- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 4 July 2012, 01:27 pm GMT +0200
Gündemden
A. Bilge BAŞARAN • 60. Sayı / GÜNDEMDEN


OBAMA’NIN BİR YILI
Her şeye kaldığı yerden devam


Bir yıl önce ABD’de yapılan başkanlık seçimi sonunda iktidara gelen Barack H. Obama Amerikan tarihinde tabuları yıkmaya aday bir siyasetçi imajı çizmişti. Yeni muhafazakârların çatışmacı politikalarının ardından diyalog mesajları veren Obama’ya ilişkin, özellikle Ortadoğu ülkelerince büyük umutlar beslenmişti. İslam dünyasının büyük ülkelerinden biri olan Mısır’da Müslümanlara “Selamun Aleykum” diye seslenen Obama’nın konuşmaları, bu umutların en büyük kaynağıydı kuşkusuz. Bütün bunlar ABD’nin yeni imajının “barış ve ılımlı ilişkiler” olduğuna işaret ediyordu. Ne var ki Obama’nın bir yıllık karnesi ABD’nin yeni demokrat politikalarının aslında cumhuriyetçi muhafazakârlardan hiç de farklı olmadığını gösteriyor. Başka bir ifade ile Obama geçmişte açılan defterleri doldurmaya devam ediyor.

Afganistan’da Taliban’a karşı yapılan mücadeleyi istikrarlı bir şekilde sürdüren Obama, Taliban’la mücadele etmek üzere Afganistan’a takviye asker gönderdi. Bunun için Türkiye’den de destek bekleyen ABD’nin Taliban’ı yok etmekte kararlı olduğu gözlemleniyor. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da yaptığı açıklamada Obama’nın Afganistan politikasını “Amerikan halkını şimdi ve gelecekte korumanın en iyi yolu” şeklinde nitelendiriyor. Yine 11 Eylül’den sonra ABD’nin mutlak düşmanı olan El-Kaide ve Usame bin Ladin’le mücadeleyi de sürdürme kararı alan Obama, bunun için Yemen’le bir dizi güvenlik anlaşması imzaladı. Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile Uluslararası Gelişme Örgütü tarafından yapılan açıklamada, ABD’nin terörle mücadele konusunda Yemen’e eğitim vereceği bildirildi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı David Petraeus, Yemen’e sağlanan 150 milyon dolar tutarındaki karşılıksız yardımın da arttırılacağını bildirdi. Bu arada, Obama her ne kadar iktidara geldikten sonra Irak’tan askerlerini çekeceğini açıklasa da bu kolay olacağa benzemiyor.

Global ekonomik krizin nasıl yönetildiğine ilişkin de çeşitli görüşler var. Uzmanlar ABD’nin mortgage krizini Obama sayesinde en ucuz şekilde atlattıklarını ifade ediyorlar. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Yönetim Programı Direktörü Darrell West, “Ekonomi en ciddi sorunu teşkil ediyordu. İktidara geldiğinde zaten çok kötü durumdaydı. Durgunluk geçen yılın üçüncü çeyreğinde de sürdü. Durgunluktan çıktık ama işsizlik oranı hâlâ yüzde 10” diyor. Kriz döneminde Obama’ya verilen desteğin yüzde 20-30 civarında olduğunu ve buna rağmen ABD ekonomisinin kısa sürede toparlandığını iddia edenlerin sayısı da az değil.

Yaşanan tüm bu gelişmeler Obama’nın ne kadar başarılı olduğu hususunda önemli ipuçları sunuyor. Başarının tekrar seçilip seçilmemeyle ölçüldüğü bir siyasi arenada 2010 içinde yapılacak ara seçimlere kadar Obama’nın yaklaşık 11 ayı var. Ancak uluslararası kamuoyunun başarı kriteri Başkan’ın vaatlerini ne kadar yerine getirip getirmediği. Ve görünen o ki Obama, ABD’nin vazgeçilmez politikalarını kaldığı yerden devam ettiriyor.

İRAN’DA İSTİHBARAT SAVAŞLARI
İran’ın nükleer beyinleri bombalanıyor!


10 Ocak günü, ABD'nin Irak ve Afganistan'daki güçlerinin komutanı Orgeneral David Petraeus, bir Amerikan televizyonuna yaptığı açıklamada İran'ın nükleer tesislerinin bombalanabileceğini ifade etti. Bu açıklamadan iki gün sonra Tahran'da önemli bir nükleer enerji uzmanı olan Prof. Dr. Mesud Ali Muhammedi, arabasının yanına park edilmiş bir motosikletteki bombanın uzaktan kumanda ile patlatılması sonucu hayatını kaybetti. Hatırlanacağı üzere Ocak 2007'de nükleer silah uzmanı bilim adamı Ardeshir Hassanpour gizemli bir şekilde ölmüştü. Bunun hemen arkasından eski istihbarat görevlisi ve 2005'e kadar Savunma Bakan Yardımcısı olan General Ali Rıza Asgari İstanbul'da 2007 Mart ayında ortadan kaybolmuş ve bir daha görülmemişti. 2009'da ise yine önemli bir nükleer enerji uzmanı olan Shahram Amiri, Suudi Arabistan'daki hac yolculuğunda ortadan kaybolurken, İran'ın Fordo’da yer altında yeni bir nükleer tesis inşa etmekte olduğu ortaya çıktı. Başkan Bush'un yerini Obama'nın almasından sonra birçok insan İran'a bir Amerikan saldırısı düşüncesinin pek muhtemel olmadığı konusunda hemfikirdi. Evet, Obama bir Bush olmayabilir, fakat pasifist olmadığı da kesin. Savaş yalnızca askerî aktörlerle oynanan bir oyun değil. Görünüşe bakılırsa Batı şimdilik askerî savaş yerine istihbarat oyunlarını tercih ediyor ve İran'ın nükleer tesisleri yerine nükleer beyinlerini bombalıyor. Hiç şüphe yok ki 2005 Kasım ayında kurulan Oghab-2 ve İran'ın nükleer bilgilerinin yabancı ellere düşmesini engellemekten sorumlu karşı istihbarat servisinin elemanları, bu sıralar son derece meşgul. Lakin gelinen nokta, İran'ın nükleer enerji programı konusunda Batı tarafından şimdilik kısmen başarılı olan çok ciddi bir istihbarat savaşı yürütüldüğünün önemli bir göstergesi.  – Selçuk Uygur

ANAYASA MAHKEMESİ SON NOKTAYI KOYDU
Askere sivil yargı yolu kapalı


Türkiye’de üç tür yargı mercii bulunuyor: Adli, idari ve askerî. Askerlerin askerlik işleri ile ilgili işlediği her türlü suç, askerî yargıda görülüyor. Askerî yargının hâkim ve savcıları askerlerden oluşturulduğu için üst düzey komutanların ve kendilerinden yüksek rütbede bulunan komutanların davalarında alınan karaların objektifliği hususunda tartışmalar yaşanıyor. Özellikle son dönemde yaşanan Ergenekon soruşturması, Kafes planı ve Poyrazköy kazısı, irtica ile mücadele planı, Bülent Arınç’a suikast gibi eylemlere karışan askerlerin askerî yargıda yargılanması ihtimali, suçluların cezalandırılması konusunda kamuoyunu kaygılandırıyordu. Bu kaygıların giderilmesi ve askerlerin adli yargıda yargılanmasına geçit veren 5918 sayılı Kanunun 7. maddesi ve değiştirilen "halinde" ibaresi ile geçici 1. maddedeki, 5271 sayılı Kanunun 250. maddesinde değişiklik yapılmasına karar verildi. CHP bu değişikliklerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu ve mahkeme iptal talebini “oy birliği ile” kabul etti. Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bu tartışmalı kararın gerekçesi de Anayasa’nın 145. maddesi. Buna göre, “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler, asker kişilerin; askeri olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askeri mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler.” Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararın satır aralarından asıl sorumlunun bir darbe Anayasası olan 1982 Anayasası olduğu gerçeği okunuyor. Zira 1982 Anayasası’nın anti-demokratik maddeleri 28 yıldır Türkiye’de birçok demokrasi dışı eyleme dayanak oldu. 28 Şubat post-modern darbesi ve benzeri girişimler hep 1982 Anayasası’nın anti-demokratik maddelerine dayanılarak gerçekleştirildi. Bugün Türkiye’de demokratik atmosferi tehdit eden birçok kurum da 1982 Anayasası ile beraber resmileşti, meşruiyet kazandı. Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç daha önce parti kapatma gibi anti-demokratik bir girişimin ardından yaptığı açıklamada mevcut anayasanın değişmesi gerektiğini vurgulamıştı. CHP ve MHP’nin desteğini alamadığı için Anayasa’yı değiştiremeyen AK Parti, düzenlediği referandum paketine “askere sivil yargı yolu”nu da koymayı planlıyor. “Askere sivil yargı yolunun kapanması” kararının oybirliği ile alınması ise Haşim Kılıç’ın bu zorunlu değişikliğin yapılmamasına gösterdiği bir tepki olarak yorumlanıyor. Anayasa hukukçuları bir anayasanın mevcut koşulların ihtiyacını karşılayamadığı anda değiştirilmesi gerektiğini yoksa neticelerinin ağır olacağını ifade ediyorlar. Tıpkı 1961 Anayasası’nın 1970’lerin ihtiyacını karşılayamaması sonucunda ortaya çıkan kaos gibi.

HAİTİ’DE DEPREM
7 şiddetindeki felaket


Amerika kıtasının en fakir ülkesi Haiti, 12 Ocak’ta meydana gelen ve 60 saniye süren 7 şiddetindeki bir depremle yerle bir oldu. Başkent Port-Au-Prince'in 22 kilometre batısında meydana gelen depremi 13 büyük artçı sarsıntı takip etti. Amerikan jeoloji kurumunun 1770'den beri en büyük deprem olarak adlandırdığı bu felakette ilk belirlemelere göre 50.000 insan hayatını kaybederken, parlamento binası başta olmak üzere kamu binaları, okul, hastane ve evlerin tamamına yakını kullanılamaz hale geldi. Devlet Başkanı Rene Preval’in “tarif edilemez” olarak yorumladığı depremde ölü sayısı gün geçtikçe artıyor. Bu rakam en iyimser tahminlere göre 500.000 olacak. Maddi kaybın milyarlarca dolarla ölçüldüğü deprem sonrası başta Kızılay, Kızılhaç ve İHH olmak üzere uluslararası yardım kuruluşları bölgede arama, kurtarma, yiyecek ve barınma yardımına yönelik çalışmalar başlattı. Uluslararası Kızılhaç Komitesi depremde 3 milyon kişinin yaralandığını bildirirken, Birleşmiş Milletler yetkilileri ise felaket sonrası ülkede 300 bin kişinin evsiz kaldığını açıkladı. Tüm dünyanın yardım elini uzattığı Haiti'ye Türkiye de 1 milyon dolar yardım gönderme kararı aldı. Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, 40 ton acil insani yardım malzemesi ve 10 kişilik AKUT ekibi 4 askerî uçakla Haiti’ye nakledildi. Fakat bölge altyapısının tamamen çökmüş olması nedeniyle yardımlar yerine ulaştırılamıyor. Deprem öncesi nüfusunun yüzde 80'i yoksulluk sınırının altında yaşayan ve sürekli anarşinin yaşandığı ülkede, deprem nedeniyle yağmalama olaylarının giderek arttığı da gelen haberler arasında. Deprem sonrası bir grup bilim adamının yaptığı açıklama ise ülkemizi de çok ilgilendiriyor. Zira yer hareketlerini izleyen bu bilim adamlarının 2008 yılında Haiti hükümetini muhtemel deprem ve yapılardaki mühendislik hataları hakkında uyardıkları ortaya çıktı. 17 Ağustos depreminin etkilerinin iyice azaldığı ülkemizde, beklenmekte olan büyük İstanbul depremine karşın yetkililer hâlâ şehirdeki yapıların yüzde 60'ının mühendislik açısından güven vermediğini belirtiyorlar. Eğer gerekli önemlerin alınması konusunda gevşeklik gösterilirse benzeri bir felaketi ülkemiz de yaşayabilir. Umuyoruz ki 17 Ağustos’un sonuçlarının unutulmaya yüz tuttuğu ülkemizde, Haiti’de yaşanan bu insanlık trajedisinden gerekli dersler çıkarılır. – Selçuk Uygur

GÖRÜŞ
Ümit Kardaş*

“BALYOZ” İDDİALARI HEPİMİZİ İLGİLENDİRİYOR


Geçtiğimiz ay, Taraf gazetesinin ortaya çıkardığı Balyoz Harekat Planı “aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul edemeyeceği” dehşet senaryolarıyla gündeme düştü.

“BALYOZ HAREKÂT PLANI” BİR İDDİA. Plan kapsamında birçok belge olduğu söyleniyor. Bu ülkede şimdiye kadar hiç darbe olmamış olsa, bir andıçlama, girişim, faaliyet olmasa biz bunu daha kuşkuyla karşılayabilirdik. Fakat üç darbe, bir post-modern darbe, bir sürü darbe girişimi, muhtıralar yaşamış bir ülke ve kurumun bunu sürekli ürettiği bir gerçek.

1980 ÖNCESİ DE, 28 ŞUBAT SÜRECİNDEN ÖNCE DE benzer durumlar yaşandı. Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi gibi oluşumların bu işteki dahli meseleleri de hep soru işaretleri olarak zihinlerde takılı kaldı. Türkiye bütün sorunlarını askıya aldı, çözemedi, çürüttü. Bu bir güvenlik sorunu olarak algılandığı için, güvenlikle ilgili kurumların içten içe çürümelerine neden oldu.

SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE parlamentonun çok önemli bir rol oynaması gerektiğine inanıyorum. Örneğin Seferberlik Tetkik Kurulu’nda 1952’den bu yana neler yapılmış incelenmeli. Sonra da bu bilgilerin toplumla paylaşılıp, tüm kurumların nasıl yeniden yapılandırılacakları meselesinin öneriler haline getirilmesi gerekiyor. Bu olmalı ki, Türkiye bu kurumları hesap verebilir, şeffaf, denetlenebilir bir hale getirsin.

BİZ BİREY VE YURTTAŞ OLARAK
verdiğimiz vergilerin milli güvenlik siyaset belgesindeki tehdit algılarının ne derece doğru olduğu, bunların hakikaten hangi silahlarla ve hangi mekanizmalarla önlenebileceği, buna ne kadar yatırım ve hangi silahlar gerektiği, ne kadar para verileceği bilmek istiyoruz. Bu her yurttaşı bizatihi ilgilendiriyor. Çünkü vergi veriyoruz. Çünkü bu gibi siyaset belgeleri hak ve özgürlüklerimizi ilgilendiriyor. Ayrıca subayların da haklarını ilgilendiriyor. Yani hepimizi, toplumun her kesimini ilgilendiriyor. Toplum, eğer hakikaten demokratik bir sistem söz konusuysa bunların hesabını sorar ve bilir. Kamuoyu bilir, medya bilir. Her şeyin gizli gizli yapıldığı yerde hukuk dışılıklar, yolsuzluklar, her türlü olumsuzluk gerçekleşir. Mesele Türkiye’nin genel tablosu içinde budur ve tam bir çıkış yolu bulmak gerekmektedir. Yoksa bu gibilerini, işte ‘balyoz’du, ‘kafes’ti, çok görür, çok yaşarız.

BAŞBAKAN’IN “Bizim bu olan bitenden haberimiz vardı. Fakat biz işimize baktık, onlar da işine baktı” gibi bir açıklaması oldu. Ben bunu bir zaaf olarak değerlendiriyorum. Hükümet işine bakarken, ordu 2003-2004’te üç tane darbe planladı. Gerilim çıkmasın, problem olmasın diye yapılan eylemlere kayıtsız kalmak da çok iyi bir şey değil. 2003-2004’te yapılanlardan da haberi vardı hükümetin. 27 Nisan e-muhtırasını da biliyorlardı. Bunun neticesi olarak da Cumhurbaşkanlığı seçimleri kilitlendi ve bir nevi darbe oldu. Burada hükümetin de samimiyetini sorgulamak lazım. Meclis’in de bir komisyon oluşturması lazım. Cemil Çiçek diyor ki; “Bekleyelim, sabredelim.” Sizin hiç mi sorumluluğunuz yok? Bunu yargı çözemez, siyaset çözecek bunu.

* Emekli Askerî Hakim