- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 30 June 2012, 12:15 pm GMT +0200
Gündemden
Selçuk Uygur • 62. Sayı / GÜNDEMDEN


TÜRKİYE YENİ BİR DÖNEMEÇTE
Anayasa değişlik teklif taslağı açıklandı


Türkiye uzun yıllardır darbe Anayasaları ile yönetiliyor. 60 darbesi sonrasında Milli Birlik Komitesi tarafından hazırlanan1961 Anayasası, kısmen de olsa 80 darbesi sonrasında Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanan 1982 Anayasası’ndan daha demokratik bir görüntü çiziyordu. Bugünlere gelen süreçte birçok insan Anayasa mağduru oldu, mesela birçok parti kapatıldı, YAŞ kararı ile birçok asker ordudan atıldı ve hiçbir yargı organına başvurarak hakkını arayamadı, izni alınmadan birçok insanın özel hayatı deşifre edildi… Açık ki Türkiye demokratik bir anayasaya ihtiyaç duyuyor. Uzun zamandır Anayasa değişiklik taslağı üzerinde çalışan hükümet, oluşan taslağı 22 Mart’ta muhalefet partileri ile paylaştı ve önümüzdeki Mayıs ayında taslağı Meclis’ten geçirmeyi planlıyor.

Taslak Anayasa'ya üç geçici madde eklenmesini de içeren 26 maddeden oluşuyor. Buna göre Anayasa’nın ''kanun önünde eşitlik'' başlıklı 10. maddesi çocuklar, yaşlılar ve kadınlar lehine yürütülecek. ''Özel hayatın gizliliği'' başlıklı 20. maddesinde kişisel verilerin, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebilecek. “Seyahat hürriyeti'' başlıklı 23. maddesinde yer alan vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti yalnızca hâkim kararıyla sınırlandırılabilecek. ''Toplu iş sözleşmesi hakkı'' başlığını taşıyan 53. maddesinde memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı verilecek. ''Siyasi partilerin uyacakları esaslar'' başlıklı 69. maddesinde siyasi partilerin mali denetimi Sayıştay tarafından yapılacak ve siyasi partilerin kapatılması Anayasa Mahkemesi’nin kontrolünden çıkarılarak TBMM kararına bağlanacak. Taslakta yer alan en önemli değişimlerden bazıları da 125, 128, 129, 144. maddelerin değiştirilerek Yüksek Askeri Şura kararlarına yargı yolunu açılması ile 12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclis'inde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddesinin yürürlükten kaldırılması. Bu değişiklik ile Türkiye belki de yakın tarihi ile hesaplaşabilecek. Anayasa Mahkemesi’nin kuruluşunu düzenleyen 146, 147, 148, 149. maddelerinde yapılacak değişiklikler de önemli. Anayasa Mahkemesi’nin halen 11 asıl 4 yedek üyesi bulunuyor. Düzenleme ile Anayasa Mahkemesi 19 asıl üyeden oluşacak ve üyelerinin görev sürelerini yeniden düzenlenecek. En çok tartışılan konulardan biri de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na ilişkin düzenleme. HSYK'nın halen 7 asıl üyesi bulunuyor. Düzenlemeye göre bu sayı 21'e, 5 olan yedek üye sayısı ise 10'a çıkarılacak. Ayrıca, HSYK’nın 3 daire halinde çalışmasına, Kurul’un ''meslekten çıkarma'' cezasına ilişkin kararlarına itiraz yolu açılmasına dair çeşitli düzenleme ve iyileştirmelere gidilmesi tasarlanıyor.

Bu değişikliklerle 1982 Anayasası yeni bir hüviyet kazanacak. Ancak tüm bunlar Türkiye’nin sil baştan hazırlanmış, daha demokratik ve günün şartlarına uygun bir anayasaya ihtiyacı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Anayasalar içerisinde bulunduğu dönemin şartlarına ayak uyduramadığı zaman değiştirilir. Yapılması gereken neredeyse delik deşik olmuş bir Anayasa yerine bugünün Türkiyesi için yepyeni bir Anayasa hazırlamak. Zaman zaman yapılan iyileştirme çalışmalarına bile tahammül edemeyen iki büyük muhalefet partisi ile bunun nasıl mümkün olacağı ise şimdilik bir soru işareti. –Timur Karahan

Elazığ’da deprem

8 Mart günü Türkiye yine bir deprem haberiyle sarsıldı. Elazığ'da, merkez üssü Karakoçan ilçesi Başyurt beldesi olan 6.0 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Saat 04:32’de gerçekleşen depreme uykuda yakalanan yöre halkından 51 kişi hayatını kaybederken, 74 kişinin yaralandığı ve birçok evin ve ahırın yıkılması sonucu, başta büyükbaş çok sayıda hayvanın telef olmasına neden olan depremde ağır maddi kayıpların yaşandığı bildirildi. Kızılay deprem sonrası bölgeye 46 afet müdahale uzmanıyla birlikte 375 çadır, 1100 battaniye, 2 seyyar mutfak ve 700 yatak gönderdi. Deprem sonrası yapılan açıklamalara göre ise, depremdeki can kayıplarına büyük oranda bölgede oldukça yaygın olan kerpiç yapılaşmanın neden olduğu, birçok kişinin kerpiç kaynaklı toprak boğulmaları sonucu hayatını kaybettiği açıklandı. Elazığ depremi sonrası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezi’nin uzun bir süredir ortaklaşa yürüttüğü bir çalışmanın sonuçları da açıklandı. ODTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu’nun açıkladığı araştırma sonuçları, ülke olarak deprem gerçeği ile iyiden iyiye yüzleşmemiz ve artık depreme yönelik sıkı tedbirler almak için daha fazla vakit kaybetmememiz gereğini net olarak ortaya koyuyor. Araştırma sonuçlarına göre, an itibariyle İstanbul’da meydana gelmesi muhtemel 7.2 büyüklüğündeki bir deprem sonucu, incelenen 100.665 betonarme binadan 24.190'ının çökmesi veya ağır hasar görmesinin beklendiği, 7.5 büyüklüğündeki bir depremde ise bu sayının 43 bin 270'i bulacağı, bunca yıkımın ise en iyimser tahminle 70 ila 90 bin arasında insanımızın hayatına mal olacağı ön görülüyor. Bu ve benzeri araştırmaların ciddiye alınarak, beklenen büyük bir depreme hazırlıklar yapılması, bu konuda zihinlerin uyanık tutulması hayati bir öneme sahip. Üstelik bu çalışmaların ülke geneline yayılması gerekiyor. Zira büyükşehirlerimizdeki kaçak ve sağlıksız yapılaşmaların yanında, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygın olan ve Elazığ depremiyle yeniden gündeme gelen kerpiç yapılaşma da dikkat çekiyor. Deprem hazırlıkları konusunda ise icra makamı her zaman olduğu gibi hükümet ve belediyeler. İmar konusunda gerekli yasalar ve düzenlemelerin hızla gözden geçirilmesi, uygulanması ve maddi kaynakların oluşturulması bu kurum ve kuruluşların işi. Hükümet ve belediye yetkililerinin deprem sonrası “aynı acıların tekrar yaşanmaması”na dair temenniler yerine, tüm yurtta gereken önemleri alması ve kamuoyunu bilgilendirmesi gerekiyor.

ALMANLARIN BERGAMA PİŞKİNLİĞİ
Hem hırsızlar, hem yüzsüzler!


Berlin'deki dünyaca ünlü "Pergamonmuseum" (Bergama Müzesi) dünyanın en iyi ve en kapsamlı Antik Çağ müzelerinden biri. Burada bulunan ve başta "Zeus Sunağı" gibi Hellenistik dönemin en önemli eserlerinin hemen hemen yüzde 80'i, Bergama antik kenti de dahil olmak üzere Anadolu'dan kaçırılmış tarihî eserlerden oluşuyor. Almanların büyük gurur ve gelir kaynağı olan müze, bir kısmı çalınan, bir kısmı 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu kaos ortamından faydalanılarak resmî izinler ile Osman Hamdi'nin tüm çabalarına rağmen Almanya'ya taşınan, bir kısmı ise "tamir edeceğiz" denerek alınmasından sonra ülkeye bir daha dönmeyen eserlerden oluşuyor. Üstelik bir süre önce müzenin 2.5 milyon avroya bir kopyasını yapmaya karar veren Berlin'deki müze yönetimi, meblağ yüksek gelince Türkiye'nin uzun yıllardır savaş verdiği iade talebiyle dalga geçercesine Kültür ve Turizm Bakanlığı’na sponsor olma çağrısında bulundu. Bu da yetmezmiş gibi, geçtiğimiz günlerde Almanya’da gerçekleştirilen ITB Turizm Fuarı'na katılan Ertuğrul Günay ile görüşen müze yetkilileri, Türkiye'deki müzelerde sergilenen Bergama kalıntılarının Berlin'deki müzeye götürülüp oradaki kalıntılar ile birleştirilmesi talebini dile getirdiler. Almanların bir başka ikiyüzlülüğü ise iade talebine karşı kendilerini savundukları argümanda yatıyor. Eserlerin dünyaya ait olduğunu savunan Almanlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin, Rusya'ya götürüp bir kısmını hâlâ Puşkin Müzesi'nde sergilediği eserlerin iadesi hakkında hukuk mücadelesi yürütüyorlar. Peki, ya elinden kaçanların peşine düşmeyen, var olanı ise korumayan Türkiye’ye ne demeli? Bugün Allianoi Antik Kenti'nin, Yortanlı Barajı yüzünden sular altında bırakılması Türkiye'de tartışmaya açık bir konu. Rönesans resminin başladığı yer olan Kapadokya'yı nasıl koruyamadığımız gözlerimizin önünde duruyor ve liste maalesef uzayıp gidiyor. Devlet ve halk olarak üzerimize düşeni yapmaz isek, daha çok Bergamalar yok olacak ya da paketlenip götürülecek.

EMEKLİLER DERNEĞİ’NDEN SÜRPRİZ
Paralı üyemiz oldunuz!


Türkiye İşçi Emeklileri Derneği’nin (TİED) yaklaşık 650 bin emekliyi haberleri olmadan dernek üyesi yaptı ve aidat kesti. Şubat ayı maaşını almaya giden emekliler, maaşlarında yapılan 18 TL'lik bir kesintiyle karşılaştılar. TİED'in üyelerinden aidat almak gibi yasal bir hakkı her dernek gibi mevcut. Fakat problem, üyelerin habersiz olarak derneğe üye yapılması. 18 TL küçük bir meblağ gibi görünse de, derneğin üye sayısı 770.000 gibi bir rakam olunca, ortaya 13 milyon 860 bin TL’lik gibi bir rakam çıkıyor. Olayın ortaya çıkması sonrası Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yıllık 15 ile 18 TL olarak belirlenen aidat kesintilerinin bu belgelere uygun olarak yapıldığını açıklasa da, birçok emekli olaya sert tepki göstererek, kesintilerden haberleri olmadığını dile getirdiler. Tüm Emekliler Sendikası Genel Başkanı Veli Bayülsel yaptığı açıklamada, bilgisi dışında üye yapılan üyelerden 1000 kişiye ulaştıklarını ifade ederken, "Dernek, sağlık karnesi verdiği veya taksitli kömür satışı yaptığı kişileri, bilgileri dışında üye yapmış. Bizim disiplin kurulu üyemizden bile aidat kesmişler. 650 binin üzerinde kişiden toplanan para 12 milyon TL'nin üzerinde. Bu paraların nereye harcandığı belli değil" sözleriyle tepkisini dile getirdi. Bu noktada ise dernek tarafından emeklilere imzalatılan kâğıtlarda gözden kaçan herhangi bir satırın kişileri üye yapmış olabileceği akla geliyor. SGK tarafından yapılan açıklamada, emeklilere "Eğer bu kesintiye izin vermediyseniz ya da dernek üyeliğinden ayrıldığınız halde aidat kesintisi yapıldıysa, durumu kurumumuza yazılı olarak ya da internet üzerinden bildirin" denildi. Emekli maaşlarına yasal olarak emeklinin borcundan dolayı haciz dahi konulamazken, derneğin hukuka sığınarak hukuksuzluk yaptığı ortada. Zaten zor şartlarda yaşayan emeklilerin haberi olmadan ceplerinden alınan 1 lira bile affedilemez ve en ağır şekilde cezalandırılması gerekir.

İSRAİL KÜSTAHLIĞI
Doğu Kudüs’e 1600 konutluk inşaat izni


1967 yılında tarihe "6 Gün Savaşı" olarak geçen Arap-İsrail savaşından bugüne, Doğu Kudüs toprakları İsrail'in işgali altında. O günden bugüne bu bölge İsrail ile Filistin arasındaki gerginliğin en hassas noktasında yer alıyor. İsrail, Kudüs'ün iki kesimini de İsrail'in birleşik başkenti olarak kabul etmekteyken, Filistin cephesinde görüşler farklı. Filistinliler için Doğu Kudüs'ün anlamı, gelecekte kurulması düşünülen özgür bir Filistin devletinin başkenti olacak olması. Ayrıca Doğu Kudüs'teki çatışma sebepleri, siyasi ve coğrafi olduğu kadar kültürel ve dini unsurları da içeriyor. İsrail'in, Batı Şeria'daki Halilurrahman Camii ve içinde Hz. Yakup'un hanımının yattığı Rahel Türbesi’ni (Beytüllahim) Siyonist Miras Listesi'ne dahil etmesi, Mescid-i Aksa gibi Müslümanlar için kutsal sayılan bölgelerin aynı akıbete uğrayabileceği endişesini doğuruyor. Endişeler yersiz değil. Zira İsrail kısa süre önce, 1949'daki ateşkes anlaşmasına göre İsrail'i komşularından ayıran yeşil hattın ötesine 1600 konutluk inşaat izni verdi ve önümüzdeki yıllarda 50.000 yeni konut yapımının planlandığını açıkladı. Konut yapımına izin veren İçişleri Bakanlığı koltuğunda ise, Filistinlilerle barış görüşmelerine sıcak bakmayan ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'teki inşaatların durdurulmasını kabul etmeyen aşırı dinci Şas Partisi’nin bir üyesi olan Eliyahu Yişai’nin oturduğunun altını çizmekte yarar var. Bu açıklamanın zamanlaması da manidar; açıklama tam da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'in İsrail ve Filistin arasında barış görüşmeleri için temaslarda bulunduğu zaman yapıldı. Barış çabalarını çıkmaza sokan İsrail'in bu tavrına tüm dünyadan eleştiriler gelirken, 'Ortadoğu Dörtlüsü' olarak bilinen BM, AB, ABD ve Rusya ortak bir bildiri ile İsrail'i kınadı. İsrail'in Washington Büyükelçisi de, gelen haberlere göre ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı tarafından sert bir şekilde uyarıldı. Lakin ABD politikalarında Obama'nın ardından değişen hiçbir şey olmadığını zaman içinde tüm dünya gördü. Bu haliyle ABD'nin İsrail'e kayıtsız şartsız destek politikasında da herhangi bir değişiklik olması pek muhtemel görünmüyor. Zira tüm dünya İsrail'in büyük ağabeyine güvenerek külhanbeyi rolünü sürdürdüğünün farkında. İsrail’in geçen ay başında Suriye'yi hem savaş, hem de hükümetini devirmek ile tehdit ettiğini ve İsrail'e ait iki casus uçağın Türkiye hava sahasından da geçerek Macaristan'a indikten sonra Suriye uyruklu bir Macar vatandaşı olan 52 yaşındaki Bassam Trache’i Filistin’e büyük miktarda para yardımı yaptığı gerekçesiyle kırmızı ışıkta beklerken aracının içinde vurmasına sessiz kalındığını biliyoruz. İsrail'in Suriye'ye karşı attığı her adım, esasında ABD'nin İran'a karşı attığı adımların ta kendisi. İsrail'in güvencesi yine 1967'de olduğu gibi 6. filo. Fakat İsrail kılavuzu karga olanın durumuna düştüğünü Afganistan'da şahit oluyoruz. Ama gün olup devran döndüğünde, kılavuz karganın uçup kaçabileceği gibi bir Atlantik Okyanusu’na sahip olmadığının farkına ne zaman varacak, merakla bekliyoruz.

ABD Nijerya seferinde!

Batı Afrika'nın Gine Körfezi kıyısında yer alan, 155 milyonluk nüfusuyla dünyanın 8. büyük ülkesi olan Nijerya pek bilinmese de ABD'nin üçüncü büyük petrol tedarikçisi konumunda. Bunun yanında ABD ülkedeki en büyük yabancı yatırımcı ülke. ABD içindeki Afro-Amerikalılar arasında da Nijeryalılar önemli bir yere sahipler. Durum böyle olunca ABD'nin Nijerya'ya olan ilgisi daha kolay anlaşılabilir. Fakat her ne olursa olsun, ABD’nin bağımsız bir ülke olan Nijerya’nın iç işlerine karışmasının izahı ne olabilir?

ABD'nin önemli siyasetçiler hakkındaki yorumları ve destekleri ülkede başkan kim olursa olsun onun ABD kuklası gibi algılanmasına neden oluyor ve çatışma ortamını arttıracak gibi görünüyor. Böylece hem ABD karşıtlığını bu çatışma ortamının gölgesinde bırakılıp, hem de muhtemel bir darbe ile ülkedeki karışık ortamdan faydalanarak AFRICOM için istediği üsleri elde ederek, Amerika bir taşla iki kuş vurabilir. Fakat 20. yüzyıl siyasi tarihinde, Türkiye ve birçok başka örnekte olduğu gibi ABD'nin desteğini alıp kendilerini meşrulaştırabilmek için bu ülkeye kabul edilemez tavizler veren cuntalar bolca mevcut. Günümüzden örnek verecek olursak, geçtiğimiz haziran ayında Başkan Zelaya'nın devrildiği Honduras'taki askerî darbeden sonra bu ülkede halen asker kuklası olan bir hükümetin muhaliflere yönelik suikast, işkence ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Buna rağmen Hillary Clinton'un, Güney Amerika gezisinde "Krizin başarıyla çözüme ulaştığı" şeklindeki açıklaması zihinlerimizde yerini koruyor. Fakat gelişmeleri takip edenler için bu açıklamaların çok da şaşırtıcı olmadığı şüphesiz. Honduras'taki Başkan Zelaya, sol görüşlü olup, Venezuella ve Küba ile işbirliğinden bahsederken ABD'yi ağır şekilde eleştirmekteydi. Dolayısıyla ABD politikalarına göre, her zaman olduğu gibi ABD yanlısı bir diktatörlük, ABD karşıtı bir demokrasi tarafından tercih edilip meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ne kadar ironiktir ki, dünyada demokrasiyi ağzından en çok düşürmeyen ABD siyasi tarihe bakıldığı zaman, kendini desteklediği sürece darbeci rejimlere en çok kol kanat geren ülke.

Görüş
Hüsnü Mahalli*: İsrail bu zihniyette devam ettiği sürece sorun çözülmeyecek

İsrail’in barışla uzlaşma yapacağına inanmıyorum. Çünkü onların ideolojisi böyle. Adam kaldırıyor uçaklarını Türkiye üzerinden geçiriyor ve Macaristan’da Suriye’li bir işadamını öldürüyor ve kimse sesini çıkarmıyor.

FİLİSTİN İNGİLİZLER TARAFINDAN İŞGAL EDİLDİĞİ GÜNDEN BUGÜNE
dünyanın dört bir yanından getirilen Yahudiler sürekli olarak Filistin topraklarını ele geçirmeye çalıştılar, katliamlar işlediler ve yayılmacı bir politika izlemeye devam ettiler. Bugün İsrail devletinin üzerinde bulunduğu toprakların birçoğu Filistin halkının.

1917’DE FİLİSTİN TOPRAĞINDA YAŞAYAN 40-50 bin orijinal Yahudi vardı. Bugün bu topraklarda milyonlarca Yahudi var. Nereden geldi bu insanlar ve nasıl yayıldılar? Dünyanın değişik yerlerinden gelerek Kudüs’te birleştiler. Bu gerçeği başından beri böyle görmek gerekiyor. 1967’den baktığımızda İsrail işgal ettiği Batı Şeria ve Suriye’nin değişik bölgelerine 1 milyon Yahudi yerleştirdi. Bizse hep konuşuyoruz; İsrail şuraya saldırdı, şu kadar insanı öldürdü diye… İsrail bunu hep yapıyor. Kurulduğu günden bu yana hep yapıyor. İsrail kendi inancı ve ideolojisine uygun olarak davranıyor. Bu açıdan baktığımızda bunda yadırganacak bir şey yok, çünkü İsrail kendine yakışanı yapıyor.

ŞİMDİLERDE DE TARTIŞIYORUZ
“İsrail Kudüs’e 1600 ev yaptı, ABD yönetimi İsrail’e yönelik sert açıklamalar yaptı, Natenyahu şöyle dedi” bunların hepsi palavra. 1967’den beri bin sefer duydum ben bunları. Birleşmiş Milletler, AB bir sürü karar alıyor. Ama herhangi bir netice elde edilmiyor. Artık İslam dünyasının ve Arapların bugünkü durumu görüp ona göre adımlar atmaları gerekiyor. Yoksa İsrail kendi kararlarına ve kişiliksizliğine uygun bir şekilde davranmaya devam edecek. Başka çaresi yok.

İSRAİL YÖNETİMİ Siyonizm’e dayanarak bütün Yahudilerin Filistin’e gelmeleri gerektiğini söylüyor. Mesela İsrail’in şu anki Türkiye Büyükelçisi Gaby Levy İzmir’li aslen. Ne işi var onun Filistin topraklarında? 400-500 yıl bu topraklarda yaşadılar. Niçin birden bire çıkıp Filistin topraklarına gittiler? Bu tamamen İsrail’in yayılmacı politikası ile ilgili bir durum. Meseleye böyle bakmak gerekiyor.

NATENYAHU ABD’NİN TAVRI ÜZERİNE GÜYA MEYDAN OKUDU. Bunların hepsi birer oyun. ABD önce İsrail’e tepki gösterdi, sonra ABD Başkanı çıkıp “İsrail bizim stratejik müttefikimiz, aramızda herhangi bir sorun yok. Sonsuza kadar İsrail’in varlığını savunacağız” diyerek açıklama yaptı. Daha ne desin? ABD’nin İsrail politikası da gün gibi ortada. Gösterilen tepkilerin, yapılan açıklamaların çoğu gösterişten ibaret.

İSRAİL’İN BARIŞLA UZLAŞMA YAPACAĞINA İNANMIYORUM. Çünkü onların ideolojisi böyle. Adam kaldırıyor uçaklarını Türkiye üzerinden geçiriyor ve Macaristan’da Suriye’li bir işadamını öldürüyor ve kimse sesini çıkarmıyor. İsrail bu zihniyette devam ettiği sürece sorunun çözüleceğini düşünmüyorum.

*Akşam Gazetesi Yazarı