- Gönül ehli olmak

Adsense kodları


Gönül ehli olmak

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Sun 19 December 2010, 03:53 pm GMT +0200
Gönül Ehli Olmak


Gönül ehli olmak bir fazilettir. Gönül ehli olan insanlar, bütün güzel sıfatları, iklimden iklime bir bahar bulutu gibi taşıyıp dururlar.

Onun havası buram buram bahar kokar, çiçek kokar, gönül kokar, indiği yere hayat verir, can katar. Sinesinden neşrettiği ışık ve nur hüzmeleriyle, ölü toprağa bile hayatiyet kazandırır.

Gönül ehli olan insan başkalarını sıkmaz ve başkalarının eza ve cefalarından usanmaz sıkılmaz. O hep kendi hesabını yapar, kendi kusurunu araştırır, başkalarıyla uğraşmaz, uğraşsa da gönül dünyasında uğraşır, gönül yoluyla ıslaha çalışır. Bu yüzden herkes ona hayran, herkes ona meftundur.

Başkalarının gönülleri paslı, kalpleri mühürlü olsa bile, o hep kendi gönlünü paslı, kalbini mühürlü görüp, gösterip inler ve gönül sahipleri de onu anlar, iniltilerine iştirak eder. Bu yüzden ilahî mesajlarla, gönüllerin Sultanı ile buluşur. Öyle demiyor mu, gönüllerin Sahibi: "Ben kalbi kırıklar, gönlü yanıklarla beraberim."

Hani, payımıza düşen ve bir türlü kadir ve kıymetini bilemediğimiz, bilmeye, anlamaya yanaşmadığımız yüce gönüllü, aşk bahçesinin dertli bülbülü var ya; onun iniltileri, tevazuları, feryatları hep gönül ehli olmasından değil midir? O gönül ehli olmasaydı, gönüllere tesir edebilir miydi?... Onun gönül telinden çıkan sesler, ok gibi, mızrak gibi paslı gönülleri yarıp geçer, inletir, ağlatır; anası, babası ölmüşçesine, canı yanmışçasına feryad ettirebilir miydi?...

''İlmim, irfanım, iz'anım yoktur..." devken, ellibin, yüzbin kişiyi birden. ''Hayır! O bahsettiğin biziz, sen değilsin!.. "dercesine koro halinde ağlatıp, inletebilir miydi?...

"Yine boş laf ettim, sizi oyaladım, sizi kırdım, beni bağışlayın!..." der demez, maşerî vicdanın uyanıp, birden hoplayan yürekleri, İnleyen gönülleri ve şelaleler gibi çağlayan gözyaşlarıyla;

"Hayır, hayır!.. Boş konuşmak, oyalamak bizim işimiz. Esas biz seni kırdık ey yüce gönül, sen bizi bağışla!..." dercesine, ağlayıp, gözyaşlarıyla isyan etmeleri, gönülden gönüle bir sesleniş, bir intikal, bir anlaşma değil midir?...

Gönül ehlinin, gönlü daima yükseklerde uçmak ister. Fakat bizim gibi, bir türlü kendini bulamayan, gönlüne inemeyen, gönül ehlini anlayamayan nadanlar, onları, hep aşağıya çeker, ayaklarına takılır, uçmalarına engel olurlar.

Ne güzel ifade etmiştir dertli şair, "Şâhî":

Dil-i câhilde olmaz nûr-i irfan

Ki, nadanın olur kalbi de nâdân



Ben, "Nev'inin dediği gibi kendinden, kendi gönlünden şikayetçi; gönül ehli, gönül adamı olamayışından dertli ve muzdarip bir insanım:

"Belâ dildendir, ol dildâr ehlinden dadımız yoktur, Gönüldendir şikâyet, gayriden feryadımız yoktur."

Gönül ehlini kırmak cinayet kadar büyük bir suç olsa gerektir. Çünkü o bir yandan halkla, bir yandan da Hak'la beraberdir. Bu hususa Yunus diliyle bakacak olursak;

"Bir kez gönül yıktı isen

Bu kıldığın namaz değil

Bir gönül yaptın ise...

Birine bin az değil "dır.

Hatta:

"Gönül Çalab'ın tahtı Çalab gönüle baktı. İki cihan bedbahtı Kim gönül yıkar ise."

Gönül ehlinin düşüşü de, kalkışı da ayrı bir mizana göredir. Gönüller Sultanı (cc), ona farklı bakar, farklı muamele eder. Sonra, gönül ehli düşse bile çabuk kalkar. Çünkü onlarda, "Ara sıra bir kısım sarkmalar olsa bile, içten bir nedamet, yürekten bir iniltiyle, gönüllerini saran günahları ruhlarında eritecek ve yollarına devam edecekledir." diyen, "Ölçü" sahibimiz, bu hususu bir gönül ehli üslûbu, bir ruh mimarı hassasiyetiyle, gayet açık ve net ifade etmişlerdir.

Gönül ehlinin tevazu ve mahviyeti, suskunluğu ve içe dönüklüğü asla yanlış anlaşılmamalıdır. Onun büyüklüğü esas bu formüllerde aranmalıdır. Başkalarını emri altına alma, tahakküm etme ve büyük görünme hastalığına yakalananlar ve bu hastalığın, bünyesinde onulmaz bir dert gibi müzminleştiği kimseler, esas küçük kimselerdir. Onların tedavileri de, yine gönüllerine dönebilmek için gönül sultanlarının kapısında dergâhına odun taşımaya bağlıdır.

"Yaşadıkları toplum içinde, kadir ve kıymeti bilinmeyenler, seciyelerindeki tevazu sayesinde er geç yükselir, şereflere ererler. Büyüklük kompleksine kapılanlar ise, toplum tarafından irdene irdene yaşadıkları muhit içinde birer yabancı unsur haline gelirler." (Ölçü,1/95) şeklindeki teşhis de bir şey anlatmıyorsa, öyle yoz gönüllere artık ne diyecek bir şey kalmıştır, ne de yapacak!...


İrfan Piroğlu