- Gölgem secdede kalsin

Adsense kodları


Gölgem secdede kalsin

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 11 May 2011, 04:13 pm GMT +0200
“Gölgem secdede kalsin”

Bir gaye-i hayal olmazsa, yahut nisyan basarsa, ya tenâsi edilse; elbette zihinler enelere dönerler, etrafında gezerler.’ (Sözler, 648)

yle diyor Bediüzzaman Hazretleri. Hayal ve ufkumuza yerleştirdiğimiz ideâl ve hedeflerimizi kaybettiğimiz an, her şey, nefsimizin, benlik duygumuzun etrafında dönmeye başlıyor. Bu, öyle hızlı bir dönüş ki, hayata gelişin ve yaratılışın gayesinin, ötelere ait ne varsa, her şeyin, unutuluşun adı oluyor hedefi kaybetmek.

Hizmet de, ibadet de, insanların büyük acıları içinde kıvrandığını görmek, düşünmek de, bütün bunlara el atıp koşmak ve koşuşturmak da, ne varsa unutuluyor, hepsi bir kenara kolayca atılıyor, terk ediliyor. Sadece kendi özel halleri ve dertleri içinde yaşayan ve kozasını ördüğü küçücük dünyasıyla baş başa kalıveriyor insan.
Oysa, ne büyük imkânlar vardır elinde… Kalbine yansıyan o saf iman ışığıyla, bütün karanlıkları yutacak kadar, çok acıların ve dertlerin devası olacak kadar büyük bir kalbin, büyük bir aksiyonun sahibiyken, neredeyse kendine bile söz geçiremeyen, kendi yükünü bile taşıyamayan zavallı bir hâle düşüyor insan.
Hayatın aslî gayesi bu değil. Hayatın içerisine girerken bir tek şeyle girmek; o da hayatı teslim alacak olan ideâlini, gaye-i hayalini kaybetmemek için girmek gerekirken, ancak böylece ayaklarımızın üstünde kalabilecekken, kendi özel ve küçük arzularıyla hayata tutunmaya çalıyor insan. Onların da birçoğunu ne yazık ki, gerçekleştiremeden göçüp gidiyor.
Hırsın, israfın, kanaatsizliğin ve açgözlülüğün, ne varsa her şeyi kendinde başlayıp kendinde bitirmenin ve dahi şeytanın işini kolaylaştırmanın bir yolu oluyor bu. Nefs tuzağına takılıyoruz. Gaye ve ideallerimizi yavaş yavaş unutuyoruz.
Birden olmuyor. Adım adım kopuyoruz o güzelim ideallerimizden. “Ne idik, ne oldu”ya düşüveriyoruz. Ve sonra da bitmek bilmeyen şikâyetler başlıyor ondan, bundan, şundan…
Hedefini şaşıranlar, nefsin ve şeytanın hedefi olurlar.
Hiç şikâyet etmeyelim. Kimseyi, kimseye hiç boşuna şikâyet etmeyelim. Kendimiz ediyoruz, kendimiz buluyoruz.
Oturup ağlayalım halimize.
Belki gözyaşlarımız bir pişmanlık duâsı olur derdimize.
***
En onulmaz acıların ve dertlerin içerisinde yaşayan, ama hayata tebessüm etmeyi ve başkalarının yardımına canla başla koşuşturmayı, kendilerine aslî görev bilen insanların arasında yaşadık bizler.
Birçoğu ağabeyimizdi, kardeşimizdi. En yakın dostumuzdu onlar. Bu bir rüya değildi. Bir elmayı yirmi kişiye pay ederdi onlar. Öğrencilik yıllarımda tanıdığım öyle fedakâr arkadaşlarımız, kardeşlerimiz vardı ki, kendi yatağında ve odasında bir gece bile yatmış değillerdi. Yolgeçen hanıydı zaten o küçücük mekânlar. Her daim misafirlere terk edilirdi o özel yataklar. Sevinçle, zevkle yapılırdı bu terk edişler. İncecik bir kilimin örttüğü çıplak tahtaların üstü, onlara kuş tüyü yataklardan daha rahat gelirdi.
Ne mübarek insanlardı onlar. İdeallerimizi, hayallerimizi tekrar ve tekrar gözden geçirirdik onların yanında. Ayar olurduk bir güzel. En doğru saat bilirdik onları. Yeniden kurardık hayatımızı. Tazelenmiş, yepyeni bir ruhla çıkardık o mekânlardan, o evlerden. Rabbim bu örnek insanların sayılarını çoğaltsın, nesillerini ve ideallerini bitirmesin İnşâallah.
Bu insanların, dertleriyle dertlendikleri insanlar olmadığı gün, hayatları kararırdı. Bir başkasının derdiyle ilgilenmedikleri gün, gerçekten hayatları meyvesiz geçerdi. Maddî-manevî dertliler arardı onlar. Ya da aradıkları için onlar, onları bulurdu. Gönlü mahzun, kalbi kırıklar, onları bulurdu.
İdealleri buydu. Yaşatmak için yaşamak, tek gayeleriydi.
Hatırlarım, bazıları cami önlerinde yardım toplardı bir mü’minin, bir muhtacın ihtiyaçlarını gidermek için. Kimi de, kurslardaki Kur’ân talebeleri için koşuştururlardı. Çevredeki itibar sahibi insanların ya da muhtarın tesbit ettiği, edemediği ne kadar fakir varsa, kimsenin yüzsuyunu döktürmezdi onlar. İstetmeden verirler, aratmadan bulurlardı. Aralarında küçük gruplar kurarlardı. Muhtaçların ve fakirlerin imdadına koşarlardı.
Biliyorum birçoğunun evlerinde yakacak odunları yoktu, yiyecek malzemeleri de. Üşümekten, ihtiyacımızı arz etmekten utanırdık onların yanında. Üşümek, ayıptı. İhtiyacını gizlemek, mertlikti, zenginlikti. Hiçbir şeyden şikâyet etmemeyi, onların yanında öğrenirdik.
Dükkânlar müşterilerle o kadar kaynayan yerler değildi eskiden. Gireni, çıkanı belliydi. Kazanılan şeyler belki çok azdı. Ama belli ki, bereket vardı. Bu insanlar, mutluydu ve çevrelerine de bu nuru, bu havayı yayıyorlardı.
Bir ruh vardı onlarda. Öyle bir ruh ki, ne tuz ruhuna, ne nane ruhuna benzerdi bu. Ruhun ruhuydu bu. Bu insanların idealleri vardı. İlâhî bir nur ve ruh vardı. O ruhu arıyoruz şimdi…
***
Ne olduysa oldu. Son zamanlarda tuhaf şeyler oldu. O ruhlar sanki birer birer uçup gittiler ya da kaybolmaya yüz tuttular. Nesli tükenen canlılar için bunca çalışmanın ve gayretin içine girenler, dünyamızın bu cesur yüreklerini de unutmasınlar. Bu asil ruhların da sayısının azalmasını önlemek için gerekeni yapsınlar. Bu ruhları yeniden çoğaltmanın yollarını arasınlar.
Goethe şöyle der:
“Evet, bu hep doğrudur. Başkaları için hiçbir şey yapmayan kendi için de hiçbir şey yapmaz.”
İdeallerini kaybedenin kaybedeceği hiçbir şeyi kalmamıştır.
Başkasının derdiyle dertlenene, Allah kendi derdini de unutturur. Yüksek gayeler, hedefler ve idealler edinenler, önlerine hayatın en büyük gayesini koyanlar, hayatı Allah için yaşayanlar, nihayetinde kendi dertlerinin de zebunu ve mahkûmu olmuyorlar. O dertleri kolaylıkla aşıyorlar. Daha büyük dertlerin imdadına koşuyorlar.
Bir odayı aydınlatmak için nasıl bir küçük düğmeye dokunmak yeterse, hayatı aydınlatmak için de aynı şey gerekli. İnancından ve ideallerinden ışık almalı insan. Derdinin dermanı, yine o derdin içindedir. Uzakta aramamalı insan.
Gözlerin önündeki perdeler açılmalı. Kalbin önündeki engeller aşılmalı.
Kolay değil elbette. Ama mümkün. Biraz gayret ile, Asr-ı Saadet’i hatırlamak ile ve en başta ki, Nurları okumak ile her şey mümkün.
Kaybettiğimiz o altın günleri ve anahtarları düşürdüğümüz yerde aramak gerek. Yitirdiğimiz o güzellikler için, ruh yangınları gerek, pişmanlık duymak gerek, tekrar bir hizmet kervanının içine girmek gerek. En geriden gelen, ayağı seken, topallayan biri de olsak, o kervanın içinde olmak gerek. Hizmetler ve iyilikler kervanının bir neferi olmak için, yine Yaratanımıza duâlar etmek ve bulunduğumuz halden yepyeni bir geleceğe kanatlanmak düşüyor bize.
Merak etmeyin, size uygun bir hizmet kervanı da bulunur elbet. Unutulmazsınız bu dünya çöllerinde.
Hem bir bakın yaşadığınız hayatın her safhasına. Hangi an ve ne zaman unutuldunuz ki siz? Sayın yaşadığınız yılların günlerini, anlarını. Gözümüze lâzım olan ışık, kalbimizin ihtiyacı olan sevgi, burnumuzun önündeki hava gibi en hayatî nimetler, her dem hazır değil miydi?
Ey Yüce Yaratan! Senden uzak kaldığımız her an ve her zaman için af dileniyoruz. Sonsuz rahmetinden ve şefkatinden merhamet dileniyoruz.
Göç yolunda düşe kalka ilerliyoruz. Göç, yolda düzülürmüş. Kayıplarımız çok; telâfi edecek vakit yok. Nasip eyle kırığımızı döküğümüzü onarmayı, eksiğimizi gediğimizi kapatmayı.
Ey Rahman!
Ey Hannan-ı Mennan!
Yardım eyle!
Bizi bu dünya çöllerinde mahvettirme!
Bütün ana ve babalardaki rahmetin ve şefkatin toplamı, Allah’ın sonsuz rahmet ve şefkatinin bir damlacığı bile değil. Her rahmet ve şefkat yansıması O’ndan. Aynalardaki güzellik, hep O’ndan. Aynalarda yok bir şey. Aynalara vuruluyoruz. Aynalardaki görüntünün gerçeğini unutuyoruz. Sadece bir tecellisi var aynalarda, bir nur var sadece orda. Kaldı ki, o da O'ndan.
O sonsuz rahmetin yanında, adını andıklarımızın rahmeti ve şefkati nedir ki? Allah kulunu hiç terk etmez ki… İnsan gafil. İnsan cahil. İnsan, unutkan bir varlık. Rabbimiz hiç bırakmıyor bizi, bir başımıza koymuyor. Rahmetiyle hep sarıp kucaklıyor.
Ağacın gayesi, sadece meyvelerini yetiştirmek değil, aynı zamanda onları börtü böcekten ve çürümekten de korumaktır. Hayat ağacımızın meyvesi, hizmet ve ibadetlerimiz ise, onların ihlâsla muhafazası da biricik gayemiz olmalıdır.
İşlediğimiz amellerin ve yaptığımız hizmetlerin çokluğu değil, onların ihlâsla muhafazası önemlidir.
Rabbim bu konuda da bu hassasiyet içinde gayesine yürüyenleri yalnız bırakmıyor. Çekirdeğin bir gayesi de, ağaç olduktan sonra en güzel meyveleri vermektir. Kâinat ağacının başındaki en biricik meyve olan insan da, ne kadar iman ve ibadet meyvesi verse de, o yolda ne kadar cihad etse de, yaptıklarını az görmeli, amellerinin ihlâs ve samimiyetle muhafazasına çalışmalıdır.
Bunu başaramayanın hâli, iflâs etmiş bir tüccarın hâline benzer. Bizim hayat ağacımızın başındaki meyvemize, yani hizmet ve ibadetlerimizin mahvına çalışan, çürütmeye çalışan eller (iç ve dış sebepler), bir iki tane de değildir. Gıybetten riyaya, gurura, benliğe, süm’aya kadar, alkışa, şöhrete kadar, her şey birer muzır şeyler hükmündedir. Kazandığımız onca meyveyi ya koparıp veya çürütmek suretiyle, bizi terakkiye değil, tedenniye sürüklemektedir.
Rabbim amellerimizin ihlâsla muhafazasını ve bu güzel hâlin elimizden kaçmamasını cümlemize nasip eylesin İnşaallah.
***
İhlâs saf süte benzetilirse Allah rızasının dışındaki herhangi bir gaye için hizmet ve ibadet yapmak, süte o gayenin mahiyetine göre az ya da çok su karıştırmak demektir.
Rabbim saf bir süt hükmündeki İlâhî gayemize hariçten karışacak damlalardan, ibadetimizi ve ideallerimizi bozacak hâllerden hepimizi muhafaza eylesin İnşallah.
Bizim küçük Ayşe Zehra’mızın, dayısının onu kucaklayıp “Söyle bakalım, en çok kimi seviyorsun?” diye sorduğunda, verdiği cevap her şeyi özetliyor:
“Ben en çok Allah’ı ve sonra da Peygamberimi (asm) seviyorum.”
Soru zordu. Cevabı da hiç kolay değildi. Öyle bir cevaptı ki bu, “Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır.” hükmünü teyit ediyordu.
Allah’ım, Ayşe Zehra’mızın dile getirdiği bu ifadeyi ve bu çocukça safiyeti bizim de ruhumuza ve kalbimize de nasip eyle. Hayatımızın biricik gayesi olan Senin rızan uğrunda yaşamayı, ideallerimizden sapmadan, onları kaybetmeden huzuruna varmayı nasip eyle. Bütün kardeşlerimize selâm ve duâlar olsun. Hz. Peygamberimize (asm) de yerler ve gökler durdukça, salât-u selâm olsun.
Biz nerede olursak olalım, Rabbimizin rahmeti, güneş gibi bulur bizi.
Yeter ki kaybetmeyelim gaye-i hayalimizi, idealimizi.
Çünkü hayat, ideallerimiz kadardır.
Mevsim kış–yaz olmuş fark etmez. İdeali olan, bu yolda dakika fevt etmez.


Selim GÜNDÜZALP