hafız_32
Tue 26 October 2010, 11:03 am GMT +0200
1. BÖLÜM
GÎRÎŞ
GÎRÎŞ
Kur'an'da türevleriyle birlikte 258 âyette yer alan 'takva' kelimesi, İslâm'ın temel kavramlarından ve temel ilkelerinden biridir. Kur'an'ın üzerinde durduğu çok önemli bir imanı tavırdır. İmanın yaşanması, ya da imanın hayattaki görüntüsüdür. İman etme insanlık görevi ise, takva da imanı güçlendiren ve onu pratik kişilik hâline getiren bilinçtir.
İman ve takva arasında birbirini tamamlayan bir bağ vardır. İman insana takvayı kazandırır; ancak iman, gücünü takvadan, takva bilincinden alır. Allah'ın büyüklüğü karşısında ürpermeyen, O'nu sevmeyen, sonra da O'ndan af, bağış, nimet ve cennet ümit etmeyen bir kişinin imanı zayıftır, noksandır. İnsanı Allah'tan çekinmeye ve O'nu sevmeye götüren şuur takvadır. Kulun Allah'a karşı duyduğu sorumluluk bilincidir.
İman kalpte kökleşir. Amel olarak davranışlarda görülür. İmanın kalpte kökleşmesi ve Kur'an'ın deyişi ile salih amel olarak hayata yansıması takva ile sağlanır. Kişi bu yüce şuurla nasıl inandığının, ne yaptığının, nasıl yapması gerektiğinin, yaptığı işlerin doğru mu yanlış mı olduğunun farkına varır. Yaptıklarının hesabını iyi görür. Yapacaklarına sağlam karar verir.
Bu bir anlamda akıllı, bilinçli, uyanık (eskilerin deyişi ile agâh) olmaktır. Hangi makama karşı mesul olduğunu bilmek ve ona göre hareket etmektir.
İnsan zayıf yaratılmıştır[3] ve zaafları vardır .[4] Eşyaya ve dünyalıklara karşı aşırı sevgisi ve tutkusu bulunmaktadır.[5] Nefsi İslâm'ın günah saydığı amellerden tat alır![6] Anlık zevklerden, hoşa giden lezzetlerden, gurur veren övünmelerden hoşlanır.[7] Unutkan olduğu için ölümü çoğunlukla hatırlamaz.[8] Dünya hayatında çok uzun zaman kalacağı hayaliyle yaşar. Dünya işlerine öylesine dalar ki ömrünün bittiğinin farkına bile varmayabilir.
Takva bilinci, kişinin zayıf tarafını kuvvetlendirir. Hayatına denge getirir. Ölümü hatırlatır. Yapacağı işleri şuurla yapmasını sağlar. Aşırılıktan, gaflete düşmekten, ölümü unutmaktan, hata yapmaktan insanı korur.
Takva bilinci, müslümana Kur'an kişiliği kazandırır.
Takva bilinci, İslâm'ı hakkıyla yaşama aşkının diğer adıdır.
Takva bilinci, Allah'ı sevmenin ispatı, O'nun sevgisini kaybetme endişesi, O'ndan bir şeyler ümit etmenin yoludur.
Takva, Kur'an'ın müslümanlara gösterdiği hedef, müslüman olmanın kazancı, iki dünyada da bahtiyar olmanın anahtarıdır.
Takva bilinci, müslümana İslâm'ın örnek ahlâkını kazandırır. Müslüman bu ahlâkı kuşandıktan sonra insanlar arasında Hakk'ın şahidi olma makamını elde eder. İnsanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmet (topluluk) olma, ancak takva ahlâkını kuşanmakla mümkündür.[9]
Takva, imanda titizlik, amelde dikkatli olmaktır.
Takva bilinci, bu titizliği bütün davranışlara yansıtmak, onu bir kimlik ve bir örnek kişilik hâline getirmektir.
Kişi, Allah'ı razı etme makamına ancak takva ahlakıyla ulaşır.
Müslüman keramete, yani üstün, saygıdeğer ve keremli olmaya ancak takva bilinci ile kavuşabilir.
Muttaki (takva sahibi) olmak, Allah'ın kullarından istediği bir seviyedir. Bu seviye de İslâm'ın amacı ve Kur'an'ın terbiyesidir.
İslâm, Allah'ın istediği gibi ancak takva bilinci ile yaşanabilir. Bu bilinçten yoksun olanlar, İslâm'ı ya geleneksel olarak yaşarlar, ya da İslâm'ın insan hayatında gösterdiği hedeflere ulaşamazlar.
Kur'an, 'takva', 'ittikâ' ve 'muttaki' kavramları üzerinde çok duruyor. Bunları sık sık hatırlatarak, 'İttikâ etmez misiniz?', 'Rabb'inizden ittikâ edin', 'Muttakilerden olun' diyor.
'Takva bilinci', kişinin amellerinin salih olmasını ve ibadet, hayatın yaratılış amacına uygun olarak yaşanmasını sağlar. Onunla ahlâk güzelleşir, onunla İslâm'ın söz verdiği güzelliklere ulaşılır. Takva bilinci, İslâmî hayatı düzene koyacak olan diriliktir.
Bize gereken şuuru kazandırması dileğiyle, takva kavramını bütün boyutlarıyla tanımaya çalışalım:[10]
1- Kur'an'da Korkuyu Anlatan Kelimeler:
Takvaya, yukarıda geçtiği gibi genellikle 'Allah korkusu' anlamı verilmekte, ya da takva deyince 'Allah korkusu' akla gelmektedir. Takva kelimesi içerisinde 'korku/korkmak' unsuru taşımakla beraber tek başına korku demek değildir. Takvayı yalnızca korku veya korkmak diye anlamak, başka bir dile yalnızca korku diye çevirmek çok yetersiz kalmaktadır. Hatta aşağıda geleceği gibi, takvanın zengin manaları içerisinde korku unsuru en zayıf olanıdır.
Allah (cc), Kur'an'da korku hissine insanın fıtratına uygun olarak ağırlık vermiştir. Çünkü insanın yaratılışında korku ve ümit hissi beraberce bulunmaktadır. Kur'an'da korku olayını anlatan pek çok kelime yer almaktadır. Korku duygusunun çeşitli kavramlarla gündeme getirilmesi de insanın fıtrî yapısına uygundur. Bu kelimeler arasında ince mana farklılıkları olsa da her biri korku olayını değişik boyutlarıyla ifade ederler.
Bunlar; havf, haşyet, hazer, feza', rehbet, vecel, şefkat, huşu' ve ru'bdur.
Bu kelimeler korku olayını çeşitli yönleriyle anlattıkları için bunların üzerinde -takva kelimesinin daha iyi anlaşılabilmesi için- durmak gerekir.[11]
Havf:
Sözlükte, korkmak, kaygılanmak, endişe duymak anlamlarına gelir. Bilinen ve hissedilen bir işaretten dolayı irkilme, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak anlamında bir masdardır.[12]
Bir başka deyişle havf, hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan birşeyin elde edilememesinden duyulan korku ve kaygıdır.[13]
Kur'an'da 'havf ve türevleri 124 yerde geçmektedir. Bunların pekçoğu insanların dünyalık korku ve kaygıları hakkındadır. Meselâ, Hz. Musa (a.s)'ın Firavun tarafından yakalanıp öldürülmekten korkması.[14] Yakub (a.s)'un Yusuf (a.s)'u kurdun yemesinden korkması[15], sahabelerin zayıf zamanlarında düşmanları tarafından yakalanmaktan korkmaları[16] gibi...
Ancak böylesine korkular, mü'minleri dinlerini yaşamaktan alıkoymaz. Onların asıl korkuları Allah'tandır ve O'nun dinine uygun yaşayamamaktandır. Onlar bu endişe ve korku içerisinde yaşadıkları için Allah, onların havflarını-korkularını emniyete-güvene çevirir.[17]
Burada 'havf'ın zıt anlamlısı olarak 'emn', yani güven kelimesinin kullanıldığını görüyoruz.
Başka âyetlerde ise 'havf, Allah korkusu, ahiret kaygısı, azap korkusu ve günah işleme endişesi gibi manaları anlatmaktadır.
'Havf', korku duygusunu genel manada ifade eder. Tabiki olağandışı, esrarengiz birşeyin sebep olduğu korkuya işaret etmiş olabilir. Nitekim Hz. Musa'nın, 'asa'nın ve iplerin yılan gibi kıvrıldığını görünce duyduğu korku bu kelime ile anlatılır.[18]
Bu korku (havf) hissini, Allah'ın âyetlerinin -özellikle de ceza ile ilgili olanlarının- uyandırması gayet doğaldır.
Hûd (a.s), kavmine şöyle sesleniyordu; "Doğrusu, ben sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım."[19]
Buradaki havf’ın (korkunun) hedefi mü'minler için Allah (cc), inkarcılar için ise şeytandır. Bundan dolayı Allah (cc) şeytanın tartarlarından değil, kendisinden havf edilmesini, korkulmasını emrediyor.[20]
Bu âyette geçen; "...Eğer mü'min iseniz benden korkun." cümlesindeki 'havf'ın takva ile aynı manada kullanıldığı söylenebilir.[21]
Allah'tan 'havf', O'nun cezasından ve azap tehdidinden çekinerek itaat yolunu tutma ve günahlardan kaçmadır.[22]
Allah'tan 'havf’ edenlerin dünyalık havfları (korkuları) da buna bağlıdır. Sözgelimi, mü'minler Allah'ın koyduğu haddleri (ölçüleri) yeterince yerine getirememekten[23], adil olamamaktan[24], inkarcıların kendilerini fitneye düşürmesinden[25], kendilerinden sonra gelenlerin İslâm'a bağlı kalıp kalmayacaklarından[26] 'havf ederler, korkarlar.
Hadislerde de 'havf’ kelimesi aynı anlamda kullanılmaktadır. Şeddâd b. Evs'in anlattığına göre O şöyle buyurmuştur: "Ümmetim için korktuklarımın en önemlisi, onların Allah'a şirk (ortak) koşmalarıdır. Dikkat edin, ben size, onlar Güneş'e, Ay'a, ya da putlara tapacaklar demiyorum. Fakat onlar ibadeti Allah'tan başkası için yapacaklar ve gizli şehvete düşecekler. "[27]
Mü'minler şerri, sıkıntısı yaygın olan bir günün azabından korkarlar ve buna göre ahirete hazırlanırlar.[28]
Hz. Adem'in oğullarından biri diğerini öldürmeye teşebbüs edince diğeri ona kendisini öldürmek istese bile ona el kaldırmayacağını söyledi ve şunu ekledi: "...Çünkü ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım (havf ederim)." dedi[29] Hz. İbrahim müşrik olan babasına şöyle söyledi: "Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman (olan Allah) tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum (havf ediyorum). O zaman şeytanın velisi (dostu) olursun."[30]
İnsan Rabbinin makamı karşısında duracak ve hesap verecek. O hâlde insan böyle bir durumdan korkmalı (havf etmeli) ve ona göre hazırlanmalıdır.[31]
Bütün bu ve benzeri âyetlerde korku hissi 'havf’ kelimesi ile anlatılıyor. Ayrıca Kur'an'da, kişinin sadece kendisi için değil, başkası adına duyduğu endişe de 'havf’ kelimesiyle ifade ediliyor.[32]
Bazı âyetlerde, "Allah'ın hidayetine uyanlar"[33], "iyi bir mü'min olarak kendini Allah'a teslim edenler"[34], "iman ettikten sonra davranışlarını düzeltenler"[35], "Allah'ın velileri (dostları)"[36] için ahirette 'havf (korku)' ve hüzün olmayacağı haber veriliyor.
İki âyette Müslümanların Allah'a, O'ndan korkarak, ümit ve yakarışla dua ettikleri dile getirilmektedir.[37]
'Havf’ kelimesi ile ifade edilen korku; -Cüneyd-i Bağdadî'nin dediği gibi-, "her nefes alış-verişte azap görebilirim diye düşünmektir."[38] Ya da korkulan kişinin hatırlanmasından dolayı kalbin ızdırap duyması ve harekete geçmesi, ilâhî hükümlerin ve kaderin işleyiş tarzını kuvvetli bir şekilde görmektir. Ancak burada söz konusu edilen görme, korkunun kendisi değil, sebebidir.[39]
Allah'tan bu şekilde korkmak bizzat O'nun emridir. O'ndan çekinmek, O'nun kendisine ceza vereceğinden korkmak, ya da emrini hakkıyla yerine getirememekten endişe duymak imanın gereğidir. Diğer taraftan insanlardan bazıları, ya otorite sahiplerinden, ya dünyalık bir çıkarın elden çıkması tehlikesinden, ya bir takım makamları ele geçirme arzusundan, ya da insanların tepkilerinden korkarlar. Bundan dolayı da Allah'ın emirlerine uymaktan, O'nun hükümlerini uygulamaktan kaçınırlar. Böyle bir tavra karşı Kur'an şöyle diyor:
"...İnsanlardan korkmayın, benden korkun ve benim âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfir olanlardır."[40]
Korku bir cins enerji açlığı duygusudur. Bu âyetler, bir anlamda enerji yetersizliği diyebileceğimiz korku öğesiyle, başka bir enerji yetersizliği sayılan açlığı birarada kullanıyor.[41]
"Andolsun ki sizi bir parça korku (havf), açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme türünden birşeyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele."[42]
"Ki O, kendilerini açlıktan (kurtarıp) doyuran ve onları korkudan (havftan) güvenliğe kavuşturandır."[43]
Havf, bir açıdan ihlâslı bir kulu günah işlemekten alıkoyan en önemli korkudur. Buharî ve Müslim'in rivayet ettikleri bir hadiste, Allah (cc)'ın, hiçbir gölgenin olmadığı kıyamet gününde yedi sınıf insanı arşının gölgesinde gölgelendireceği söyleniyor. Bunlardan biri de makam sahibi güzel bir kadının günah işleme isteğine karşılık, "Ben Allah'tan havf ederim (korkarım) diyen kimsedir.”[44]
Aşağıdaki hadiste havf, kişiyi ibadet etmeye götüren, ona Allah'a itaat bilinci kazandıran Allah korkusu manasında kullanılmaktadır.
Ukbe b. Amir (r.a.) Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini anlatıyor:
"Rabb'in, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkarak namaz için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve Allah Teâla şöyle der: 'Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor; yani Benden korkuyor (havf ediyor). Yemin olsun ki o kulumu affettim ve onu cennetime koydum."[45]
Haşyet:
Saygı duyulan bir otoritenin karşısında takınılacak tavırla, onun olmadığı yerdeki tavır genelde farklıdır. Fakat her yerde ilâhî tecellilerin varlığını düşünen, kendisini sürekli Yaratıcı'nın huzurunda ve denetimi altında bilen, kendilerine âyet okununca derileri ürperen, gizlide bile günah işlemekten çekinen kimseler sürekli aynı tavırları takınırlar.
Mahiyeti kavranabilen güç sahibinden korkulur. Fakat onun kudretinin derinliği seziliyorsa o zaman bu korku dehşete dönüşür. Bilinir cinsten birşeyin enginliği insana dehşet veriyorsa, mahiyeti kavranamayan, kudretinden ancak bir kısmı izlenebilen Tanrı'nın sınırsızlığı bu dehşeti daha da arttırır.[46]
İnsan idrakinin ötesinde olan Allah'tan tazimle korkma, Kur'an'da 'haşyet' terimiyle anlatılıyor.
Haşyet, korkulan şeyi bilerek, saygı ile birlikte, içi titreyerek korkma demektir.[47]
Havf ile haşyet arasında, korkunun ilgili olduğu şey bakımından fark vardır. Havf, hoşlanılmayan birşeyden ve o şeyin sebebi olan varlıktan korkmak; haşyet ise, hoşlanılmayan şeylerin kendisinden değil de onlara sebep ve kaynak olan varlıklardan korkmak demektir. Havf daha genel, haşyet daha özeldir. Allah'tan hem havf edilir, hem O'na karşı haşyet duyulur. Ama azabından yalnızca havf edilir, korkulur.[48]
İman eden bir kul, Allah'ın kendisine yakın olduğunu ve kendisini her an gözettiğini kalbinde hisseder. O bunu bilerek Rabb'inden haşyet eder, korkar.
Haşyet, sürekli Allah (cc)'ın huzurunda olmanın bilincidir. Kur'an bu korku sıfatını daha çok alimler hakkında kullanmaktadır:
"...Kulları içinde ise, Allah'tan ancak âlim olanlar içleri titreyerek korkar."[49]
Haşyet, marifet (tanıma, idrak) ile birlikte ortaya çıkan bir korku türüdür. Allah (cc) bilinmez ve insanın gözüne görünmez. Bilen, bilinenden daima üstündür. Bu gerçeği bilenler Rablerinden 'haşyet' ederler.
'Havf’ harekete geçme, 'haşyet' ise derlenip toparlanma ve sakinleşmedir. Meselâ, korkunç bir tabiat olayını gören kimsenin iki durumu olur: Birincisi ondan korkma hâlidir. İkincisi ise o olayın kendine zarar vermemesi için tedbir alması veya bir yerde karar kılmasıdır. İşte bu durum 'haşyet' hâlidir. Kişi o olay karşısında korkudan sonra onun tehlikesini anlamış ve ondan korunmak üzere tedbir almıştır.
Allah'a haşyet duyan, O'na itaat eden, ma'siyeti (günah işlemeyi) terk eden; işte gerçek âlim budur. Böyle bir kimse, 'haşyet'in taşıdığı bütün korkularla Allah'tan korkandır. Zaten Allah'ı hakkıyla bilmeyenler O'na gereği gibi haşyet duymazlar. İbni Mes'ud, "Allah'tan haşyet etmek için ilim, aldanmak için de cehalet yeter." demiştir.[50]
Bu anlamda Kur'an, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını vurguluyor. [51]
Peygamberimiz (sav) de şöyle buyuruyor:
"Ben Allah hakkında sizden daha fazla bilgiye sahibim ve benim haşyetim (korkum) sizden fazladır."[52]
Bir hadis-i kudside Allah'tan en çok haşyet edenlerin O'nu en iyi bilenler olduğu söylenmektedir.[53] Hadislerde 'haşyet'in daha çok tefekküre dayalı korku anlamında kullanıldığını görüyoruz.
Bazı âyetlerde, 'Gaybe iman eden mü'minlerin sürekli Allah'a haşyet duydukları’[54], altlarından ırmaklar akan cennetlerde kalacak olan halkın en hayırlıların Rabblerine haşyet duyanlar olduğu[55], 'Allah'tan içleri titreyerek korku duyanların O'nun indirdiği Kitap karşısında derilerinin ürperdiği[56], cennetlik kulların görmedikleri (gayb olan) Rahman'dan haşyet duyanlar olduğu[57] haber veriliyor.
Kur'an'ın ifadesine göre, nice taşlar Allah'ın haşyetinden, korkusundan dağdan aşağı yuvarlanırlar.[58] Eğer Kur'an bir dağın üzerine indirilseydi, o dağın Allah'ın haşyetinden, korkusundan paramparça olduğu görülürdü.[59]
İnsanlardan bazılarının rızık endişesiyle çocuklarını öldürmeleri ya beyinsizlik, ya da cahilliktir! 56 Buradaki korku da 'haşyet' kelimesi ile anlatılıyor. Bu, haşyetin ruhî yapıyı kuşatan bir korku olduğunu gösterir. Müslümanlardan bazıları, Allah yolunda çarpışmaktan çekinerek düşmanlardan tıpkı Allah'tan haşyet eder gibi, hatta daha büyük bir haşyet (korku) içinde olurlar. Bu ise kınanacak bir durumdur.[60] Allah (cc); "Onlardan değil, benden korkun (haşyet duyun)." demekte[61] ve 'haşyet' duyulmaya sadece Allah'ın lâyık olduğunu bildirmektedir.[62] Haşyet, bir anlamda içi korkarak birşeyden çekinmedir. Bu mana Kur'an'da Peygamberimize hitaben; "Hani sen insanlara açıklamaktan haşyet edip (çekinip) içinde saklı tutuyordun. Halbuki Allah haşyet duymana daha lâyıktır." şeklinde kullanılıyor.[63]
Kur'an, Allah'a haşyet duyanlar (içleri korkuyla ürperenler) için bir hatırlatma, bir öğüttür.[64]
Müslümanların en önemli özelliklerinden biri de Allah'a haşyet duymaları, O'nu görmedikleri hâlde O'ndan içleri titreyerek korkmaları, O'ndan başka hiç kimseden bu denli korkmamalarıdır. Bu demektir ki böyle bir korku (haşyet) yalnızca Allah'a karşı duyulur.[65]
Onlar, kendilerine kitap indiren Rablerine 'haşyet' duyarlar, Kitap karşısından derileri ürperir, derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar.[66] Allah (cc) yolunda cihad ederken düşmanlarından 'haşyet (korku)' duysalar da Allah'a duydukları 'haşyet' bunu bastırır.[67] Onlara denilse ki, düşmanlarınız size karşı biraraya geldiler, onlardan haşyet duyun, böyle bir haber onları korkutmaz; bilakis imanları artar ve 'Allah bize yeter, O ne güzel vekildir' derler.[68]
Bütün Müslümanlarda 'havf’ duygusu olsa bile, 'haşyet' sıfatı daha çok âlimlerde bulunur. Havf ve haşyet duyguları Allah'ı tanımak ve arif olmakla orantılıdır. Kalp 'marifetullah'a, yani Allah'ı hakkıyla tanıma ve anlama makamına ulaşırsa O'nun zikriyle meşgul olur. Kişinin Allah'a karşı duyduğu havf ve haşyet sürekli bir itaate dönüşür. Kalbin bu hâline 'tazarru' denir. Tazarru' ve niyaz (yakarma) içinde olan bir kalp organlara etki eder, onları iyi amellere yönlendirir.
Bazı hadislerde Allah (cc) korkusundan ağlama, 'haşyet' kelimesi ile anlatılmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"Allah korkusundan (haşyetinden) ağlayan göze, süt memeye dönünceye kadar ateş dokunmaz."[69]
"İki göze cehennem ateşi dokunmaz: Biri, Allah korkusundan (haşyetinden) ağlayan göz, diğeri de Allah yolunda nöbet bekleyen gözdür."[70]
Bunlardan başka pekçok hadiste de haşyetin Allah korkusundan dolayı ağlamak, üzülmek, saçı beyazlatan endişe manalarında kullanıldığını görüyoruz.[71]
Takva kelimesi bazen, korku ve ürperti anlamında 'havf ve haşyet' kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Bu bir anlamda takvanın bir sonucu olarak Allah'a havf ve haşyet duymak (korkmak) demektir.
Şu âyette 'haşyet' ve 'ittika' beraber yer alıyor:
"Kim Allah'a ve Rasulüne itaat eder, Allah'tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O'ndan ittika ederse (korunursa), işte kurtuluşa erenler onlardır."[72]
Hazer:
Korku veren şeyden sakınmak[73], birşeyden korkmak ve ondan çekinmek, tayakkuz hâlinde (uyanık) olmak demektir.[74] Bu çekinme veya sakınmada, zararın geleceği ister kesin olsun, ister şüpheli olsun, farketmez.
Hazerde, zararlı şeye karşı bir savunma, kendini korumaya alma durumu vardır. Bu aynı zamanda zararlı veya istenmeyen birşeye karşı duyulan bir endişe, bir tasadır.
Nitekim, dince yasaklanan, yapılması caiz görülmeyen pekçok davranış hakkında, 'O dinen mahzurludur, onun yapılmasında mahzur vardır' denilir (Mahzur, hazer kökünden türemiş bir ism-i mef'uldür.) Böylece o davranışı yapmaktan kaçınmanın gereği anlatılmış olur. Dikkat edilirse burada dinen zararlı sayılan birşeye karşı bir korunma durumu söz konusudur.
Allah (cc) Müslümanlara şöyle diyor: "...Ve bilin ki, elbette Allah kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık O'ndan sakının (hazer edin)..."[75]
Bir başka âyette ise Müslümanlara: "Allah'a ve Rasûlüne itaat edin ve sakının (hazer edin)..."[76] buyurulmaktadır.
Kur'an, eşlerin ve çocukların dünya imtihanını kazanmaya engel olabileceklerini söyledikten sonra onların hakları konusunda hazer edilmesi, çekinilmesi gerektiğini ekliyor.[77]
Allah (cc), Müslümanların inkarcıları veli (dost) edinmelerini yasaklıyor. Ancak onlardan gelebilecek bir zarardan hazer ederlerse, sakınırlarsa o durum başkadır. Allah (cc) yine de müslümanları kendisinden hazer etmeye, çekinmeye çağırıyor.[78]
Kur'an, Allah'ın emrine karşı gelenleri, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden veya acıklı bir azabın gelmesinden hazer ettiriyor, sakındırıyor.[79]
Gerçek müslümanlar, Allah için geceleri bile ayağa kalkıp namaz kılan, gönülden ibadet eden ve ahiretten, orada olacaklardan hazer eden, korkup sakınan, bundan dolayı da zarar etmemek için hazırlıklı olan kimseler[80]dir.[81]
Feza':
İnsanı korkutan herhangi birşey karşısında ürpermek ve sarsılmaktır.[82] Ani bir baskın, şiddetli bir gürültü ve benzeri tehlikeler karşısında, kalbi yerinden koparacak denli ani ve birdenbire ortaya çıkan korkulardır.
Korkunç birşeyden dolayı insanda meydana gelen tutukluk ve ürkeklik, yani şiddetli korku ile sarsılmak demektir[83]
Ancak 'Allah'tan feza' ettim, ‘Allah'tan aniden ürperdim' denilmez. Buna karşın 'Allah'tan havf ettim, korktum' denilebilir.[84]
Kur'an, kıyametten dolayı meydana gelecek olan ve özellikle inkarcıların ödünü patlatırcasına şiddetli ve benzeri olmayan o korkuya 'el-feza'ul ekber: en büyük ürperti' demektedir.[85]
Kıyamet için Sûr'a üfürüleceği gün, Allah'ın dilediği kimseler dışında, yerde ve göklerde olan herkesin duyacağı korku da aynı kelime ile anlatılıyor.[86]
Kıyamette kim bir hasene (sevap) ile gelirse ona ondan daha hayırlısı vardır ve o kimseler ahiretin ürpertisine (feza'ına) karşı emin olurlar.[87]
Bir âyette ‘havf ve feza' kelimelerinin beraber kullanıldığını görüyoruz. Burada bir kimsenin ani bir olay karşısındaki duyduğu ürperti anlamındadır.
İki davalı duvardan aşıp Hz. Davud'un yanına gelince; "...O, onlardan ürkmüştü (feza' etmişti); onlar dediler ki: Korkma (lâ tehâf), biz iki davacıyız..."[88]
Rehbet:
'Rehbet', acı ve ızdırap duyup büyük bir korkuyla çekinmek demektir.[89]
'Rehb'in fail ismi olan 'rahib', büyük bir korkuyla ürperen, ciddî bir korkuyla çekinen kimse demektir. Bunun çoğulu 'ruhban', veya 'ruhbaniyyun'dur. Ruhbanlık yapmaya da 'rehbaniyyet' denmektedir.
'Rehbet', ürpermek anlamıyla hem insanlardan hem de Allah'tan korkmayı ifade eder.[90]
"Herhalde onların içindeki 'dehşet ve yılgınlık' bakımından siz, Allah'tan (O'na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz. Bu, gerçekten onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir."[91]
Burada, müşriklerin yanlışlıkla insanlardan gelebilecek korkuyu önemseyerek ya da abartarak, Allah korkusunun önüne geçirmeleri söz konusu ediliyor.
'Rehbet', hoşlanılmayan şeylerden hızlıca kaçmayı, onları hemen terk etmeyi ifade eder. Rehbetin, kalbin arzu edilen şeye doğru harekete geçmesi anlamına gelen 'rağbet' kelimesinin tam zıddı olduğunu hatırlayalım. ('Terğîb', teşvik, kalbi hoşlanılan şeylere özendirme; 'terhib', sakındırma, kalbi hoşlanılmayan şeylerden uzaklaştırma, korkutma demektir ki, bu konulardaki hadisleri biraraya toplayan hadis kitaplarına bu ad verilir.)
'Rehb veya rehbet', aynı zamanda olumlu bir davranış hâlinde muttakilerin (takva sahiplerinin) bir özelliği olarak geçmektedir. Rehbet içinde bulunan mü'minler, gerçekte Rablerinden hakkıyla korkup ürperirler. Çünkü onlar Rabb'in azametini (büyüklüğünü) ve azabının çetinliğini anlayan kimselerdir.
"O'nun (Zekeriyya'nın) duasına cevap verdik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekte onlar hayırda yarışırlardı, umarak ve korkarak (rehbet içinde) bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi."[92]
Kur'an, İsrailoğulları'na verilen nimeti hatırlattıktan sonra, onlara yalnızca Allah'tan 'rehbet' etmelerini (korkmalarını) hatırlatıyor. [93]
Şu âyetteki 'rehbet' de aynı manadadır:
"Allah buyurdu ki: 'İki ilâh edinmeyin; O, yalnızca tek bir ilâhtır. Öyleyse benden, yalnızca benden korkun (rehbet edin)."[94]
Kur'an-ı Kerim, mü'minlere savaş atları veya savaş malzemeleri hazırlamalarını, bununla kendi düşmanlarını ve onların bilmediği ama Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutabileceklerini (türhibûn) bildiriyor.[95]
Günümüz Arapçasında, dehşet saçmak, korkutmak, terör yapmak anlamında aynı kökten gelen 'irhab' kelimesi kullanılmaktadır.
Kur'an, 'rehb veya rehbet' sahibi kimselerin olumlu ve olumsuz yanlarını ayrı ayrı haber vermektedir. Nitekim yukarıda geçtiği gibi, Allah'tan (rehbet etmeyi) korkmayı mü'minlerin güzel bir davranışı olarak anıyor.
Kur'an-ı Kerim, dinde ruhbanlığı (aşırı dindarlığı, zahidliği), yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, nefsi en tabiî ihtiyaçlarından bile mahrum etmeyi icad edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit etmektedir. Böyleleri, dinde ruhbanlığı icad etmelerine rağmen kendi uydurdukları ruhbanlığın kurallarına bile gereği gibi uymadılar.[96]
Rehbet ile haşyetin anlam benzerliği vardır. Bu da korkulan şeyin gücünü bilmekten kaynaklanan bir korkuyu ifade etmeleridir.[97]
Vecel:
Korkuyu hissetmektir.[98] Korku, kendini emniyette hissetmenin karşıtıdır. İnsan kendini güven içinde hissetmez ve huzursuzluk duyarsa bu durum 'vecel' kelimesiyle anlatılır. Bu aynı zamanda muhabbetle beraber meydana gelen korku, Allah'ın (cc) azamet ve büyüklüğünden kaynaklanan bir ürpertidir.[99]
Bir başka deyişle sorumluluk duygusundan dolayı, ilâhî azamet karşısında ızdırap ve endişe ile titreme durumudur.[100]
Anlam bakımından 'havf'tan ve 'haşyet'ten çok farklı değildir.
Bu korku gerçek Müslümanların bir sıfatıdır ki, Allah'ın adı onların yanında anıldığı zaman O'ndan havf ederler (korkarlar) ve hemen emirlerini yerine getirirler ve yasaklarını terkederler.
Kur'an, mü'minleri anlatırken şöyle diyor:
"Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir (vecel duyarlar), O'nun âyetleri okunduğunda imanlarını artırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler."[101]
Süddî bu âyetle ilgili şöyle demiştir: "O müslüman öyle bir kimsedir ki, bir an gelir zulmetmek ister veya bir günah işlemeye niyet eder. Ona 'Allah'tan kork' denilince kalbi ürperir, bir korku duyar ve hemen bu kötü işleri bırakır."[102]
Yine mü'minler Rablerine döneceklerinin şuuru ile O'nun yolunda infak ederken kalpleri ürperir (vecel duyarlar).[103]
Hz. Aişe (r.a)'den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir:
"Dedim ki:
Yâ Rasûlallah (s.a.v), 'Verdiklerini korku ile, ürpererek verirler.' âyetinde bahsedilen kimseler zina eden, içki içen ve hırsızlık edenler mi?' Peygamber (s.a.v) şöyle cevap verdi:
'Hayır, ey Sıddîk'ın (Ebu Bekr'in) kızı; onlar oruç tutan, namaz kılan, zekât veren ve onların kabul olunup olunmayacağından korkan (havf eden) kimselerdir.”[104]
Bu hadiste, âyette 'vecel' kelimesiyle ifâde edilen korkunun 'havf’ olarak açıklandığını görüyoruz.
İki melek Hz. Meryem'in yanına varınca o onların gelişinden korkup ürperdi. Onlar da ona şöyle dediler: "Korkma (vecel duyma), biz sana bilgin bir çocuk müjdelemekteyiz."[105]
Şefkat:
Şefkat, aslında güneşin batışı anında gündüzün ışığı ile gecenin karanlığının karışması anlamına gelen 'şa-fak'tan türemiştir. Korku ile beraber ilgi göstermek, yardım etmek demektir. Çünkü şefkat sahibi kimse (müşfik), şefkat ettiği kimseyi sevmekte, ona bir zararın gelmesinden korkmaktadır.[106]
Şefkat, kalp inceliği ile beraber, üzerine titrenilen birşeye gelebilecek bir zarar ve tehlikeye karşı kalpte duyulan korkudur, endişedir. Annenin çocuğu üzerine titremesine de 'şefkat' adı verilir.
Müslümanlar kıyamet saatinden haşyet ederler ve ondan dolayı kalpleri titrer (onlar müşfiktirler).[107] Rablerinden haşyet ederler ve O'na karşı sürekli bir şefkat (korku) duyarlar.[108] O'nun azabından da aynı şekilde korkarlar.[109]
İnkarcılar, kıyamet günü amel defterlerinin önlerine konulduğunu görünce kalpleri ürperir ve sonuçtan korkarlar (müşfik olurlar).[110] Kazanmakta olduklarından dolayı kalpleri korku ile ürperir, titrer.[111]
Şefkat, bu mana ile beraber 'havf'a yakındır.
Şefkat, bir âyette de kişinin ailesi hakkında duyduğu endişeyi, onlar hakkında hissettiği korkuyu anlatmaktadır.[112]
Huşu’:
Huşu', sözlükte, boyun eğmek[113], sessiz ve sakin olmak, alçak gönüllü olmak anlamındadır. Yani kalp ve organlarla birlikte, bütün bir benlikle başkasının önünde bir boyun eğiştir, saygıya götüren bir korkudur.
Huşu', terim olarak, Allah'ın huzurunda olunduğu şuuruyla tevazu gösterip boyun eğmeyi ifade eder. Yaklaşık aynı manaya gelen 'hudu', daha çok bedenle yapılan alçalmayı ve boyun eğmeyi, 'huşu' ise, buna benzer hareketlerle dışa yansıyan kalpteki sakinliği ve tevazu hâlini ifade eder. Huşu', içten gelen ve karşıdakinin heybetinin sebep olduğu manevî ve ahlâkî bir durum, 'hudu' ise zorlama sonucu mecbur kalman bir boyun eğme olabilir.[114]
'Huşu' saygı dolu korkuyu, tam bir boyun eğişi ve bu boyun eğişin gerektirdiği hareketlen haşyetle, ürpererek yerine getirmeyi ifade eder.
Kur'an'da 'huşu', namazdaki tevazu[115], saygı göstererek korkma ve çekinme[116], çaresizlik, sakin bir şekilde durma, zelil olma[117] anlamlarında kullanılmıştır.
Kur'an, iman edenleri Hak'tan inmiş olanın zikri için kalplerinde 'huşu': saygı dolu korku duymaya davet ediyor ve onları daha önce kendilerine kitap verilenler gibi kalplerinin katılaşmasından sakındırıyor.[118] Zaten ilim ehli kimseler Kur'an okunduğu zaman secdeye kapanırlar ve huşulan, saygı dolu korkulan artar.[119]
Allah'ın âyetlerinden biri olan toprak[120] ve eğer Kur'an üzerine indirilseydi Allah'ın haşyetinden, korkusundan paramparça olacak olan dağlar da[121] huşu' içerisindedir. Burada cansız iki varlığın Allah'ın büyüklüğü karşısındaki teslimiyetleri 'huşu' kelimesi ile anlatılıyor. İnsandan da böyle bir teslimiyet, böyle bir saygı ile boyun bükme istenmektedir.
Kur'an'm üzerinde durduğu 'huşu'yu en iyi rükûsu ve secdesi olan namaz sembolize eder. Müslüman kişi, namaz kılarken kendini maddî hayattan temamen uzaklaştırarak, kibir ve gururu bir tarafa atarak Yaratıcı'nm huzurunda saygıyla boyun büker.[122] Rabbinin huzurunda say-gısıyla ürpermeyen kimselere zaten namaz ibadeti ağır gelir.[123]
Peygamberimiz (sav), namazın ancak 'huşu' duyularak kılınabileceğini ifade ediyor.[124]
Öyle görülüyor ki Kur'an, kötülüklerden kaçınmak için 'havf'i, salih ameller işlemek için 'takva'yı, hayat tutkusunun kırılması için de 'haşyet'i tavsiye etmektedir. Bu ruh hallerini geçtikten sonra müslüman kişiden istenen 'huşu'dur,- Allah'ın azameti karşısında saygı ile boyun bükme, O'nun hükümlerine teslim olmadır.[125]
Peygamberimiz (sav) şöyle dua ederdi: "Allahım, huşu' duymayan bir kalpten sana sığınırım..."[126]
Ru'b:
Kur'an, insanı bir tehlike veya musibet anında, ürkmeye, acele etmeye, heyecan duymaya, telâşa, can sıkıntısına ve nefes nefese kalarak ne yapacağını bilememe durumuna düşüren bu gibi sinirsel kaygı ve korkulardan söz ederken 'havf'ın yanında 'ru'b' kelimesini de kullanıyor.
Ru'b, insanın içine korkunun birikmesinden dolayı duyduğu sarsıntıdır.[127]
Kur'an, dört âyette inkarcıların kalplerine yerleştirilen korkuyu, tedirginliği, can sıkıntısını ve titremeyi 'ru'b' kelimesiyle ifade ediyor.[128]
Mağarada üç yüz on yıl uyutulan Ashab-ı Kehf'in durumunun şaşırtıcılığı, insana verdiği ürperti şu sözlerle anlatılıyor:
"Uykuda oldukları hâlde sen onları uyanık sanırdın. Öyle ki, biz onları bir sağa bir sola çeviriyorduk ve köpekleri de eşikte ön ayaklarını uzatmıştı (uyuyakalmıştı). Onlara (bu halleriyle) rastlamış olsaydın arkanı dönüp kaçardın; onlardan yana için korku (ru'b) ile dolardı."[129]
Onların bu mucizevî durumunu bilmeyen hazırlıksız bir seyirci, onları kuşatan atmosferde ilk bakışta derinlikli, sarsıcı, belki de ahirete ait bir şeyler hisseder ve onların Allah tarafından seçilmiş kişiler olduğunu hemen farkederdi.[130]
2- Takva Kelimesinin ve Türevlerinin Anlamı:
'Takva' kelimesinin aslı 'vekâ' fiilidir. Bu fiilin masdarları olan 'vikaye, vakyen, vâkıeten, vikâü' kelimeleri yaklaşık aynı manada olup, zarar verecek şeylerden çekinmek, bir şeyi korumak, birşeyi başka birşeyle bir tehlikeye karşı korumaya almak demektir.[131]
Başka bir deyişle 'vekâ', birşeyi başka birşeyle giderme, koruma demektir. Bu bir anlamda zararlı şey ile kendisinin arasına bir engel koymaktır. "Ondan kalkan ile ittika etti" sözünün manası, onunla kendi arasına kalkanı engel yaptı, kalkanla kendini korumaya aldı demektir.[132]
"Yarım hurma ile de olsa, sadaka vererek kendinizi bir tehlikeden, yani cehennemden koruyunuz (ittika ediniz)." hadisinde bu anlamda kullanılmıştır.[133] Yani kendinizle cehennem ateşi arasına, sizi onun ateşinden koruyacak bir engel koyun.[134]
'Vekâ', kötülüklerin her birinden Allah'ın korumasına girmek demektir.[135]
'Vekâ' fiil kökünden gelen 'ittika' sözlükte, vikayeyi kabul etmek, bir başka deyişle, vikayeye girmek, elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini korumaya almak anlamına gelir.[136]
Bir hadiste şöyle deniyor: "İmam (müslüman lider) kalkan gibidir. Onunla ittika edilir (korunulur), onun arkasında düşmanlara karşı savunma yapılır."[137]
Aynı kökten gelen 'tevekka' da 'ittika' anlamındadır.[138] Tevekki' (çekinme) deyiminde yorgunluğa katlanma, 'ittika'da ise sadelik anlamı vardır.
Vekâ fiilinin faili olan 'tekî' (çoğulu etkıyâ), nefsini salih amelle azaptan ve günahlardan koruyan kimse demektir.[139]
'İttika'nın fail ismi olan 'muttaki', korunan, sakınan, takva fiilini işleyen, kendini koruma altına alan demektir.[140]
'Takva' kelimesinin kendisinden türediği 'ittika' fiili aslında 'iftial' babında 'ivtikâ' şeklinde idi. Arapçadaki harflerin değişim kuralına göre buradaki 'vav' harfi 'te'ye dönüşmüştür.[141]
Hadislerde sözlük anlamıyla 'çekinmek, sakınmak, korkmak' manalarında geçmektedir.
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Benden hadis rivayet etmekten ittika edin (sakının); ancak (benim sözüm olduğunu kesin olarak) bildiğiniz hadisleri rivayet edebilirsiniz..."[142]
"Sizden biriniz (din) kardeşiyle vuruşursa, yüzüne vurmaktan sakınsın (ittika etsin)."[143]
Aynı fiil kökünden gelen 'vâk' kelimesi, koruyan, çekinen, himaye eden demektir. Kur'an bunu Allah'a nisbet ederek kullanıyor.
"Dünya hayatında onlar için azab vardır, ahiret azabı ise daha zordur. Onları Allah (ın azabın)'tan koruyacak bir kimse (vâk) yoktur."[144]
'Takva', 'ittika'nın ismidir ve sözlük anlamı olarak, nefsi korktuğu şeyden korumaya almak, sakınmak anlamına gelir.[145] Başka bir deyişle, kuvvetli bir himayeye girmek, korunmak, kendini birşeyle koruma altına almak demektir.
Kur'an, 'takva ve ittika' kelimelerini sözlük anlamına yakın manalarda da kullanmaktadır. Birkaç âyette bunun örneklerini görebiliriz:
"Kim nefsinin bencil tutkularından 'ittika ederse, korunursa', işte onlar, kurtuluş bulanlardır."[146]
"Artık Allah da onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve sevinç vermiştir."[147]
"Kâfirler için hazırlanmış cehennem ateşinden ittika edin (korunun)."[148] Burada takva, ateşe nisbet edilerek, kendini ateşten korumak, ateşe düşmekten sakınmak manasında kullanılmıştır.
"Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına birşey ödemeyeceği, hiç kimseden bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden ittika edin (korkup sakının)."[149]
"Kıyamet günü o kötü azaba karşı yüzünü kim koruyabilecek? Ve zalimlere 'Kazanmakta olduğunuzu tadın' denmiştir."[150]
"Ey iman edenler, kendinizi ve aile fertlerinizi cehennem ateşinden koruyun."[151] Hz. Ali (r.a) bu âyetle ilgili olarak, "Yani aile fertlerinize 'hayır olan şeyleri' öğretin, (böylece onları cehennem ateşinden korumuş olursunuz).” demiştir.[152]
Müslümanlar bazen şöyle dua ederler: "...Rabbimiz, şüphesiz biz iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru..."[153]
Burada 'vekâ' fiili istek kipi hâlinde ve daha çok sözlük manasında kullanılmıştır.
Bazı hadislerde de takvanın çekinmek, korunmak, tedbir almak, iki şey arasına engel koymak anlamlarında kullanıldığını görüyoruz.[154]
Ebu Hureyre'nin (r.a) rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.v) demiştir ki: "Kim, iki dudağının ve iki bacağının arasının şerrinden Allah'a karşı ittika ederse (korkup sakınırsa) cennete girer."[155]
Ebu Said el-Hudrî (r.a)'nın rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle demiştir: "Şüphesiz ki dünya (hayatı) tatlıdır, yeşildir. Allah (cc) sizin nasıl amel işleyeceğinize bakmak için sizi orada halifeler kıldı. Dünyadan ittika edin (dünya hayatına kapılmayın), kadın tutkusundan da ittika edin (kendinizi koruyun). Çünkü İsrailoğullarının ilk fitnesi kadın tutkusundan olmuştu."[156]
Ebu Hureyre(r.a)'den rivayette Peygamberimiz (sav) buyurdu ki: "İmam (Müslüman yönetici) kalkan gibidir, onunla (düşmana karşı) savaşılır, onunla ittika edilir (korunulur). O eğer Allah'tan ittika etmeyi (korkup sakınmayı) emrederse ve adaletli olursa bu onun için ecir olur. Bunun dışında (şer olan şeyleri) emrederse bu da onun için günah olur."[157]
Peygamberimizin bir cenaze için, "...Yarabbi, onu kabir ve ateş (cehennem) azabından koru..." şeklindeki duasında 'ittika'nm sözlük anlamıyla kullanıldığını görüyoruz.[158]İttikamn bir hadiste sözlük anlamıyla, ilaçla tedavi olarak hastalıktan korunma anlamında kullanıldığını görüyoruz .[159]
Kur'an takvayı, Allah'tan hakkıyla korkup sakınmak, kendini itaatle korumak, O'nun cezasından çekinerek ve günahın kazandıracağı kötü sonuçtan ürkerek O'ndan sakınmak anlamında kullanıyor. Takva tavsiyesinin temelinde de bu sakındırma fikrinin var olduğunu söyleyebiliriz. Esasen Kur'an, Allah'tan ittika etmeyi hem O'nun azabından sakınmak, hem O'na itaatle kendini dünyada ve ahirette istenmeyen şeylerden korumaya almak, hem de âlemlerin Rabbine karşı, O'nun ilâhlığı karşısında kul olma sorumluluğu ile hareket etme şuuru manasında kullanmaktadır. Ancak bu anlam yerine göre bazen korku unsurunu daha çok ön plâna çıkarıyor, bazen de sakınma ve ona göre tedbir alma unsuruna vurgu yapıyor.
Söz gelimi, peygamberlerini dinlemeyen isyancı kişi ve topluluklara yöneltilen 'Allah'tan ittika edin' uyarısı ile, mü'minlere yöneltilen birtakım ibadetleri yapma konusundaki 'Rabbinizden ittika edin' emri arasında korkutma ve uyarma unsurları açısından fark vardır.
"Kullarından dilediklerine, kendi emrinden melekleri ruh ile indirir; benden başka ilâh yoktur, o hâlde benden ittika edin (korkup sakının), diye uyarın."[160]
Şu âyette de iman edenlere sesleniliyor:
"De ki: 'Ey iman eden kullarım, Rabbinizden ittika edin (O'na karşı kulluk bilinciyle hareket edin). Bu dünyada iyilik etmekte olanlar için bir iyilik vardır. Allah'ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir."[161]
Şu âyette ise 'ittika' emrinin genel olduğunu görüyoruz:
"Onların üstlerinden ateşten katlamalı-tabakalar, altlarından da katlamalı-tabakalar vardır. İşte Allah, kendi kullarını bununla tehdit edip korkutuyor (havf ettiriyor); ey kullarım, öyleyse yalnızca benden ittika edin."[162]
[3] Nisa: 4/28.
[4] Rûm: 30/54.
[5] Âl-i İmran: 3//14
[6] Yusuf: 12/53.
[7] Lokman:31/33; Fatır: 35/5; İnfitar: 82/6.
[8] Secde: 32/14.
[9] Al-İmran: 3/110.
[10] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 13-17.
[11] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 18.
[12] R. Isfehânî, Müfredat, İst. 1986. s. 229.
[13] et.Tarifât'tan, nak. M. Kara, DİA, Havf Maddesi, 16/528.
[14] Kasas: 28/33.
[15] Yusuf: 12/13.
[16] Enfal: 8/26.
[17] Nûr: 24/55.
[18] Neml: 27/10.
[19] Şuarâ: 26/135. Ayrıca bak. İbrahim: 14/14; İsra: 17/59-60.
[20] Âl-i İmran: 3/169.
[21] T. İzutsu, K. Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, İst. trh. s. 262-263.
[22] En'am: 6/15.
[23] Bakara: 2/229.
[24] Nisa: 4/3.
[25] Nisa: 4/101.
[26] Meryem: 19/5.
[27] İbni Mace, Zühd/21, Hadis no: 4205, 2/1406.
[28] İnsan: 76/7.
[29] Maide: 5/28.
[30] Meryem: 19/45.
[31] bak. Hûd: 11/103; İbrahim: 14/14; Rahman: 55/46.
[32] bak. Hûd: 11/26, 84; 40 Ğaflr: /26
[33] Bakara: 2/38.
[34] Bakara: 2/12.
[35] En'am: 6/48.
[36] Yunus: 10/62.
[37] bak. A'raf: 7/56; Secde: 32/16.
[38] İbni Kayyım el-Cevziyye, Medaricü's Salikîn, terc. Heyet, İst. 1994, 1/396.
[39] İbni Kayyım el-Cevziyye. a.g.e., 1/397.
[40] Maide: 5/44.
[41] A. Baydar. Kur'an'da Korku, Ümran, sayı 53, s. 51.
[42] Bakara: 2/155.
[43] Kureyş: 106/4.
[44] nak. Münzirî, el-Terğîb ve't Terhîb, Kahire/1415-1994, 4/194.
[45] EbuDavud, Salat/272, Hadis: 1203, 2/4. Nesâî, Ezan, 26, 2/17. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 18-24.
[46] A. Baydar, Kur'an'da Korku, Ümran, sayı: 53, s. 54.
[47] R. Isfehânî, Müfredat, s. 213.
[48] Askerî'den, Dr. L. Cebeci, Takva, Ank. 1985, s. 20.
[49] Fatır: 35/28.
[50] İbni Teymiyye, el-Tefsiru'l Kebir, Beyrut trh. 3/329-330.
[51] Zümer: 39/9.
[52] Buhari, Edeb/72, 8/31; Müslim, Fedâil/127-128, Hadis: 2356, 4/1829.
[53] Darimî, Sünen, Medine, 1386-1966, Mukaddime/34, Hadis no: 368, 1/86.
[54] Yasin: 36/11; Kaf: 50/33.
[55] Beyyine: 98/8.
[56] Zümer: 39/23.
[57] Kâf: 50/33.
[58] Bakara: 2/74.
[59] Haşr: 59/21.
[60] İsra: 17/31.
[61] Nisa: 4/77.
[62] Maide: 5/3-44; Bakara: 2/150.
[63] Tevbe: 9/13.
[64] Tâhâ: 20/3.
[65] Rad: 13/212; Enbiya: 21/49; Ahzab: 33/39.
[66] Zümer: 39/23.
[67] Nisa: 4/77.
[68] Âl-i İmran: 3/173.
[69] Tirmizî'den, M. A. Nasıf, et-Tâc, Beyrut trh. 5/204. Bir benzeri için bak. İbni Mace, Zühd/19, Hadis no: 4197, 2/1404. Munzirî, el-Terğîb ve't-Terhib, 4/194
[70] Tirmizî, nak. Münzirî, et-Terğîb ve't Terhîb, 4/194.
[71] Hakim'den, et-Terğîb ve't-Terhîb, 4/194. Ayrıca bak. 4/195-198.
[72] Nûr: 24/52; Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 24-29.
[73] Müfredat, s. 159.
[74] M.Vasît, 1/162.
[75] Bakara: 2//235.
[76] Maide: 5/92.
[77] Teğâbûn: 64/14.
[78] Âl-i İmran: 3/28,30.
[79] Nur: 24/63.
[80] Zümer: 39/9.
[81] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 29-31.
[82] Müfredat, s. 570.
[83] Elmalılı H. Yazır, Tefsir, sad. Heyet, İsi. trh. 6/166.
[84] Müfredat, s. 570.
[85] Enbiya: 21/103.
[86] Neml: 27/87; Aynca bak. Sebe’: 34/51.
[87] Neml: 27/89.
[88] Sâd: 38/22; Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 31-32.
[89] Müfredat, s. 296.
[90] Kasas: 28/32.
[91] Haşr: 59/13.
[92] Enbiya: 21/90; A'raf: 7/154.
[93] Bakara: 2/40.
[94] Nahl: 16/51.
[95] Enfal: 8/60.
[96] Hadid: 57/27.
[97] Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 32-35.
[98] Müfredat, s. 807.
[99] Elmalılı, Tefsir, 4/202.
[100] A. Baydar, a.g.m., s. 55.
[101] Enfal: 8/2; Bir benzeri için bak. Hacc: 22/35.
[102] İbni Kesir, Muh. Tefsir, Beyrut, trh. 2/83.
[103] Mü’minûn: 23/60.
[104] Tirmizî, Tefsir/24, Hadis no: 3175, 5/328; İbni Mace, Zühd/20, Hadis no: 4198, 2/1404.
[105] Hicr: 15/53. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 35-36.
[106] Müfredat, s. 386.
[107] Enbiya: 21/28, 49; Mü'minûn: 23/57.
[108] Şûra: 42/18.
[109] Meâric: 70/27.
[110] Kehf: 18/49.
[111] Şura: 42/22.
[112] Tur: 52/26. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 37.
[113] Müfredat, .s. 213.
[114] bak. Şuara: 26/4. M. Şeker, DİA, Huşu' mad. 18/422.
[115] Bakara: 2/45.
[116] Enbiya: 21/90.
[117] Tâ-hâ: 20/108; Kamer: 54/7.
[118] Hadid: 57/16.
[119] İsra: 17/107-109.
[120] FussiIet: 41/39.
[121] Haşr: 59/21.
[122] Mü'minûn: 23/l-2.
[123] Bakara: 2/45.
[124] Tırmizî, Salat 283, Hadis: 385, 2/225.
[125] A. Baydar, a.g.m., s. 56.
[126] Tirmizî, Daavât 69, Hadis 3482,5 /519. Nesâî, İstiâze 2, 8/224. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 38-39.
[127] Müfredat, s. 287.
[128] Âl-i İmran: 3/151; Enfal: 8/124; Ahzab: 33/26; Haşr: 59/2.
[129] Kehf: 18/18.
[130] M. Esed, K. Mesajı, 2/589. Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 40.
[131] İbni Munzur, Lisanü'l Arab, Beyrut, 1387-1956, 15/401-402. el-Firuzâbâdî, Kamusu'l-Muhît, Mısır, 1371-1952, 4/403. El-Cevherî, es-Sıhah Tacü'l-Lüga, Kahire 1377-1957, 6/2527. R. Isfehânî, Müfredat, s. 833.
[132] İbni Faris, Mu'cemu Mekâyisi'l-Lüga, Mısır, 1392-1972, 6/131.
[133] Müslim, Zekât/20, Hadis no: 1016, 2/703. Buharî, Zekât/10, 2/136, Edeb/34, 8/14. Nesâî, Zekât/63, 5/56. İbni Mace, Zekât/28, Hadis no: 1843, 1/591. Darimî, Zekât/24, 1/328. Müsned, 4/256, 257, 259, 377, 379, 6/137. Nak. Mu'cemu'l-Mufehres, 7/298.
[134] F. B. Zekeriyya, M. Mekâyisı'l-Lügâ, 6/131.
[135] Zamahşerî, el-Esasü'l-Belâğâ, Beyrut 1385-1965, s. 686.
[136] Lisânü'l-Arab, 15/401.
[137] nak. Usanü'1-Arab, 15/403.
[138] Lisânü'1-Arab, 15/402.
[139] Lisânü'l-Arab, 15/403.
[140] es-S. Tâcü'l-Lüga, 6/2527.
[141] Lisânü'l-Arab, 15/403. Es-S. Tacü'1-Lüga, 6/2526. Tehzibü'l-Lüga, 9/376.
[142] Tirmizî, Tefsir/l, Hadis no: 2951, 5/199.
[143] Müslim, Birr/32, Hadis no: 2612, 4/2016.
[144] Ra'd: 13/34. Ayrıca bak. Ra'd: 13/37, 40 Ğafir/21.
[145] Müfredat, s. 833.
[146] Teğabûn: 64/16 ve Haşr: 59/9.
[147] İnsan: 76/11.
[148] Âl-i İmran: 3/131; Bakara: 2/24.
[149] Bakara: 2/48, 123. Bir benzeri Bakara: 2/281.
[150] Zümer: 39/24.
[151] Tahrim: 66/6.
[152] Hâkim'den, nak. Et-Terğîb ve't Terhîb, 1/96.
[153] Âl-İ İmran: 3/16. Bir benzeri Bakara: 2/201.
[154] Meselâ bak. Nesâî, İmame/33, 2/73.
[155] Tirmizi, Zühd/60, Hadis no: 2408, 4/606.
[156] Müslim, nak. Riyazü's-Salihîn, Mısır, 1357-1938. s. 51.
[157] Müslim, İmâre/10, Hadis no: 1841, 3/1471. Nesâî, Biat/30, 7/139. Buhari, Cihad/109, 4/60. Müsned, 2/523, nak. M. Müfehres, 7/297.
[158] Nesâî, Cenâiz/77, 4/59. Ebu Davud, Cenâiz/56, Hadîs no: 3202, 3/211. İbni Mace, Cenâiz/23, Hadis no: 1499, 1/480. Müsned, 3/491. 4/127, 6/23, nak. M. Müfehres, 7/295.
[159] Tirmizî, Tıb/21. Hadis no: 2065, 4/399.
[160] Nahl: 16/2.
[161] Zümer: 39/10.
[162] 39Ziimer/16 Hüseyin K. Ece, Takva Bilinci, Denge Yayınları: 41-47.