- Güldeste

Adsense kodları


Güldeste

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 24 November 2010, 01:57 pm GMT +0200
Güldeste

 

Hazırlayan: Ersin Ertuğrul Satan

 

Dini anlama ve yaşamada şüphesiz ki Peygamberimizin(sav) varlığı ve örnekliği ümmet için hayati değere sahiptir. Fakat Peygamberimizin  “bir melek peygamber” konumuna getirilmesi iyi niyet ve sevgi gibi sebeplerle de olsa kabul edilemezdir. İşte tam da bu noktada sahih ilmin, bilginin hayatiyeti gündeme gelmektedir. Ve çok önemli diğer bir husus da; ümmetin tamamının kabul edeceği ‘mutlak doğrunun Kur’an’  olduğu gerçeğini tam manasıyla işletmemiz gerektiğidir. Sanırım ehl-i ilim ve ehl-i vicdan sahibi herkes bunu görür ve kabul eder.

 

Aksi takdirde  “tevhid ile ilhad birbirine benzer kavramlar’ haline gelir. Bu noktadan sonra “onları birbirinden temyiz  -ayırt -  etmek, değme kimsenin  (bile) harcı değildir.” (Bk. Büyük tefsir tarihi-Tabakatü’l müfessirin - 2/452, Ö.N.BiLMEN, 1960Baskısı)

 

Sahih olan bir bilgi ne kadar zamandır uygulanıyor olursa olsun, bid’at, hurafe ve uydurma yerine ikame edilmemesi durumunda; düşünmeyen insanlar bizzat “dini ilimler, taat ve ibadetler diye iltizam ettikleri ve halka da lazımdır diye dayattıkları şeylerin dahi pek çoğunun dinden değil, sırf insanlara riayetten kaynaklandığını” anlamayacaklardır. (Bk. Şerhu Hadisi’l Erbein, Sf.108, Teftazani)

 

Bu güldeste çalışmasıyla Denizli Emekli Vaizi Ömer TEMİZEL’in güzide çalışmasına ulaşma, temin etme imkanı henüz bulamamış kardeşlerimizle paylaşmak, onları da haberdar etmek istedik.

 

1) Zikir

 

Allah, Rahman ve Rahim isimlerinin günlük zikir bakımından ne gibi fark ve özellikleri vardır?

 

Mifhatul Kulub adındaki kitapta şöyle denilmektedir: “Hakkın yakınlığına erenlerden Şeyh Kazeruni buyurmuşlar ki: “Her kim hergün bin defa  “ya Allah” diyerek zikrederse, Hakk Teala hazretleri o kimseyi yakîn ehlinden eyler”. İsmi Rahman’ın hassiyeti olarak da demişlerdir ki: “Her kim, bu ism-i şerifi her farz namazdan sonra yüz kere okursa, o kişi gaflet ve nisyandan, gönül katılığından emin olur.” Ve: “Her kim ism-i Rahim-i, sabah’ın namazından sonra yüz kere okursa cümle yaradılmışlar o kimse üzerine rahim ve şefkatli olurlar.”(Bk.age.sf.80-82-Esat Efendi Matbaası,1301)

 

Hangi sebebe ve hikmete binaen Allah ismi yüz kere okunduğu halde, Rahman ismi her farz namazdan sonra yüzer defadan beş yüz defa, Rahim ismi ise, sadece sabah namazından sonra yüz defa okunmaktadır?

 

Birşeyin hikmetinden söz edebilmek için o şeyin dinde sabit olması gerekir. Sorudaki tavsiyeler ise tamamen şahsi telkinlerdir. (Yukarıda sözü edilen telkinlere) kitap ve sünnetten bir dayanak bulmak da mümkün değildir.

 

O’nun ve Ashabının tek isimle -tek kelimeyle - zikirde bulundukları vaki değildir. O bazen, bir-iki defa Allah dediğinde bile, asla bunu bu halde bırakmaz, hemen diğer bir kelime daha ekleyerek bir cümle haline getirirdi.

         

Mesela “Allahu Allahu” der akabinde de “Rabbi” diyerek  “Allah’tır, Allah’tur benim Rabbim!” cümlesi halinde söylerdi. Ayrıca buna “La üşrikü bihi şey’a: Ve ben O’na ortak koşmam” cümlesini de ilave edip Amentüsünü / tevhid inancını yenilerdi. Müslümanlara olan emir ve tavsiyelerini de hep bu istikamette yapardı. (Bk. El-Ezkar, sf.12, İmam Nevevi, Beyrut, 1971)

         

Tasavvuf Tarihi  (yazarı)  Daru’l Fünun Müderrislerinden Muhammed Ali Ayni şöyle bilgilendirmektedir: “Efendimizden Cüneyd-i Bağdadi zamanına kadar şeyhler müritlerine yalnız kelime-i tevhid telkin ederlerdi. (ki doğrusu budur) Ancak Cüneyd’den sonra buna şeyhlerin içtihadı ile üç kelime daha ilave olundu ve onlarla da zikre başlandı. İşte, bu üç kelimeden biri: Allah, diğeri: hû, üçüncüsü Hak kelimeleridir. (Bk.age, sf.210, İst.Vatan Matbaası,1341)

 

2)Besmele

 

Besmele’nin başındaki “ba” harfi müteallik / ilgi kuran bir harf olup ilsak içindir; yapıştıran, bağlayıp ulaştıran bir mana harfidir.

 

Besmele (Kur’an okunacağı zaman Euzu eklenerek –Nahl 98 gereği-  tam olarak okunur) veya namazda tam olarak söylenir. Fakat yeme-içme, bir işe başlama, bir açılış yapma gibi durumlarda besmele (bismillah) çekilir.

 

Nitekim İmam Münavi: “Gerekli olan; Allah’ı edep ve tazimle anmaktır. Bu anma işi, bir takım fazilet farkları olsa bile şu veya bu anma cümlesiyle de eda edilmiş olur.” (Bk.Feyzul Kadir, 1/5)

 

Besmelenin başındaki ba harfi; bağlamak, başlatmak, yapılmaya değer önemli işlerle ilgi kurmak içindir oturup hiçbir şey yapmadan devamlı okunmak ve tekrarlanmak için değildir.

 

Peygamberimizin veya ashaptan bazılarının, besmeleyi üst üste otuz veya kırk defa tekrarladıkları rivayetleri ise, doğru değildir. Sabahlara kadar okunan ayetler, başka ayetler olmuştur. O tekrarlama işi de, zamane müslümanlarının sandığı ve yaptığı gibi sırf sevap kazanmak ve bu sevapları birilerine bağışlamak için değil; ilmi, imanı ve ameli arttırmak için.

 

(Nitekim İmam  Ahmed’in müsnediyle Darimi’nin Sünen’inde şu hadis rivayetine yer veriliyor): “…Onunla amel eden sevap kazanır..” (Bk.İmamı Ahmed’in Müsned’i ile Darimi’nin Sünen’inden naklen: Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Tefsiri, 1/22)

 

Hz.Peygamber Maide suresinin 118. Ayetini defalarca tekrarlamıştır. Temim-i Dari, Said bin Cübeyr gibi zatlar da, ayetin etkisinde kalarak o ayeti sabaha kadar tekrarlamışlardır.

 

(Yine İmam Ebu Hanife Kufe Mescidi’nde imamın arkasında namazda dinlediği zilzal suresinin son iki ayetinin üzerine yatsıdan sabah vaktine kadar tefekküre dalmış ve bu ayetleri aynen tekrarlamak yerine ayetlerden çıkardığı duayı tekrarlamış, mescidin müezzini Ebu Hanife’nin  bu haline şahid olmuştu.) (Bk.Vefeyat, Kadı İbn Hallikan, 2/165, Meymeniye, 1310)             

 

Bu kitabı insanlığa getiren Hz.Peygamber ise, ömründe bir defacık olsun Kur’an okuyup da sevabını ölülere bağışlamış değildir. (Bk.Kur’an Gölgesinde Katıksız Sohbetler’in ilgili bölümleri, Ö.Temizel)

 

         3)Hz. Musa – Hızır kıssası

 

 Hz. Musa’ya ait olmak üzere cereyan etmiş olan bir imtihanda bize aid bir hüküm olsaydı, o dahi Kur’an’da yazılı olmaz mıydı? Kur’an ki, Kitab-ı Mübîn’dir, dine ve marifetullaha ait herşeyi emsalsiz bir açıklıkla ortaya koymuş bir kitaptır.

 

“Allah’ım biz ancak sana tapar, ancak sana sığınırız!” diyerek Allah’a söz veren bir müslüman: “bütün türbeleri teker teker dolaştım, hepsine dualar edip yalvardım!.. Fakat hiçbiri sesimi duymadı, dileğim yerine geldi!” diyebilir mi? Bu normal ve caiz olan bir sığınma değildir. Bu, kesinlikle manen Allah’tan başkasına sığınma ve Allah’a ortak koşmadır.

 

(Tedavi olmak için) “Doktor bey yetiş” istimdadı ile, “yetiş hızır yetiş! Şeyhim yetiş!” istimdadı aynı şey midir? Birincisi gayet tabii ve normal bir sığınma olup, Allah’ın koyduğu ve Kitabı’nda “Sünnetullah” dediği fıtrî kanunlar ve sebepler dâhilinde cereyan eden şeylerdir. Kulun kudret sınırlarını aşan birşeyi kuldan istemek yoktur… Cenab-ı Hak: “Ona her şey için bir sebep verdik, o da bir sebeple tutunup gitti.” buyurur.( Kehf,84 – 85)

 

“Şeyhimin bana vereceği nasibten başka nasip istemem…” gibi sığınmalar; kulun kudret sınırlarını aşan bir şeyi, kuldan istemek değil midir? Ölüden veya gaibteki bir kimseden manen yardım isemektir; Kitabullah’ta ve Sünnetullah’ta ise bunun yeri yoktur…

 

Aslolan, müslüman bir kimsenin, “kul bunalmayınca hızır yetişmez” hurafesine inanıp inanmadığı, hızır’ın ruhaniyetine sığınıp sığınmadığıdır. Hızır’ın hayatta olup olmaması bunu hiç etkilemez. Cebrail’in (as) hayatta olduğu kesindir amma, Cebrail’e sığınmaya da izin yoktur! “Allah’tan başkası” olma noktasında Hızır da, Cebrail de aynıdır; İsâ(as), Mûsâ(as), Muhammed(sav) de aynıdır; hiç birinin bir farkı ve “manen imdada yetişme” gibi bir özelliği yoktur. Mûsâ’nın ve Muhammed’in(sav) adıyla yemin etmek de şirktir. “Şefaat ya Rasulullah!” gibi istimdad nidaları ise, aklı başında müslümanların şiarı değildir. Said Havva’nın belirttiği gibi Şia’nın “yetiş ya Ali” nidalarına bazı Sünni’lerin alternatif olsun diye yaydıkları bir iptaldir.

 

Namazdaki Tehiyyat ve Salevatlarda da, asla Peygamber’e veya Ehl-i Beyti’ne sığınma diye bir şey yoktur; tersine onlara duacı olmak vardır.

 

4)Tevhid-İbadet ve İstiane(Yardım İstemek)’nin Allah’a Tahsisi

 

Fatiha(suresi)’nın eşsiz bir açıklıkla takdim ettiği bu iki  unsur; ibadetin ve istianenin Allah’a tahsisidir. Ve bu iki unsurdan hangisi ihlal edilmiş olsa, tevhid  yıkılmış olur. Yüce Kur’an tüm insanlığı bu tek temel üzerinde toplanıp birleşmeye davet eder.

“De ki: Ey kitap ehli! Geliniz, sizinle bizim aramızda ortak olan bir-tek söz üzerinde birleşelim! “Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimizi ilah edinmesin!” Eğer yine yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki biz, müslümanlarız!” deyiniz.(Al-i İmran,64)

 

 5)İbadet, Hizmet, İhlas, İstiane Kavramları

 

İbadet de ancak Allah’a yapılan, Allah’ı tazim ve iclalden/yüceltmekten ibaret olan bir eylem, bir itaat tarzıdır. “Kendine özgü bir boyun eğiştir.”(Fatiha Suresi Tefsiri, sf.53, Prof.Dr. Y.Nuri Öztürk, İst. 1996)

Allah’ın vahyi gelmeden önce Peygamberimiz dahi bunu(ibadetin nasıl yapılacağını) bilmezdi.(Bk.Şura,52)

 

İbadet’in hukuk ve sınırını, şekil ve muhtevasını belirlemek de Allah’a mahsustur.

 

Hizmet ise, karşılığı bu dünyada beklenen herhangi bir ameldir…

 

 İhlas, bir şeyi halis kılmak, katıksız, arı ve duru bir hale getirmek anlamına gelir. Amelin sırf Allah (rızası) için yapılıp Allah’tan başkasının ona karıştırılmaması, onda riya ve benzeri bir lekenin bulunmaması demektir. İhlas’ın zıddı riyadır.

 

İstiane, bunun sözlük anlamı taleb-i avn’dir/yardım istemektir. Avn yardım, iane yardım etmek, istiane de yardım istemektir. Aynen istiğfar’ın mağfiret talebetmek, istimdad’ın meded istemek, istiğase’nin de kurtarılmayı istemek anlamına geldiği gibi.

 

Kul manen/bütün varlığı ile yönelip sığındığı zaman, işte bu, Allah’tan başkası için caiz olmayan İstianedir. “Dua ibadetin özüdür”, “Dua ibadetin ta kendisidir” o halde Allah’tan başkasına dua eden kimse, başkasına ibadet etmiş olmaz mı?

 

Hz.Peygamber: “Kim Allah’tan başkası ile yemin ederse, muhakkak Allah’a şirk koşmuş olur!” buyurmuştur. Yine O, “Kim Allah’tan başkasına adak sunarsa Allah ona lanet etsin!” (ve) yine O: “Kim emanetle yemin ederse bizden değildir!” buyurmuştur. Mesela Namaz, Oruç gibi farizalardan birinin adına veya hurmetine diyerek and içen kişi, İslam cemaatini bırakıp Ehl-i Kitaba, bizden öncekilere uymuş olur.( Bk. Feyzu’l Kadir, 6/120-121, et-Tacü’l Cami…3/99-Mısır, 2.Baskısı)

 

6) Falcılık, Kehanet, Sihir, Büyü

 

Peygamberimiz(sav): “Kim kahin veya arrafa(geçmişi veya geleceği bildiğini iddia eden kimseye) gidip bir şey sorarsa, Allah’ın bana indirdiği kitabı inkar etmiş olur!” (söylediği rivayet edilir.)

 

Hz.Ali bir hutbesinde: “Müneccim kahin gibidir, kahin sihirbaz gibidir, sihirbaz da kafir gibidir! Kâfir ise cehennemdedir!” ( Bk. Nehcü’l Belağa, 1/128-Beyrut, tarihsiz, M.Abduh tahkikli Nüshası)

İbn Haldun Mukaddime(sinde): “Sihirbaz, sihir yapabilecek hale gelinceye kadar yaptığı bütün riyazet çalışmalarında, enva-i çeşit ibadetler, tazimler ve tebcillerle yıldızlardaki ruhaniyetlere, ulvi ve süfli alemlere teveccüh edip sığınır.. Bu, kesinlikle Allah’tan başkasına yönelip sığınmaktır, tapınmak ve secde etmektir.”(Bk.Mukaddimetü İbn-i Haldun, sf.408,Beyrut)       

   

Bu örnekler de gösteriyor ki bir müslüman;  hiçbir peygamber veya veliye, hiçbir hazrete veya hızır’a “yetiş!” diye sığınmaz!..

 

7) Vesile Ayeti

 

 “ve O’na vesileyi/yakınlığı da isteyiniz”; Vebteğu: İsteyiniz, İleyhi: O’na, Elvesileh: vesileyi, yani yakınlığı. Böyle, vesilenin anlamını ve birinci anlamını gözönünde bulundurduğumuzda ayetin meali şöyle olmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’tan ittika ediniz. Ve O’na yakınlığı da isteyiniz. O’nun yolunda cihad ediniz ki ebedi kurtuluşa eresiniz!”(Maide,35)   

           

Kur’an dili Arapça’da vesilenin esas anlamı, yakınlığa vesile olan herhangi bir amel değil, yakınlığın kendisidir. Amel ise, bu hedefin bir sebebi ve vasıtasıdır ve ikinci anlamıdır. Halbuki Kur’an tercümanı olarak bilinen İbn-i Abbas, kendisine sorulduğunda, birinci anlamını ortaya koymuştu. O: “vesile hacet demektir” demiştir.( Bk.Kitabü’l İtkan f’i Ulumi’l Kur’an, 1/121)

 

 Buradaki hacet; rağbet, kurbet, yakınlık, yakın olma ihtiyacı ve isteğidir. İbn Kesir gibi bir tefsir otoritesinin buradaki vesile’nin; “Bizzat Allah’ın yakınlığını istemek” olduğunu belirtmesi (dikkatlerden kaçmamalıdır) (Bk.Tefsiru’l Kur’an’il Azim, 2/52)

 

Bid’at olan tevessül;  Peygamberimizin kendi zatı ile, Kabe’nin veya bir makamın, bir kişinin adıyla, yüzlerinin suyu hürmetine; ya da Peygamberimizin ya da birilerinin zatına yemin ederek tevessülde bulunmak bir çok alime göre caiz değildir.

 

Şirk olan tevessül; Allah’ın dışında başka kişilerden, ölülerden, mezarlardan, yatırlardan, şeyhlerden ve soyut veya somut putlardan, ancak Allah’tan istenebilecek şeyleri istemek, bu anlamdaki sıkıntıları gidermesini beklemek(ya da aracı olacağına inanmak), tevhid inancına aykırıdır.

 

(Halbuki) Allah ilgili ayette (Nisa,171) dinde aşırı gitmeyi mutak suretle yasakladığı halde birkaç kişi; dini istediği biçimde yorumlar ve kitleler onların peşinden sürüklenir. Çeşitli mezhepler Kur’an ayetlerini istedikleri biçimde yorumlayarak, dini daralttılar, zorlaştırdılar.

 

Hz.Peygamber: “Kim hidayeti Kur’an’ın dışında ararsa, Allah onu gerçekten sapıklığa sürüklemiştir! Artık onu hidayete erdirecek hiçbir şey yoktur!” demektedir.

 

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın verdiği akıl hidayetini güzelce kullanmayanların üzerine bela ve musibetlerin yağmur gibi yağacağını ilan etmiştir.(Yunus,100)

 

*Hz.Ali’nin Vesile-Tevessül Hutbesi

 

 “Allah’a tevessül eden –O’nun yakınlığını arayan- kimseler için en faziletli vesile, Allah’a ve Resulü’ne imandır! Ve İslam’ın zirvesi olan Allah yolunda cihaddır, fıtratın ta kendisi olan Kelime-i İhlas’tır!.. Din ve millet demek olan Namaz’dır, gerekli farizalardan biri olan zekattır ve insanı azaba sürükleyen kötülüklere karşı kalkan olan Oruç’tur… fakirlik ve günahların ilacı bulunan Hac ve Umre’dir, malın bereketlenmesine, ömrün uzamasına sebep olan Sıla-i Rahim’dir, hatalara keffaret olan gizli sadakadır,  hayatın kötü şekilde sonlanmasını önleyen açıktan sadakalar, iyiliklerdir.” (Nehcü’l Belağa, 1/215)

 

(Hz.Ali) sık sık: “Amanın farzlara dikkat ediniz, farzlara!” buyuran Hz.Ali, hutbesinde de en büyük farzlardan başlıyor ve (devam ediyor).

 

O halde bir müslüman, Allah’tan başkasına ibadet ve istianede bulunamaz! Bu islami vesilelerin dışında, başkaca uydurma ve şirk olan vesilelere tevessül etmez!..

 

Ruh Terbiyemiz ‘İslam Tasavvufu’ adlı eserinde Said Havva dahî, diyor ki: “ Bazı tasavvuf çevrelerinde ve diğer bazı kimselerde, ölü veya diri bazı salih zatlardan istiane ve istimdat edilmesi, bir adet haline gelmiştir. Bazı zikir halkalarında ise bu devamlı hale gelmiştir. Buralarda “meded” kelimesinin defalarca kullanıldığını; “Meded ey Efendim! Meded ey şeyhü fülan! Meded ya hızır!” diye istimdad çağrıları yapıldığını görüyoruz.”

 

Bu meselenin tasavvuf çevrelerinde böyle yayılmasının bir sebebi de, bazı rivayetler ve bu rivayetler üzerinde doğru olmayarak yapılan yorumlardır. Bu rivayetlere baktığımızda ise hiç birinin Sahihler’de hatta kütüb-i sitte de bile bulunmadığını görüyoruz. Taberani, Bezzar ve Ebu Yala’nın çıkarımını yaptığı birtakım rivayetlerdir ki, Rical-i gayb diye bazı manevi zatlardan ve onlara yapılan nidalardan söz etmektedir.(Guya bir sıkıntı halinde bu gayb ricaline nida  edip sığınmayı,Rasulullah Efendimiz tavsiye edesiymiş!Haşa!..)( Bk. Ruh Terbiyemiz İslam Tasavvufu, sf.478-484, Said Havva, Kayıhan  Y. Terc. İ.Sarmış, M.S. Şimşek, İst.1989 Bask.)

 

İşte, İslam’ın temeli ve ruhu olan Tevhid inancı ile, Fatiha’nın semavi kitapları, Kur’an’ı ve kendisini özetleyen “İyyake na’büdü ve iyyake nestîn!” (biz yalnızca Sana kul olur ve yalnızca Senden isteriz) ayetiyle çelişen sığınmalar, bu kabil sığınmalardır ve yeminlerdir. 

 

8)Namaz ve Zikir

 

Namazdır ki, kılanına emreder, nehyeder, eğitir ve öğretir, arındırır ve erdirir. (İşte o namazdır ki) namazı dahi onu (tanır), kıldığı namaz da onu (kılar); kıldığı namazlar sayesinde bütün bunları öğrenip (yaşar)!... Namaz’ın: “Etemmü zikir: En büyük zikrullah” olması da işte bu demektir. Yoksa “zikir namazdan daha büyüktür” demek değildir. Ve ancak “zikrullah” olan bir Namaz’dır ki, gözlerin nuru, gönüllerin süruru olur; kalbi mutmain-doygun ve aydın- kılar!   

 

(Bu doğrultuda) bazılarının söylediği ‘Zikir, namazdan daha büyüktür’ sözü ise, doğrudan Kur-an’ın ifadesi olmayıp, ilgili ayetin böyle yorumlanmak istenmesinden kaynaklanan galat(yanlış kelime) bir sözdür. İlgili ayetin söylediği ise: “Elbette Allah’ın zikri daha büyüktür” sözüdür. Yani ayette “Zikir Namaz’dan daha büyüktür” diye bir ifade yoktur. (Ankebut,45)

(Bu da esasen) “Namazdaki zikir unsurunun diğer unsurlardan daha büyük olduğunu bildirmektedir. Zira, buradaki zikirden maksat, namazdan başka bir şey değildir. (Ayrıca bk. Tefiru’l Kur’ani’l Azim, 3/414-415, İbn Kesir)

 

Şayet namazdan daha büyük bir zikir/dua ve ibadet olsaydı, şüphesiz Allah inanan kullarına onunla miraç yapmalarını emreder, dinin en büyük zarureti de olurdu. Bu gayet açık ve kesindir… Fakat, Allah’ın bazı kulları İslam’a inanmış olsalar bile, Allah’ın emrine kayıtsız-şartsız teslim olamadıkları, marifettullah’ın tadına varamadıkları için İslami zaruret ve farizaların dışında bir takım teselli kaynakları aramaktadırlar! Bir insanın bir zaafıdır. İnsan, tam bir iman ve itimatla Allah’a güvenip dayanacağı ve sığınacağı yerde kendisine ve kendisi gibi olanlara güvenip dayanmaktadır.

 

(İmam Tahavı “el-Ahide” adındaki eserinde konuya geniş bir perspektiften şu yorumu getirir adeta)

 

İslam olmak ve İslam’da kalmak, ancak Allah’ın kitabına ve Resulune/Resulünün getirdiklerine tam bir itimat ve teslimiyetle mümkündür. Her kim bu teslimiyete kanaat etmeyerek kendiliğinden birtakım ilim, marifet ve hidayet arayıp keşfetmeye kalkışacak olursa, işte onun bu meramı ve macerası, kendisi ile halis tevhid, sahih iman ve marifet arasında bir perde olur.

“Gerçek müminlere gelince: İşte onların tamamı evet tamamı, istisnasız hepsi, Allah’ın evliyasıdır. Bu Allah dostlarının Allah’a olan yakınlık ve dostlukları (nın) en ileri olanları ise, şüphesiz Kur’an’a uymakta en ileri olanlarıdır. (bk. Şehü’l Akideti’t-Tahariye, s.157 ve 344, el-Mehtebetü’l İslami, Beyrut, 1392 Baskısı)

 

9)Asr-ı Saadette Farz’lere gösterilen ihtimam (Farz Namazların Durumu)

 

 

Farz, Allah’ın kesin emri olup, dinde mutlak gerekli kıldığı şeydir. Dinde böyle olana farz denilmesinin sebebi ise, bunun kendisine ait ayırıcı ve koruyucu birtakım hukuk ve hududunun olması ve ‘İşte budur ve bu kadardır!’ dercesine kestirilip atılıp bulunmasıdır.  (bk. Es-Sıhah ve El-Esas gibi kaynaklardan naklen: Teftazani’nin Şerhu Hadisi’l Erbein’i, sf. 99- Amire, 1316)

 

(Bu manada) Saadet Asrında farz’ın, feraiz’in/dini zaruret ve şiarların anlamı bu idi, böyle idi. Böyle olduğu içindir ki farz namazlar hep ilan edilerek ve cemaat olunarak eda olunmuş ve bu gibi hususlarda farz namazları birer alameti olmuş (tur). O derece ki, Namaz cinsinden olan ve adına nafile, sünnet, tatavvu denilen namazlardan bile ayrı tutulup korunmuştur.

Mesela, Hz. Peygamber, Abdül-Eşhel oğullarına gittiğinde mescitte onlara Namazı kıldırdıktan sonra, onların sünnet namazları mescitte kıldıklarını görüp müdahale etmiş: “Bu namazlar ev namazlarıdır!” (diyerek) kendilerini uyarmıştır. (Ebu Davut, Tirmizi, Nesai; Şerhi’l Kadir, 1/440, İmam Kemaleddin İbnü’l Hüman, Daru’l Fikr yayını, 2. baskı)

 

Buhari ve Müslim’in ittifakla rivayet (ettiği); İbn Abbas şöyle demiştir: Resulullah’ın sağlığında bir farz namazdan çıkılmış olduğunu ancak yüksek sesle alınan zikri-tekbiri duyarak bilmiş olurduk.

 

İmam İbnül Hüman diyor ki, “Peygamberimiz (sav), sünnet dediğimiz namazları hep evinde kılmıştır. Hatta o, sünnet namazların mescidde kılınmasını açıkça inkar edip, yasaklamıştır.” (bk. Age. 1/440)

 

Hz Peygamber: Müslümanlar olarak size düşen, farz namazlar hariç, namazlarınızı evlerinizde kılmanızdır. Kişinin farz namazlar hariç, kıldığı namazların en hayırlısı, evinde kıldığı namazdır. (Bunu Buhari, Müslim ittifakla rivayet etmiştir. Bk. Şerhul Meşarik, 1/301, İnb Melek Tirevi, Amire, 1287)

 

Şarih Tirevi kısa bir açıklama (yla) : Bu emir bütün nafile ve sünnet namazları kapsar, ancak İslamın şiarı durumunda olan nafileler bunun dışındadır. Bunlar da, Bayram, Kusüf, İstihka namazları gibi nafilelerdir.(age.)

 

Yine Sevgili Peygamberimiz (sav), farz namazların farz olarak bilinip, farz olarak kılınması ve farz olarak korunması konusunda: “Arada ayırıcı bir konuşma yapmadan veya mescitten çıkıp gitmeden sakın ha bu farz namaza başka bir namaz ekleme!” (bkz. Sahih-i Musli, 1/600, Hadis no. 883/73) demiştir.

 

Bir Cuma günü Peygamberimiz Cuma Namazı’nı kıldırdı, farzın selamını verir vermez Hz. Ömer’in yanındaki adam hemen kalkıp namaza durdu, Hz. Ömer de hızla yerinden kalkıp onun namazını durdurdu, adamın omzundan tutup çökertti ve:

“İyi biliniz ki, bizden önceki ümmetlerin helak olmaları; sadece farz namazlar ile, farz olmayan namazlar arasında bir fasıla vermemeleri yüzündendir! Şimdi sizler de aynı şeyi yaparak onlar gibi helak mı olacaksınız!..”

 

Resulullah da, “Ey Hattab’ın Oğlu! Gerçekten doğru söyledin ve sana bunu Allah söyletti.”

(Sünne-i Ebi Davud, 1/672, h.no 1128 Fethul İlah, 1/119, Huccutullahi Baliğa, 2/439, S. Sabık Neşri)

 

Nitekim Hz. Ömer diyordu ki; Allah’ın emridir diyerek eda ettiği farzlara ilaveten hiçbir amel yapmamış olsabile Allah’ın neleri helal ve neleri haram kıldığını bilen bir alimin ölümü; bütün günlerini oruçla ve gecelerini de sabahlara kadar namaz kılmakla geçiren bir abidin ölümünden şu ümmeti Muhammed için çok daha büyük bir kayıptır.

(bk. Şehru Bidayeti’l Hiyade, 9–1291 Baskısı)

 

Hz. Ali de daima esas olanın farzları güzelce eda edip korumak olduğunu bildirir ve “Amanın farzlara çok dikkat ediniz, çok!” diyerek (uyarılarda) bulunurdu.

(bk.Nehcül Belağa, 2/79, 4/29, 191)

 

10) Namazdaki sembol davranışların tahrif çabalarına örnekler ve Resulullah’ın Cuma Namazları

 

Cuma günü kendisinde Cuma namazı kılınan merkezdeki Cuma mescidi hariç, bütün mescidler sabah namazından sonra ikindi namazına kadar kapalı tutulur. (bk. İbn-i Abidin, 1/776)

 

Cuma namazı yediden yetmişe bütün müslümanların, kadın-erkek herkesin davetli olduğu bir namazdır. Peygamberimiz buyruğu şöyledir: “Ey Mus’ab. Şimdi ben, İslam’ın Medine’deki temsilcisi olan sana derim ki: Yahudilerin Cumartesi günleri toplanıp da tevratı, sesli okumalarına bak! Müslümanlar olarak sizler de Cuma günü çocukları ve kadınları da toplayarak öğle vakti’nde, iki rekat Cuma Namazı kılmak suretiyle Allah’ın yakınlığına ermeye çalışınız!’ (bk. Mevahib-i Ledüniye şehri Zürkani, 1/315)

 

Cuma namazı iki rekattır. Efendimizin Cuma namazından önce ve sonra kılınmasını tavsiye buyurdukları namazlar Cuma namazı olmayıp mutlak namazlardır, nafile namazlardır. Bu namazları Cuma namazı bilmek, bugünkü şekliyle camide kılmak da yanlıştır.

Hz. Peygamber, Cuma namazına çıkmadan önce evinde Cumaya tabi-ait olmak üzere namaz kılmadı. Mescide girdikten sonra mescidde dahi Cuma’dan önce ve sonra hiçbir namaz kılmadı.

 

Ashabın bu husustaki titizliği bilinen bir husustur. Nitekim Abdullah bin Ömer, Cumanın farzı kılındıktan sonra birisinin bulunduğu yerde sünnet namaza durduğunu gördü ve yerinden fırlayıp onu şiddetle itti ve “Sen cumayı dört rekat mı kılmak istiyorsun” diye azarladı. (bk. Tecrid-i Sarih, 3/116)

(Efendimiz) cemaate hitaben: “Kim Cuma Namazından sonra namaz kılmak isterse bunu dört rekat olarak kılsın” buyurmuştu.

 

İbni Melek Tirevi bu hususta der ki: Hadis’de, bu dört rekatın kişiye bırakılmış olması, bunun vacip olmadığını gösterir. (bk. Mebariku’l Ezhar Fi şehri Meşarikil Envar, 1/75-Amire 1287)

 

Hz. Ömer bunu (Peygamberimizin uygulaması, tebligat ve talimatını) sonraki nesillere (adeta) ulaştırmak üzere diyordu ki:

 

“Ey Müslümanlar! Cuma Namazı, Peygamberimiz (sav) lisanı üzere iki rekattır, kısaltılmış olarak değil tam olarak iki rekattır. Kim iftira edip başka türlü söylerse hüsranı boylar.” (bk. İrşadüs-Sari, 2/187)

Ayrıca Cuma’nın kılınışıyla ilgili olarak valilerine emirname (göndererek):

“Beş vakit namazlarınızı mescidlerinizde cemaatle kılınız! Cuma günü olunca da birtek imamın arkasında toplanıp tek cemaat halinde Cuma Namazı’nızı kılınız!” diyordu. (el-Mizanü’l kübra, 1/219)

 

(Yine) Kütüb-i Sitte’den Nesai’de Cuma namazının kaç rekat olduğuna dair özel bir bölüm dahi vardır.

Cuma’nın iki rekat farzından önce iki veya dört rekatı “Cuma’nın ilk sünneti” diye bilip itikat etmelerine gelince bunun Resulullah’ın sünnetinde yeri yoktur. Bir namazın sünnet olabilmesi için, onun Hz. Peygamber’den sahih olarak nakledilmiş olması gerekir…

 

(Bunları) çok güzel izah eden Şah Veliyullah der ki:

“Bir namaz ki kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla yetişkiniyle yediden yetmişe bütün bir halkı biraraya getirir, uzaktakini yakındakini bir merkezde toplayıp buluşturur ve kaynaştırır. Elbette böylesi bir namazın ancak “iki rekat” olması gerekirdi ve öyle de olmuştur!.. Eğer böylesi bir toplulukta zayıflar, bir rahatsızlığı ve sıkıntısı bulunanlar, işi-gücü olanlar da bulunabileceği için, Allah’ın rahmeti ve hikmeti, bunun böyle olmasını iktiza etmiştir.” (bk. Huccetüllahi’l Baliga, 2/477)

 

İşte yaşanan onca fitneler, bela ve anlaşmazlıklardan sonradır ki Müslümanlar, iki rekattan ibaret olan Cuma Namazlarını “Onaltı rekat” olarak kılmaya mecbur bırakıldılar. Hem Cum’a namazı kıldılar, hem Zuhr-i Ahir adı altında öğle namazını kıldılar.. hem de “vakit sünneti” diye bir üçüncü namaz kıldılar.

 

(Bu manada tüm bu verilerin neticesinde) “Zuhr-i Ahir diye bir namaz yoktur. Tamamen uydurma olan bu bid’at, maalesef Türkiye’de yerleştirilmiştir. Dileyen kendi kendine istediği kadar nafile namaz kılabilir. Fakat, Zuhr-i Ahir niyetiyle namaz kılmak doğru değildir. (bk. İslam ilmihali, 1/220)

Keza: “Cuma namazının peşinden vakit sünneti diye de bir namaz yoktur.” (bk. Kur’an’ı Kerim Tefsiri, 5/2711- S. Ateş. 1995 basımı)

 

*Namazların Birleştirilmesi

 

Peygamberimiz, gerek seferde, gerekse hazarda (barışta) bunu uygulamıştır. Buhari ve Muslim’de O’nun uygulamasıyla ilgili pekçok hadisler vardır. Muslim’deki 17 hadisin 7’si seferdeki, 10’u da hazardaki cemi bildirmektedir.

Birinde: “İbn Abbas’tan: “Peygamber (sav) Medine’de bir korku ve sefer hali olmadığı halde öğle ile ikindi namazınu birlikte kıldı. Said bin Cübeyr diyor ki, “Ben bunun hikmetini İbn Abbas’a sordum, o da dedi ki: Peygamberimiz bunu, ümmetinden hiçbir kimseye bir zorluk çıkmasın diye yaptı. (bk. Muslim, 1/490 ve Hadis N. 705/50)

 

Müslümanın sürekli adet edinmemek üzere yolda, evde, her ihtiyaç duyduğunda iki namazı (öğle-ikindi ve akşam yatsı) birlikte kılabileceğini (söyleyebiliriz)

 

*Bayram Namazları

 

Yılda iki defa kılınan, Namazgah’ta eda olunan, fazladan tekbir okunan, namazdan sonra hutbesi okunan iki rekatlık namazdır.

Bayramın ve bayram namazlarının bir önemli özelliği de bütün kadınların, kızların ve kız çocuklarının namazgaha çıkarılmaları için Hz. Peygamber tarafından kadın memureler bile tayin edilmiş olmasıdır. (bk. Muslim, 1/606/Hadis No. 890)

Namazgahlar şehrin kenarında müsaid bir yerde bütün halkı içine alan bir sahra, düzlüktür. Peygamberin namazgahı Medine’ye bin adım mesafede (ki) Cebane idi.

 

*Camiden ilk çıkanın imam oluşu ve imamın namazdan sonraki duası

 

Ömründe bir defa olsun, Tesbih Namazı diye bir namazı kılmamış olan Hz. Peygamberin, tesbih namazı diye bir namazı tavsiye etmiş olması nasıl kabul edilemezse, ömründe bir defa olsun namazın akabinde ellerini açıp da “Namaz Duası” etmemiş olan Hz. Peygamberin, namazdan sonra dua etmeden gidenleri tehdit etmiş olması da kabul edilemez. Nitekim kabul edilmeyip reddedilmiştir. (Örnekleri için bk. Deylemi Müsnedindeki İbn Abbas rivayeti için el-Camius Sagır,2/43,İmam Suyuti,1321 Baskısı) (Bk.Feyzul Kadir, 4/247 ve 4/222)

 

(Tüm bunlarla beraber) Namazdan sonra zikir de vardır, dua da. Çok ve çeşit çeşit. Fakat bu kadar dualardan yalnız birini alıp da diğerleriyle amel etmemek, ne anlama gelmektedir. Dinde Hz Peygamberin herhangi bir sünnetini, sünnet mertebesinden çıkarıp da farz makamına yükseltmeye kimsenin yetkisi yoktur! Tersine farz makamına çıkarılan sünnetlerin –ilgili usul-i fıkıh kaidesince- terkedilmesi farz olur.

Namazın sonunda bid’at ve yanlış olan, kıraet ve zikirlerin yapılması değil, bu şekilde yapılmasıdır; imam ve müezzin komutasında, dini bir merasim halinde icra edilmesidir. Yeter ki bu(nlar), ferdilikten çıkarılıp da dini bir zorunluluk ve merasim haline getirilmesin!