- Gündem ve müslümanlar ya da hayata dönmek

Adsense kodları


Gündem ve müslümanlar ya da hayata dönmek

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 3 December 2010, 02:07 pm GMT +0200
   
   “Gündem Ve Müslümanlar” Ya Da  ‘Hayat’a Dönmek



             ‘Gündem ve Müslümanlar’…Bu başlık neyi ifade etmektedir? İki ayrı olguyu mu, birbiriyle sıkı ilişki içerisinde olan iki şeyi mi yoksa kurulmak istenen bir alakayı mı? Gündem nedir ve Müslümanlar kimlerdir? Ve bu ikisini yan yana getiren şey nedir? 

 Böyle bir başlık kendimizi nereye konumlandırdığımıza dair bir ipucu olabilir mi? Alt tarafı bir başlık deyip geçmek de pek ala mümkün. Ancak ne dersek diyelim, yukarıdaki ifade, bu iki olgunun ayrı bir şey olmakla beraber birbirleriyle olan alakasını ifade etme kaygısının bir eseridir. Ve bu minvalde en kritik nokta belki de bu alakanın boyutlarını, keyfiyetini ve teşekkülünü konuşmaktır.

Evet, "Gündem ve Müslümanlar" gibi bir başlıktaki birinci kelime bir olguya, içtimaî bir gerçeğe denk gelirken ikinci kelime bir kitleye ve hatta bir 'durum'a işaret etmektedir. Ancak bu iki ayrı kelime üzerinden kurulmak istenen bir alakanın izahına yöneliktir bu başlık.


        Ancak bir şeyin beni rahatsız ettiğini ifade etmeliyim. O da şudur ki, her ne zaman araya bir "ve" bağlacı konulup ondan sonra gelecek kelime "Müslüman/lar" olsa rahatsız olmaktayım. Bununla beraber buradaki sorunu yeteri kadar izah edemeyeceğimin endişesini taşıyorum: "Medya ve Müslümanlar", "Küreselleşme ve Müslümanlar", "Sistem ve Müslümanlar", "Kürt Sorunu ve Müslümanlar"  ve hatta "İslam ve Müslümanlar" vs.

Bu başlıklar bir aidiyetin ve mevcut bir gerçekliğin karşısında kendinizi ne olarak tanımladığınızın/konumlandırdığınızın ifadesi ise mesele yok. Ancak bana bir yabancılaşmanın, ayrı kalınmak istenen bir dünyaya işaret edişin, başlığın ilk kısmına (gündem, küreselleşme, medya vs.) sonradan dâhil oluşun işareti gibi gelmekte.

Bir yanda küreselleşme, radikalizm, terörizm, siyaset, dünya diğer yanda ise Müslümanlar. Kurulan bu denklemlerin yansıttığı gerçek, neredeyse karşılaşılan her yeni durumun bu kadim kitle üzerinden değerlendirilmeye çalışılmasıdır. Aynı şekilde yeni durumların yahut tanımlanmış bir dünyanın bu kitle üzerinden gerçekleştirilmesi; türlü politik ve felsefî formlar altında benimsetilmeye çalışılması sözkonusudur ve böylece tanımlanmış bu dünyaya Müslümanları da eklemlemenin yolları aranmaktadır. Her nedense bu durum son yıllarda daha dikkat çekici bir boyuta ulaşmış ve dünya konjonktüründe konuşulan her konu başlığına İslam da dahil edilmeden konuşulamaz olmuştur.(1) O nedenle başlıklandırmalar önemlidir ve “Müslümanlar” lafzı ile kurulmak istenen her alaka dikkatle takip edilmelidir.

Birileri İslam da dahil olmak üzere her şeye bir biçim verme ve yeniden tanımlama çabası yürütürken başlığın ikinci kısmı, yani biz, süreçleri geriden takip eden bir görünüm sergiliyoruz. Nerede duracağımızı kestiremeyecek kadar hazırlıksız yakalanıyoruz. Zira dünyaya daha doğrusu meselelere karşı tuhaf bir yabancılığımız var. Adeta dışında kalıyoruz ve uzaktan bakan biri gibiyiz. Bu durumun bir özeleştirisi yapılabilir ancak bundan tamamıyla Müslümanları sorumlu tutmak da doğru değildir. Zira yaşadığımız yepyeni bir şeydir ve bugün itibariyle bizi kuşatmış durumdadır. ‘Zamanımızda Müslümanların karşı karşıya kaldıkları "durum", başlarına ilk defa gelen bir hadise sayılmaz. Bugün Batının modern hale gelmesinde belirleyici etkisi/katkısı olan Kadim Grek düşüncesiyle Müslümanlar, yaklaşık dokuzuncu yüzyıldan itibaren karşı karşıya gelmişlerdi. Karşılaşma Müslümanların  fikir dünyasına canlılık getirmiş ve zengin bir entelektüel miras bırakmıştı. Ne var ki bu karşılamanın günümüzdekinden farklı olan noktası, onun sadece entelektüel boyutta cereyan etmiş olmasıdır. Bugünkü ise iki önemli boyutta cereyan etmektedir. Birincisi, ilkinde olduğu gibi entelektüel düzlemde cereyan etmekte; ikincisi ise, hayat evrenimizi tanzim eden maddi/fiziki bir yapı olarak kendisini giderek kurumsallaştırmakta ve bizi giderek içine çekmekte olmasıdır.’(2)

Bu nedenle olsa gerek dünyaya talip olmakla onu ahiretin bir tarlası olarak değerlendirme noktasında bir basiret sergileyemiyor; ifrat ve tefrit çizgisinde ya dünyadan el-etek çekiyor ya da hırsla peşinde koşuyoruz. Böylece meselelerimizi aslî mecrasına oturtamayıp birbirine karıştırıyoruz. Oysa ‘yeryüzünde güçlenmek ve dünyanın dizginlerini ele geçirmek haram olan istekler cümlesindendir ya da kısmen iman dairesinden çıkmaktır anlayışı, hakkı batılla karıştırmanın bir örneğidir. Dünyada güçlenip ona egemen olmakla, dünyaya aldanıp ona meftûn olma hamâkatı arasında çok fark vardır. (Ve) doğrusu Müslümanlar, İslam’ın dünyayı kusurlu ve eksik buluşunu  yanlış anlayarak, dünyaya ait iş ve birikim alanında sivrilmekten, yeryüzünü inceden inceye araştırmaktan kaçındılar.’ (3)

Hali pür melalimiz bu olsa da yukarıda dediğimiz gibi bundan tamamen Müslümanları suçlu bulmak doğru değildir. Çünkü Batı dünyası Grek düşüncesinden aldığı mirasla “çok hızlı” bir şekilde mesafe kat etmiş ve bilhassa maddi anlamda bir güç olmuştur. Bu güçle birlikte sömürmüş böylece daha çok semirmiştir. Ve bugün gelinen nokta itibariyle geçmişe nazaran topraklarımızdan çok zihinlerimizi işgal etmiş durumdadır. Bu "hızlı" ve "yağmacı" talan hareketinin icra edildiği dönemlerle eş zamanlı olarak Müslümanların büyük bir kısmı zihnî donukluğun ve kısırlığın hâkim olduğu bir düşünce dünyasına sahip olmuşlardır. Bu 'güç'le karşılaşma neticesinde baş gösteren telaş kimini ‘güçlü olanı taklit etme’ye (4) kimini ise köklere/öze dönmeye sevk etmiştir.(5) Bugün gelinen nokta itibariyle bu durumun Müslümanlar üzerinde yarattığı netice afallama durumudur diyebiliriz.(6)

Bu süreçler devam ederken dünyanın efendiliğine soyunan mezkûr güç bir yandan da yukarıda geçtiği üzere kurumsallaşıyordu. Artık savaşlar top-tüfekten daha çok "Kelimelerin Savaşı”na yani propagandaya yerini bırakıyordu. Bunu icra eden ise işbu kurumsallaşmanın en kapsayıcı ve tesirli boyutunu temsil eden 'medya'dır. Gündem dediğimiz şey tam da buraya tekabül etmektedir ve medya ile birebir alakalıdır. Dünden bugüne daha da güçlenen ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla daha kapsamlı bir tesir gücüne sahip olan medya, sahip olduğu imkânları dünyanın efendiliğine soyunan gücün hizmetine sunmuş durumdadır. Yerel ve küresel boyutlardaki icraatlarıyla ya İslam'ı hedef alan gündemler teşkil etmekte yahut da efendilerinin hazırladıkları kehanetleri (Uygarlıklar Çatışması, Tarihin Sonu, Dinsel Çoğulculuk, Diyalog, Fundamentalizm, İslami Terör) biz dünyalıların zihnine servis etmektedir. Böylece bir sonraki adımda uygulamaya geçireceği bu kehanetler için uygun zemini en baştan temin etmiş olmaktadır.

Medyanın bir “ideolojisi”nin olduğu gözden ırak tutulmamalıdır. ‘Batı medyasında belirli grupların tekelinden söz edilebileceği gibi, uluslararası kitle iletişim araçları üzerinde de Batı hegemonyası ve tekelinin bulunduğu görmezlikten gelinemez. Tabii bu durum pek çok sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Diğer kültürler hakkında haksız imajlar oluşturulurken, medyayı amansız bir silah halinde kullanabilen Batı dünyası kendi dışındaki tüm kültürlerin marjinalleşmesine sebep olmaktadır.’ Belki de bu yüzden olacak ‘öyle olmadığı halde gelişmelerin gerçeklik kısmından ziyade, Batılı kurum, kuruluş ve medya tarafından oluşturulan sanal kısmını realitelerin yerine koyar hale geldik.’ (7) Yerel medya ve icraatlarının da bundan pek farkı yok.

Dolayısıyla dünyaya ve onun meselelerine dair bahsettiğimiz ‘yabancı’ ve ‘hazırlıksız’ tavrımız ise bizleri neredeyse her türlü nevzuhur mevzunun tesirine açık hale getirmekte; soğukkanlılığımızı muhafaza etmemizin önündeki en büyük engel olmaktadır.

Bu arada bir hususun altını çizmekte fayda görüyorum. Hayatımızda oldukça büyük bir yer işgal eden ve günlük kullanımda oldukça sık başvurduğumuz ifadeler olsa da ‘ülkemizde “kamuoyu oluşturma” ve “gündem oluşturma” ya da “gündem belirleme” terimleri sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. (…) Ancak birbirleriyle çeşitli noktalarda ilişkisi olan bu kavramlar, birbirlerinden farklı anlamlar içermektedir.’(8) Kamuoyu “belli bir toplum içinde yaşayan insanların belli bir olgu ya da inanç üzerindeki ortak yargısı” (9) olmakla beraber gündem yahut gündem belirlemeden farklı olarak daha kapsamlı, çok katılımlı ve içtimaî unsurların daha fazla dâhil olduğu bir olguya karşılık gelir.  Kamuoyunda bir yargı oluşması söz konusuyken gündemin sürükleyiciliği ön plandadır. Kamuoyu durgundur ancak gündem dinamiktir. Dolayısıyla kamuoyu oluşturmada, yine baş aktör olmakla beraber medyanın tesiri nispeten daha azdır. (10) Oysa gündem yahut gündem belirleme yaklaşımı birebir zamana endeksli, günübirlik, geçici ve izafiliği yüksek bir olgudur. Ve en önemli şey ise bu hususta medyanın rolüdür. Öyle ki, gündem belirleme kavramının isim babaları “’gündem belirleme’ kavramını tanımlamakla beraber bundan “kitle medyasının bir işlevi” olarak söz etmişlerdir.(11)Yani gündem belirleme, bilhassa günümüzde doğrudan basın yahut medyanın bir fonksiyonu durumundadır.

‘Gündem’ ise, asıl anlamının işaret ettiğinden daha kapsamlı bir kullanıma ulaşmakla beraber çok sık başvurduğumuz bir kavram olarak hayatımızda yer edinmiştir. Daha çok organik yapıların (şirket, siyasi parti, meclis vs.) ve bireylerin görüşmek/değerlendirmek üzere tespit ettikleri konulara denk gelmektedir. (12) En nihayetinde gündem, meşguliyetinizi bir hedef, program yahut kaygı istikametinde tespit edip onu bir ‘gün’ün içerisine dâhil etmeye karşılık gelmektedir. Bu yönüyle gündem “belirlenmiş” bir şeydir. O yüzden değişkendir, izafidir ve kapsayıcılığını ve meşruiyetini ancak siz ona dâhil olduğunuzda sizden alır.

Bu nedenle, en başa dönerek söylersek;  gündemle ilişkimizi başlıklarımızda, ajandamıza düştüğümüz notlarda ve hatta yarına dair kaygılarımızda arayabiliriz.  Hangi başlığı düşüyorsak onu gündemleştiriyoruz demektir.

Burada önemli gördüğüm bir hususa daha değinmek istiyorum. “Gündemimizi vahiyle belirlemektir aslolan” yahut “Vahiy en baş gündemimiz olmalıdır.”  gibi bir önerme ilk akla gelen, ideal çözüm yöntemi gibi görünmektedir. Gündemin değişken, süreçlere bağlı bir olgu oluşu ve göreceli bir kapsayıcılığı haiz oluşunu göz önüne alırsak, vahyin gündem olma yahut gündemleştirilme imkânı da az-çok belirir kanaatindeyim.

Kaldı ki, ictimaî hayatın bir anlamda çatışmalar üzerine oturmuş yapısı göz önüne alınmadan böyle bir çözüm önerisi ikinci adımı önce atmaya çalışmak anlamına gelecektir.

Her şey sizin iradenizle cereyan etmeyebilir. İçtimai hayat oldukça kompleks, kontrolü güç ve değişimlerin daha yavaş ve sancılı yaşandığı yapılardır. Bir şeyler sizin kontrolünüz dışında gelişebilir ve siz de bu gelişen şeye(gündeme) dâhil olmak durumunda kalabilirsiniz. Buna örnek olarak kölelik mevzusunu verebiliriz: İslam’da kölelik yoktur.  Kölelik savaş hukukunun bir gereğidir ve İslam'ın bir anlamıyla dışında gelişen bir şey olmuştur. Fakat sonuçları itibariyle Müslümanları da birebir ilgilendirdiği için İslam buna cevap üretmek durumunda kalmıştır. Cevap üretirken de fevkalade bir düzenleme ile kölelik kurumunu sadece ismen telaffuz edilen bir olgu olarak bırakabilmiştir.

Eğer “İslam’da zaten kölelik yoktur” yahut “Vahiy böyle bir kategori tayin etmemiştir, bu vahye göre zulümdür” denilip bu gerçeğin dışında durulsaydı bu ciddi sorunları beraberinde getirecekti.

Son tahlilde gündem "belirlenen" bir şeydir. Bu anlamda ‘Vahiy gündemimiz olmalıdır’ gibi bir davete ihtiyatla yaklaşılmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü vahiy belirleyendir; belirlenen değil. Onu güne ve güncele endekslediğinizde aynı zamanda oraya hapsetmiş de olursunuz. Oysa o güncelle ilgilenen, her meseleye cevap üretme gücüne sahip ancak günü ve günceli aşan bir şeydir. Belki tüm zamanlara hitap edebilmesi biraz da burayla alakalıdır. Bizce olması gereken, vahyin getirdiği düşünme imkânları ve hayat alanı içerisinde ifsad edici/batıl ve arızî olan durumlara teslim olmama iradesi sergilemektir.
 
        Vahiy bize bu imkânı sağlar. Bunu da evvela Batı’nın yahut sair felsefelerin/ideolojilerin aksine insan tanımını hakikat zemini üzerine oturtarak yapar. Ve bununla eş zamanlı olarak insanda içkin olan imkânlara (takva ve fücur) hayır, adalet ve ihsan istikametinde yön verip, hayatı dönüştürme iddiasında olan bir dirayetin inşası ile gerçekleştirir.  Bundan sonra bu insan bir mümindir ve mümin, muhatabı olduğu süreçlerin içinde olsa dahi ayağını bastığı zemini asla kaybetmeyen, basiret sahibi ve davranışlarını ayarlayabilen birisidir. Meselelere karşı direncimizi sağlayan da bu kararlılık, tutarlılık ve bunun bize sağladığı stratejik düşünebilme yetisi olacaktır. Allah Rasulü’nün mümini taze ekine benzetmesi misali de belki burada anlam kazanmaktadır: 'Mümin taze ekine benzer. Rüzgâr estikçe yatar, yine kalkar. Kâfir çam ağacına benzer. Rüzgâr estikçe gürler, fakat bir kere yıkılınca artık kalkamaz." (Buhârî).
 
        Sonuçta ne zaman ne ile karşılaşacağımız belli değildir. Belirlenmiş bir gündeminiz olsa da birçok kez ‘gündem dışı’ şeyle de karşı karşıya gelebilirsiniz. Önemli olan "hazırlıklı"(teyakkuz) ve donanımlı olup olmamanızdır. Hangimiz şimdi, şu an bir kötülük görüp ona eliyle/diliyle/buğz etmek suretiyle müdahale etmesi gereken bir durumun başkahramanı olmayacağını garanti edebilir.
 
       Dolayısıyla vahyi, gündemin bir unsuru/maddesi olarak alırsanız onu nesneleştirir ve canlılığını sabote etmiş olursunuz. Oysa vahiy size istikamet veren bir cevher, bir imkânlar bütünüdür. Bu nedenle hayatın tamamına egemen olmalıdır.(13)

Gündem ise size “gösterilen” şeydir(14). Bir başka deyişle olayı görmeniz istenen şekilde size göstermektir. İşi bittiğinde o görüntü çekilir. Bu nedenle gündeme endekslenmiş bir hareketin özgünlüğü tartışılır. Ve bu, kendi dinamiklerinden uzaklaşma riskini de barındırır.  Örneğin bir bakarsınız gündem “Dinî Çoğulculuk” olmuştur ve siz de bu ‘gündem’in içine çekilmek istenirsiniz. Oysa bu konu vahyi iddiasız bırakıp onu ‘dinlerden bir din’ seviyesine çekme girişiminin gündemleştirilmiş halidir. Gündem de bu var diye bunun dümen suyuna girmeden önce derin derin düşünmeliyiz kanaatindeyim. Tabi gündeme ‘entelektüel’ düzeyde cevap da üretmeliyiz ancak asıl yapılması gereken şey ‘Evel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı’ formunda karşımıza getirilen oyunları bozacak basireti ve sükûneti muhafaza edip asıl yürümemiz gereken yoldan ayrılmamaktır. Müslüman,  ‘belirlenmiş’ gündemlere karşı bir “oyun bozan” olmalıdır. Günümüz medyasının tesiri ve onun taşıdığı Batı tipi hayat tarzının, düşünme biçiminin karşısında öncelikle ‘yapılması gereken, Batı düşüncesinin(ya da’modernite’nin) paradigmal çerçevesinin, yani dünya görüşünün, ‘insan modeli’nin ve toplum tanımının eleştirilmesidir.(15)
 
        Sonuç olarak bize düşen, vahyin bize açtığı "hayat alanı" içerisinde tercihlerimizi belirlemek, kulluğumuzu takva derecelerinde yükseltmeye çalışmak ve bu minvalde günübirlik ilişkilerimizi tanzim etmektir. Bu, vahyin belirleyiciliğinin de garantisidir. 

Biz gündemlerimizin sahiciliğini ve vahyin hedeflerini gerçekleştirecek programların sahibi olup olmadığımızı tespit etmekle mükellefiz. Büyük laflar edip dünyayı değiştirmeye soyunmaktansa içinde bulunduğumuz çevresel şartlar bağlamında İslam’ın temsilciliğini/şahitliğini(16) gerçekleştirecek ve başkalarının gündemine de İslam’ı sokacak bir programa sahip olmalıyız:

 “Ey İnananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resulüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal-24)

“Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal-29)

DİPNOT

1-                 “Yirmi otuz yıldan beri din, zihnimizin derinlerine değilse bile yanı başımıza kadar sinsice sızdı.(…)Hepimiz tutkuyla İslam rüzgârının yanında veya karşısında yer alıyoruz.”- 21. Yüzyılda Din Sorunu, Georges CORM, İletişim Yay. , s. 9-10

2-                 Yeni Bir Anlam Arayışı, Abdurrahman ARSLAN, Bilge Adam Yay., s.44

3-                 İslam’ı Nasıl Anlamalıyız, Muhammed GAZALİ, Ağaç Yay., s. 41-42

4-                 Mukaddime, İbn Haldun, M.E.B. Yay., Cilt-I, s. 374

5-                 Neyse ki son asırlarda Müslümanlar bu durumdan silkinme azmini sergileyen öncüleri de ortaya çıkarabilmiştir. Onların çabaları bugün meselelere daha doğru ve dinamik bir bakış açısı edinmemizde yadsınamayacak öneme sahiptir: “Halklar tarihleri boyunca kimi zaman dilimlerinde gaflet ve dalgınlığa düşebilir. Böyle zamanlarda, halkın geleceğini çizme ve onu yönetme gücünü zalim, totaliter ve hain kişiler ellerine alır, fakat çoğu zaman bu durum sürekli olmaz. Allah, söz konusu halka hakkı tanıyan, doğruyu seven, onu yeniden diriltecek ıslahat ve tevhid mesajını iletmeyi üstlenen kişiler gönderir. Bunlar, halkı zalim, hain ve müstekbir yöneticilerin zulüm ve baskılarından kurtarmak; halka doğru bir akide kazandırmak; karanlık dönemlerinde kurulan tahtları, yönetimleri yıkmak için uzun ve zorlu bir mücadele verirler.” (Urvetu’l Vuska, C. Afgani-M. Abduh, Bir Yay, s. 7)

6-                 “Ezan”ın konuşulduğu programda konuğuyla ezanın “İslam’ın bir özeti” olduğu sonucuna ulaşan sunucu, “Aslında Diyanet bünyesinde bu konu gündeme getirilip ezanın ilk okunduğu tarih olan 23 Haziran(?) ve sonraki hafta “Ezanlar Haftası” şeklinde kutlanmalıdır” gibi bir teklifi sunabilmiştir. Bu da, bir Müslümanın kendisine ait olan bir değeri modern kalıplara ve onun dayattığı düşünme biçimine hapsolarak ‘gündemleştirmeye’ çalışmasının tipik bir örneği olsa gerektir. (TV Net-“İlmi Hayat”, Vecdi AKYÜZ, 22.08.2009 tarihli yayın)

7-                 Batı Medyasında İslam İmajı, Bülent KENEŞ, İz Yay., s.7-164… Bunun son örneği de İslam ile terörü yan yana getirip ikisini özdeş kılma çabalarıdır. (MTÇ)

8-                  Kamuoyu Oluşturma ve Gündem Belirleme Kavramları- Doç.Dr. Erkan Yüksel-16 Haziran 2008

9-                 Age., s.2

10-              Age – Kamuoyu kavramı her ne kadar bir “ortak yargı”ya yaslansa da toplumda yaşayan farklı grupların farklı konularda farklı karar ve tutumlara sahip olduğu hatırlanırsa, kamuoyunun sadece çoğunluğun kanaati olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Kamuoyu, çoğunluk ve azınlık kanaatlerinin karşılıklı etkileşiminin de bir son ürünüdür.(Vural, 1999:61)  Kısaca kamuoyu kişilere ve gruplara hâkim olan kanaat olmakla beraber aslında “kendini etkin olarak duyuran kanaat”tir. (Kapani 1983:115). Buna rağmen kavramın tek ve açık bir tanımı olanaklı değildir. (Mutlu, 1993:117)

11-              Age- (Maxwell E. McCombs ve Donald L. Shaw )- Literatürde kamuoyunu oluşturan araçlar denildiğinde; dolaylı olarak aile, eğitim, kültür, toplumsal kontrol mekanizmaları gibi kurumsal sosyolojik araçlar ve kanaat, motivasyon, algı, tutum gibi bireysel psikolojik amaçlarla; doğrudan siyasal grup ve partiler, baskı grup ya da örgütleri gibi siyasal araçlar ve medyanın etkilerine işaret edilir. (Anık, 1994:83-106) Ancak medyanın en etkili araçların başında geldiği söylenebilir.

12-              TDK Sözlüğü- ilgili madde

13-              Müslümanın kendi konumunu bugün artık yaşamakta olduğu gerçekliğe uyum gösterme şekline indirgemeye kalkması; önce onu “ben bilincini” kırılgan hale getiren kötü bir taklitçi durumuna düşürmekte; aynı zamanda bu Müslüman kendinden öncekilerin tecrübe etmedikleri çok farklı nitelik taşıyan yeni bir yanlışlığın kapısını açacak gibi görünmektedir. Zira Müslümanların konumu öyle bir özellik taşısa da, bugün Müslümanlar mevcuda uyumdan çok; kulluk bilincini, Allah’la olan ilişkisini, Peygamberin(sav) sünnetine mümkün olduğu kadar yakın yaşamanın imkânını, Ahreti, diğer müminler üzerindeki hak ve sorumluluklarını; içinde yaşamakta oldukları gerçekliğe değil, tersine, ona rağmen yeniden düşünmek zorundadırlar. İslam ve insan gerçekçi olma adına sadece toplumsal gerçekliğe indirgenemez. Din hayatın bizzat kendisi olduğunda, insanın da bu hayatı yaşayacak olanın kendisi olduğunu hatırlamamız gerekiyor. (Yeni Bir Anlam Arayışı, s. 46)

14-              (Danimarka’da başlayan karikatür krizlerini hatırlayalım)”Eğer İslam’ın iki ana kaynağı olarak Kur’an ve sünneti mevcut toplumsal yapının ve düzenin, yani toplumsal gerçekliğin dünyasından hareket ederek anlamaya ve yorumlamaya çalışırsak; bu nihayetinde bizi “yapısalcılık” gibi bir anlayışla aynı kulvarda koşmaya sevk edecektir. Yok, eğer, içinde yaşadığımız dünyayı “dinin dediği şekilde”, yani muttakiler olarak yorumlamak/yorumlayabilmenin çabasını gösterebilirsek, bu bize “dünyanın” Müslüman muhayyilesinde yeniden dünyalaşmasını sağlayacaktır. Bu cehd “gerçekliğin” kendi asil kimliğine iadesi, aynı zamanda da özgürleştirilmesi demektir. Bu ise Müslüman muhayyilesinin bağımsızlaşması, insanın tutsaklıktan kurtulması anlamını taşıyor. Çünkü bugün, eşyanın kurulu dünyası içinde nasıl ve ne türden bir faaliyet icra ettiğimizi, yani hangi “aklın” sosyolojik tezahürü içinde bulunduğumuzu; ferdin, ailenin ve toplumun bu sosyolojik tezahürün kurduğu gerçeklikle olan ilişkisini yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Zira bugün kendi ve Müslüman’ca varlığını sürdürebilir bir hayat, aile ve toplumsallık içinde yaşadığımızı söylemek oldukça zor görünüyor. (Yeni Bir Anlam Arayışı, s. 46-47)

15-              İktibas Kavram, “Eşitlik”, sayı 357, Eylül 2008

16-              Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir. (Fetih- 29)

Ve “Mümin elinden ve dilinden emin olunan kimsedir.”



Muhammed Turan Çalışkan