sumeyye
Fri 4 February 2011, 01:19 pm GMT +0200
Hadisçi, En Ufak Şüpheden Dolayı Hadisi Reddetmemelidir:
Ehl-i hadisten biri, Şâri’ce belirtilmemiş, fakat muhaddislerce sabanı I-ır şekilde konulmuş kaidelere riayette aşırılık göstererek, en ufak şaibeden dolayı -mürsellik ya da inkıta şüphesi taşıması gibi- her önüne gelen hadisi ya da sahih kıyası reddetmemelidir. Nitekim İbn Hazm (ö. 456/1064) böyle yapmış ve Buhârî’nin rivayetinde inkıta şaibesi gördüğü için çalgı âletlerinin haram lığını bildiren hadisi reddetmiştir. Kaldı ki hadis, haddizatında muttasıl ve sahihtir. Oysaki böyle bir tavır ancak tearuz halinde gösterilmelidir. Onların,
“Falan, filancanın hadisini başkalarından daha iyi bilir” deyip, onun hadisini diğerlerine tercih etmeleri, icabında diğerinde tercihi gerektirecek belki bin yönün bulunuşuna bakmamaları da böyledir.
Rivayet esnasında, râvîlerin büyük çoğunluğu esas manaya önem verirler; Arap dili mütehassıslarının dikkate aldıkları inceliklere pek bakmazlardı. Bu durumda ehl-i hadisin, hadis metninde yer alan fâ, vâv gibi harfleri, lâfızların takdim ve tehirlerini dikkate alarak hüküm çıkarmaya çalışması aşırılıktır. Çoğu kez, diğer râvî aynı olayı anlatır ve icabında değişik lâfızlar kullanır. Doğrusu, râvînin rivayetinde kullandığı ifadelerin, zahirde Rasûlullah’ın (s.a.) sözü olduğu kabul edilir; ancak başka bir hadis ya da delil çıkarsa, o zaman onların sonucunun da dikkate alınması gerekir.
Ehl-i Tahrîcden Olanlar, İmamlarının Sözünden Anlaşılmayacak Sonuçlar Çıkarmamalıdır:
Ehl-i tahrîcden olanlar da, bizzat imamlarının sözlerinden doğrudan anlaşılmayan, ehl-i örfün ve dil bilginlerinin de anlamayacağı sonuçlar çıkarmamalıdır. Keza ehl-i vücûhun üzerinde ihtilâf ettikleri, görüşlerin çelişir halde olduğu konularda tahrîc-i menât ya da bir meseleye, nazîrinin hamli esası üzerine hüküm binasında bulunmamalıdır. Çünkü bu gibi konularda şayet imamlarına o meseleyi sorma imkânı olsaydı, belki de nazîri, nazîr üzerine bir mâni’den dolayı hamletmiş olduklarını söyleyeceklerdi, belki de tahrîc işlemini yapan kimsenin ulaştığı illetten başka bir illet zikredeceklerdi. Bütün bu ihtimallere rağmen onların sözlerinden anlaşılmayacak sonuçlar çıkarmak doğru olmaz. Zaten tahrîcin caiz olması, müctehidin taklidi anlamına geldiğindendir. Bu da, ancak onların sözlerinden anlaşılır bir sonuç olması halinde tam olur.
Hadise Riâyet Daha Önemlidir:
Yine ehl-i tahrîcden olan kimselerin, sıhhati üzerinde hadis bilginlerinin mutabakat halinde oldukları bir hadis ya da eseri, kendisinin ya da imamlarının ortaya koymuş oldukları kurala uymuyor gerekçesiyle reddetmesi doğru olmaz. Musarrât [793] hadisinin reddi, zevi’l-kurbâ hissesinin düşürülmesi böyledir. Çünkü hadise riâyet, tahric olunan o kurala riâyetten daha önemlidir. İmam Şâfıî, şu sözüyle işte bu manaya işaret etmektedir:
“İleri sürdüğüm her görüş, ya da ortaya koyduğum her asıl, eğer Rasûlullah’tan (s.a.) gelen bir hadise muhalif düşmüşse; söz Rasûlullah’ın (s.a.) sözüdür; siz onu alın.”
3) İctihâd: Şer’î Hükümlerin Elde Edilmesi İçin Kitap Ve Sünnetin Araştırılması:
Bu iş, çeşitli mertebeler halindedir:
a) Mutlak (tam) ictihâd:
Bunun en yüksek mertebesi, kişinin kendisinde oluşan ahkâm bilgisi sayesinde, bilfiil, ya da ona yakın bir güçte olaylar hakkında fetva talebinde bulunanların cevaplarını çoğu kez karşılayabilecek bir yeteneğe sahip olması yoluyla olur ve buna “ictihâd” adı verilir.
[793] Sütlü gözükmesi için birkaç gün sağılmadan sütü memesinde biriktirilip satılan hayvana "musarrât" denilmektedir. Rasûlullah (s.a.) bunu yasaklamış ve alıcıyı muhayyer kılmıştır: İsterse o bedelle hayvanı alacaktır, isterse üç gün içinde yanında bir sâ' hurma ile birlikte hayvanı iade edecektîr. (Ç)