- Gündemden Kasım

Adsense kodları


Gündemden Kasım

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Thu 21 June 2012, 04:16 pm GMT +0200
Gündemden Kasım
Selçuk Uygur • 69. Sayı / GÜNDEMDEN


HSYK’DA YENİ DÖNEM
Kürsü yargıçları son sözü söyledi


12 Eylül referandumunun kabulü sonrası yeniden yapılanma sürecine giren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nda oldukça hareketli bir ay yaşandı. 11 Ekim’de kurulun yedi asil ve yedek üyesi, ‘Adalet Bakanlığı’nın müdahalesi sonucu kurulun Ağustos ayından itibaren işletilmediği ve yargının siyasallaştığı’ gerekçesiyle HSYK üyeliğinden istifa etti. Bu istifaların kimi kurul üyelerinin görev sürelerinin bitimine günler kala gerçekleşmesi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “yaptıkları dört dörtlük şovdur” eleştirisine neden oldu. İstifalar, Adalet Bakanı Sadullah Ergin başta olmak üzere bazı hükümet yetkilileri tarafından da ‘Yargıtay ve Danıştay seçimlerine katılmayı düşünen bazı kurul üyelerinin göz boyamaya yönelik bir hareketi’ eleştirisiyle karşılandı. Bu gelişmelerin ardından 17 Ekim’de yapılan seçimler sonucu HSYK’nın yeni kurul üyeleri belli oldu. HSYK üyeliği için kesin seçmen listelerinde yer alan 10 bin 471 adli, bin 268 idari hâkim ve savcı, 199 aday için oy kullandığı seçimleri açık ara farkla Adalet Bakanlığı’nın desteklediği 10 asil ve 6 yedek üye kazandı. Kürsü hâkim ve savcılarının yer alması gereken kurula Adalet Bakanlığı’nın 3 bürokratının girmesi tartışma konusu olmasına rağmen, kurulun ilk kez geniş katılımlı demokratik bir seçimle şekillenmesi, kurulun anti-demokratik yapısının dönüşümüne yönelik en önemli gelişmeydi. Seçimler sonrası yapılan yorumlarda ise ülkemizde hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukukunun gözetilmesiyle oluşan çağdışı, anti-demokratik yargı mekanizmasının, bu mekanizmanın en önemli unsurlarından olan HSYK’da yıkılmasıyla ülkemizde yeni bir dönemin başladığı ifade edildi. Temennimiz yargının normalleşme süreci olarak görebileceğimiz bu yenilenmenin tez zamanda diğer yargı mekanizmalarında da gerçekleşmesi.

TÜRKİYE-ÇİN İLİŞKİLERİ
Çin ile ilişkiler ivme kazandı


Çin savaş uçakları İran ve Pakistan üzerinden Türkiye’ye gelerek 20 Eylül ve 4 Ekim arasında Türk F-4 savaş uçaklarıyla birlikte ortaklaşa bir tatbikata imza attı. Böylece Çin, tarihinde ilk kez bir NATO ülkesiyle tatbikat yapmış oldu. İsrail’in Haaretz gazetesinin bu tatbikat nedeniyle ABD’nin Türkiye’yi protesto ettiğini yazmasına kadar bu tatbikattan Türk kamuoyunun haberi olmamıştı. Haaretz ayrıca Türkiye’nin ‘eski dostları’ ABD ve İsrail’i dışladığı “Anadolu Kartalı” tatbikatına ‘yeni dostları’ arasındaki Çin’i aldığını öne sürerken, yeni dostlar arasında İran’ı da özel olarak saydı. Bu haber üzerine Türk Dışişleri, bir protesto durumunun olmadığını belirtse de diplomatik camiada aksinin konuşulduğu iddia ediliyor. Daha önemlisi Çin savaş uçaklarının evlerine dönmesinin hemen ardından Çin Başbakanı Wen Jiabao Türkiye’yi ziyaret etti. Jiabao’nun gelişiyle birlikte dünyada ekonomisi en hızlı büyüyen iki ülkenin enerji, ulaşım ve altyapı alanlarında çok sayıda anlaşmaya imza atması ve geçtiğimiz yıl Doğu Türkistan’daki Sincan bölgesindeki Uygur olaylarıyla gerilen iki ülke ilişkilerinin tamir edilmesinin amaçlanması dünyada büyük yankı uyandırdı. Türkiye’nin bölgesindeki ülkelerle geliştirdiği ticaretin yanında Çin ile olan ticaretin arttırılması ve diğer alanlarda da işbirliğini geliştirmeye yönelik atılımları, Türkiye’nin AB’ye olan bağımlılığını uzun vadede azaltmayı amaçlıyor. Durum bu istikamette yol alırken, Başbakan’ın AB’nin samimiyetsiz politikaları karşısında “İster alın, ister almayın” şeklinde çıkış yapması da temelsiz bir rastlantı değil. Tüm bu gelişmelere AB ile Çin arasında güçlenen ilişkiler nedeniyle Türkiye’nin bir köprü vazifesi göreceğini eklersek, Türkiye’nin gelecek yıllarda bölgede ve dünyada yıldızının daha da parlayacağı rahatlıkla öngörülebilir.

SURİYE’DEN 2 BİN PKK’LIYA SİYASİ AF
Kürt Sorunu’nda önemli gelişmeler


Türkiye’nin, Kürt sorununun çözümüne yönelik önemli adımlar attığı bir dönemden geçiyoruz. 2009 yılında start alan “demokratik açılım”ın Habur görüntüleri sonrası kesintiye uğraması Türkiye’yi bu konuda bir belirsizliğe itmişti. 12 Eylül referandumu sonrası yaşanan bazı gelişmeler ise hükümetin, büyük bir halk desteğini arkasına almasının verdiği cesaretle sorunun çözümü noktasında daha büyük adımlar atacağını ortaya koyuyor. Bu alanda yapılan çalışmaların sacayağını ise PKK’nın silah bırakarak dağdan indirilmesi oluşturuyor. Bunun gerçekleşmesi sadece Türkiye’nin çabalarıyla sonuçlanacak bir durum değil. Kürt sorunu, dünyadaki benzerlerinin aksine çok boyutlu bir sorun. Örneğin İrlanda’da IRA ve İspanya’da ETA küçük bir coğrafyayı ilgilendiren sorunlardı. Kürt sorunu ise Türkiye’nin yanısıra İran, Irak ve Suriye gibi Kürt unsurların yaşadığı ve bu ülkelerde PKK’nın örgütlendiği geniş bir coğrafyayı ilgilendiren ve etkileyen bir sorun. Bunun bilincinde olan Türkiye devleti, bir yandan ülke içinde bu sorunu ortadan kaldıracak adli ve anayasal değişiklikleri hedeflerken, diğer yandan da sorunun muhatabı olan komşu ülkelerle görüşmelerini sürdürüyor. Bu amaçla geçtiğimiz ay İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Iraklı yetkililerle, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ABD’li ve Iraklı yetkililerle görüştüğü haberleri kamuoyuna yansıdı. Son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, günübirlik ziyarette bulunduğu Suriye’de, devlet başkanı Beşar Esad ile PKK’nın dağdan indirilmesi ve Kürt sorununun çözümüne yönelik birtakım temaslarda bulundu. Bilindiği üzere Suriye’de yaşadığı halde vatandaşlık hakkı elde edememiş yaklaşık 500 bin kişilik bir Kürt nüfus var ve PKK’nın dağ kadrosunun yaklaşık 2 binini Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu biliniyor. Erdoğan-Esad görüşmesi sonrasında bu 2 bin Suriyeli PKK’lının siyasi bir afla ülkeye dönüşleri karara bağlanarak, önemli bir gelişme kaydedildi. Çözüme yönelik bu tür gelişmelerin hız kazanarak devam etmesi durumunda, Türkiye’ye 26 yıldır 50 bine yakın insan ve milyarlarca dolar maddi kayıp yaşatmış bu sorunun ortadan kalkmasına hiç olmadığı kadar yaklaşacağız. – Sadık Şanlı

EKONOMİDE OLUMLU GÖSTERGELER
Ekonomik büyüme sürüyor


Referandum sonrası İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) önce 64 bin puan sınırını aşarak tarihî bir rekor kırdı, akabinde ise borsa uzmanları, hedefi 75 bin puan seviyesi olarak belirledi. Yaşanan bu olumlu gelişmelerin ardından 18 Ekim günü İMKB bileşik endeksi gün sonunda 356,77 puan ve yüzde 0,51 artışla 70.457,99 puandan tüm zamanların rekoruyla kapandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ise yılın ilk çeyreğinde yüzde 11,7 büyüyen Türkiye, ikinci çeyrekte yüzde 10,3 büyüdü. Haziran 2010 verilerine göre işsizlik rakamları kriz öncesine dönerek yüzde 10,5’e geriledi ve böylelikle son bir yılda toplamda 1 milyon 800 bin kişi istihdama katılmış oldu. Halen devam eden küresel ekonomik kriz nedeniyle Avrupa ülkelerinin ciddi bütçe açıkları verdiği bir dönemde, Türkiye bütçesi Ağustos ayında 3,8 milyar lira fazla verdi. Tüm bunların yanı sıra geride bıraktığımız ayda ülkemizin Çin ile Türk Lirası (TL) üzerinden ticaret yapacağını açıklaması ve TL’nin değerlenmesi Türkiye’nin ve parasının etki alanının genişleyeceği bir döneme girdiğimizi ortaya koydu. Başbakan Erdoğan’ın kısa süre önce TL’nin değerlenmesine müdahale edilmeyeceğini açıklaması da bu durumu ortaya net olarak koydu. Ülkemizde bir zamanlar “IMF’siz Türkiye yaşayamaz” diyenler olduğu gibi şimdi de “değerli TL ile ekonomi olmaz” diyenler olacaktır. Ancak bu yanılgılara kulak asmayıp kısa zaman içinde çevremizdeki bütün komşu ülkeler ile değerlenen para birimimiz üzerinden ticaret yapabilecek hale gelmemiz şüphesiz ülkemize büyük yarar sağlayacak ve ekonomide daha büyük iyileşmelere sebep olacaktır.

ASKERLİK TARTIŞMALARI
Askerlikte yeni model çalışmaları


Son günlerde ülke gündeminin en tartışmalı konularından biri bedelli askerlik meselesi ile askerlik sürelerinin kısaltılmasına ilişkin yapılan çalışmalar. Kamuoyuna yansıyan iddialara göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nin tek tip bir askerlik modeli üzerine çalışmalar yaptığı gündeme gelmişti. Son gelişmelere bakılırsa, TSK’nın bu konuda yürüttüğü çalışma tek tip askerlikten daha çok askerlik sürelerinde çeşitli uzatma ve kısaltmaların düşünüldüğü yönünde. TSK’nın yürüttüğü ve “Eşit Süreli Askerlik Sistemi” adını verdiği taslak çalışmaya göre 15 aylık normal askerlik süresinin 12 aya düşürülmesi, 6 ay olan kısa dönem askerlik süresinin ise 8 aya uzatılması öngörülüyor. Böylece yedek subaylık için uygulanan veya yeniden belirlenecek yedek subaylık süresi esas alınacak ve uzun dönemler ile kısa dönemler bir-iki aylık farklarla bu süreye yaklaştırılacak. Bu iddia doğru ise yapılan çalışmaların ülke ve dünya gerçeklerinden kopuk olduğu ve Türkiye’nin harbiye konusunda muasır medeniyetler seviyesine ulaşmakta inatçı davrandığı pek çok uzman tarafından ifade ediliyor. Zira gelişmiş ülkelerin birçoğunda zorunlu askerlik hizmeti bulunmazken, coğrafya veya farklı koşullardan ötürü zorunlu askerlik hizmeti olan ülkelerde ise süreler 2 ila 4 ay arasında değişiklik gösteriyor. Öte yandan kamuoyuna yansıyan rakamlara göre Türkiye’de 185 bin er tamamen posta, kuaför, berber, görevli gibi isimler adı altında sadece ordudaki subaylara ve ailelerine hizmet veriyor. Yani amaç askerlikten çıkıp apaçık bir ücretsiz emek sömürüsüne dönüşüyor. Ayrıca bu rakam pek çok gelişmiş ülkenin toplam asker sayısına, hatta bazen fazlasına tekabül ediyor. Türkiye’nin toplam asker sayısının yaklaşık 800 bin olduğu düşünülürse, bu kadar gencin en verimli dönemlerinde mesleklerinden kopartılarak uzun süre toplumsal üretimden el etek çektirilmelerinin doğru olmadığı da ortaya çıkıyor. Yapılması gereken ise zorunlu askerlik hizmetinin bir an önce kaldırılması ve kurulacak profesyonel bir ordu ile dinamik, vurucu gücü artırılmış, modern savaş araçlarını profesyonel anlamda kullanabilecek daha eğitimli personel ile TSK’nın çağın gerçeklerine ayak uydurmasının sağlanması.

YENİ BİR ABD-TÜRKİYE ÇATIŞMASI MI?
Brüksel’de füze kalkanı pazarlığı


Son günlerde dünya kamuoyunu hayli meşgul eden “füze kalkanı projesi”, ABD eski başkanı George W. Bush döneminde dünya gündemine gelmiş, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya kurulması düşünülen füze kalkanlarına karşı Rusya’nın sert tutum ve itirazlarda bulunması üzerine bu projeden vazgeçilmişti. Projenin geçtiğimiz günlerde yeniden tartışmaya açılması Obama yönetiminin planda bir taktik değişikliğe gittiğini gösteriyor. İddialara göre, ABD’nin uygulama şansı bulamadığı bu projeyi, sorunlu olduğu İran ile tansiyonu artırarak, bir NATO projesi olarak yeniden dünyaya pazarlamaya çalışıyor. Geçtiğimiz ay Brüksel’de düzenlenen NATO zirvesinin ardından NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in “İran tehdidi açıktır, NATO olarak buna karşı füze kalkanı sistemini kurmalıyız” ifadesiyle Avrupa mobil füze kalkanı projesinin, bütün NATO üyelerini kapsaması gerektiğini dile getirmesi ve Türkiye’den destek istemesiyle, konu Türkiye kamuoyunun gündemine oturdu. Projeyle ilgili son karar 19-20 Kasım’daki NATO devlet ve hükümet başkanlarının katılacağı Lizbon zirvesinde alınacak. Füze kalkanı ne kadar Avrupa için bir savunma mekanizması olarak gösteriliyorsa da, esasında İran’a karşı pasif-agresif bir silah rolünde. Burada Türkiye’nin son zamanlarda komşularıyla yakaladığı pozitif ivmenin ekonomisi ve bölgedeki politik gücüne yaptığı katkının altını çizmekte fayda var. Komşularıyla sıfır problemi hedefleyen Türkiye’nin projeyi kabul etmesi durumunda İran ve Suriye’nin kendini kuşatılmış hissetmesiyle birlikte Türkiye ile olan ilişkilerinin bozulabileceğine dair ciddi kaygılar bulunuyor. Tarihî bir perspektifle ele alınıldığında Türkiye’nin NATO üyeliği, SSCB’ye karşı bir savunma niteliğindeydi. Ancak Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra değişen politik ve stratejik konjonktürde bu tarz bir ihtiyaç ve korku kalmadığı gibi, bu proje ABD politikaları doğrultusunda hareket eden NATO ile Türkiye’nin bölgesel politikalarının her zaman uyuşmayacağını da açığa çıkarttı. Türkiye’nin ulusal çıkarlarının karşısında yer alan bu durumun iki ülke arasında yeni bir tezkere krizini doğurup doğurmayacağı ise merak konusu.

ŞİLİ’DE AZMİN VE İNANCIN ZAFERİ
33 madenci kurtarıldı


5 Ağustos günü Şili’de bir madenin ana girişinin çökmesi sonucu yerin yaklaşık 700 metre altında mahsur kalan 33 madencinin tamamı tam 69 gün sonra kurtarıldı. 14 Ekim günü sabaha karşı başlayan bir operasyon ile kurtarılan madenciler bir anda tüm dünyanın sevinç kaynağı oldu. Amerikalı bir teknisyenin hazırladığı 2.5 metre uzunluğunda, 54 cm çapında ve 250 kiloluk “Anka kuşu” isimli özel kapsül ile tek tek gün ışığına çıkartılan işçilerin sağlık durumlarının iyi olduğu açıklandı. Kurtarılan madencileri Devlet Başkanı Pinero ve Madencilik Bakanı Golborne ile 800 madenci yakını ve 26 binden fazla gazeteci karşıladı. Ülkede mutlu sonun ardından adeta bir bayram coşkusu yaşanırken, işçilere yüzlerce iş ve kişi röportaj teklifleri yağdı. Ayrıca madencilerin hikâyelerini konu alan bir filmin de çekimlerine başlandığı açıklandı. Şili’den gelen bu güzel haber dikkatleri bir anda madencilik konusunda sicili hiç de temiz olmayan ülkemize çevirdi. Hatırlanacağı üzere 17 Mayıs’ta Zonguldak’ta bir maden ocağında meydana gelen grizu patlamasında hayatını kaybeden 30 işçimizden 2’sine aradan geçen 5 aya rağmen halen ulaşılabilmiş değil. Duruma iki madencinin aileleri tepki gösterirken, konu hakkında görüşleri alınan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız bakır çıkartılan Şili’deki maden ocağında göçük, kömür çıkartılan Zonguldak’taki ocakta ise grizu patlaması meydana geldiğini, bu iki maden ocağının kıyaslanamayacağını, kömür çıkartılan maden ocağının içerdiği riskler nedeniyle çalışmaların yavaş ilerlediğine dair bir değerlendirmede bulundu. Temennimiz Zonguldak’taki çalışmaların da bir an önce son bularak, madenci ailelerin bekleyişlerinin bir an önce son bulması ve ülkemizdeki maden ocaklarında güvenlik seviyelerinin ve çalışma ortamlarındaki kalitenin bir an önce artırılması.

YENİ BİR ÇEVRE FELAKETİ
Macaristan’ı zehirli kızıl çamur vurdu


Batı Macaristan’daki Ajka kentinde bulunan alüminyum fabrikasındaki kimyasal atıkların bulunduğu alanı saran setlerin yıkılması sonucu 700 bin metreküp kimyasal atık (zehirli kızıl çamur) bölgeye yayılarak büyük bir çevre felaketine neden oldu. Kimyasal zehir taşıyan kızıl çamur Tuna nehrine doğru akarken yolunun üzerinde bulunan yerleşim yerlerinde çok büyük hasarlara sebep oldu. Felaket sonucu yedi kişinin hayatını kaybettiği, 123 kişinin ise atıklardan dolayı yaralandığı açıklandı. Macaristan’da yaşanan en büyük çevre felaketi olarak kayıtlara geçen sızıntının, yaklaşık 40 kilometrekarelik bir alanı tamamen yaşanmaz hale getirdiği, bölgenin uzun yıllar boyunca tarım amaçlı kullanılamayacağı, bölgede bulunan nehirlerdeki canlıların ölmesine sebep olduğu ve sulardaki canlı hayatın tam olarak yok olabileceği ihtimalini doğurduğu da gelen haberler arasında. Macaristan Başbakanı Viktor Orban ise hükümetin bölgedeki bütün hasarı ortadan kaldırmak ve bölgeyi yaşanılabilir hale getirmek için bütün masrafları karşılayacağını ifade etti. Felaketin ürkütücü boyutlara ulaşması sonrası atıkların yakınlardaki su kaynaklarına sızmış olabileceği ihtimali de gündeme gelirken, yaşanılabilecek en kötü durumun ise zehirli atıkların Avrupa nehirler sistemi ve Karadeniz’e bulaşması ihtimali. Antalya Kimya Mühendisleri Odası bunun engellenmesi için Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerle temasa geçilip acil önlemler alınmasını talep etti. Benzer durumların ülkemizde yaşanmaması için ise atık depolama alanları, kapasite durumları ve emniyetli olup olmadıkları konusunda kontrollerin sıkıca yapılması ve sürdürülmesi gerekiyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın da muhtemel felaketlere karşı Macaristan’da karşı karşıya kalınan durumun bilimsel sonuçlarını ve atıklarla ne şekilde mücadele ettiğini tahkik etmesinde yarar var.