- Güçlü Orduya Pimi Çekilmiş Bomba Saldırısı

Adsense kodları


Güçlü Orduya Pimi Çekilmiş Bomba Saldırısı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 5 June 2012, 10:42 am GMT +0200
“Güçlü Ordu”ya Pimi Çekilmiş Bomba Saldırısı
Murat YILMAZ • 56. Sayı / SİYASETNAME


Ülkede olan biten gelişmeleri ve sivilleşmeyi anla(ya)mayan askerî bürokrasinin her hamlesi, eleştirilerin kapısını aralıyor. Elazığ’da yaşanan ve 4 erin ölümüyle sonuçlanan “fırsat eğitimi” cezası, “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganıyla halkın karşısına çıkan askerî bürokrasinin tahmin etmediği ölçüde sert eleştiriler almasına yol açtı.

Ağustos ayları Türk siyasetinde ordunun gündemde olduğu, komuta kademesindeki değişikliklerin ve “ordu bundan sonrasına ilişkin nasıl bir mesaj verecek?” sorusunun cevaplarının arandığı günlerdir. 2009 Ağustosu, askerî bürokrasinin 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan, 28 Şubat sonrasında derinleşen ve Nisan 2007 e-muhtırasıyla ivmesi artan itibar kaybının zirveye ulaştığı bir dönemde moral hamlesi olarak tarihe geçecektir.

Yaşar Büyükanıt’tan sonra Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ, göreve gelir gelmez askerî bürokrasinin itibar kaybını korumak amacıyla halkla ilişkiler faaliyetine girişti. Ancak her faaliyet gerçekler karşısında boşa çıktı. Bu halkla ilişkiler faaliyetlerinde kullanılan dil ve üslup ise orduyu daha da zor durumda bıraktı. Dağlıca ve Aktütün karakollarına yapılan baskınlar, bu baskınlar hakkında daha önceden istihbarat olmasına rağmen tedbir alınmadığının ortaya çıkması ve baskınlar karşısında komuta kademesinin değil, baskında PKK’nın eline düşen erlerin soruşturulması karşısında ordu, tarihinde olmadığı bir şekilde eleştirildi.

Bu eleştiriler karşısında, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un arkasına komuta kademesini alarak Balıkesir’de bu hataları yapanları değil, yazanları azarlama teşebbüsü orduyu en az bu hatalar kadar yıprattı. Başbuğ bu açıklamadan sonra, sık sık kamuoyu önüne çıkmaya başlamıştı. Hâlbuki Büyükanıt’tan sonra basına gerekmedikçe konuşmayacağını ilan etmişti. Kısa sürede bu sözünü tutamayan Başbuğ, hatanın kaynağına eğilmek yerine, psikolojik harp ve halkla ilişkiler faaliyetleriyle meselenin üstesinden geleceğini zannetti. Lakin askerî bürokrasinin hataları birbirini takip etti. Ergenekon soruşturması marifetiyle eski hataların ve kadroların yükü de komutanları bunaltmaya başladı. Hele bulunan silah ve mühimmatlar hakkında Başbuğ’un yaptığı basın toplantısında eline kullanılmış LAW silahını alarak “Bu silah değil mühimmattır, TSK’ya ait değildir, belki emniyete ait olabilir” mealindeki sözleri tam bir skandaldı. Birkaç gün sonra MKE’nin bulunan silah ve mühimmatın ordu envanterinde yer aldığını açıklaması tabloyu tamamladı.

Başbuğ’u ve askerî bürokrasiyi zor durumda bırakan hadiselerin tam bir dökümü bu yazının hacmini aşacağı için 30 Ağustos törenlerini gölgede bırakan hadiseden bahsedelim. Elazığ’da bir teğmen mevzide uyuduğu gerekçesiyle “fırsat eğitimi” cezasıyla bir erin eline pimini çektiği el bombasını veriyor ve 45 dakika boyunca çaresizce sağa sola koşuşturan o erin elinde patlayan bombayla 4 er ölüyordu. Hadise, kamuoyuna ve ailelere bir kaza olarak takdim ediliyor, cenazeler kalkıyor ve birkaç gün sonra Taraf gazetesinde hadisenin soruşturma raporu yayınlanınca gerçek anlaşılıyordu. Genelkurmay Başkanlığı geciken açıklamasında teğmenin tutuklandığı açıklanıyor ama kamuoyu tatmin olmuyordu.

Askerî bürokrasi “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganıyla şimdiye kadar yapılan en büyük askerî geçit törenini ve resepsiyonunu tertip ederken yaşanan bu hadise, halkla ilişkiler faaliyetini gölgede bıraktı. Bu şekilde askerî bürokrasi karşısında siyasetin, basının ve vatandaşın geleneksel itaat kültürünün yerini almaya başlayan itiraz ve eleştiri kültürü kendini gösterdi. Bu gelişmeyi ve sivilleşmeyi anla(ya)mayan askerî bürokrasinin her hamlesi, bu yüzden daha ağır eleştirilerin kapısını aralıyor. Bu vadide “Güçlü Ordu Güçlü Türkiye” sloganı, askerî bürokrasinin tahmin etmediği ölçüde sert eleştirilere yol açtı. Ankara’daki resepsiyonda davet edilen 4000 kişi içinde şehit aileleri de dâhil bir tane dahi başörtülü vatandaşın yer almamasında gösterilen özen, askerî bürokrasinin şehit olan 4 askerin başörtülü annelerine çocuklarının nasıl öldüğünü söylemekte gösterilmemesi yeterince manidar. 30 Ağustos’ta görevi devreden eski Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın askerî lise için belirlenen 300 civarındaki kontenjanın ancak üçte birinin doldurulabildiğini söylemesi üzerine, Murat Yetkin’in bu eksikliği başörtüsü karşıtlığıyla ilişkilendirmesi bakalım askerî bürokrasiyi ne derece etkileyecek? Bütün bunların üzerine dünya ekonomik krizden kırılırken Türkiye’nin yaklaşık 8 milyar dolarlık füze almak için ABD’den teklif istemesi tam bir kara mizah örneği olabilir. Birileri gerçekten orduyu yıpratmak istiyor olmalı.