sumeyye
Thu 10 March 2011, 01:39 pm GMT +0200
D- GENEL (TAM YETKİLİ) HÂKİM VE ÖZEL HAKİM
Hâkimin hâkimliği ya genel olur ya özel. Genel bir hâkimse 10 grup işlere bakar.
1- Anlaşmazlıkları, ihtilâfları, düşmanlıkları halletmek, çözmek. Ya sulh yolu ile yahut verdiği kararı zorla tatbik (icra) suretiyle.
2- İhlâl edilen hakları haksızdan alıp hak sahibine vermek. Bu da delillerle veya ikrarla olur. Burada hâkimin, bilgisiyle hüküm verip vermeyeceği hususunda ihtilâf vardır: Şafiî ve Mâlike göre: Hükmedebilir. Diğer bir görüşe göre hüküm veremez. Ebû Hanîfe'ye göre hâkim olduktan sonra hâdise hakkında bilgisi olması gerekir. Hâdise hakkındaki bilgisi hâkim olmadan önceye dayanıyorsa hükmedemez.
3- Delilik ve küçüklük gibi, hukukî işleri yapmaya engel durumları olanlara velî tayin etme, sefih ve iflâs etmiş olanların mallarını, haklarım korumak, yaptıkları anlaşmaları düzeltmek için Hacr altına almak.
4- Nafakalara bakmak, usûlün hakkını korumak, füruun geçimini sağlamak, nafakayı verecek yerden alıp alacak yere vermek. Husûsî hâkimler de bu konuda hüküm verebilir.
5- Vasiyyetleri yerine getirmek, vasiyyet yapanın şartlarına (Şayet dînî şartlara uygunsa) uymak. Muayyen şahıslara verilecekse onlara vasiyyet konusu şeyi vermek. Şahıs belirtilmişse, şartları da yoksa hâkim durumu re'sen takdirle vasiyyeti yerine
getirir.
6- Yetim ve kimsesiz olanları denkleri ile evlendirmek. Ebû Hanîfe bu yetkiyi hâkime tanımaz. "Nikâh akdinde özel velayet aranır" der.
7- Suçlulara cezalar vermek, Allah'ın hakkını (veya kanun haklarını) ihlâl sonucu verilen bir ceza ise hâkim tek taraflı (Dâvâcısız, nizâsız) işi ele alır. Suçlunun ikrarıyla veya delillerle cezayı verir. İnsanların haklarını ihlâl durumunda ise, davacının dâvası (şikâyeti) üzerine işi ele alır, ceza verir. Ebû Hanîfe, her iki tür hakların ihlâlinde cezaları hâkim, davacının dâvası üzerine verir, der.
8- Hasımsız, nizâsız da olsa: İyi olan işleri kontrol, kamu yararını muhafaza, yollara tecâvüzleri, yollardaki fenalıkları men etmek, inzibatî cezalan, cünhaları, haksız inşaat ve taşkınlıkları ortaya çıkarmak, tesbit etmek. Ebû Hanîfe, hâkim, hasımsız olarak bu işlere bakamaz, der.
9- Mezalim işlerine bakan hâkim hak ve doğrunun ortaya çıkmasında işin safahatına göre şahitleri dinler, kendisine naib ve halef tayin eder. Tarafların ikrarı halinde ise o kişiler uyuşmazlığa da bakar. Zira onların ikrarı en güvenilir bir delildir. Bunun yanında haksızlık ve hiyanet ortaya çıktığında da o görevlilerinden vaz geçer ve onları değiştirir.
Şayet kamu görevlilerinden biri mezalim konularında zaaf gösterirse, o zaman onu tayin eden makam iki uygun işten birisim yapmakta serbesttir: Ya o memuru daha güçlü ve daha yetenekli biri ile değiştirir, ya da mezalim konularında daha keskin görüşlü ve daha yetenekli birini yardımcı olarak tayin eder.
10- Kuvvetli ile zayıf, üstün olanla aşağı olanlar arasında eşit ve adaletli hareketle hükmetmek. Bir takım hislerle taraf tutmamak, arzusuna uymamak. Ayet-i kerîmede:
"Ey Dâvûd! Biz seni yeryüzünde bir halîfe yaptık. O hâlde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Hükmünde hevâ ve hevesine uyma ki bu seni Allah yolundan saptırır. Çünkü Allah yolundan sapanlar yok mu, hesap gününü unuttukları için onlara pek çetin bir azâb vardır." (K K 38: 26) Duyurulmuştur. Hz. Ömer, Ebû Musa'yı kadı tâyin ettiğinde hükmütmenin şartlarını, yargılama usullerini anlatmış ve şöyle demiştir:
"Bundan sonra yargılama işi bir farz ve uyulması gerekli bir sünnettir. Sana bir iş geldiğinde iyi anla, dinle. Zîra infazı mümkün olmayan bir şeyle konuşmada fayda yoktur, insanlar arasında durumunla, adaletinle, mahkemedeki celselerinle ümidsizlik ver ki üstün olan senden bir şey beklemesin, zayıf olan da adaletinden ümidsizliğe düşmesin. Davacıya delil, inkâr edene de yemîn teklif etmek gerekir.
Helâli haram, haramı helâl yapmayan sulh, müslümanlar arasında muteberdir. Önce verdiğin karardan bilâhare dönmeni gerektiren bir şey olursa eski kararından dönmekten çekinme. Çünkü hak kadîmdir, hiçbir zaman çiğnenmez. Hakkı aramak, hakka mürâcât etmek, bâtıl ve yanlışta ısrardan daha hayırlıdır.
Allah'ın kitabı ve Resulünün (s.a.v) sünnetinde bulunmayan ve içinde bir vesveseye yol açan hususları iyi araştır, anla. Sonra misâller ve benzerler bul. Benzeyenleri biribirine kıyas et.
Davacıya ve deliller getirene ve bu suretle hakkını isbât edene hakkını ver. Hak isbât edenindir. İsbât edemezlerse iş senin hükmüne bağlıdır. Bu durum tereddüt etmekten, hiç büküm verme-mekden daha iyidir. Müslümanlar biribirine karşı çok âdildirler. Şâhidlikleri muteberdir. Şu kadar var ki, bir zina iftirası cezasına çarptırılan, yalancı şahitliği denenmiş olan, yakın akraba olması sebebiyle yalan söyleyeceği zannedilenler hâriçtir. Böylelerine yemin vermekten, delillerini kabul etmekten, Allah hâkimleri uzakl aştır iniştir.
Kalbine vesvese veren şeylerden, dar kalblilikten, taraflara kızmaktan kaçın. Adalet makamında hak ile hareket edeni Allah mükâfatlandırır, iyilerden yapar. Selâmlar sana olsun..." Bu tâyin işleminde iki tenkide değer nokta vardır denilebilir:
1- Tâyin kelimelerini ihtiva etmemesi, 2- Zahiri adalette şâhidlere itibar olabilirse de gizli kapalı adalette ancak araştırıp sorduktan sonra şahide itibar olur denilirse: Birinci itiraza mektupta iki cevap mevcuttur. 1- Tâyin daha önce yapılmıştır. Sonradan yargılama ile ilgili mektup gönderilmiştir. 2- Tâyini ifade eden cümleler de vardır. Şöyle ki: "Sana bir iş getirildiğinde iyi anla" ve "Kim delilini getirirse bununla hakkını ver" cümleleri böyledir. Eğer bu şekilde sözler ve vak'a olmasa bu emirlerin mânâsı tâyin anlamına gelmeden bir durumu anlatmak olurdu.
İkinci tenkide (Şahide itibar zahirî adalettir) iki cevap var. 1-Doğru olan, inanan, olayı gören bir kimsenin şahitliği söz konusudur. 2- Araştırıp sorduktan sonra, şahitliklerinden şüphe edilmeyenlerin şahitlikleri esastır.
Tam yetkili hâkimin haraç toplamaya yetkisi yoktur. Çünkü
haracın harcanacağı yeri, miktarı tesbit, haraç memuruna ait bir görevdir. O bölgeye zekât memuru da tâyin edilmişse zekât da toplayamaz. Yoksa zekâtı toplar, lâyık olanlara harcar. Çünkü zekât Allah'ın haklarındandır. Bâzı hukukçular aksi fikirde olup, zekât toplayamaz, çünkü insanların malını ilgilendiren bir iştir. Halîfelerin, idarecilerin görüşü ile toplanılır. Tam yetkili, genel hâkim Cuma ve Bayram günleri imamlık da yapamaz, derler.
Özel hâkim ise: Tâyininde belirtilen işleri yapar, nezâret eder. Sözü geçen işlerden bir kısmına bakacağı sayılmışsa, ikrar edildiğinde hükmedeceği, delîl araştırmayacağı, yalnız borç işlerine bakıp evlenme işlerine bakamayacağı, zekât nisabını tesbit edebüe-ceği gibi hususlar sayılmışsa bu tâyin uygundur. Tâyin olunan özel hâkim belirtilen yetkilerin dışına çıkamaz. Aynen vekâletteki gibi, çıktığında işlem fesholunur.[76]
[76] El-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Ebu’l-Hasan Habib, Bedir Yayınevi, 1/ 145-149.