- Görünmeyen Arzular

Adsense kodları


Görünmeyen Arzular

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 16 July 2012, 11:03 am GMT +0200
Görünmeyen Arzular

İslam hukuku nazarında sadece cinsler arasında meydana gelen fizikî birleşme zina sayılmak­tadır; halbuki ahlak noktasından bakıldığında, evlilik dışında karşı cinsten bir kişiye karşı mey­dana gelen her türlü istek zinaya denktir. Böyle­ce, kadınları gördüğünde, onlarla konuştuğun­da ve onları ziyaret ettiğinde meydana gelen her türlü şehvani arzu zinadır ve zinaya doğru atılmış ilk adımdır ve şayet erkeklere fırsat ve­rilmiş olsa yapacakları en tabii hareket bu yolda muhtemel bir vukuun meydana gelmesidir. Bu fiili istemeyenin dışında kanunun yapacağı birşey yoktur. Çünkü o İnsanların kalplerinde gizlidir. Ancak bu istekleri onların davranışları­yla meydana çıkartılabilİr.

Rasulullah, bu hususu şu sözlerle izah et­miştir: "Gözlerin zinası bakışmak, ellerinki ise dokunmaktır. Ayaklar, bakanın duygularını kamçılayacak şekilde yürümekle, dil söylediği sözlerle zina eder. Gönül ise istemekle.... Sonuçta cinsiyet organları, bunları ya kabul veya reddeder."

Şehevî Bakışlar: Nefsî isteklerin en büyük ka­çamağı gizli bakışlardır. Bu tür bakışlar cinsî te­mayülün ateşini yakar. Kur'an ve Sünnet bu kötülüğe dikkatimizi çekerek bazı öğütlerde bulunur.

Kur'an'da Allah'u Teala şöyle buyurmaktadır: "Mü'minlere şöyle: 'Gözlerini (harama bak­maktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket) onlar için daha temiz (ve faydalı)dır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarını haber almaktadır.' Mü'min kadınlara da söyle: 'Gözle­rini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarım korusun­lar." (24:30-31).

Rasulullah'ın konuyla ilgili izahı şöyledir: "Ey insan! Senin ilk (kayıtsız) bakışın affolu­nur, fakat ikinci bakıştan şakırı!" (Cessas). Hz. Ali'nin rivayetine göre: "Allah'ın Rasulü bana dedi ki: 'Ey Ali! Gözünün bir defa (yabancı kadına) takılması normaldir. Fakat ikinci defa bakmaya hakkın yok..." (Ebu Davud). Câbir'e soruldu: "Ansızın, rastlantı sonucu gözümüz bir şeye takılırsa ne yapalım?" O, "Hemen başınızı yere İndirin", dedi. (Ebu Davud).

Teşhir (Gösteriş Arzusu): Kadınlar arasında yaygın olan bir başka kötü hal ise güzelliğini ve zinetlerini teşhir etme arzusudur. Cinsî istekler, teşhir yoluyla gün yüzüne çıkar, belirginleşir. Karşısındakini açıktan açığa davet eder. Gönüllerinden ne geçerse geçsin. Üzerlerinde örtü bulunsun veya bulunmasın, güzelliği teşhir için çeşitli yollar kullanılır. Mesela; süs eşya­ları, saç yapısı, makyaj, vücudun uzuvlarını bel­li eden ince ve dar elbise ve benzerleri karşı cin­sin arzularını kabartmak içindir. Kur'an-ı Kerîm sözkonusu fiil ve hareketleri "teberrüc ül-cahiliye " gibi genel bir terimle açıklamıştır. Buna cahiliye devri kırıtması ve gösterişi denir.

Koca'dan başka herhangi bir erkeğin nazarı dik­katini çekmek için kullanılan bütün süs eşya­ları, boya ve makyaj takımları, yabancı erkek ve kadınların ilgisini kazanmak için yapılan her hareket teberrüc ül-cahiliye 'dendir. Kadının bu gibi gösterişlerden kaçınması onun imam ve vicdanı ile ilgilidir. Bu manevî kontrol mekanizması ancak nefsinin bu eğilimlerine set çeke­bilir. Kur'an şu ayetlerle ihtar etmektedir: "İlk cahiliye (çağı kadınlarının açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta kırıta) yürümeyin." (33:33).

Ses: Kadının sesi de cinsî duygulan tahrik eden unsurlardan biridir. Sesin rengi, her kelimeyi te­laffuz ederken sadânın aldığı makam -belki önemsiz bir hâdise, fakat- sevgi heyecanlan üzerinde marnlamayacak ölçüde tesirler icra eder. Kadınla erkeğin bu tür konuşmaları, sözleri eğip bükmeleri fena fiillerinin başla­masına bir çağrı olabilmektedir. Kur'an bu fe­nalığa karşı uyarmaktadır: "Eğer (Allah'ın buy­ruğuna karşı gelmekten konmuyorsanız, sözü yumuşak (tatlı bir eda ile söylemeyin ki, kalbin­de hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel, (kuşkudan uzak bir biçimde) söz söyle­yin." (33:32).

Başkalanmn meşru-gayri meşru ilişkilerini an­latmak, dinlemek, benzeri hikaye ve olaylardan zevk almak, uydurma aşk romanlan ve masal­ları düzenlemek... bütün bunlar fesat kay­nağıdır. Kur'an, Nur suresinde bu tür davranışlarda bulunanları mahkum etmektedir: "İman edenler arasında edepsizliğin yayı­lmasını isteyenler için dünyada da, ahirette de acı bir azap vardır:" (24:19).

Dil fesadının çeşitli şekilleri vardır. İslam bunların Üzerinde ayrı ayrı durmuş ve yapmak iste­diklerini birer birer ortaya koymuş ve tehlikele­rine dikkat çekmiştir. Mesela:; kadına, kocası­yla da olsa, başka hanımların durumunu ko­nuşma izni verilmemiştir: "Hiçbir kadın, gözüyle görmüş de olsa, başka kadınların yaptığı işleri kocasına anlatmamalıdır." (Tirmizi). Böyle bir hareket erkeğe de kadına da ya­saktır." Erkekler ve kadınlar gizli ilişkilerini başka kimselere açıklamaktan men edildiler. Çünkü bu, başkalarının kalbinde kötü arzular meydana getirerek İffetsizliğin yayılmasına yardımcı olur." (Ebu Davud).

Namaz sırasında bile, ne zaman imam hata yap­sa, arkasındaki erkekler " subhanallah" diyerek imamı uyarabilirler. Ancak, kadınlar sadece el­lerini çırpabilirler. Yüksek sesle birşey söyleye­mezler. (Ebu Davud, Buhari). Kadınlara zinet'cin ayaklarını (yere) vurmasınlar. Ey mümınler topluca Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz' (24:31).

Güzel Kokut Güzel koku, kötü nefsin haberci­sidir. Önce koku duyulur, sonra da kötülük yo­lunu tutan nefis uyanmaya başlar. Bu haberci, diğerlerine oranla daha gizli, fakat etkisi daha kuvvetlidir. İslami edep ve haya duygusu bakımından bu hususun üzerinde dikkatle du­rulması gerekmektedir. Bir müslüman kadına, . tahrik edici güzel kokular sürünerek güzel elbi­seler içinde sokaklarda gezip dolaşma, gelen geçenlerin bu vesile ile cinsî duygularını tahrik etme izni verilmemiştir. Aksi halde, İstediği ka­dar süslerini gizlemiş olsun, ne faydası vardır? Hz. Peygamber, şöyle buyurdu: "Güzel koku sürünerek insanların arasından geçen kadın zi­na edenler gibidir." (Tirmizi). "Mescidlere ge­len kadın güzel koku sürünmesin." (Müslim, Muvatta). Yine Peygamber 'in buyruğu: "Er­kek için en güzeli, kokusu belli ve rengi belli ol­mayan güzel kokudur. Kadınlar için ise rengi belli, fakat kokusu belli olmayan..." (Tirmizi, Ebu Davud).

Çıplaklık: İslâm, örtünme konusuna çok önem vermiştir. Onu, utanma ve haya gibi, insanlığın temel gereklerinden saymış ve psikolojik neti­celeri üzerinde de ayrıca durmuştur. Dünyada hiçbir medeniyet bu hususta, İslam'da olduğu gibi, derli-toplu kanun ve prensipler koy­mamıştır. Modern toplumlarda, ne yazık ki, geçerli olan usule göre kadın ve erkekler vücudlarının bir kısmını, hatta pekçok yerini açıp teşhir etmektedirler. Elbiseyi bir süs ve fantazi olarak görmektedirler. İslam'da süs ve zinet, gizlenmesi ve örtünmesi (setr) gereken konu-'ardandır. Bunun sebebi, iki cinsin karşılıklı olarak birbirlerinin vücudlannı görmek suretiyle cJnsî arzu ve şehevi isteklerin tahrik edilmesi­ni Önlemektir. Çıplaklık, iffetsizlik ve ha­yasızlık olarak addedilmiş ve asla bu konuda müsamaha gösterilmemiştir. İslâm'da nikahlı eşler bile edep yerlerine dikkat etmeleri ve Çırılçıplak birarada bulunmamaları konusunda Sarılmışlardır. Peygamber: "Bir insan zev-Cesınin yanma (yatağa) girmek istediği zaman da örtünmeli, eşekler gibi her şeyi meydanda ol­mamalıdır." diyerek bu konuya bîr ölçü getir­miştir. (İbni Mace). Hz. Aişe şöyle dedi: "Ben, Rasulullah'ın fercine hiçbir zaman bakmadım." (Tirmizi). İnsan tek başına bile bulunsa, tenha bir yerde de olsa, yine çırılçıplak gezmemelidir. "Allah, kendisinden utanmak konusunda her varlıktan daha fazla hak sahibidir." (Tirmizî).

Hz. Peygamber buyurdu: "Dikkat edin! Çıplak olmaktan sakının. Çünkü yanınızda, tu­valete gittiğiniz veya zevcelerinizle bu­luştuğunuz zamanlar hariç, sizi hiçbir vakit terketmeyen, sizden ayrılmayan birisi vardır. Bu­nun için haya etmeniz ve örtünmeniz gerekir." (Tirmizi).

İslam, vücudu iyice kapatmayan, bazı kısımları açıkta bırakan giymiş şeklini de tasvip etme­mektedir. Hz. Peygamber bu tür giysilere karşı, özellikle de kadınları şu sözleriyle uyardı: "Giyindikleri halde çıplak gezen, vücudlarını sağa-sola eğip çalımlı ve kırıtarak yürüyen ve başlan Horasan develerinin hörgüçleri gibi (saçları kabartılmış) olan kadınlar... Bunlar cennete giremezler, kokusunu da bulamazlar. Halbuki cennetin kokusu şu kadarlık yoldan alınır." (Müslim).

Özetlemek gerekirse, İslâmi cemiyette fuhuş ve cinsi sapıklığa asla yer yoktur. Hatta bu gibi işlere götürücü en küçük vesilelere bile ta­hammül edilmez. İslam ahlak eğitiminin hede­fi, erkeğin ve kadının nefsinde güçlü bir haya duygusu yerleştirerek, yaptıklarını kontrol et­meye, kötülüğü tümüyle söküp atmaya mukte­dir fertler yetiştirmektir. (Ebu'l A'la Mevdudi, Purdah and the Status of Women in islam).

a- Cezai Tedbirler
 
İslam'ın ceza ölçülerindeki başlıca prensibi, kişi gerçekten suç işlemeden aleyhine hiçbir kanuni muamelenin yapılamayacağıdır. Fakat suç işle­diği sabit görüldüğünde, onu cezasız bırakmak için mantıkî veya hukukî hiçbir sebep yoktur. İslam hukukunda, konumuz ile ilgili suçların is-batı, şahitlik meselesi dolayısıyla pek zordur. Nitekim genel konularda ve muamelatta iki şahitle yetinildîği halde, zina davalarında en az dört şahidin bulunması şart koşulmuştur. Bura­daki prensip de, suçsuz kişileri korumak gaye­siyle suçu isbat için kesin şartın koyulmuş ol­masıdır. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Müslümanları mümkün olduğu kadar ceza­landırmaktan çekininiz. Suçluyu, her ne şekilde olursa olsun, beraat ihtimali varsa bırakınız. Ernir'in af konusunda hataya düşmesi, ceza ver­mekte yanılmış olmasından çok daha iyidir." (Tirmizi). Fakat, suç İşlendiği zaman, bir takım sert tedbirler uygulanmaktadır ki, bu, sadece suçluyu, suçu tekrar işlemekten alıkoymakla kalmayıp, aynı zamanda ona meyilli olanlan da vazgeçirmektir. Üstelik sözkonusu ceza binler­ce insanın gözü önünde uygulanacağından, her bakımdan "ibret li'n-nâs " (insanlara bir ibret dersi) olarak kabul edilir. Kanunun maksadı sa­dece cezalandırmak değildir. Aynı zamanda ce­za tatbikatıyla toplumun bu gibi kötü fiillerin­den temizlenmesini sağlamaktır.

Toplum düzenini cinsî tecavüzlerden korumak için iki tur hüküm ve müeyyide öngörülmüştür: (1) Zina ve (2) Kazf (Zina ile suçlama).

1- Zina: Zina'nın herkesçe bilinen anlamı, "aralarında kan-koca ilişkisi olmayan erkekle kadın arasındaki cinsî münasebet" tir. İnsanlık tarihinin en eski günlerinden bugüne değin bu fiilin ahlak açıdan kötü, ^im açıdan günah ve sosyal açıdan şerli ve kabul edilmez oıaugu ko­nusunda tüm sosyal sistemler görüş birliği ha­lindedir ve akıl ve mantıklarım şehvetlerine uy­durmuş veya yolsuz düşüncelerine "orjinal" yaklaşımlarla felsefi olma çabasında görülen sapmış bireylerin dışında hiçbir aykırı ses de çıkarmamıştır. Bu konudaki evrensel görüş bir­liği, insan fıtratının zinadan nefret ettiği ger­çeğine bağlıdır. Gerçekten, insan soyunun ve medeniyetinin geleceği, karı-koca ilişkisinin, sosyal hayatta bütünüyle tanıpmış olmakla kal­mayıp, sosyal yapmının da garanti ettiği kalıcı ve kırılmaz bir sadakat bağına dayanmasına bağlıdır. Bu olmadan insan türü varlığını sürdüremez. Çünkü, çocuk yaşaması ve ge­lişmesi için yıllarca sürecek bir bakıma ve şef­kate muhtaçtır. Kadın, çocuğunun doğum nede­ni olan erkeğin işbirliği olmadan bu yükü tek başına taşıyamaz. Aynı şekilde, insan medeni­yeti de bir erkek ve bir kadının birlikte geçen hayatının, bir ev kurup, bir aile oluşturup, aileler arasında ilişkilere ve bağlantılara girmelerinin ürünüdür. Eğer erkekler ve kadınlar bu temel gerçeği, yani bir ev ve aile kurmayı gözardı ederler ve yalnızca zevk ve şehvetlerinin doyu­mu için serbestçe bir araya gelecek olurlarsa, in­san toplumunun yapısı bütünüyle çöker. Böyle bir durumda, gerçekten insan medeniyeti ve kültürünün Üzerinde oturduğu temeller yıkıla­cak ve sosyal hayat kavramının tüm ana esası kaybolacaktır. İşte bu sebeplerledir kî, erkek­lerle kadınların orada kabul edilmiş ve değişmez sadakat bağlan olmadan serbestçe bir arada yaşamaları insan fıtratına bütünüyle iğrenç gelen bir şeydir ve yine bu sebepledir ki, zina her çağda ahlakî bir şer ve dini terminoloji­de ağır bir günah sayılmıştır. Dolayısıyla, her Çağda sosyal sistemler evlilik kurumunu kabul etmiş ve benimsenen tedbirlerin şekli ise farklı sosyal, kültürel ve dini sistemlere göre değişik­lik göstermiştir. Bu farklılık, zinanın korkunç etkilerinin çeşitli derecelerde kavranmasının sonucudur; bazı toplumlar onu diğerlerinden daha iğrenç görürken, bazılan onu açıkça ele alıp düşünmüş, daha bazılan ise diğer sorunlar­la karıştırmışlardır. İslâm, zinayı mutlaka ceza­landırılması gereken bir suç, aynı zamanda büyük bir günah saymıştır. İşte Kur'an'daki hikünı: "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah'a ve ahiret Ününe inanan (insan)lar iseniz Allah'ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(uP engelle)mesin. Mü'minlerden bir grup ^a onlara yapılan azaba şahid olsun." (24:2).

İslâm nazarında zina müstakil bir suçtur. Eğer işe, bir de icbar ve tecavüz gibi başka faktörler de karışırsa, o zaman bunlar ayrıca suç teşkil ederler ve zina olayı katmerledir.

Modem Batı yasalarında zina, ahlaksızlık ve günah ölçüsüyle kötü birşey olarak kabul edil­mekte, ancak bir suç vasfı belirtilmemektedir. Yasadışı ilişki ancak karşı tarafın rızası olma­dan yapılırsa bir suç teşkil etmektedir. Evli bir erkeğin zina etmesi durumunda, karısı isterse şikayetçi olur, bunu isbatlar ve boşanır. Aynı şekilde zina eden bir kadının kocası da, karıs­ından boşanmak için zina ettiği adamdan davacı olabilir.

İslam hukuku bu anlayışların tersine zinayı ceza gerektirir bir suç olarak görür ve bu fiilin evli bi­ri tarafından işlenmesi halinde suçun cezasını arttırır. Cinsî arzuları gidermede meşru yol var­ken gayri meşru bir yola başvurulması şiddetli ve sert cezaları gerekli kılmaktadır. İslam huku­ku, zinaya nesil emniyeti ve insan medeniyeti­nin temelini sarsan bir fiil olarak bakar. İnsan neslinin korunması ve medeniyetin İstikran için kadın-erkek münasebetleri yalnızca meşru ve güvenilir vasıtalarla düzenlenmelidir. Cinslere serbestçe birbirine karışma fırsat ve imkanı ve­rildiğinde, böyle bir ortamda cinsî ihtiyaçlarını serbestçe giderme fırsatı bulacak bir kadın ve erkekten aile hayatının ağır sorumluluklarına katlanması beklenemeyecektir. İslâm, zina be­lasından insanlığı kurtarmak için yalnızca ceza kanunlarına dayanmaz. O, geniş düzeyde yapı­cı, ıslah edici ve önleyici tedbirler de alır. Ceza­ya ancak son çare olarak bakar. Mü'minlerin gönlüne herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Al­lah'ın korkusunu yerleştirir. Yaptıklarından bu dünyada olduğu gibi, ahirette de hesap vereceği duygusunu verir. İman ve itaate alıştırır. Zina ve iffetsizliğin Allah'ın şiddetli bir biçimde ceza­landıracağı çirkin ve ağır suçlardan olduğunu defalarca Kur'an'mda ifade eder.

2- Kazf (Zina ile Suçlama): İftiranın kötü so­nuçları zinadan daha az şiddetli ve zararlı değil­dir. Bu, nesilde şüpheye sebebiyettir. Evlilik münasebetlerine zarar verir. Aileye bağlı birçok kimsenin huzurunu bozar. Dilini tutamayan bir kimsenin ağzından çıkan üç-beş söz, senelerce bir yığın insanın hayatı üzerinde zehirleyici te­sirini devam ettirir. Onları ızdırap içinde bırakır. Bu sebeple herhangi bir kimsenin haks­ız yere, suçsuz insanları zina ile itham etmesi Kur'an-ı Kerim'in ölçüsüyle ağır cezayı gerekti­rir: "Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da son­ra (bu suçlamalarını isbat için) dört şahit getir­meyenlere seksen değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir." (24:4).

Görülüyor ki, İslam'ın ceza kanunları, bir taraf­tan zabıta kuvvetleriyle kötülüklerin Önünü alı­rken, öte yandan da toplumun iffetli ve namuslu kişilerini, durup dururken lekelemekten ve it­ham altında bırakmaktan kurtarmaya çalışır.

b- Önleyici Tedbirler
 
İslam, her şeyden önce insanın iç dünyasını ıslah ve bu yolla kişilerin ahlakını düzeltmeye çalışır. Getirdiği cezaî yaptırımlar, ahlaki terbi­yesinin bozulmasını önleyici veya gayri meşru istifade yollarını tıkayıcı özelliktedir. Bu gaye için kullanılacak kuvvet sayesinde de kötü alışkanlıkların önü alınabilir. Bunun için, bah­settiğimiz iki tedbirden başka, bazı çözüm yol­larının bulunması zaruridir. Ahlakın düzeltil­mesi ve kalbin ıslahı konusunda yardımcı diğer faktörlerle, toplumda üç-beş zayıf ahlaklı İn­sanın bulunması pek de Önemli olmamaktadır. Çünkü onlar gayri meşru bir faydalanma yoluna hiçbir zaman gidemezler. Ancak bir toplumda suçlu insanların yanında, başkalarını itham et­mek suretiyle suç işleyenler de bulunabilir. Bunlar, fırsat buldukları takdirde iftira yoluyla kişileri toplumun karşısında kötü duruma düşürebildikleri gibi, haksız yere ceza verdir­mek suretiyle de, toplumu kişinin nazarında za­lim bir otorite merkezi olarak gösterebilirler.

Sonuçta yıkıcı hareketler zincirlemesi birbirini takip eder, gider. Böyle bir ortamda cinsi anarşinin sebepleri azalmayacağı gibi Üstelik bu iftira silahını kullananlar toplum hayatını if­sada sürüklemiş olurlar. Aşağıda sayılan tedbir­ler bu maksatları önleyici Özelliktedir:

Giyim ve Çıplaklık: İslam, toplum içinde ha­yasızlığın ve çıplaklığın bütün şekillerini ya­saklamıştır. Kadın ve erkek, toplumun her fer­dine âçîk" saçık olmayacak bir giyim öngörülmektedir.

Avret Yerlerinin Sınırları: İslam, aynı za­manda kadın ve erkek olsun İslam toplumunun üyelerine yukarıda açıklandığı şekilde vücudun nerelerinin nasıl örtüleceğini açıkça göster­miştir.

Girişte İzin İsteme: Sistemi sağlıklı bir zemine oturtmak için göz önüne alınması gereken ted­birlerden birisi de, herhangi bir eve ansızın gir­memek için oturanlardan izin istemektir. Kendi evlerine bile olsa erkeklerin, kadınlarım uyar­madan ve gizlice girmeleri men edilmektedir: "Sizden henüz ergenlik çağına girmemiş olan­lar, üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) siz­den izin istesinler..." (24:58). Bu izin çocuklar için duygu ve cinsiyetin sırlarını öğrenmeye başladıkları zaman gerekli olmaya başlamak­tadır. Müslümanlar başkalarının evine de izin­siz girmekten men edilmişlerdir: "Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır, herhalde anlayıp öğüt alırsınız." (24:27). Bu ayetlerde, herkesin kendi evinde bir gizliliği olabileceği ve dolayısıyla kimsenin bir başkasının evine ev halkının izni olmadan habersizce giremeyeceği prensibi be­lirtilmektedir. Rasulullah'ın getirdiği düzen­lemeleri şöyle sıralayabiliriz:

"Gizlilik hakkı" yalnızca evlere giriş sorunuyla ilgili olmayıp, bir evi dışardan gözlemeyi de kapsamaktadır. Azadlısı Sevban'a göre Pey­gamber, şöyle buyurmuşlardır: "Sen evin içi­ne bir kez göz attıktan sonra, giriş için izin iste­menin ne anlamı kalır?" (Ebu Davud). Huzeyl b. Şurahbil'in rivayetine göre, bir adam Pey­gamber'ı görmeye gelir ve tam kapının önünde dururken giriş izni ister. Peygamber, ona şunu söyler: "Kenarda dur, izin isteme hükmünden gaye evin içine göz atmayı önle­mektir." (Ebu Davud). Peygamber'ın bu ko­nudaki uygulaması şöyleydi: Ne zaman birini görmeye gitse, kapının sağında veya solunda bir kenarda durur ve izin isterdi, o zamanlar kapılara perde aşılmazdı (Ebu Davud). Pey­gamber 'in hizmetkârı Enes'in anlattığına göre, "bir adam dışardan Peygamber'in odasına bakar. Bu sırada Peygamber'in elin­de bir ok vardır ve bu okuyla sanki onu kamına saplayacakmış gibi adamın üstüne yürür." (Ebu Davud). Müslim ve Buhari'nüı rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber , şöyle buyurur: "Eğer bir kimse senin evini dikizler ve sen de taşla onun gözünün yaralarsan, bunun hiçbir günahı yoktur." Bir başka hadiste ise şöyle bu-yurulur: Evlerini dikizleyen bir adamın gözünü yaralayan ev halkına ceza yoktur." İmam Şafii bu hükmü olduğu gibi almış ve bu şekilde dav­ranan bir adamın gözünün patlatılabileceğine izin vermiştir. Hanefiler ise bu hükmü zahiri an­lamıyla almazlar. Onlar, dışardan bir kimsenin, ev sahiplerinin karşı koymasına rağmen bir eve zorla girmeye çalışır ve bu durumda çıkan kav­gada gözü veya başka bir organı zarar görürse, ev sahiplerine sorumluluk yoktur görüşünde­dirler. (Ahkamü'l - Kur'an, el-Cessas c.III, sh. 385).

Fakihler, "dinleme"yi de "gormek"le birlikte ele almışlardır. Sözgelimi, kör bir adam izinsiz bir eve girse kimseyi göremeyecektir ama, evde olup bitenleri duyarak anlayabilecektir. Bu da, bir başkasının gizlilik hakkını İhlal etmektir.

İzin isteme hükmü yalnızca kişinin başkalarının evlerine girmesinde değil, kendi annesi ve kızkardeşinin evine girmesinde de geçerlidir. Bir adam, Hz. Peygambere: "Efendim, anne­min odasına girerken de izin isteyecek miyim?" diye sorar, Hz. Peygamber: "Evet" cevabını ve­rir. Adam, annesine kendinden başka bakacak kimsenin bulunmadığını söyler ve her girişinde izin isteyecek miyim?" diye sorar. Hz. Peygam­ber: "Evet, anneni çıplak durumda görmeyi mi istersin?" (İbni Cerir, Ata b. Yesar'dan). Ab­dullah İbni Mes'ud'a göre, kişi annesini veya kızkardeşini görmeye gittiğinde bile izin isteye­cektir (İbni Kesir). O'na göre, bir kişi karısı ev­deyken eve geldiğinde bile, sözgelimi öksürerek geldiğini bildirmelidir. Karısı Zeynep'den Abdullah İbn-İ Mes'ud'un her zaman Öksürerek gelişin' belli ettiği ve hiçbir zaman eve aniden »irmek istemediği rivayet edilmektedir. (İbni Cerir).

Bu genel kuralın tek istinası, hırsızlık, yangın vs. gibi ani durumlarda izne ihtiyaç olma­masıdır. Böyle durumlarda kişi yardım için izinsiz eve girebilir.

İzin isteme kuralının konmasının daha ilk günlerinde, müslümanlar izlenmesi gereken prosedürü iyice bilmiyorlardı. Bu günlerde bir adam Hz. Peygambere gelmiş ve kapıda "Gi­rebilir miyim?" diye bağırmıştı. Bunun üzerine, Hz. Peygamber hizmetçisi Ravda'ya "Git ve ona doğru şekli göster. 'Es-Selamü aleyküm, gi­rebilir miyim?' desin" buyurdu. (İbni Cerir, Ebu Davud). Cabir b. Abdullah, bir keresinde ba-basının borçlarıyla ilgili olarak Hz. Peygamber'ın evine gidip, kapıyı çaldığım ve Hz. Pey­gamber'ın: "Kim o?" diye sorduğunu, kendi­sinin "Ben" deyince, Hz. Peygamber'in "Ben ben" diye iki veya üç kez tekrarda bulunarak "kim olduğun böyle anlaşılır mı?" demek iste­diğini anlatır. (Ebu Davud).

Katede b. Hanbel adında bir adam Peygamber'ı görmeye gider ve selam vermeden oturur. Bunun üzerine, Rasulullah, kendisine; "Git ve es-selamü aleyküm dedikten sonra gir" der. (Ebu Davud). Bütün bunlardan, izin istemede doğru olan usulün önce kişinin kimliğini açıkla­ması, sonra da izin istemesi olduğu anlaşılmak­tadır. Hz. Ömer'in ne zaman Rasulullah'ı görmeğe gitse, "Es-Selamü aleyküm ya Rasu­lullah, ben Ömer, girebilir miyim?" dediği riva­yet olunmaktadır. (Ebu Davud). Hz. Peygamber , en çok üç defa İzin isteme gereğine hükmet­miştir. Üçüncüde cevap gelmezse, geri dönülmelidir. (Buhari, Müslim, Ebu Davud). Peygamber, bizzat kendisi böyle yapardı. Bir kere Sa'd b. Ubade'nin evine gitmiş ve iki kez "es-Selamü aleyküm ve rahmetullah" diye se­lam verip izin istemişti. Üçüncü defa da izin is­teğine herhangi bir cevap gelmeyince dönüp gitmişti. Ardından Sa'd koşarak gelmiş ve "Ey Allah'ın Rasulü, Seni pekala duyuyordum, fa­kat mübarek ağzından Allah'ın selam ve rahme­tini mümkün olduğu kadar sık ve çok almak için yavaş sesle cevap veriyordum" demiştir. (Ebu Davud, İmam Ahmed).Üç defa izin hemen bir­biri ardınca değil, ev sahiplerinden, eğer o anda cevap verebilecek durumda değillerse, cevap verebilmeleri için gerekli zamanı tanımak amacıyla belli aralıklarla istenmelidir.

Giriş izni ya ev sahibinden ya da ev sahibi adına izin verebilecek hizmetçi veya sorumlu şahıs gibi bir başka güvenilir kişiden gelmeli­dir. Üç izin isteğinden sonra cevap gelmez veya ev sahibi geleni görmek istemezse geri dönüp gidilmelidir. Israrla izin isteğinde bulunmak ve­ya reddedildikten sonra da inatla kapıda durmak doğru değildir.

İçeri girmek için izin almak üzerinde ısrar et­mek veya reddedildikten sonra bile inatla kapının önünde beklemeye devam etmek ya­saktır. Üç kere kapıyı çaldıktan sonra giriş izni verilmezse veya ev sahibi görmek istemediğini belirtirse geri dönülmelidir.

Kadının Mahremiyeti: Erkeklere, kendi mah­remleri dışındaki kadınlarla başbaşa kalmalanna ve vücudlanndan herhangi bir yerlerine do­kunmalarına izin verilmemiştir. Yakın akraba olmaları da durumu değiştirmez. Ukbe b. Amir, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Sakın! Yalnız oldukları zaman kadınların yanına girmeyin." Ensar'dan biri şöyle sordu: "Ey Allah'ın Rasulü! Kocanın büyük ya da küçük kardeşlerinin durumu nedir?" Peygam­ber "Ölüm..." dedi. (Buharı, Müslim, Tirmi-zi). Yine buyurdular: "Kocaları yokken kadı­nların evine girmeyin. Çünkü şeytan, kanınız gibi içinizde dolaşmaktadır." (Tİrmizİ). Amrb. As'ın rivayetine göre, Rasulullah, kocalarından izin alınmaksızın kadınların evlerine girmekten bizi men etmiştir." (Tirrnizi). Peygamber yi­ne buyurdular: "Bugünden itibaren kocası bu­lunmadığı zaman hiç bir kadının evine girmeyi­niz. Ancak yanında bir veya iki kişi olursa başka..." (Müslim).

Aynı sebepten dolayı erkekler, kadının vücudu­nun herhangi bir kısmına dokunmaktan da men edilmişlerdir. Peygamber şöyle buyurdu: "Meşru bir bağı olmadan her kim bir kadının eli­ne dokunursa Hesap gününde eline ateş parçası almış demektir." (Feth ül Kadir). Aişe, Peygam­ber'ın da kadınların biat(bağlılık yemini)nı, onların ellerini kendi elleri içine almadan (toka­laşmadan) sadece sözlü olarak kabul ettiğini, kendisiyle nikahlı olmayan hiçbir kadının eline asla değmediğini söyledi. (Buharı). Umeyme binti Rakika, bazı arkadaşlarıyla birlikte Pey­gambere bağlılık yemini vermeye gittiğini, Peygamber'in da onlara Allah'a ortak koşma­maları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, iftiradan ve Peygamber'e itaatsizlikten sakı­nmalarına dair yemin ettirdiğini, yemin verdik­ten sonra, (Umeyme) bağlılık alameti olması için ellerini tutmasını Peygamber'dan talep ettiğini, Hz. Peygamberin de: "Ben kadınların eline dokunmam. Yüz kadına söyleyeceğim söz, bir kadına söyleyeceğim söz gibidir." bu­yurduğunu nakleder." (Nesai, İbni Mace).

Yasaklanmış ilişkiler: İslam, evlilik içinde er­keklere ve kadınlara, çok yakın beraberlikleri ve münasebetleri olmaları sebebiyle bazı ilişki­leri yasaklamıştır. Kur'an bu yasaklamanın sınırlarını şöyle çiziyor: "Size (şunlarla evlen­meniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren anaların­ız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, bir­leştiğiniz kanlarınızdan olup evlerinizde bulu­nan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz bir-leşmemişseniz, (Kızlarını almaktan ötürü) üze­rinize bir günah yoktur.- kendi sulbünüzden ge­len oğullarınızın karılan ve iki kızkardeşi bir arada almanız." (4:23). Ayetler ve bazı hadisler İslam'daki muharremaîı (nikah edilmeleri ha­ram olan kimseleri) açıklamaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: a) Nesep sebebiyle haram olanlar; anneler, kızlar, kardeşler, halalar, tey­zeler, yeğenler, b) Hısımlık sebebiyle nikahı haram olanlar; kayınvalideler, üvey kızlar, ge­linler, Üvey analar, c) Süt sebebiyle haram olan­lar; süt anneler, süt kızlar, süt kardeşler.... sütkayınvalideler, süt üvey kızlar... d) Bazı şart­ların bulunmasıyla dörde kadar izin veren İslam, beşinci kadınla evliliği yasaklamıştır, e) Birbirine mahrem olan kadınları bir nikahta toplamak haramdır. İki kız kardeşi veya teyze ile yeğenini toplamak gibi. i) Nikahlı bir kadınla veya iddet beklemekte olan kadınla evlenile-mez. g) Müslüman veya Ehli kitap dışındaki kadınlarla evlenilemez. h) Kesin suretle (üç ta­lak) boşanmış olan kadınlar, boşayan erkekle tekrar evlenemez. Ancak başka kocaya gidip de boşanmış veya kocaları Ölmüş ise başka.

Peygamber, İbni Abbas'dan rivayet edilen bir hadislerinde: "Yasaklanan kişilerle zina eden herkes ölüm cezasına çarptırılır." buyur­muşlardır. (İbni Mace). İslam, bağlılarına aşıladığı terbiye ve ahlakla; muharremaîı belir­lenmiş bu kişilere cinsî arzu veya eğilim duyul­masının önüne geçmiştir.