- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Fri 22 June 2012, 03:14 pm GMT +0200
Gündemden
Selçuk Uygur • 68. Sayı / GÜNDEMDEN


REFERANDUM SONUÇLANDI
12 Eylül’de 12 Eylül’e Hayır


12 Eylül askerî darbesi demokrasi tarihimizde yüz karası bir operasyon olarak yer alıyor. Bundan 30 yıl önce bir gecelik bir operasyonla yönetime el koyan asker, bu el koymayla birlikte aynı zamanda demokrasiye de onulmaz bir darbe vuruyordu. Üzerinde yapılan uzun tartışmalar ve siyasilerin mitinglerde birbirine yönelttiği sert eleştirilerin gölgesinde yaşanan bir referandum süreciyle birlikte 12 Eylül Anayasası’nın anti-demokratik yönü önemli ölçüde bertaraf edilmiş oldu. Her ne kadar tamamen demokratik parametreler gözetilerek hazırlanacak olan yeni bir anayasa kadar tatmin edici olmasa da bu değişiklikler de bir darbe anayasası olan 1982 Anayasası’nın ortaya çıkardığı insan hakları ihlallerinin önüne geçmiş olacak. Türkiye’de bugüne kadar yapılmış olan 6. referandumunun ardından Başbakan Erdoğan yeni ve çok daha kapsamlı bir anayasanın müjdesini verdi. Önümüzdeki süreç AK Parti açısından büyük bir sınav anlamına geliyor. Çünkü yeni bir anayasanın nasıl hazırlanacağı ve katılımcı bir anlayış ile mutlak bir demokratik anayasa konusunda ne derece samimi davranılacağı iktidar partisinin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Kuşkusuz sandıktan çıkan sonuca demokratik rejimin Türkiye için olmazsa olmaz bir sistem olduğunu düşünen herkesin saygı duyması gerekiyor. “Evet”, “hayır” ve “boykot” cephelerinin farklılıklarının ülkemize büyük zarar verebilecek bir çatışma ortamına dönmesine izin vermeden, bu ayrılıkları konuşarak ve her kesim için her alanda adaleti sağlayarak, Türkiye’yi uzun zamandır özlemini çektiği demokratik, çoğulcu bir anayasaya kavuşturmak gerekiyor.

BM'DEN İLK MAVİ MARMARA RAPORU:
‘Orantısız ve kabul edilemez gaddarlık’


İsrail’in Akdeniz’in uluslararası sularında Türkiye’den Gazze’ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine saldırması dünya kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanmıştı. Bir sabah ansızın gemiye baskın yapan İsrail askerleri, gemide bulunan Türklerden 9’unu katletmişti. Kuşkusuz bu, İsrail’in masum sivillere düzenlediği ilk operasyon değildi. İsrail’in yaklaşık 60 yıldır Filistinli sivillere haksız gerekçelerle zulmediyor. Uluslararası kamuoyu da bu zulmü görmezden geliyor. Son dönemde İsrail’e konuya ilişkin gösterilen tepkiler ve barış çabaları da göz boyamaktan öteye geçmiyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin Mavi Marmara saldırısını araştırmak üzere iki ay önce oluşturduğu komisyonun geçtiğimiz ay açıklanan bilirkişi raporu ise dünyanın da artık İsrail’in vurdumduymaz tavır ve eylemlerinden sıkıldığını ortaya koyuyor. Rapora göre, olayı soruşturan Bilirkişi Heyeti ilk gözlemlerinden oluşan bir ara rapor açıkladı. Rapora göre İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırısı “Orantısız ve kabul edilemez gaddarlık” olarak nitelenirken, İsrail'in, baskın sırasında ve sonrasında "uluslararası insan hakları yasası" da dahil uluslararası hukuku ihlal ettiğini bildirdi. Raporda ayrıca, Gazze’de insani krizin yaşandığı bir dönemde Filistin toprağına deniz ablukası uygulamasının "yasa dışı" olduğuna da yer verildi. Raporun açıklanması sonrası konuşan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, "Sağlam delillere dayalı güçlü bir rapor hazırlanacağını bekliyorduk. Rapor beklentilerimizi karşılıyor" yorumunda bulunurken, İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Andy David ise raporun "taraflı, siyasi ve aşırıcı yaklaşım sergilediğini" öne sürdü. Birleşmiş Milletler Sözcüsü Martin Nesirky ise, İsrail’in ara rapor göndermesinin ardından, nihai rapor için çalışmalara başlanacağını bildirdi. Komisyonun nihai raporunu Şubat ayında Genel Sekretere sunması bekleniyor. – Timur Karahan

“KRİTİK EŞİK AŞILDI”
Barışa yönelik önemli gelişmeler


12 Eylül referandumu öncesi yükselen siyasi tansiyon, sandıktan yüzde 58’lik bir “evet” oyunun ortaya çıkmasıyla, yerini iyimser bir havaya bıraktı. Sonucun kısa ve uzun vadede ülke ekonomisi, iç ve dış politikada olumlu gelişmeleri doğuracağı, istikrarı kalıcı hale getireceği konunun uzmanları tarafından sıklıkla dile getirildi. Önümüzdeki sürece dair yapılan önemli yorumlardan bir diğeri ise, bu iyimser ortamın ülkenin hali hazırda çözüm bekleyen en öncelikli sorunu olarak nitelendirilen Kürt sorununun çözümüne yapacağı katkılardı. Yorumların merkezinde ise, gündeme gelen çeşitli iddialar vardı. Hatırlanacağı üzere, devletin çeşitli güvenlik ve istihbarat birimlerinin sorunun çözümüne yönelik İmralı’yla görüşmeler başta olmak üzere bir dizi çalışmalarda bulundukları medyada yer almış, cumhurbaşkanı, başbakan ve ana muhalefet partisi lideri de devlet kurumlarının bu tür görüşmeler yapabileceğine dair olumlu görüşler bildirmişlerdi. PKK’nın 13 Ağustos-20 Eylül arası tek taraflı çatışmasızlık kararı ilan etmesinin hemen ardından gelen bu açıklamalar, bu kez sorunun çözümüne yönelik ciddi adımlar atıldığına dair bir beklenti doğurdu. Referandumun hemen ardından PKK’nın çatışmasızlık kararını bir süre daha uzattığını açıklaması ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in TBMM’de BDP’li yetkililerle sorunun çözümüne yönelik bir görüşme yapması tabloyu daha da iyimserleştirdi. Sorunun çözümüne yönelik toplumsal mutabakat, 26 yıldır 40 binden fazla cana ve 1 trilyon dolar civarında maddi kayba sebep olan bu sorunun daha fazla uzamadan iktidarıyla, muhalefetiyle bir an önce çözülmesi yönünde. – Sadık Şanlı

AMERİKA’NIN “İSLAMOFOBİ”YLE İMTİHANI
Sıfır noktasında Kur’an yakma küstahlığı


ABD’nin önde gelen Müslüman din adamlarından Feisal Abdul Rauf’un, geçtiğimiz günlerde 11 Eylül enkazı bölgesinde cami ve İslam kültür merkezi yapılması teklifi ABD ve uluslararası kamuoyunu hayli meşgul etti. Tartışmaların başlamasının hemen ardından, Ramazan ayı nedeniyle Beyaz Saray’da iftar yemeği veren Obama, “sıfır noktası” (Ground Zero) olarak anılan enkaz bölgesine cami yapılmasını desteklediğini belirtmişti. New York valisi Michael Bloomberg ise düşüncelerini “Bu caminin bizleri birbirimize yakınlaştırmasını ve 11 Eylül’ü İslamiyet ile özdeşleştiren yanlış anlayışı düzeltmesini umuyorum” sözleriyle ifade etmişti. 11 Eylül’ü anma etkinliklerinde ise bu projeye özellikle muhafazakâr Cumhuriyetçi Parti’nin öncülük ettiği provokasyonlar sonucu oluşan tepkiler damgasını vururken, Hollandalı ırkçı ve İslam düşmanı politikacı Geert Wilders de İslam dini ve Müslümanlara yönelik nefret dolu, sığ söylemler içeren bir konuşma yaptı. Fakat asıl tartışma ABD'li papaz Terry Jones’un sıfır noktasında Kur’an-ı Kerim yakacağını duyurması oldu. Jones’un bu açıklamasına ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton başta olmak üzere birçok ABD’li yönetici ve ülke içi ve dışındaki Müslümanlardan sert eleştiriler gelirken, tepkilerden çekinen Terry Jones bu çirkin düşüncesinden vazgeçti. Fakat Tennessee eyaletinde yaşayan Bob Old ismindeki işgüzar bir papaz, yardımcısı Danny Allen'la birlikte Kur’an-ı Kerim'i yakarak tüm dünyanın tepkisini çektiler. ABD’de İslam’ın geçmişine kısaca bir bakarsak, Amerika’nın kuruluşunda ülkeye ilk getirilen kölelerin Müslüman Afrikalılar olmasından dolayı İslam, ABD toplumunda yaklaşık 400 yıldır varlığını sürdürüyor. Ülkede Yahudilerden sonra en eğitimli grup olan Müslümanların bu zamana kadar neredeyse hiçbir “uyum” problemi yaşamadıklarını da görüyoruz. Buna rağmen islamofobikler 11 Eylül sonrası ABD’de Müslümanlara yönelik oluşan önyargı kaynaklı hissiyatı kullanarak bir ötekileştirme faaliyeti yürütüp, Müslümanlara saldırıda bulunmakta herhangi bir beis görmüyorlar. Burada ABD yönetimine devletine bu tür çirkinliklerin önünü almak ve “özgürlük” kavramının sınırlarını yeniden çizmek görevi düşüyor. Aksi takdirde ABD’nin dünyada, özellikle İslam dünyasında zaten iyi olmayan imajı iyice dibe vuracağa benziyor.

SEÇİMLER, YOLSUZLUK, VAHŞET
Afganistan’da karmaşa devam ediyor


Afganistan’da, ülkeyi Taliban yönetiminden arındırmak ve ülkeye demokrasi götürmek vaadiyle başlayan ABD işgali bu ay 9. yılını dolduruyor. Aradan geçen 9 yılda ABD önderliğindeki müttefikler halen hedeflerine ulaşabilmiş değil. Tam aksine ülke içi güvenlik, siyasi istikrarsızlık ve ekonomi her geçen gün daha da kötüye gidiyor. 20 Eylül’de yapılan ve fiyaskoyla sonuçlanan Afganistan meclis seçimleri de bu durumu doğrular nitelikte. Sonuçları 8 Ekim’de açıklanacak olan seçimlere katılım ülke genelinde yüzde 32 gibi düşük bir oranla sınırlı kaldı. Seçimleri izleyen uluslararası gözlemcilerin raporlarında ise seçimlerde sahte oy pusulaları ve silinebilir mürekkep kullanıldığı bildirildi. Bu açıklama seçimlerin bir göz boyamadan ibaret olduğunu ortaya koyması açısından ilginç. ABD ve müttefikleri ile ülkeyi halihazırda yöneten politikacılar, söz konusu olumsuzluklardan Taliban’ı sorumlu tutsalar da bunun gerçeği tam olarak yansıtmadığı ifade ediliyor. Zira Ağustos ayının sonlarında New York Times gazetesinde yayımlanan bir habere göre Afgan Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Muhammed Zia Salehi ile birkaç bakanın adının CIA’in maaş listesinde yer aldığının ortaya çıkması, politikacılarına zaten güvenmeyen Afgan halkının güveninin iyice zedelendiğini ve sandığın Afgan halkı için bir umut ve çıkış kapısı olmaktan çıktığını gösteriyordu. Tüm bu fiyaskoların üstüne bir de Washington Post gazetesinde yayımlanan ve okuyanların kanını donduran bir haber ülkedeki işgalin aldığı olumsuz boyutları belgeler nitelikteydi. Haberde Afganistan’da bulunan ABD ordusuna bağlı 2. Topçu Tümeni’nin 5. Striker Birliği’ne bağlı olan bir grup askerin “zevk için” sivilleri canlı hedef tahtası olarak kullandığı belirtiliyordu. Beş Amerikan askerinin Ocak ile Mayıs arasında Kandahar’da üç cinayet işlediği ve birçok sivilin yaralanmasından sorumlu oldukları haberde yer alan detaylardı. Ama ne yazık ki Afganistan’dan gelen bu tarz haberlere dünya alıştı. Söz konusu Amerikan ordusu olunca, tankların paletlerinin izlerinin ardında binlerce sivilin cesedini görmeye devam edeceğiz.

ORTADOĞU
Sular ısınıyor


ABD’nin Irak’tan çekilmesinin bölge gündemini meşgul ettiği şu günlerde Ortadoğu’da yaşanan diğer gelişmeler yakın zamanda bölgenin daha büyük gelişmelere gebe olduğunun sinyallerini veriyor.  Bir süre önce İsrail ile ABD arasında imzalanan bir anlaşmaya göre, İsrail ABD’den 2 milyar dolarlık askerî yakıt sipariş etti. Siparişin 1.075 milyon litresi jet yakıtı, 227 milyon litresi benzin, 378 milyon litresi ise mazottan oluşuyor. Anlaşma üzerine yapılan yorumlar arasında siparişin İsrail’in İran’a yapacağı geniş çaplı bir hava operasyonu için verildiği iddiası yer alırken, bir kısım çevrelerde ise İsrail’in yakında Gazze Şeridi, Lübnan veya Suriye’ye bir operasyon düzenleyebileceği üzerinde duruluyor. Dikkat çeken bir başka konu ise Rus askerî istihbaratı GRU’nun iki numaralı ismi General Yuri İvanov’un geçtiğimiz günlerde tatil için gittiği Suriye Lazkiye’de denize yaptığı dalış sırasında hayatını kaybetmesi. İvanov’un tatil sırasında ziyaret ettiği Suriye Tartus’taki Rus hava üssünde, Rus Yakhont uçaksavar füzelerinin Suriye’ye satışı konusunda çeşitli görüşmelerde bulunduğu ve bu sebeple İsrail gizli servisi MOSSAD’ın hedefi olduğu gelen iddialar arasında. Olayın hemen ardından İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Rusya Başbakanı Putin ile bir görüşme yaparak P-800 Yakhont süpersonik gemisavar füzelerinin Suriye’ye satışını içeren silah anlaşmasını durdurmasını istemesi, İvanov’un bir İsrail operasyonuyla öldürüldüğü iddialarını güçlendiriyor. Yine kısa bir süre önce Lübnan’da Hizbullah üyelerinin, İran aleyhinde PJAK yanlısı sloganlar atan PKK’lı bir gruba müdahalesiyle çıkan çatışmada 2 kişi ölürken 8 kişi de ağır yaralandı. Bunun olası bir Şii-Kürt çatışmasını daha da provoke edebilecek olayların başlangıcı anlamına gelmesi de muhtemel. Zira İran’a karşı olası bir İsrail-ABD saldırısında bu ülkelerin İran ve Kuzey Irak dâhilindeki Kürtler’i, Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin yönetimine karşı olduğu gibi, silahlandırarak öne süreceğine neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Tüm bu gelişmeleri bir de ABD’nin muharip kuvvetlerinin büyük kısmını Irak’tan çekerek ordusuna hareket kabiliyeti kazandırmasıyla bağlayınca Ortadoğu’da çok yakın bir zamanda ABD’nin “şer ekseni” olarak tanımladığı bölgede çok önemli olayların yaşanması kuvvetle muhtemel görülüyor.

SAĞLIKTA YENİ DÖNEM
“Aile Hekimliği Projesi”ne geçiliyor


Sağlık Bakanlığı’nın önemli projelerinden biri olan ve çeşitli pilot illerde çalışmalarını başlattığı “Aile Hekimliği Projesi”, Ocak ayından itibaren Türkiye genelinde uygulamaya konulacak. Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, mevcut sağlık ocaklarının isimleri “Aile Sağlık Merkezi” olarak değiştirilerek, aile hekimlerince ofis olarak kullanılacak. Bu merkezlerde, sağlık ocaklarında yapılması mümkün olan bütün sağlık hizmetleri verilebilecek. Ayrıca Sağlık Bakanlığı, aile hekimlerine ultrason gibi bazı teşhis cihazlarını temin etmeleri için teşvikte bulunarak, daha yüksek ücret ödemesi yapacak. Aile Sağlık Merkezleri’nde acil müdahale odası olacak ve hastalardan kan alınarak basit tetkikler yapılabilecek. Başvuruda hiçbir sosyal güvencenin aranmayacağı merkezlerde vatandaşlar aile hekimlerini bulundukları ilin İl Sağlık Müdürlüğü’nün internet sitesinden kimlik numaralarını girerek öğrenebilecekler. Uygulama gereğince vatandaşlar hiçbir neden göstermeksizin il içinde ve 3 aydan erken olmamak koşuluyla kendi hekimlerini seçerek sınırsız hizmet alabilecekler. Aile hekimleri ise vatandaşların sağlık kayıtlarını tutacaklar ve zamanla bu kayıtların tüm hastanelerle ve Sosyal Güvenlik Kurumu’yla paylaşılabilir bir sisteme geçirilmesi sağlanacak. Bu şekilde kişiye yapılan tüm kontroller, sonuçları ve hastalıkları bilgisayar sisteminde olacak ve gerektiğinde bütün bu bilgilere ulaşılabilecek. Hastanede yapılan işlemler de aile hekimi tarafından görülebilecek. Aile hekimleri tedavi edici hizmetlerin dışında kritik önemi olan koruyucu hizmetlerden de sorumlu olacak. Bu kapsamda, bölgesindeki gebe, kronik hasta, bebek ve engelli vatandaşların takibini de yapacaklar. Bu kişilerin kontrol için kendisine gelmemesi halinde, kişilerle iletişime geçip takiplerini yaparak gerekli kayıtları tutacaklar. Öte yandan aile hekimlerinin bilgisayarındaki sistem sayesinde o gün için aşı yapılması gereken kişi için bir uyarı sistemi olacak. Hekim de bu sayede, ilgili hastayı arayarak takibini yapabilecek. Gelişmiş ülkelerin çoğunda başarıyla uygulanan Aile Hekimliği Projesi’nin, getirdiği yeni uygulamalarla ülke sağlık sistemini bir adım öteye taşıyacağı kesin. Bu uygulamaların da hayata geçmesindeki kontrol ve denetimler iyi yapılırsa, insanımızın sağlıklı yaşam hakkındaki ideal noktaya ulaşmasına daha da yaklaşmış olacağız.

“TERSİNE BEYİN GÖÇÜ”
TÜBİTAK’tan önemli çalışma


Beyin göçü, şüphesiz 20. ve 21.yüzyıllarda emperyalizmin yumuşak güç uygulamalarının en kuvvetli kartlarından biri oldu. Bu strateji sayesinde gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkelerin önemli beyinlerini daha iyi imkânlar sunarak ülkelerine getirdiler. Böylece teknik ve beşeri bilimlerde ilerlemelerine daha da hız kazandırırken, az gelişmiş ülkelerin bu alanlardaki çabalarına da önemli darbeler vurdular. Türkiye’nin de son derece muzdarip olduğu bu problemin üstesinden gelebilmek adına nihayet TÜBİTAK önemli bir çalışma başlattı. Bu çalışmaya göre, cazip teklifler nedeniyle çoğunlukla ABD’ye kaptırdığımız bilim adamı ve araştırmacılarımızı yurda döndürmek adına harekete geçildi. “Rota Türkiye” sloganlıyla başlatılan çalışmaya göre, Avrupa Birliği ve Türkiye fonlarıyla sağlanacak imkânlar yoluyla “süper beyinlerin” yurda geri döndürmesi hedefleniyor. Bunun için bu yılın Aralık ayında Türklerin yoğun olarak yaşadığı Boston, California, Michigan gibi eyaletlerde çeşitli etkinlikler de düzenlenecek. Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan AB Çerçeve Programları Ulusal Koordinatörü Okan Kara, mevcut çalışmalarla bu zamana kadar 86 Türk araştırmacının ülkemize geri kazandırıldığını dile getirdi. Tersine beyin göçü olarak da adlandırılan bu projeye göre, AB fonlarından en fazla yararlanan ikinci ülkenin Türkiye olduğunu belirtmekte de fayda var. Her ne kadar ekonomik kriz sonrası AB ülkelerinde uygulanan popülist politikalar nedeniyle merkez sağ siyaset güçlenmiş ve bunun gereği olarak Türkiye’ye üvey evlat muamelesi yapılmış olsa da, AB’nin Türkiye’ye tersine beyin göçünü teşvik etmesi bizi başka bir sonuca götürüyor. AB’nin bu projeyle Türkiye’nin gelecekte elini güçlendirmek istemesi Avrupa’nın Asya ve Amerika ile olan siyasi ve ekonomik mücadelesinde Türkiye’ye biçtiği rolün önemli bir göstergesi olsa gerek.