sidretül münteha
Wed 15 June 2011, 07:06 pm GMT +0200
V. Hadisin Lafzı Ve Mânasının Bozuk Olması
Hadisin lafız ve anlamının, peygamberler, özellikle de Resûlullah tarafından söylenmeyecek tarzda bozuk olması, -bu ifadenin zayıf ve alelade olmasından veya Hz. Peygamber'in emrettiği veya yasakladığı türden olmayan bir işe delalet etmesi, ya da insanın duyu ve tecrübelerinin onun yanlış olduğunu göstermesi... gibi nübüvvet makamının kendisinden uzak olduğu bir mânayı içermesi sebebiyle olabilir- hadisin sahih olmadığının ölçülerinden biridir. Bu durum, hadisin bir peygamberin söylemeyeceği türden lafızlar, emredip yasaklaması mümkün olmayan ve duyu ve tecrübelere aykırı hükümler içermek gibi nübüvvet makamına yakışmayan hususlar taşıması sebebiyle olabilir. Böyle bir durumda mânanın bozuk ve akla uzak olması, lafzın bozukluğundan daha önceliklidir. Zira râvi Hz. Peygamber'in sözlerini lafzında tasarrufta bulunarak, söylemek istediği mânayı asgarî ifade edecek ve Resûlullah'ın sözlerine uygun düşecek şekilde kendine ait kelimeler kullanarak manen rivayet edebilir. Bu durumda ravinin ifadesi bozuk veya Araplar tarafından kullanılmayan yabancı bir kelime kullanmış ise, hadisin lafzında bozukluk meydana gelmiş olur. Bu gibi hallerde, anlam bozuk olmadıkça söz konusu hadisin sahih olmadığına hükmetmeyiz. Şu halde bu ölçü de hadisin mânası ve bununla ilgili hususlar ön plana çıkmaktadır. İster güzel ve süslü bir lafızla, isterse bozuk ve yanlış sözlerle ifade edilmiş olsun, Resûlullah'ın ifade kasdetmesi mümkün olmayan bir mâna içeren herhangi bir rivayet ona nispet edilemez ve uydurma olduğuna hükmedilir.
Burada metni anlam bakımından incelemenin asıl olduğunda şüphe yoktur. Lafzın bozukluğu ise, söz konusu rivayetin sahih olmadığı hususunda mânaya bakışı destekleyen ikinci bir delil ve yardımcı bir unsurdan başka bir şey değildir.
Muhaddislerin, bu ölçüyü kullanarak tenkit ettikleri hadislerin sayısı gerçekten çoktur. Bunların örnekleri Mevzuat kitaplarında bol miktarda bulunmaktadır. Bu nevi rivayetler, aynı zamanda çoğunlukla isnad cihetinden de zayıf olup, aralarında isnadı sahih denilebilecek olan da bulunmamaktadır. Aksine, böylesi rivayetlerin senedleri de zayıf olup hâvilerinin çoğu yalancı ve hadis uyduruculandır. Bu rivayetlerin râvileri hakkında söylenebilecek en iyimser söz, "hadis uydurmakla itham olunmuşlardır" ifadesidir.
Madem ki bu ölçü, hadislerin mücerred olarak lafız ve ibarelerine bakmaktan daha çok, mâna ve delaletini göz önünde bulundurmaktadır; öyleyse muhaddisler senedi sahih hadisler içinde, sadece mânası münker olanı bulamıyorlar mı, yoksa bu ölçü, isnadı sahih olanlarda kullanılmamakta ve sadece isnadı zayıf olan hadislerle sınırlı mı kalmaktadır?
Bu konuda araştırdığını örneklerin çoğunda muhaddislerin ekseriyetinin, hadisin senedinin sahih olması halinde bu ölçüyü kullanmadıklarını tespit ettim. Muhaddislerin, el-Berîd hadisini [505] değerlendirirken ihtilafa düşmeleri bunu teyit etmektedir. Nitekim onlardan bir kısmı bu hadisin sahih veya hasen olduğuna hükmederken, diğerleri zayıf veya uydurma olduğunu söylemektedirler. Söz konusu hadisi zikretmeden önce, bu kapsama giren genel bir kuralı ifade etmemiz yerinde olacaktır:
İbn Kayyim'e göre, içinde yüzü güzel olanların zikredilip övüldüğü, onlara bakmanın veya onları istihdam etmenin emredildiği, yahut da onların cehenneme girmeyeceklerini ifade eden bütün rivayetler yalan, uydurma ye iftiradır [506]. Bu tür rivayetlere örnek olarak şunlar gösterilebilir:
a. Güzel yüzlü ve siyah gözlüleri size tavsiye ederim. Çünkü Allah, güzel yüze cehennemde azap etmekten haya eder [507].
b. Güzel yüze bakmak ibadettir [508].
c. Yeşillik, akan su ve güzel yüz olmak üzere üç şeye bakmak göze kuvvet verir [509].
d. "Bana postacı gönderdiğinizde, adı ve yüzü güzel olanı gönderin". İbn Kayyım, bu hadisin senedinde Ömer b. Râşid'in yer aldığını, İbn Hibban'ın onun "hadis uyduran biri olduğunu" söylediğini, Ebu'l-Ferec İbnü'l-Cevzi’nin ise, bu hadisi el-Mevzûât'ında zikrettiğini" kaydetmektedir [510].
Bu sonuncu örnek daha önce sözünü ettiğimiz "el-Berîd hadisi"dir. Bunun senedinde yer alan Ömer b. Raşid'i İbn Hibban hadis uydurmakla itham etmekte ve hakkında:
"O, mevzu haberleri güvenilir râvilerden rivayet edenlerdendir. Onun adını kitaplarda, sadece tenkit amacıyla zikretmek ve hadisini ibret gayesiyle yazmak caizdir" [511] demekte, bu rivayeti de İbn Hacer'in yaptığı gibi [512] zayıf olarak nitelendirmektedir.
Buna rağmen Heysemî bu hadisin sahih, Münavî ise hasen olduğunu [513] ileri sürmekte, Suyûtî ise, inancıma göre bu hadis hasen-sahihtir, onun senedlerini bir cüzde topladım, demektedir [514].
Her ne kadar içlerinde kendisi ile ihticac olunamayacak kadar zayıf olanlar yanında, Ömer b. Raşid gibi sika râviler adına hadis uyduran yalancılar bulunuyorsa da, bu hadisin sahih veya hasen olduğunu söyleyenler onun değişik tariklerden gelmesine itibar etmişlerdir. Halbuki onlar, hadisin metnini tetkik edecek olsalardı, söz konusu rivayetin hüccet olarak kullanılamayacak derecede zayıf senetlerinin bulunduğu, ayrıca metninin de uydurma olduğuna hükmetme hususunda da tereddüde düşmezlerdi, Muhaddislerin bu tutumu, söz konusu ölçüyü kullanma hususundaki ihmallerini ve bizzat bu hadisi tenkit ederken sözü edilen ölçünün gücünü ve etkisini kavramadıklarını ortaya koyar. Suyûtî'nin böyle bir hadisi sahih görmesi garîb karşılanmamalıdır. Çünkü onun eserlerinde bu nevi birçok rivayete sahih hükmü verdiği bilinmektedir. Onun senede gösterdiği ilgiyi metne göstermemesi, el-Leâliü'l-masnûa isimli kitabının birçok yerinde İbnü'l-Cevzî ile ilgili tenkitlerinde açıkça görülmektedir.
Bu hadis konusunda sözü uzatmamızın amacı, onun sahih olup olmadığını tespit değildir. Aksine amacımız, hadisin metninde akla aykırı hususlar bulunmasına ve senedi de zayıf olmasına rağmen, muhaddislerin, metindeki bu duruma bakmadan, senedi erinin çokluğuna dayanarak, onun hakkında hüküm vermiş olduklarını ortaya koymaktır.
Muhaddisler "el-Berîd hadisini" değerlendirirken ihtilafa düştükleri gibi, daha önce zikrettiğimiz "size güzel yüzlüleri tavsiye ederim", "güzel yüze bakmak ibadettir" gibi diğer hadisleri değerlendirirken de ihtilafa düşmüşlerdir. Çünkü bu anlamların akla aykırı olduğu el-Berîd hadisinden daha açık bir şekilde görülmektedir. Şöyle ki; bunları tevil mümkün değilken, Gazzâlî'nin dediği gibi, bir ölçüde yüz güzelliğini kilo ve boy arasındaki dengeye, uzuvların birbirine uygunluğuna ve yüzün fıtraten bakmaktan hoşlanacağı şekilde güzel yaratılmış olmasına hamletmek veya sevimliliğe ve sempatik olmaya yorumlamak mümkündür [515]. Bu yorumlar, her ne kadar akıl dışı görünüyorsa da, hadisin anlam bozukluğunu hafifletir mahiyettedir. Halbuki diğer hadisler akla aykırı oldukları gibi, herhangi bir şekilde yorumlanmaları mümkün değildir.
e. "Dört şey dört şeyden doymaz:
Kadın erkekten, yer yağmurdan, göz bakmaktan ve kulak duymaktan." [516]
f. Eğer pirinç bir adam olsaydı, ağırbaşlı olurdu. O, kendisini yiyen bütün açları doyurur." [517]
g. "Horoza sövmeyin, zira o benim arkadaşımdır. İnsanoğlu onun sesindeki sırrı bilseydi, onun tüyünü ve etini altın karşılığı satın alırdı." [518]
Böyle bir sözü, insanların bilgisi, anlayışı, hatta aklı en kıt olanının dahi söylemesi mümkün değilken, Allah'ın elçisi nasıl söylemiş olabilir? Onu bu tür ithamlardan tenzih ederiz. Bu, İslâm'a ve onun elçisine düşman olan birinin uydurduğu anlamsız bir sözdür.
İnsanların alay ettiği bu nevi saçma sapan rivayetlerden bir kısmı da aşağıda zikredeceğimiz muayyen bir şeyi yemeye teşvik eden, onun hastalıkları iyileştirdiği, hatta sıkıntıları giderdiği iddia edilen hadislerdir.
h. "Cebrail bana cennetten bir tatlı getirdi. Onu yediğimde bana kırk kişide mevcut olan cinsel güç verildi." [519]
k. "Patlıcan yenildiği amaca göre etki eder. Patlıcan bütün hastalıklara şifadır, dedi." [520]
l. "Size mercimek yemeği tavsiye ederim. Çünkü o, kalbi incelten, göz yaşını artıran mübarek bir yiyecektir. Onu yediği için yetmiş peygamber yüceltilmiştir." [521]
Abdullah b. Mübarek'e bu son rivayet sorulduğunda şöyle demiştir:
Mercimekte en fazla bulunan şey yahudi şehvetidir. Yetmiş peygamber bir tarafa, eğer onun sayesinde bir peygamber yüceltilmiş olsaydı o bütün hastalıklara şifa olurdu. Halbuki Allah Teâlâ, onun çok da değerli olmadığını bildirmiş soğan ve sarımsakla bir tutmuş ve onu kudret helvası ve bıldırcın kuşuna tercih edeni kınamıştır [522].
İnsanların duyu, tecrübe ve akıllarına aykırı mânalar içermesi sebebiyle âlimlerin Resûlullah'a nisbetini reddetmede tereddüt etmedikleri ve Hz. Peygamber'in asla söylemiş olamayacağı hadislerden bazıları da şunlardır:
m. "Misvak kullanmak kişinin düzgün konuşmasını artırır" [523].
n. "Bir dağın yerinden kaydığnını duyduğunuzda kabul edin fakat bir kişinin huyunun değiştiğini duyduğunuzda kabul etmeyin. Zira kişi ancak yaratıldığı üzere hareket eder." [524]
o. "Balık yemek, haset duygusunu giderir" [525].
Bu rivayetleri değerlendirecek olursak; hiç bir kimse, misvak kullanmanın, insanın konuşma kabiliyetini zayıflatmayacağı gibi, güçlendirmeyeceğinden de şüphe etmez. Nitekim Sağanî de bu rivayet aynı mânada değerlendirmiş ve onun açık bir uydurma olduğunu söylemiştir [526]. Doğrusu da budur. Zira misvak kullanma, dişleri kirlerden korur. Misvakın güzel konuşma kabiliyeti ile hiçbir ilgisi yoktur. Zira konuşma kabiliyeti, insanın aklı, kişiliği ve Allah'ın ona verdiği konuşma gücü ile alâkalı bir husustur.
İkinci hadis, insanın fıtratında bulunan huyların değişmeyeceğini vurgulamaktadır. Buna göre, huylar üzerinde insanın iradesi söz konusu değil, ve insan onlara göre hareket etmeye mecburdur. Halbuki her şey Allah'ın kudreti dahilinde olmakla beraber, insana huylarını bir halden başka bir hale değiştirme gücü vermiştir. Bu, her birimizin kendi şahsında hissettiği bir durumdur. Nitekim Elbânî söz konusu hadisle ilgili yorumunda şöyle demektedir:
"... Bu hadiste cebir kokmakta; müslümanın ahlâkını değiştiremeyeceği için, onu güzelleştiremeyeceği anlaşılmaktadır. Öyleyse, "Ben ahlâkı güzel olan için cennetin en üst mertebesinde bir eve kefilim" hadisinde olduğu gibi, ahlâkı güzelleştirmeyi teşvik eden hadislerin ne anlamı vardır?" [527].
Balık hadisine gelince, onun uydurma olduğu mânasından açıkça anlaşılmaktadır. Zira balık yemenin hased duygusunu giderdiğini iddia etmiş herhangi bir kimse bugüne kadar görülmemiştir. Nitekim balık yiyen nice insan vardır ki çoğunda hased duygusu devam etmektedir. İbnü'1-Cevzî de bu rivayeti mevzuatına alarak onunla ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır:
"Bu rivayet, ne senedi, ne de mânası itibariyle hiçbir değer taşımaz. Hadisin aslı "O, hasedi giderir" şeklinde olmalıdır. Ancak râvi bunu karıştırarak yanlış bir şekilde tefsir etmiştir. Haddi zatında balık hasedi falan gidermez." [528].
Lafzı bozuk, mânası yanlış ve insanın kabul edemeyeceği daha nice rivayetler vardır. Bu nevi rivayetlerin bir kısmı meşhur ve bazı kitaplarda yazilagelmiştir. Bunların uydurma olduğuna dair alâmetler biraz düşünen, onları tenkit ve araştırma noktasında akıl ve fikir yürüten insan için açıktır. Bu tür rivayetlerden bazıları şunlardır:
ö. Ubey b. Ka'b'dan rivayet edilen Kur'an'ın faziletine dair meşhur hadiste:
"...Kim el-A'raf sûresini okursa, Allah onunla İblis arasında bir perde koyar. Kim el-Enfal sûresini okursa, ben ona şefaatçi, şahid ve onu münafıklıktan koruyucu olurum. Kim Yunus sûresini okursa, ona Hz. Yunus'a inanan ve inanmayan, Firavun'la beraber boğulan kişilerin adedinin on misli sevap yazılır. Kim Hûd sûresini okursa ona Nuh'a inanan ve inanmayanların sayısının on misli sevap yazılır..." [529] denilmektedir. Söz konusu rivayette, Kur'an'daki sıraya göre, başından sonuna kadar bütün sûrelerin faziletleri bu şekilde tek tek açıklanmaktadır. Halbuki Kur'an'ın bu tertibi Hz. Peygamber'in vefatından sonra yapılmıştır.
Bu rivayeti uyduran da bu durumu itiraf ederek şöyle demektedir:
"İnsanların Kur'an'la daha çok meşgul olmaları sağlamak amacıyla bu hadisi uydurdum." [530]
İbnü'l-Cevzî bu rivayeti şöyle değerlendirmektedir:
Sûrelerin faziletleri ile ilgili hadis kesin olarak uydurmadır... Zira her bir sure ona münasip sevap, Hz. Peygamber'in ifadesine uygun düşmeyen bir tarzda son derece bozuk bir ifade ile zikredilmektedir [531].
Bu rivayeti uyduran kişinin kendi itirafına rağmen Sa'lebî, Vâkıdî gibi bazı müfessirler, Kur'an'ı tefsir ederken her sûrenin başında onunla ilgili faziletleri zikretmişlerdir. Zemahşerî ise, bunların sûrenin sonunda zikretmiştir [532]. Bu nevi hadislerin tefsir ve diğer kitaplarda yer alması tehlikeli bir durumdur. Ne yazık ki müslümanlar, böyle bir durumla karşı karşıya kalmışlardır. Söz konusu müfessirlerin bu nevi haberlere kitaplarında yer vermeleri, hadis ilmindeki bilgisizlikleri dolayısı ile bir ölçüde mazur görülebilir. Ancak aynı zamanda bir muhaddis olan İbn Kesîr rivayet tefsirlerinin en meşhurlarından olan eserinde zayıf, uydurma ve israiliyyat türünden birtakım rivayetlere yer vermiştir. İşin daha garip olanı ise söz konusu muhaddisin kitaplarında sahih veya zayıflık durumlarına temas etmeksizin istidlal amacıyla bu nevi hadislere yer vermiş olmasıdır.
p. Bir rivayette Hz. Osman'ın, Resûlullah'a:
"Gökler ve yerin anahtarları O'na aittir" [533] âyetinin tefsirini sorduğu, Hz. Peygamber'in de:
"Bana onu hiç kimse sormadı, onun tefsiri şu şekildedir: "Allah'tan başka ilah yoktur; O, büyüktür, O'na hamdeder, O'nu tenzih eder ve O'ndan istiğfarda bulunurum..." Onu okuyanın ilk kazancı İblis ve askerlerinden korunması, ikincisi cennette ona bol miktarda servetin verilmesi, üçüncüsü cennette derecesinin yükseltilmesi, dördüncüsü Allah'ın onu hurilerle evlendirmesi, beşincisi ona, kabul edilmiş hac ve umre sevabı verilmesidir. Eğer bu kişi o gün ölürse, şehit olur” [534] buyurduğu rivayet edilmiştir.
İbnü'l-Cevzî bu hadisi şöyle eleştirmiştir:
Bu hadis, Resûlullah'ın nübüvvetine yakışmayan nadir uydurmalardan biridir. Çünkü onun, böylesi lafzı bozuk ve mânası akla aykırı sözler söylemesi mümkün değildir. [535] Anlayış ve doğru düşünme kabiliyeti olan herkesin açıkça anlayacağı üzere, İbnü'l-Cevzi’nin bu değerlendirmesi son derece doğrudur.
r. Beli isimlerle dua eden kişiye Allah'ın karşılık vereceğini bildiren şu rivayet:
Ey Allah'ım sen ölmeyen diri...tükenmeyen cömert, uzak olmayan yakın..., sözünden dönmeyen vefalı..., yadırganmayan maruf..., emir altına alınmayan tek..., görülmeyen perdelenmiş, yok olmayan sürekli, yıpranmayan ebedî, benzetilmeyen tek, karşı konulmayan güçlüsün... Kim uyumadan önce bunlarla dua ederse Allah azze ve celle bunlardan herbir harf karşılığında ona, yüzleri güneş ve aydan daha güzel olan ruhanilerden yedi yüz bin melek gönderir..." [536]
Bu bozuk ifadeler sebebiyle İbnü'l-Cevzî bu rivayetin uydurma olduğuna hükmederek şöyle demektedir:
Bu rivayet, Resûlullah'a nispet edilen bir uydurmadır. Onun değişik rivayetlerinde Hz. Peygamber'in benzerini söylemesi mümkün olmayan bozuk sözler ve Cenab-ı Hakk'ın tenzih edilmesi gereken isimler bulunmaktadır [537].
Bozuk kelime ve mânalar gibi bir rivayette anlamı bilinmeyen lafızların bulunması da onun Resûlullah'a ait olmadığını gösterir. Zira bu nevi lafızlar, Arapça olmadığı gibi Araplar'ın kullandığı kelimeler de değildir. Bu sebeple bir rivayette bu nevi kelimelerin bulunması, onun uydurma olduğuna hükmetmek için yeterli bir delil teşkil etmektedir. Buna bir örnek olarak şu rivayet gösterilebilir:
Ali el-Karî kelimesinin, mânası bilinmeyen bir kelime olduğunu, bu sebeple onu şifa amacıyla okuyup üflemenin haram olacağını, söyleyenin küfre gireceği bir küfür kelimesi olma ihtimalinin bulunduğunu ifade ederek [538] şöyle demiştir:
İbn Hacer, minberde hutbe okurken dahi onu yazanı görse, azarlardı [539].
Bu nevi hadislerin metinlerinde bulunan lafız ve mâna bozukluğundan hareketle, onların asılsız olduğuna hükmetmenin doğru bir metot olduğunda şüphe yoktur. Her ne kadar daha önce zikrettiğimiz gibi, muhaddislerin birçoğu, bu ölçüyü senedi sahih hadislere uygulamayıp, daha ziyade senedleri zayıf hadislere tatbik etmişlerse de, ben bu ölçünün de senedleri sahih de olsa bozuk ifade taşıyan bütün hadislere tatbik edilmesi kanaatindeyim. Zira metinlere ve onların tenkidine gösterilen ihtimam, senedlere ve onların illetlerine gösterilen ihtimamdan daha az önemli ve etkili değildir. [540]
[505] Bu hadisin metni biraz sonra verilecek.
[506] İbn Kayyim, el-Menârü'l-münîf, s. 63.
[507] İbn Kayyim, a.e., s. 62.
[508] İbn Kayyim, a.e., s. 62.
[509] İbn Kayyim, a.e., s. 62.
[510] İbn Kayyim, a.e., s. 63.
[511] İbn Hibban, el-Mecrühîn, ll, 83.
[512] İbn Hacer, Takrîbu't-tehzîb, ll, 55.
[513] bk. Ebu Gudde, Haşiye ale'l-Menâri'l-münîf, s. 63 (Heysemî, ez-Zevâid, VIll, 47 ile el-Münâvî, Feyzu'l-kadir, I, 312'den naklen).
[514] Suyûtî, el-Leâliü'l-masnüa, lI, 81.
[515] Ebu Gudde, Haşiye ate'l-Menâri'l-münîf, s. 63.
[516] İbn Kayyim, el-Menârü'l-münîf, s. 101-102.
[517] A.g.e., s. 54.
[518] A.g.e., s. 55.
[519] A.g.e., s. 64.
[520] A.g.e., s. 51.
[521] A.g.e., s. 51-52.
[522] A.g.e., s. 52.
[523] Ali el-Kârî, el-Mevzûâtü'l-kübrâ, s. 219.
[524] Elbanî, Silsiletü'l-ehâdîsi'z-zaîfe, I, 167.
[525] İbnü’l-Cevzî, el-Mevzûât, m, 15.
[526] Ali el-Kârî, a.e., s. 219.
[527] el-Elbânî, a.e., I, 167.
[528] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzüât, III, 15.
[529] A.g.e., I, 239-240.
[530] İbn Kayyım, el-Menârü'l-münif, s. 114.
[531] İbnü'l-Cevzî, a.g.e., I, 240.
[532] İbn Kayyım, et-Menârü'l-münif, s. 113.
[533] ez-Zümer: 39/63.
[534] İbnü'l-Cevzî, el-Mevzûât, 1, 145.
[535] A.g.e., I, 145.
[536] A.g.e., III, 117.
[537] A.g.e., III, 117.
[538] Ali el-Kârî, el-Mevzûât, s. 388.
[539] A.g.e., s. 389.
[540] Misfir B. Gurmullah Ed-Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi Metodları, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1997: 167-175.