- Hacrin sebepleri

Adsense kodları


Hacrin sebepleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
sumeyye
Sun 3 April 2011, 12:45 pm GMT +0200
Hacrin Sebepleri:





Hacrin sebepleri; küçüklük, delilik ve kölelik olmak üzere üçtür: Çünkü çocuk ile deli çıkarlarını bilmez ve ne şekilde elde edeceKİerini de kestiremezler. Bundan dolayı onları hacr (kısıtlılık) altına almak uygun olur. Kölenin tasarrufları, yani yaptığı işler efendisinin tasdikine bağlıdır. O tasdik etmezse, kölenin yaptığı işler geçerli olmaz.

Delinin ve akıl erdiremeyen çocuğun tasarrufları asla caiz değildir: Çünkü bunların tasarrufda bulunma ehliyetleri yoktur. Aklı eren çocuğun tasarrufu, velisi geçerli sayarsa veya önceden izin vermişse, caizdir: Açıkça bilinir ki veli, tasarruftan kendisi açısından ağır basan bir çıkar varsa, geçerli sayar. Aksi takdirde geçerli saymaz. Efendisiyle   birlikde köle tasarruf hususunda velisiyle birlikde aklı eren    çocuk    gibidir.     Çünkü   kölenin   tasarrufları   hususunda efendisinindir. Eğer o bu tasarrufları geçerli sayarsa, geçerli olurlar.

Hak Çocuğun ve delinin yaptıkları akidler, ikrarları, boşamaları ve köle azad etmeleri sahih değildir: Bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:   "Çocuğun ve bunağın boşaması hariç, diğer

bütün talâklar (boşamalar) geçerli olur [2] Azad etmek yalın bir zarar

meydana getirir. Ayrıca azad etmek bir nevi teberrûdur. Oysa çocuk ile deli teberru ehliyetine sahip değildirler. Zarar içerdiği için ikrar da böyledir. Sefîhlikleri, çıkarlarına yönelmeyişleri, çıkarlarıyla ilgilenmemeleri göz önüne alındığında zarar tarafı ağır bastığı için diğer akidleri de böyledir.

Âkil- baliğ olmayan çocuk ve deli başkasının malını telef ederse, ödemek lâzım gelir: Bu hüküm malı telef edilen kimsenin hakkını ihya etmek için verilmiştir. Kişinin uyku halinde cinayet işlemesi, eğik duvarın yıkılmasıyla altında kalıp ölmek gibi, kasdî olmayan durumlarda tazminat ödemek gerekir. Çünkü bu durumda maddeten bir telefat vukûbulmuştur ki, bu da tazminat sebebidir. Bu ancak haddlerde ve kısaslarda reddedilir. Kasitsızlık şüphe kabul edilir. Bu sebeple teammüden Öldürmede -inşâallah ilgili mevzuda da anlatılacağı gibi- kısas diyete kalbolur.

Kölenin sözleri kendi hakkında geçerlidir: Çünkü bu hususda ehliyeti vardır. Bir malı ikrar ederse, azad edildikden sonra onu ödemesi lâzım gelir: Çünkü hemen ödeyemez ve fakir gibi olur.

Hadd yahut kısas gerektiren bir suçu veya ailesini boşadığım ikrar ederse, hemen lâzım gelir: Çünkü kan hususunda köle hür insan gibi kabul edilir. Bu sebeple efendisinin bu hususda onun aleyhindeki ikrarı geçerli olmaz; kan dökmesi de onun mubah kılmasıyla mubah olmaz.

Boşama mevzuuna gelince; kölenin boşaması geçerlidir. Çünkü bununla alâkalı olarak Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: "Köle ancak boşama salahiyetine sahip olur,"[3] Zira köle, boşama ehliyetine

sahiptir. Karısını boşamakla da efendisine bir zarar dokunmayacağından dolayı, boşaması geçerli olur.

Erkek çocuğun bulûğa ermesi; i h ti lanı olması, gebe bırakması ve meni akıtmasıyla ya da 18 yaşma varmasıyla olur (Ebû Yûsuf, İmam Muhanımed). Kız çocuğunun bulûğa ermesi; ihtilâm olması, âdet görmesi, gebe kalması ya da 17 yaşına varmasıyla olur (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed): Çünkü hakiki bulûğ; ihtilâm olmak ve meni akıtmakla tahakkuk eder. Hz. Peygamber (sas) bir hadîs-i şerîfde şöyle buyurmuştur:  "İhtilâm olan (yani bulûğa eren) her erkek ve kızdan birer dinar al." [4]Çünkü gebe kalmak ve gebe bırakmak, ancak bulûğ ile mümkündür.

Âdet görmek de bulûğa erme alâmetlerindendir. Bir hadîs-i şerîfde  Hz.   Peygamber   (sas) şöyle buyurmuştur:   "Âdet gören (yani bulûğa ermiş olan) kadının namazı başörtüsüz olmaz. [5]

Yaş ile bulûğa ermeye gelince; belirtilen yaşa varanların bulûğa ermiş sayılmaları Ebû Hanîfe'nin görüşüdür. İmameyn ise, bu hususda şöyle demişlerdir; kız ile erkek 15 yaşına varınca bulûğa ermiş sayılırlar. Çünkü mûtad ve umumî olan budur. İbn. Ömer (ra) in şöyle dediği rivayet  edilmiştir;   'ben 14 yaşında iken cephede savaşmak için Hz. Peytmnber (sas)  e arzedildim. Beni geri  çevirdi.   Ertesi   sene ar/cdıldiğimde savaşmama izin verdi.[6]

Erkek   çocuğun   18, kız çocuğun 17 yaşma varmakla bulûğa ereceğini söyleyen Ebû Hanîfe'nin dayanağı şu âyet-i kerîmedir;

"Kemale erişinceye kadar yatımın malına sadece en iyi tutumla yaklaşın. " (En'âm: 152). İbn. Abbas (ra) dedi ki; kemal çağı 18 yaşıdır. Bu hususda söylenen en küçük yaş budur. Biz de ihtiyaten bunu esâs aldık. 18 Yaşı çocuğun kemal çağıdır. Erkeğin kemal çağı ise, 40 yaşıdır. Bu hususda Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

"Nihayet insan güçlü çağma erip kırk yaşma varınca... "(Ahkaf: 15). Kadın erkeğe nisbetle daha erken bulûğa ereceği için, onun bulûğ yaşını bir sene eksilterek 17 dedik. Bulûğ ile alâkalı olarak nakledilen hadîs-i şerife gelince; Hz. Peygamber (sas) savaşmak isteyen ama bulûğa ermemiş olan çocuklara da izin verirmiş. Rivayet edildiğine göre adamın biri cephede savaşması için oğlunu Hz. Peygamber (sas) e arz etmişti. Hz. Peygamber (sas) kabul etmeyince, adam; 'yâ Rasûlallah (sas) oğlumun cephede savaşmasını kabul etmiyorsun, ama savaşması için Râfı'e izin veriyorsun. Oysa oğlum güreşde Râfi'i yeniyor' demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sas) oğlunun savaşmasına izin vermişti.

Erkek çocuğun baliğ olduğunu iddia ettiğinde, iddiasının doğru kabul edileceği en aşağı yaş 12 dir. Kız çocukları için ise, bu 9 yaştır. Farklı yaşlar söyleyenler de olmuştur. Ama muhtar olan görüş, bizim söylediğimizdir.

18 yaşına giren erkek ve 17 yaşına giren kız, yani mürahik ve mürahika 'bulûğa erdik1 derlerse; sözleri doğrulanır: Çünkü bulûğa ermeleri ancak onlar tarafından bilinir. Doğruluğa ihtimali olan bir söz söylerlerse, sözleri tasdik edilir.

Âkil- baliğ hür kimse malını menfaatine uygun olmayan şeylere harcayan bir sefih olsa bile, kısıtlılık altına alınamaz (Ebu Yûsuf, İmam Muhammed): İmameyn dediler ki;'durumuna bakarak onu kısıtlılık altına alıp, malında tasarrufda bulunmasını menederiz. Zira savurganlık yapması ihtimaline binâen, çocuğu kısıtlılık altına alıyoruz. Madem öyle; sefıhliği kesinlik kazanan kimseyi kısıtlılık altına almamız haydi haydi gerekli olur. Bu sebeple malına tasarruf etmekden menedilir. Malında tasarrufda bulunması menedilmezse, malında kendisi için bir fayda kalmaz. Çünkü açıkça zararına olacak alış veriş akidleri yaparak malını saçıp savurması mümkündür. Rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (sas) Muaz (ra) in mallarım satıp borçlarını ödemiştir. Hz. Ömer (ra) de sefıhliği yüzünden Cüheyneli Useyf in mallarını satmıştır.

Akil- baliğ hür kimsenin sefahet sebebiyle kısıtlılık altına alınamayacağını söyleyen Ebû Hanîfe'nin dayanağı şudur; rivayet edildiğine göre; Hibban b. Munkiz (ra) alış verişlerinde aldatılıyordu. Akrabaları Hz. Peygamber (sas) den onu kısıtlılık altına almasını istediler. Hz. Peygamber (sas) de ona;   "Alış veriş yaptığında; 'aldatma

yok ve ben üç gün müddetle muhayyerim' de. [7] diye emretmiş ve onu

kısıtlılık altına almamıştı. Çünkü Hibban (ra) Şer'î emirlere muhatap bir kimse idi ve reşid kimse gibi, o da kısıtlanamazdı. Kaldı ki, kısıtlılık altına alınmakla zarar kendisinden uzaklaştırılamazdı. Çünkü o her gün ve her vakitte dört kadınla evlenip onları gerdeğe girmeden ve gerdeğe girdikten sonra boşayarak da malını telef edebilirdi. Şu halde onu zarardan korumak maksadıyla kısıtlamanın bir mânası olamazdı. Ve böylelikle zarardan korunamazdı da... Ayrıca kısıtlamak; insanlığını yok sayarak onu hayvan sınıfına katmaktır ki, ona bu şekilde verilen zarar; nıalını   israf edip  zayi   etmesi   sebebiyle  uğrayacağı   zarardan daha büyüktür. Bu, akıllı ve âticenab kimselerin bildikleri şeylerdendir. Az bir zaran bertaraf etmek için büyük zarara katlanmak caiz değildir. Ama umumî bir zaran bertaraf etmek için kısıtlamak caizdir. Meselâ; utanmaz ve halka hile öğreten bir müftünün, câhil tabibin ve müflis kervancının işten menedilip kısıtlılık altına alınmaları gerekir. Çünkü böyle bir müftü kısıtlanmazsa, din zayi olur. Câhil tabip kısıtlanmazsa, canlar zayi olur. Müflis kervancı da kısıtlanmazsa, mallar zayi olur.

Muaz (ra) ile ilgili hadîs-i şerife gelince; biz deriz ki, Hz. Peygamber (sas) onun malını nzasıyla satmıştı. Çünkü o sefih değildi. Onun hakkında böyle bir şeyi zannetmek nasıl mümkün olabilir? Hz. Peygamber (sas) onu dâvalan halletmesi ve kadılık yapması için seçip beğenmişti. Hz. Ömer (ra) in, Useyfin mallannı satması da böyle olmuştu. Denildi ki, bu satış dirhemlerin dinarlar karşılığında satılması şeklinde olmuştur ki, bu caizdir. Kişiyi kısıtlılık altına almak, korumak maksadıyla malını elinden geçici olarak almaktan daha ağır bir cezadır. İkisi birbiri ile mukayese edilemez. Koruma maksadıyla malım geçici olarak elinden almak, onun için faydalıdır. Çünkü sefıhlik umumiyetle mal sahibi kişinin kendi yaranna olmayan hibe ve nafakalarda olur. Bunu da kendi eliyle yapar.

Kadı bir sefihi kısıtlılık altına alır da, sefih bu karan başka bir kadıya arzeder ve o kadı da bu karan iptal ederse; iptal karan caiz ve geçerli olur. Çünkü ilk muhakeme sonunda verilen karar ihtilaflıdır. İhtilaflı şey üzerine hüküm verilemez. Ama birinci kadı'mn verdiği kısıtlama karannı ikinci kadı da imzalar ve kısıtlı kişi bu karan üçüncü bir kadıya arzederse; üçüncü kadı bu karan bozamaz. Çünkü ikinci kadı ihtilaflı bir şey hakkında karar vermiştir ve bu karar artık bozulamaz.

Sonra; Ebû Yûsuf a göre bir kimse eğer savurgansa, kısıtlanmaya müstahak olur. Kadı tarafından kısıtlılık altına alınmadan evvel yaptığı tasarruflar geçerli olur. Kısıtlının hali düzelirse, kısıtlılık hali ancak kadı kararıyla ortadan kalkar. Yoksa, kendiliğinden kalkmaz. İmam Muhammed dedi ki; savurganlığı onu kısıtlar. Düzelmesi, islah-ı hal etmesi ise; kısıtlılığım sona erdirir. Burada kısıtlılığın konulmasını gerektiren sebep ile, kısıtlılığın kaldınlmasmı gerektiren sebep nazar-ı itibara alınır.Ebû Yûsufun bu hususdaki görüşü ise, şöyledir; bu, üzerinde içtihad edilecek bir hususdur.   Ağırlık teşkil eden bir dayanak olsun diye bunun için hüküm vermek gerekir.

Sonra Ebû Hanîfe'ye göre reşid olmayan âkil- baliğ bir çocuğa malı teslim edilmez: Çünkü malının kendisine teslimini gerektiren şart tahakkuk etmemiştir ki, o şart da nassda belirtildiği gibi, kendisinde rüşd halinin görülmesidir. Fakat 25 yaşına vardığında reşid olduğu görülmese bile, malı kendisine teslim edilir (Ebû Yûsuf, İmam Muhammed). Sefihin, kısıtlılık altına alınmadan evvel yaptığı tasarruflar geçerli olur: İmameyn dediler ki; nass gereği kendisinde rüşd hali görülmezse, malı kendisine teslim edilmez. Malında tasarrufda bulunması caiz değildir. Çünkü tasarrufuna mâni olan illet, sefıhliğidir. Sefihlik var olduğu müddetçe, kısıtlılık hali devam eder.

Ebû Hanîfe'nin görüşünün dayanağı şu âyet-i kerîmedir;

"(Yetimler ) büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. "(Nisa: 6). Bu da büyüdüğünde kendi malında tasarrufta bulunmaktan menedilmeyeceğine dair bir işarettir. Ebû Hanîfe de bunu 25 sene olarak takdir etmiştir. Çünkü umumiyetle bu yaşa gelen insanda rüşd hali görülür. Bilindiği gibi bu yaşa gelen bir kimse dede olabilir. Rivayet edildiğine göre; Hz. Ömer (ra) bu hususda şöyle demiştir: Adam 25 yaşına vardığında aklî olgunluğu tamamlanır.

Ayet-i kerîmusindeki   kelimesini de böyle açıklamıştır.

Kişinin bu çağa varmadan evvel bulunduğu tasarruflar geçerli olur. Çünkü daha evvel malî tasarrufta bulunmaktan menedilmesi; kısıtlanması için değil de, tedip edilmesi içindir. Bu sebeple evvelki tasarruflan geçerli olur.

Sonra   İmameyn'in kavline dayanarak buradan bir kaç mes'ele daha çıkararak deriz ki; kadı bir kimseyi kısıtlılık altına alınca, o kimse çocuk hükmünde olur. Ancak şu bir kaç husus bundan müstesnadır; nikâh, talâk, köle azad etmek, cariyeyi ümm-ü veled kılmak, köle ile müdebberlik anlaşması yapmak, başkla insanların vasiyetleri gibi vasiyette bulunmak, hadd ve kısas ikrarında bulunmak... O, Şer'î emirlere muhatap olduğundan dolayı, tasarruf ehliyetine sahip kimselerdendir. Nikâh akdi yapabilir: Çünkü nikâh (yani evlenmek) aslî ihtiyaçlardandır. Mehr-i misil ile yapılmışsa, bu bağlayıcı olur. Çünkü bunda aldanma yoktur. Ama mehr-i misilden fazla bir mehirle yapılmışsa, fazlası bâtıl olur. Çünkü bu malî bir tasarruftur ve bu akdi yapan da hasta bir borçlu gibidir.

Eğer kadın sefih ise; mehr-i misilden az bir mehir alarak ama kendi dengi olan bir erkekle evlenirse, akdedilen nikâh caiz ve geçerli olur. İnsanların aldatılmamış olacağı az bir mehirle evlenmişse ve gerdeğe girmemişse; o zaman kocaya; 'ya mehri tamamla ya da kadından ayni' denilir. Çünkü kadının mehr-i misilden az bir mehre razı olması sahih değildir. Bu durumda koca muhayyer olur. Çünkü o evlenirken fazla mehir vermeye razı olmamıştır. Ama gerdeğe girmiş ise, muhayyer olamaz, mehr-i misil vermesi vâcib olur. Artık onu muhayyer kılmanın bir faydası da olmaz. .

Kısıtlı kimse karısını boşayabilir: Çünkü bir hadîs-i şerîfde Hz. Peygamber  (sas) şöyle buyurmuştur:   "Çocuk ve bunak haricinde her

kesin boşaması geçerli olur,"  [8]Çünkü nikâh akdi yapabilen  her kes gerektiğinde karısını boşayabilir.

Kısıtlılık altındaki şahıs kölesini azad edebilir: Çünkü kendisinde azad etme ehliyeti vardır. Kısıtlı kişi malî teberruda bulunamayacağından dolayı, azad edilen kölenin kendi kıymetini ödemek için çalışması gerekir. Ancak azad etme tasarrufu fesih kabul etmediğinden dolayı, biz bu tasarrufun geçerli olduğunu söyleriz. Bu durumda kıymet ödeme çalışması  her  iki   tarafı   alâkadar eden bir vecibe olmaktadır. İmam Muhammed'e göre sefihin azad   ettiği kölenin kendi kıymetini ödemek için çalışması gerekmez.

Kısıtlılık altındaki sefihin kölesiyle yaptığı müdebberlik anlaşmasına gelince; bu azadlık hakkını gerektirdiğinden ya da bir bakıma azadlık olduğundan dolayı, gerçek azadlık sayılmaktadır. Ancak bu durumda köle kendi kıymetini ödemek için efendisinin vefatından sonra çalışır. Efendisi, kendisinde rüşd hali görülmeksizin ölürse; bu köle müdebber olarak kendi kıymetini ödemek için çalışır. Efendisi onu, müdebberlik anlaşması yaptıkdan sonra azad etmiş gibi olur.

Kısıtlılık altındaki kimsenin istîladma (yani cariyesini ümm-ü veled kılmasına) gelince; bu kimse cariyesiyle cinsî münasebette bulunur da cariyesi çocuk sahibi olursa, o da bu çocuğun kendisine âit olduğunu iddia ederse; neslinin devamına ihtiyacı olduğundan dolayı nesebi sabit olur. Kendisi öldükten sonra ümm-ü veledi kendi kıymetini ödemek için çalışmaz. Keza, o kadının kendi ümm-ü veledi olduğunu iddia eder ve kadınla beraber çocuğu da varsa, aynı hüküm geçerli olur. Ama beraberinde çocuğu yoksa; efendisinin ölümünden sonra kendi kıymetini ödemeye çalışır. Çünkü o, bu hususda itham altındadır ve bu azad edilmek gibidir.

Kısıtlılık altındaki sefihin vasiyyette bulunmasına gelince; kıyasa göre bunların sahih olmaması gerekir. Çünkü vasiyyet; teberru ve hibedir. Ancak biz -diğer insanların vasiyyetleri gibi olursa- vasiyyetini müstahsen gördük. Çünkü vasiyyet insanı Allah (cc) a yaklaştıran bir iştir ki, o şahıs hususen böyle bir durumda buna muhtaçtır.

Kısıtlılık altındaki sefihin hadd ve kısas ikrarında bulunmasına gelince; bunu yapabilir. Çünkü akıllı ve baliğ kimsenin -başka şeyden değil- sadece malî tasarrufta bulunmaktan kısıtlanması halinde kısıtlı olmadığı hususlarda ikrarda bulunması sahihtir. Zekât, keffaret ve hacc gibi, Allah (cc) a âit haklar onu bağlar. Çünkü o, Şer'î emirlere muhataptır. Kişi Allah (cc) a âit haklar hususunda kısıtlılık altına alınamaz. Bu sebeple kadı'nın veya naibinin huzurunda zekâtını çıkarıp verir ki; zekât ilgisiz yerlere sarfedilmesin. Kısıtlılık altındaki sefihin keffaretlerine gelince; oruç tutarak edâ edebileceği keffaretleri -başka şeyle değil- ancak oruç tutarak edâ edebilir. Bu, malından uzakta kalmış yolcu gibidir. Zihar keffareti olarak sefihin köle azad etmesi halinde azad geçerli olur. Ama o kölenin kendi kıymetini ödemeye çalışması gerekir. Sefihin bu azad edişi, zihar mes'ûliyetinden kurtulması için kâfi olmaz. Çünkü bu, bedel karşılığı bir azad ediştir. Bu, borçlu hasta gibidir. Borçlu hasta zihar için bir köle azad eder de sonra ölürse, azad edilen köle, ölen borçlunun alacaklılarına kendi kıymetini ödemek için çalışır. Ve bu azad ediş; ölenin zihar mes'ûliyetinden kurtulması için kâfi gelmez. Diğer keffaretlerde de böyledir.

Keffareti oruç tutarak edâ eder, ancak keffaret tamamlanmadan durumu iyileşirse; o acizliği ortadan kalktığı için keffareti oruçtan başka şeyle edâ etmesi gerekir.

Kısıtlılık altındaki sefihin haccetmesine gelince; kadı onun nafakasını güvenilir bir kimseye teslim eder ki, haccda kendisine harcasın. Bazı âlimlere göre, vâcib olduğundan dolayı, onu umreden menetmez. Kıran haccı yapmasına da mâni olmaz. Çünkü bu hacc daha faziletli, daha sevaptır. Hacc ve umreyi ayrı ayrı yapmasına mâni olunmadığına göre; bir arada yapılmaları demek olan kıran'a da mâni olunmaz. Hatta böyle yapması evlâ ve daha faziletli olur. İhtilâf mevzuu olduğu için, hacının kurban olarak bir deve sevketmesine de mâni olunamaz. Çünkü Hz. Ömer (ra) kurbanı (hedyi) deve olarak tefsir etmiştir.

Sebepleri tahakkuk ettiğinde kısıtlılık altındaki sefihin -sebeplerle amel ederek- kul haklarını Ödemesi gerekir. Eşinin, çocuklarının ve yakınlarının nafakaları da böyledir. Çünkü sefih olması kul haklarını ödemesine mâni olmaz. Zira eşin ve çocukların nafakaları aslî ihtiyaçlardandır. [9]



[2] Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir

[3] Bu hadîsi Mâlik rivayet etmiştir

[4] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî ve Ahmed rivayet etmiştir.

[5] Bu hadîsi Ebû Dâvud, Tirmizî ve İbn. Mâce rivayet etmiştir

[6] Bu hadîsi Buharı, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Neseî, İbn. Mâce ve Ahmed rivayet etmiştir

[7] Bu hadîsi Dârekutnî rivayet etmiştir.

[8] Bu hadîsi Tirmizî rivayet etmiştir

[9] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el- Mavsılî, El-İhtiyar Li-Ta'lîlî'l-Muhtar, Ümit Yayınları: 2/123-132.


gulsahkilicaslan
Tue 24 March 2020, 10:59 am GMT +0200
Çok değerli bilgiler teşekkür ederiz selametle...

Bilal2009
Wed 25 March 2020, 06:01 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm Rabbim bizleri ilim öğrenen kullarından eylesin Rabbim paylaşım için razı olsun

ceren
Wed 25 March 2020, 09:30 pm GMT +0200
Esselamu aleyküm.rabbim razı olsun paylaşım dan kardeşim...

Sevgi.
Fri 3 April 2020, 11:34 pm GMT +0200
Aleyküm selâm. Rabbim ilmimizi artırsın inşaAllah
Bilgiler için Allah razı olsun kardeşim