunluğunun kararıyla liderin yetkileri, şer'i hudutlar dahilinde bulunması durumunda, liderin, Şura Meclisinin çoğunluğunun re'yiyle sınırsız olmayan yetkileri dahilinde hareket etmesi gerekir. Bu durumda cemaat üyelerine düşen, liderin, meclis kararıyla yerine getirilmesini istediği emirlerini dinleyip itaat etmeleridir. İşte bu bağlılık örneğiyle cemaat yürür ve belli bir ahenk içinde ihtilafsız, çekişmesiz, başı boşluk olmadan gerçek bir cemaat olarak çalışmasını sürdürür. Cemaatın bu durum ve keyfiyeti, kimi çalışma safhalarında herhangi bir hata söz konusu olsa dahi, onun için zaruridir. Çünkü cemaatin uyumlu çalışması ki bu birleştirici faktördür -içerisinde hata dahi olsa, bu hata abartılı olarak söylersek -cemaat için, içinde çekişme ihtilaf ve tefrika bulunan bir takım doğru/hatasız çalışmalardan daha az zararlıdır.
Büyük zararı def için küçük (az) zarar yüklenilir. Bu da, iki büyük müfsidin (zararlı) defi en küçüğün alınmasıyla mümkün olur, kaidesinden alınmalıdır.[132]
Müslüman Cemaatın Riya Ve Şüphelerden Kaçınması Gerekir:
Müslüman cemaatın, çalışmalarında riyadan kaçınıp mutlaka insanları razı ve hoşnut etmenin gayret ve azmi içerisinde olmamaları gerekir. Çünkü riya cemaat üzerindeki ALLAH'ın rıza ve desteğini yok eder. Öyleyse cemaat, insanlar istemesede ALLAH'ın hoşlandığı şeyleri yaparak O'nun rızasını almaya gayret etmeli, şayet yaptığı şey ALLAH'ın rızasına aykırı ise, insanlar istemiş olsalar da, ondan uzak durmalıdır. Fakat bu, insanların hoşnutsuzluklarından çekinilmez, onları memnun etmeye rağbet gösterilmez, demek değildir. Faraza, insanların cemaata güvenmeleri, istenen zaruri bir durumdur. Fakat cemaatin, ALLAH'ın hoşnutsuzluğuna karşılık insanları razı etme isteği caiz değildir. Cemaatin, zatında mubah olanı terk etmesi gerekir ki davayı ortadan kaldırmaya çalışanların ima edip durdukları ve insanlar arasına saldıkları şüpheleri kendisinin şahs-i manevisinden (tüzel kişiliğinden) uzaklaştırsın. Evet, cemaat şüphelerden sakınır, mubahları terk eder ki, yapılması düşünülen gerekli hususlarda insanların kendisine olan güvenleri sarsılmasın.
ALLAH Teala'nın İslam davasını ortadan kaldırmak isteyen kâfirlerin "Bu Kur'anı (Muhammed), geçmiş kitapları mütalaa ederek öğrendi, demesinler diye Resulünü okuma yazmadan uzak tutması bu söylediğimize delil teşkil eder. ALLAH (c.c.) buyuruyor ki:
"(Ey Muhammed), sen bundan önce bir kitap okumuyordun, dinle de onu yazmıyordun. Öyle olsaydı o zaman ALLAH'ın sözlerini boşa çıkarmaya çalışan (iptalciler), kuşkulanırlardı." [133]
Bu âyetin tefsirinde:
"Şayet sen okuma yazma bilmiş olsaydın (davana) zarar vermek istvyenler şüpheye düşecek, ilmihal ki, geçmiş peygamberlerden esinlenerek kendi eliyle yazmıştır" diyeceklerdi. Oysa onlar bilmiyorlar ki O (a.s) ümmidir, okuma yazma bilmez. Aralarında henüz vahyin gelmediği uzun bir zaman yaşadığı yıllarda dahi ne okur ne yazardı. Daha sonra bu Mu'ciz (okuyan ve yazanı aciz bırakan) Kitab'ı (Kur'an) getirince şaşıverdiler. Aralarında gün geçirmiş biri olarak daha önce okuma, yazma bilseydi zaten şüpheye mahal kalmayacaktı. (Geçmiş kitaplardan esinlenmiş diyeceklerdi. Fakat ümmi olarak Kitab-ı getirince şaşırıp kaldılar…) denilmiştir. [134]
[74] Ali İmran: 3/124-125
[75] Fahrî Râzî, c.8, s.228
[76] İbn Teymiye, Mecmuu Fetevâ, c.8, s.526
[77] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 74-75.
[78] Ebû Amr Ahmed b. Muhammed b. Abdu Rebeh Ikdu'l Ferîd, c.l, s.130. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 75-76
[79] Muhammed: 47/7
[80] Tefsîr-i Zemahşerî, c.4, s.318
[81] Tefsîr-i Râzî, c.28, s.48
[82] Hacc: 22/40
[83] Tefsîr-i Râzî, c.3, s.41
[84] Tefsîr-i Zemahşerî, c.3,.s.l60
[85] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 76-78.
[86] Al-i İmran: 3/104
[87] Tefsîr-i Zemahşerî, el, s.396
[88] Mâide: 5/2
[89] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık:78-80.
[90] Bakara: 2/216
[91] Tefsîr-i Kurtubî, c.3, s.38-39
Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 80-81.
[92] İbnu'l Arabî, Ahkâmu'l Kur'ân, c.2, s.937-938
[93] Seyyid Kutub, Fî Zilâli'l Kur'ân, C.10, S.224. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 81-82.
[94] Tevbe: 9/38
[95] Yâni, parmak denizden bir şey getirememiştir. Denize nisbetle parmağın onda bulunma süresi ve üzerindeki ıslaklık ne ise, ahirete nisbetle de dünyâ nimetinin içinde kalma süresi ve ondan almanın azlığı da odur. (Çev.)
[96] Askalânî, Sahîh-i Buhârî Şerhi, c.6, s.32-33
[97] İbn Kudâme, el-Muğni, c.8, s.348-349.
[98] İbn Teymiye, Mecmuu Fetevâ, c.28, s.418. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 82-84.
[99] Enfal: 8/60
[100] Âlûsî, c.10, s.26; Tefsîr-i Menâr, c.10, s.61. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 84-85.
[101] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 85-86.
[102] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 86-87.
[103] Müslim Rivayeti, Suyûtî, Câmius Sağîr, c.2, s.539, Ha:8862. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 87.
[104] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 87-88.
[105] Al-i İmran: 3/200
[106] Tefsîr-i Zemahşerî, el, s.160; Tefsîr-i Kurtubî, c.4, s.322-327; İbn Kayyım, Tefsîr-i Kayyım, s.217; Tefsîr-i Menâr, c.4, s.318-319
[107] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 88-89.
[108] Al-i İmran: 3/140
[109] Tefsîr-i Râzî, c.9, s.14
[110] Nisa: 4/104
[111] Tefsîr-i Râzî, c.ll, s.31. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 89-90.
[112] Enfal: 8/45
[113] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.226; Tefsîr-i Âlûsî, c.10, s.14; Tefsîr-i Menâr, c.10, s.21
[114] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 90-92.
[115] Nisa: 4/102
[116] Tefsîr-i Râzî, c.ll, s.25-26
[117] Tefsîr-i Menâr, c.9, s.375. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 92-93.
[118] İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve'n Nihâye, c,7, s.7
[119] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 93-94.
[120] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 94.
[121] Enfal: 8/46
[122] Tefsîr-i Âlûsî, c.10, s.14. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 94.
[123] Enfal: 8/47
[124] T.ÂIûsî, c.10, s.14; T.Menâr, c.10, s.25. İhtilâfta Sünnetullâhtan bahsederken Yönetici ve Kumandana muhalefetten bahsettiğimiz gibi, ihtilâf ve ihtilâf edenler hakkında Sünnetullâh bahsinde de ihtilâfın genişçe izahını yapacağız. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 95.
[125] Enfal: 8/9-107
[126] Tefsîr-i Zemahşerî, c.2, s.202; Tefsîr-i Menâr, c.9, s.608. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 95-96.
[127] En'am: 6/34
[128] Saffat: 37/171-172
[129] Mü'min: 40/51
[130] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 96-98.
[131] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 98.
[132] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 98-99.
[133] Ankebut: 29/48
[134] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 99-101.