sumeyye
Thu 10 February 2011, 05:01 pm GMT +0200
15) Günahların Zararları
Bil ki: “Sağîre” ve “kebire” yani küçük ve büyük günah terimleri iki açıdan ele alınır:
a) İyilik ve kötülük telakkisi açısından,
b) Her döneme ait şeriatlar ve yöntemler açısından.
Büyük Günah (Kebire), Kabirde Ve Mahşerde Azabı Gerektiren Bir Suçtur:
a) İyilik ve kötülük telakkisi (Hikmetu’l-birr ve’l-ism) açısından ele alındığında büyük günah (kebire), kabirde ve mahşer hayatında güçlü bir şekilde azabı gerekli kılan bir suçtur. Bunlar, yeryüzünü ifsad eden ve yaşamak için gerekli ihtiyaç giderme yollarını bozan ve insanın yaratılış özelliklerine de gerçekten ters düşen şeylerdir.
Küçük Günah (Sağîre), Büyük Günaha (Kebire) Nisbetle Daha Aşağı Derecede Olan Suçlardır:
Küçük günah, genelde büyük günahlara mahal veya onlara götüren yol olur veya bir yönden onları doğururken başka bir yönden doğurmayan şeyler olur. Meselâ, bir kimsenin aile efradı aç iken başkalarına tasaddukta bulunması böyledir; bir taraftan cimrilik hastalığından kurtulmayı sağlıyor, ama öbür taraftan da ailenin geçim düzenini bozuyor.
Bir Fiilin Büyük Günah (Kebire) Olduğu Nasıl Bilinir?:
b) Şeriatlar açısından konuya yaklaştığımızda büyük günahı (kebire) şöyle belirleyebiliriz:
i. Haram kılındığına dair kesin nass bulunması,
ii. Şâri’ Teâlâ’nın, işleyenleri cehenneme koyacağını belirtmesi,
iii. İşleyene had cezası koyması,
iv. İşleyen kimseyi “kâfir” ve “dinden çıkan” diye nitelemesi ve böylece o şeyin, aşın derecede çirkin bir şey olduğuna dikkat çekmesi ve işin önemini vurgulaması.
Bu özellikleri taşıyan şeyler, büyük günah olurlar. Bazen bir şey, iyilik ve kötülük telakkisi açısından küçük günah, şeriat açısından ise büyük günah sayılabilir. Bu şöyle olur. Cahiliye dönemlerinde milletler yanlış bir şeyi işlemeye başlarlar, bu aralarında iyice yayılır ve köklü bir gelenek halini alır; kalpleri sıkı sıkıya o şeye bağlanır, artık kolay kolay ondan kopamazlar. Sonra şeriat gelir ve o şeyi yasaklar. Bu yasak karşısında inatlaşırlar ve karşı bir tavır alırlar. Bu durumda şeriat o yasakla ilgili olarak ağır bir ifade kullanır ve yasağın dozunu artırır, o şeyin işlenmesine, sanki o şeriattan uzaklaşmak gibi bir anlam yükler. Bundan böyle o şeyi işlemeye ancak, ne Allah’tan ne de insanlardan utanmayan yüzsüz ve inatçı kimseler cüret edebilir. Artık o şey, büyük günah olarak yazılır.
Kısaca belirtelim ki, biz burada şeriatlar açısından büyük günah üzerinde söz etmeyeceğiz; bu bahsi ileride ikinci kısımda işleyeceğiz; çünkü yeri orasıdır. Biz burada sadece iyilik ve kötülük telakkisi açısından büyük günahların zararlarına -iyilik türleri bahsinde yaptığımız gibi- dikkat çekiyoruz.
Büyük Günah İşleyen Kimsenin Tevbe Etmeden Ölmesi:
İnsanlar (ulemâ), bir kimsenin büyük günah işlemesi ve tevbe etmeden önce ölmesi halinde, durumunun ne olacağı hakkında ihtilâf etmişlerdir: Acaba böyle birini Allah Teâlâ’nın affetmesi caiz midir, yoksa değil midir? Her fırka, kendi görüşünü desteklemek üzere Kitap ve Sünnet’ten deliller getirmiştir. Bence meselenin çözümü şöyle olmalıdır:
Allah Teâlâ’nın fiilleri iki şekil üzeredir:
a) Bidüziye âdet üzere câri olanlar,
b) Câri âdetin dışına çıkanlar.
Âlimlerin ele aldığı konular, işte bu iki cihet; yani, biri bidüziye câri âdet üzere olan fiiller, diğeri de câri olan âdetler dışına çıkan fiiller üzere değerlendirilir. İki şey arasında tenakuz olabilmesi için, -Mantıkçıların ortaya koyduğu gibi- çelişkinin aynı yönden olması şarttır. Bazen cihet atılır ve o zaman karinelere tabi olmak gerekir. Meselâ, “Zehir içen herkes ölür.” desek, bu sözümüz carî olan âdet üzere söylenmiş olur. “Zehir içen herkes ölmemiştir.” desek, bu sözümüz de bidüziye olan âdetin dışına çıkılması noktayı nazarından söylenmiş olur ve aralarında bir çelişki olmaz. Nasıl ki Allah Teâlâ’nın dünyada; bir kısmı, carî olan âdet üzere bidüziyelik arzeden, bir kısmı da âdet dışına çıkan fiilleri varsa, aynı şekilde âhirette de, âdet üzere cari olan ve öyle olmayan fiilleri vardır. Âhirette bidüziyelik arzeden âdet-i ilâhî, büyük günah işleyen kimsenin -tevbe etmeden ölmesi halinde- uzun süre cezalandırılması şeklindedir. İlke böyle olmakla birlikte, bazen bu âdetin dışına çıkılabilir. Kul haklarının durumu da aynıdır. Kulun, işlemiş olduğu büyük günah sebebiyle azap içerisinde ebedî olarak kalması doğru değildir. Allah Teâlâ’nın, kâfirlere yaptığı aynı muameleyi, büyük günah işleyen kimselere yapması O’nun yüce hikmetiyle bağdaşmaz.
Allah’u a’lem!