- Gösteriş tutkumuz

Adsense kodları


Gösteriş tutkumuz

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sat 23 October 2010, 01:47 pm GMT +0200
Gösteriş Tutkumuz


Yavuz Sultan Selim sıradan yeniçeri gibi giyinmekten hoşlanırdı...
“Benim Padişahım insanın kılığına değil yüreğine bakar” derdi.
Bir bayram günü süslü elbiselerle elini öpmeye gelen biricik oğlu şehzade Süleyman'ı “Oğlum, anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diyerek çok nazik bir biçimde uyarmıştı.
Fatih Sultan Mehmed, fetihten hemen sonra hocalarına verdiği ziyafette, Bizans İmparatorla- rından kalma altın tabak ve kaşıkları sofraya koydurttu diye Molla Gürani tarafından şiddetle azarlanmıştı...
Sultan Dördüncü Murad'ın sadrazamların- dan Hafız Ahmed Paşa, kendisine tahsis edilen yaylı at arabasına binmez, farklı görünmekten hazzetmezdi.
Ama biz, dindarımızla, dinsizimizle gösteri- şe bayılıyoruz!..
Biz gösteriş tutkunu olduk!..
Herkesten farklı görünmeye bayılıyoruz...
Evimiz farklı olmalı, arabamız farklı olmalı, kıyafetimiz farklı olmalı.
Peki ya beynimiz?..
O farklı olmasa da fark etmez...
Nasılsa nadiren kullanıyoruz!
Hayır: Bu gösteriş merakı geçmişimizin, kültürümüzün bir parçası değil...
Bu bir Avrupa hastalığı...
Eskiden böyle gösteriş tutkunu değildik...
Varlıklı Müslümanlar oturdukları muhitin malî durumuna uygun bir hayat yaşarlar, asla gösterişe kaçmazlardı.
Diyelim ki Fatih'de yaşayan varlıklı bir Müslümanın yediği, giydiği, genelde Fatihlilerin yediğinden, giydiğinden çok az farklıydı.
Bu farkı da çevrelerindeki fakirleri doyura- rak, camilere, türbelere, medreselere bağışlar yaparak kapatırlardı...
Ve toplum, işte böyle bir ortamda, bugün çokça özlediğimiz, fakat bir türlü ulaşamadığı- mız toplumsal barışı sağlardı.
Bugün toplumsal açıdan eskiye nisbetle gerçekten çok farklıyız...
Eski toplumsal yapımızın pek çok uzağında yaşıyoruz.
En büyük hastalığımız dadindar olalım, olmayalımgösterişi fazlaca sevmemiz...
Paramız varsa, âlâ-yı vâlâ ile saçıp savurur, fakir bir aileyi bir yıl rahatça yaşatabilecek miktarda para verip bir öğün yemek yer, yahut bir takım elbise alırız.
Otomobilin hem Avrupa, hem de gözde marka olanını kullanmaya bayılırız.
Çocuğumuzun sünnet düğününü masallar- da yaşayan peri padişahının oğlunun sünnet düğününe döndürürüz.
Öyle zenginler tanıdım ki, öğle yemeğini şanzelize Bulvarındaki adı batasıca restoranda yemek için günübirliğine Paris'e gider, bir yemeğe çuvalla para döküp istanbul'a döner.
Öyle zenginler tanıdım ki, iflâs ettiği gerekçesiyle işçisinin kıdem tazminatını dahi ödemez, yetim malını götürür, ama aynı günlerde karısına ya da moda deyimle kız arkadaşına otuz milyar liralık gerdanlık hediye eder.
Bazıları zengin olmuş, fakat adam olamamış.
“Sonradan görme” deyimi bunlara cuk oturuyor!
Zaten bunların gösteriş merakı yüzünden servet düşmanlığı yaygınlaşmış, oradan da komünizm fışkırmıştır.
Neyse, tek dünyalıların dünyalarını ihya sadedinde düştükleri lüks ve israf tuzağı bir tarafta dursun; benim asıl dillendirmek istedi- ğim dindar zenginin yaşama biçimi.
Çoğumuz "moda" tutkunu olduk...
Kendimize göre lüks mekânlar oluşturduk...
Ruhen, fikren farklı olacağımıza şeklen "farklı" olma hastalığı bizim de ruhumuzu avuçladı.
Cebimiz para gördükçe zarurî olmayan ihtiyaçları "zarurî ihtiyaç" saymaya başladık.
Tamam, "zekât" gibi farz olan mükellefi- yetlerimizi yerine getiriyoruz, ancak bu milletin sekiz milyonluk büyük bir parçası açlık sınırın- da...
Yardımlarımızı "farz" olanla sınırlı tutarsak, "imanda kardeşlik" sırrına ulaşamayız. şefkat toplumuna dönüşemeyiz.
Kaldı ki, Türkiye'nin geleceğini inşaya yöne- lik hizmetler var.
Gönüllü hizmet teşekkülleri gecelerini gün- düzlerine katarak gençliğimizi batağa sürüklen- mekten korumaya çalışıyor.
Bu kuruluşlarla ilgi bağı kurmamız gerek- miyor mu sizce?
Bereket versin servetin bir ikram-ı ilâhî olduğunu bilen zenginlerimiz de var...
Bunlar gösterişe kaçmayan, servet gösterisi- ne dönüşmeyen mütevazi yaşantılarıyla toplum önünde iyi birer örnek teşkil ediyorlar.
Öte yandan Allah'ın ikramı olan servetlerin- den muhtaçları da yararlandırarak, sosyal barışa hizmet ediyorlar.
Sayılarının çoğalmasını diliyoruz.
Bu günler zor günlerdir...
Ekonomik kriz sebebiyle işten çıkarılan çok sayıda işçi mağdur durumda.
İnsanlarımız çöplüklerde ekmek arıyor.
Bu durumda varlıklı dindarların biraz daha fedakârlık yapmaları gerekir.
Kabrin ötesine geçmeyen lüks alışkanlık- larımızdan biraz sıyrılmalıyız.
Muhitimizdeki işsiz ve muhtaç kardeşleri- mize, onları minnet altına sokmayacak Müslü- manca bir hassasiyet içinde yardımcı olmaya çalışırsak, hem büyük sevap işlerler, hem de sosyal barışa katkıda bulunmuş oluruz.
Unutmayalım ki, zenginimizle, fakirimizle hepimiz kardeşiz...
Şimdi bunu daha yürekten hissetmenin tam sırasıdır.



Yavuz BAHADIROĞLU