- Gurbette Ölüm

Adsense kodları


Gurbette Ölüm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
rabia
Mon 17 May 2010, 03:44 pm GMT +0200
Gurbette Ölüm

Gurbet hayatı trajedi ve dramlarla doludur genellikle... Bir ‘misafir işçi’ neslimiz var, bütün gençliğini gurbete gömen... Onların tek gayesi ekmek parasıydı. Yaban ellerde yaşamak, farklı dil, din ve kültürün hâkim olduğu toplumlarda, hep ‘öteki’ olarak, hatta ötekileştirilerek gençliğini feda etmek kolay mı? Yıllarca insan olarak değil de yalnız “işgücü” olarak görüldüler. Max Frisch’in ‘biz işgücü istedik, ama insan geldi’, sözü mühim bir hakikati ifade ediyor. Dil bilmemelerine, psikolojik ve sosyal dışlanmalara maruz kalmalarına, en ağır işlerde çalışmalarına rağmen, yabancı ve bireyci bir tüketim toplumunda en ağır toplumsal labirentleri aşmasını bildiler işgücü niyetine gelen insanlar. Romanlara konu olabilecek trajik ve dramatik zorlukları aştılar. Nice zorluklarla aştılar, nice sıkıntıları. Onların insanlıkları, işgüçlerinin gölgesinde kaldı. Ama bir gün onların torunları, işgücünün çok ötesinde gerçek kültürümüzün ve insanlığın temsilcileri olacaklar o topraklarda.

Otuz kırk yıl sonra da olsa hayatlarının en güzel, en verimli dönemlerini gömdükleri topraktan fidanlar bitti, çeşit çeşit çiçekler tuttu her yanı. Çoğunun dikenli ve soluk renkli olduğu doğrudur. Ama ayrık otlarını, dikenlerini ıslah edecek bahçıvanlar var artık. Güller daha domur domur boy gösterecek, zambaklar daha bir ayrı açacak gayrı. Açacak ama bu topraklara herşeylerini veren insanlar tek tek ayrılıyor, ayrılacak aramızdan. O hüznü yaşayacağız bundan öte. Dilerim genç kuşaklar onların yaptıklarına sahip çıkıp, fedakârlıklarını her dem anarak gösterirler vefalarını.

Bir ömür en ağır şartlar altında çalıştılar, çocukları için, Anadolu`da başlarını sokacak bir yuva yaptırabilmek için. Onlar “misafir işçi” olarak geldiler, evlatları ise o ülkenin vatandaşı olup, ebediyen bu topraklara yerleştiler. Kolay değil, Türkler ilk defa tarihte büyük bir diaspora, yani farklı kültüre sahip Müslümanlar başka bir ülkede büyük bir azınlık oluşturdu bu topraklarda. ½imdi iş daha da zorlaştı. Artık geliş gayelerindeki yalnız işgücü değil, kültür, dil, din ve bir hayat tarzı devreye girdi. Yabancı bir toplumda kalıcı diaspora oluşturmak tarihi bir olaydır, medeniyetler kurabilecek kadar ciddi bir gelişmedir. O derecede de sorumluluk ve zorlukları gerektirir.

İşte bu diasporanın temelinde milyonlarca insanın emeği, alın teri yatıyor. Anadolulu meçhul insanların kas gücü yatıyor, gençlikleri yatıyor. Onların binlercesi grup grup uçakların koltuklarında geldiler Avrupa ülkelerine, şimdi teker teker uçakların alt bölümlerinde kargoyla vatanlarına dönüyorlar ebediyen. Nice duygularını, hayallerini bırakarak gurûb ediyorlar bu gurbet ellerden.

Örnek mi istiyorsunuz? Bir komşumuz vardı Hamm şehrinde. Otuz yıl kadar önce askerden yeni geldiği sıralarda onun da kâğıdı çıkmış, tutmuş Almanya’nın yolunu. Yıllarca madende çalıştı. Bağırsakları soba borusu gibi kurum tuttu kömür tozundan. Evvela kazma, kürekle, daha sonra ağır iş makinalarıyla yüzlerce metre derinliklerde ömür tüketti. Çocuklarının okuması, adam olması için yapabileceği herşeyi yaptı. Türkiye’de, Almanya’da evler aldı, bağı bahçesiyle uğraştı hep. Gün geldi hastanede kanser teşhişi koyup “üç ay yaşar” dedi doktorlar ve üç ay sonra da bile bile hayata gözlerini yumdu.

Yine ‘misafir işçilerden’ biri, bin bir zorlukla ‘turist’ olarak Almanya’ya geldi, çile dolu labirentleri tek tek aşarak hayat kurdu, çalıştı, çabaladı. Emekli oldu. Çocukları da büyüdü; evlenip çoluk çocuğa karıştılar. Hatta “Meister” bile oldular çalıştıkları fabrikalarda. Gurur duyuyordu onlarla çok para kazandıkları için. Zira bütün ömrünün meyvesiydi onlar. Ama özellikle bir çocuğunun karakter yapısı istediği gibi değildi. Çok üzülüyorlardı. Annesi “Allah gözünü gözüme göstermeden alsın canımı” demiş, aynen öyle de olmuştu. Ancak iki yıl aradan sonra cesedini görebilmişti oğlu. Nasıl mı? Annesiyle babası birlikte Türkiye’ye izine gider. Köyden sahildeki kasabaya dönerken hiç beklenmedik bir anda başkasına ait taksiyle uçuruma yuvarlanır ve oracıkta canlarını verirler. Hem de alkollü, acemi bir şoförün, kabak lastikleri olan eski arabasıyla hiç olmadık yerde kaza yapmasıyla. Elbette bunlar adi sebepler. Demiş ya şair: “Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? / Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta?” diye. Gerisi hikâye. Onlar uçağın alt kısmında gitmekten kurtuldular belki ama hayatın tadını alamadan, onu tam anlamlandıramadan ayrılmak zorunda kaldılar. Garajlarındaki yeni aldıkları arabaya binemeden, yeni yaptırdıkları evde bir gece dahi oturamadan... Annesi oğlunu iki yıl boyunca hiç görmeden göçüp gider. Ama ya oğlu! Annesinin cesediyle buluştuğunda neler hissetmistir acaba! Niçindi bütün bunlar!

Bir ömür boyu ev bark sahibi olmak, çocuklarına gelecek hazırlamak için çalışıp, sessizce bu dünyadan ayrılmak ilk gelen neslin kaderi oldu. Birçoğu bin bir emekle yaptıkları camilerin musalla taşında ancak bir kaç dakikalık saltanat sürüp uzun yolculuğa çıktı. Belli bir süre için, binlerce kilometre uzaktan gelerek göçtükleri yerlerden ayrılıp ayrı buutta tekrar yolculuklarına devam ediyorlar. Birkaç ay gurbette, birkaç ay anavatanlarında kalan bir zamanların misafir işçileri, vakti gelince teker teker dönüyorlar dünya gurbetinden asli vatanlarına. Kimileri arkada şahsiyetli, güvenilir, faydalı evlatlar bırakarak kimileri de uyuşturucu batağında, hapishanelerde, gayri meşru hayat serüveni içinde bocalayan evlatlarına elveda diyerek... Ne hazin! Bunca emeğin nihayetinde bunlar mı yaşanmalıydı? Evet, talihli olduğu kadar, talihsiz ayrılıklar da var bu gurbet topraklarında. İnsan soruyor elbette, hayırlı nesiller yetiştiremedikten sonra değer miydi bütün bunlar diye. Yok yok... Dedim ya güller artık domur domur boy atacak, zambaklar bir başka açacak diye. Örnekleri kendi içinden bir ruh doğuyor ufukta. Öyle ki, son nefesini Türkiye’de vermelerine rağmen vasiyeti üzerine gurbet diyarlarına defnedilen talihliler bile var artık, aynen Sarı Saltuklar gibi. Kervan yolda düzülecek, yoluna öyle devam edecek.

Bunları birinci nesilden bekleyemezdik. Zira onlar, “geçim” için geldiğinden, hayatlarının merkezindeydi para. Birçoklarının alınteri birikimi kâh Türkiye’de kâh buralarda saflıklarının ve sahipsizliklerinin kurbanı olarak heder olup gitti. Günyüzü göremeden dünyaya veda etmek gurbet gariplerinin şiarı oldu âdeta. En nihayetinde Anadolu’dan garip geldiler, yine garip olarak tek tek gurûb ediyorlar. Ama onlar asla unutulmayacaklar, zira medeniyet kuracak diasporanın temelinde onların alınteriyle yoğrulmuş harç var.

 Muhammet MERTEK