- Gözlere gözlere bak

Adsense kodları


Gözlere gözlere bak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 4 July 2010, 02:44 pm GMT +0200
Gözlere, gözlere bak!




AMERİKALI GAZETECİ kuytularda (unutulmuşlukta) kalmış bir Afrika ülkesine yaptığı yolculukta, açlığın ve yoksulluğun nişânesi insanlara şu garip soruyu sorar:

‘Siz niye bu kadar aç ve yoksulsunuz?’

Garip bir soru Öyle değil mi, yani Dünyayı kontrol merkezine dönüşmüş bir ülkenin gazetecisi, dünyada nelerin olup bittiğini bilmeyecek kadar şaşkın mıdır? Afrika kıtasının böylesi aç ve yoksul olmasının tarihi bilinmez mi? Yoksa Amerikalı dediğimiz insanlar, dünyayı hep böyle ‘turistçe’ mi algılarlar?

Yine de haksızlık etmeyelim; belki de soruyu besleyen, bir ‘inanamazlık’ durumu sözkonusudur Dünyanın beslediği Amerika’nın aşırı tüketim ortamından Afrika’ya ve Afrikalıya bakmanın getirdiği bir arıza durumu, böyle bir soru sordurabilir‘Tıkınma’ içinde görünür olan, ‘haz’ ile artarak devam eden bir yaşam tarzının tanığı bir gazeteci, aç bir kıtaya inanamamış olabilir; çünkü o, aşırı tıkınmanın doğurduğu sorunların ülkesinden gelmektedir
‘Siz niye bu kadar aç ve yoksulsunuz?’
Gazetecinin garip, biraz da naif sorusu Afrikalı tarafından şöyle cevaplanır:

‘Siz bu kadar tok ve zengin olduğunuz için”
Bu türlüsüne, ‘tokat gibi cevap’ denir Ve bu cevap zımnen der ki: Hırsızlar evimizi basıp çoluk çocuğumuzun rızkını aldılarHiç kimsenin olmayan dünyanın bize düşen payına da konduklarından, bugün birileri tok ve varlıklı, biz ise aç ve yoksuluzSen Amerikalı gazeteci! Avurtlarımızı, bolca etli ve diri yüzünüz çökertiyor Artan yağlarınız, genişleyen kalçalarınız, elbiselere sığmayan göbekleriniz sayesindedir, bizim ve çocuklarımızın ölümü

 

Ülkelerimizin sokaklarında dolaşan yorgun ve bitkin adımlarımız, bizi Afrikalının yanı başına bırakıyor Afrikalı kardeşimizdir, kardeşimizin cevabı da cevabımız ‘Hak’ ve ‘adaleti’, kendilerine ‘vazgeçilmez’ kılmayan ‘güç’lülere aynı şeyi diyoruz:
Siz bu kadar ‘güç’lü olduğunuz için, biz bu kadar bitkin ve yorgunuz


Ayaklarımıza basa basa yürüdüğünüz için, ayaklarımız çıplak ve yaralı; kendimizi dikenli yollara vurmamız, bizim de hakkımız olan yolları kapattığınızdandır Hep gittiğiniz için biz gidemiyoruz

Bizden daha az çalıştığınız ama daha çok aldığınız için, biz bu kadar çok yoruluyor ama az alıyoruz
Siz alabildiğine janjanlı olduğunuz için biz bu kadar silik ve renksiziz

Tenlerinizin tazeliğinden dolayıdır yüzümüzün kavrukluğu Ellerinizin yumuşaklığıdır, ellerimizi taşlara vurduran, dikenlere batıran

Bizi kuytulara, meydanları dolduran bedenleriniz itiyor Şişine şişine konuştuğunuz için sesimizi duyuramıyoruzSessizliğimizden değil, aşağılarda tuttuğunuzdandır mikrofonlarda olmayışımız Bizi yersiz ve yurtsuz bırakan, koltukları dolduran cüsselerinizdir

Köpürtülmüş sevinçlerinizdir bizi ‘sevi’siz bırakan Salonların iç okşayıcılığının hepsini rezerve ettiğiniz için, biz meydanların soğuklarını ev biliyoruz İçerilere alınmadığımız için, dışarılara bu kadar aidiz ve bu yüzdendir yüzlerimizin soğuklara yuva olması Biz dışarıda olduğumuz için siz içeridesiniz

Merasimleriniz böylesine şatafatlı olduğu için bayramlarımız bu kadar kimsesizdir Çocuklarınızın düğünü babalarına ‘şeref’ kazandırdığı için, düğünlerimiz babalarımızı utandırıyor Babalarınız kendilerini böylesine ortalığa koyduğu için, babalarımız bu kadar geride; sinik, utangaç ve mahcup duruyorlar Çok insanı hizmetinize koşturduğunuz için, biz başımızın çaresine bakmak durumundayız Siz bu kadar rengi topladığınız için, biz bir tek rengin içinde kımıldanıp duruyoruz Yollar size açıldığı için bize kapanmış
Kalplerinizin ve evlerinizin etrafını yükselttiğiniz için biz böyle sokakta ve korunaksızız

Yıkılmadığınız için yıkılıyor, düşmediğiniz için düşüyoruz, yaralanmadığınız için yaralanıyoruz Gidebildiğiniz bu kadar yere sahip olduğunuz için, biz burada hep böyle kalakalıyoruz
Bizi hüzünlendiren, coşkularınızın sınır tanımazlığıdır Susuyoruz, çünkü hep siz konuşuyorsunuz

Önüne geçilemeyen oburluğunuz, bizi güçsüz bırakıyor Umursamazlığınız, hırçınlığımızı büyütüyor Abartılı renkli fotoğraflarınız, bizi siyah-beyaz karelere hapsediyor Siz vermeyi unuttukça, biz ısrarla istemeye devam ediyoruz

 

Oysa biz, hep birlikte; çocuklarına, komşusuna, sokağına, mahallesine, şehrine, ülkesine, yaşadığı dünyaya sığınak olan ‘kutlu er’lerin kalplerine tutunmuştuk Develer için, hurma ağaçları için, ezilmiş bütün renkler için, boğdurulan kız çocukları için, üzeri çizilen bütün kadınlar için, kalbi kırıklar için, kimsesizler için sığınak olan, ev olan, müjde olan seçilmişlere koşmuştuk Eteğine uzanmış kedinin uykusunu bölmemek adına eteğinden vazgeçen bir seçilmişin kalbine baka baka büyümüştük

Peygamber kızı Fatıma’nın çeyizi olmadığı için başkası evlenebilmişti, peygamber aç kaldığı için açlar doyabilmişti Halife, ganimet kumaştan sadece payını aldığı için, başkası giyinebilmişti; gecenin karanlığında sırtında bir çuval dolusu erzak taşıdığı için, babasız çocuklar doyabilmişti İnsanın dirilişine zemin hazırlamak üzere memleketlerini bırakıp gidenler olduğu için memleketlerine dönebilenler olmuştu

Kalpleri ve vicdanları diri insanlar ‘verme’yi çoğalttıkları için, gün gelmiş ‘alan’lar kalmamıştı Çünkü yalnız başlarına değil, hep birlikte yola çıkmaya yazılmışlardı Aynı açık yollarda yürümeye, kapanmış yolları da hep birlikte açmaya söz vermişlerdiAç bir komşunun varlığında hiçbiri kendini tok hissetmemişti ‘Güç’lü değil, ‘hak’lı olmayı tercih etmişlerdi

Şimdi, evet şimdi, kimimiz şen kahkahalar atarken, kimimiz de yoksulluğun kara mı kara açlığına teslim olmuş ‘Beyaz’ ve ‘siyah’ kadar, birbirlerine uzak ve karşıt sınıflara ayrılmış durumdayız ‘Beyaz’ların örselenmemişliği ve her şartta bir yolunu bulup düze çıkmaları, ‘siyah’ları biraz daha incitip yollarını biraz daha kapatıyor

Farkında değil misiniz, hepimiz boğuluyoruz Korunakları ve örselenmemişlikleri ‘beyaz’lara kefen olurken; diğerleri, yoksulluğun karalığında ve örselenmişliğin acısında kara bir uykuya düşüyor

Çağrı hepimizedir!

Kalbini ve vicdanını örten, seni boğan ‘in’lerden çık; adım at sokağa, hayata Gözlere, gözlere bak! Bak derinliğince Aç kalbini insan kardeşine, yol et kendini başkasına, ev ol kalbi kırıklara Merhamet, daha çok merhamet!

Unutma!
Unutma ki merhamet, sebeplerle görünür olan Rahman’ın isteğidir Gören göz, veren el, doyuran her kapı, Rahman’ı işaret eder Merhametin yoksa, iyileştirici bir rüzgâr olup düşmüşlerin yüzünde esmiyorsan, Rahman’dan da habersizsin

Yüzün Rahman’ı hatırlatmıyorsa, sen de yoksun!




Tarık Süha