hafiza aise
Thu 5 May 2011, 11:09 am GMT +0200
GENEL BOYKOT
Hz. Hamza'dan sonra Hz. Ömer de Müslüman olmuş ve Kureyş açısından, ardı ardına çok büyük iki kayıp yaşanmıştı. Ardından bir de Habeşistan elçilerinin eli boş ve götürdükleri kucak dolusu hediyelerle gerisin geriye dönüşlerini gören Mekke, öfkeden kabardıkça kabarmış ve kılıçlannı yeniden gayzla bilerneye başlamıştı. Üstüne üstlük bir de, Habeşistan'a hicret edenlerin haberlerini alıyor ve her geçen gün ayn bir hüzün yaşıyorlardı. Böyle giderse iş, tamamen kontrollerinden çıkacak ve bir daha önü alınmaz bir arenaya taşınmış olacaktı.
Beri tarafta, Hişam ve Abdulmuttaliboğullannın himayesi vardı ve bu himayeyi aşarak Allah Resülü'ne karşı kalıcı bir hamle yapamıyor; önüne çıkıp da yolunu kesemiyorlardı. Bu durumda, sadece belli başlı şahıslan hedeflemenin de imkanı yoktu; Müslüman olsun veya olmasın, -Ebü Leheb dışındaherkes ittifak etmiş; Muhammedü'l-Emin'i, hayatı pahasına koruma yanşına girmişti.
Bir taraftan da, her geçen gün kendi saflanndan birileri gidip karşı tarafa iltihak ediyor ve teker teker çözülme yaşanıyordu. Öyleyse, çığ gibi büyüyen bu düşüneeye karşı daha etkin ve kalıcı bir çözüm bulunmalıydı.
Nihayet bir akşam, ittifak ettikleri bir mecliste toplanarak ölümden beter bir karar aldılar. Buna göre, Muhammed'i kendilerine teslim edecekleri ana kadar, Hişôm ve Abdulmuttaliboğulları ile bütün ilişkiler kesilecek; onları Mekke'den kovacak; bütün yolları kesecek; onlardan kız alıp vermeyecek; yiyecek ve içecek temin edebilecekleri bütün kaynaklarını da kurutacaklardı. Madem öyle, kurunun yanında yaş da yanacaktı! O günün şartlannda bu, sadece iman ettiklerinden dolayı insanlan, göz göre göre ölümle baş başa bırakma demekti. Böylelikle, çölün çetin şartlannda kendiliğinden ölüp gitmelerini bekleyecekler; asırlarca devam etmesi muhtemel kan davalarına sebebiyet vermeden başlanndaki bu problemi çözmüş olacaklardı. Bugünkü toplama kamplanndan beter bir adımdı bu ... Bunun adı boykottu ve açık arazide, gündüzlerin sessizliği ve gecelerin de yalnızlığı içinde, kızgın güneşin altında ve kavurucu çölün dayanılmaz kasveti içinde ve tabii olarak birer birer yok olmalarını bekleyeceklerdi.
Yaptıklan işe bir de kutsiyet kazandırmak istiyorlardı; bunun için, madde madde yazdılar bir sayfanın üstüne ve alıp bunu Kabe'nin duvanna astılar ittifakla! Bu maddeleri kağıda geçiren, aralanndan Mansur İbn İkrime adındaki bir zattı.384
Varaka'nın dedikleri çıkmaya başlamıştı. Kin ve nefretin bu kadan da olmazdı; ama o günün Mekke'sinde bunlar oluyordu. Karşı koymaya da imkan yoktu. Vahyin gelişinden yedi yıl sonra bir Muharrem akşamı, yaşadıklan bu büyük mahrumiyetle mecburen aynldılar Mekke'den ve Mekkelilerden!..
Yine Ebu Talib'in himaye kanatlan vardı ortada. Mekke'nin dışında Şi'b-i Ebi Talib'in mekanında çadır kurdular kıt kanaat imkanlarıyla ... Çadır denilenler de çoğu zaman, yamalı kırk bohçanın çubuklar üzerinde emaneten durmasından ibaretti.
384 Sıkıntıların selolup yağdığı bu süre içinde, bir gün Efendiler Efendisi bu şahsa beddua edecek ve çok geçmeden Mansfır'un, boykot maddelerini yazdığı eli tutmaz olacaktı.
Müslüman olmamasına rağmen, amca Ebü Talib'in gayretleri görülmeğe değerdi. Hatta, yeğeninin başına gelebilecek olumsuzluklarla karşılaşmamak için, türlü türlü sebeplere tevessül ediyor ve tedbir olarak çoğu zaman, O'nun yatağına kendi oğullarından birini yatırıyordu.
Şehrin dışında çıplak bir arazi idi Şi'b-i Ebi Talib. Üç yıl sürecek bir mihnet dönemiydi bu. Sıkıntılar, katlanarak geliyordu; hemen her gün, bir çadırdan feryad ü figün sesleri yükseliyordu. Salgın hastalıkların sökün ettiği Şi'bi Ebi Talib'den, keyif çatan Mekkelilerin üstüne, sıklıkla ağıtlar yankılanıyordu, göçüp gidenlerin ardından!
Çok sıkıntılı günlerdi. Sıkıntıyı zirvede yaşayan da, yine Allah'ın en sevgili kulu, Allah'ın da Resiiıü'ydü.385 Ancak, şartlar ne olursa olsun tebliğ vazifesi devam etmeli ve ilahi mesajla insanlar sürekli beslenmeliydi. Zaten, böylesine bir sıkıntı girdabı, ancak güçlü bir imanla aşılabilirdi ve bu iman, Efendimiz'in etrafında halkalanan cemaate alem olmuştu. Kendisi Müslüman olmadığı halde, yine de O'nu tercih edenlerde bile bunun eseri görülüyor, her şeye rağmen olup bitenlere karşı mukavemet gösteriyorlardı.
Tebliğin diğer insanlara ulaştırılacak yanı da vardı. Onun için Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem), fırsat buldukça dışarıdan gelenlerle görüşmeye çalışıyor ve bilhassa haram aylarda muhatap olduğu kitlelere Allah'ın emirlerini ulaştırma gayreti gösteriyordu. Aynı gayretler, iman heyecanını sinesinde taşıyan her bir mü' min için de söz konusuydu ve her şeye rağmen durup tükenme bilmeden bir iman aksiyonu ortaya konuluyordu.
Açlık, susuzluk ve hastalıkların iniltisinde geçen koskoca
385 Yıllar sonra ve hac farizasını yerine getirmek için yeniden Mekke'ye geldiklerinde, kurban kesme öncesinde bu mekana gelen Habib-i Zlşan Hazretleri, burada yaşadığı acı dolu üç yılı hatırlayacak ve etrafındaki arkadaşlanna da o günlerden bazı kareler sunacaktı. Bkz. Buhari, 2/576 (1513)
üç yıl!.. Bu ne zulümdü ki, kadın-ihtiyar, çocuk-hasta demeden herkesi aynı konumda değerlendiriyor ve asla taviz vermiyorlardı. Açlıktan, çığlıklan yükseliyordu çocukların Faran dağlannda ...
Efendiler Efendisi, geceleri Rabbiyle baş başa, namaza durduğunda, kulağına hep, çocukların ağlaşan sesleri gelip çarpıyor, annelerin yürek yakan hıçkınklannı duyuyor ve bir mızrap gibi kanayan yüreğine, birer inilti halinde vurup duruyordu, bütün bunlar tükenme bilmeden! Düşmanlık ve kinleri o dereceye ulaşmıştı ki, artık varlıklan bile rahatsızlık vermeye başlamış, onlarla birlikte aynı şehirde yaşamaya bile tahammülleri kalmamıştı. Mekke, olanca şiddetiyle hücum ediyor ve inananlara nefes bile almayı çok görüyordu. Bütün bu planlan hazırlayıp çirkinliklerin altına imza atanlar arasında başı çeken yine, ümmetin firavunu Ebu Cehil idi.
Artık, sadece haram aylarda Mekke'ye inebiliyorlar; kıt kanaat imkanlanyla sadece sınırlı sayıda malzeme tedarik edebiliyorlardı. Hatta Kureyş, Müslümanlar satın alamasın diye dışandan gelen kervanlan Mekke dışında karşılıyor ve getirdiklerini Müslümanlara satmamalan konusunda onlan ikna etmeye çalışıyorlardı. Çoğu zaman da, ihtiyaçlan olmasa bile Kureyş, dışandan gelen kervanlarda bulunan malın tamanını satın alıyor ve beri tarafta, sıkıntıların cenderesinde inim inim inleyenlere alternatif bile bırakmıyordu. Elde-avuçta bir şey kalmamış, var gibi görünenler de tükenip yok olmuştu.
O kadar açlık ve sıkıntı çekmişlerdi ki, Sa'd İbn Ebi Vakkas gibi, gecenin karanlığında bir kenara gidip bevlederken, farkına vardığı bir deri parçasını yıkayıp temizleyen, temizleyip de ateşe tutup yiyen ve neticede üç gün belinin doğrulmasına sebep olduğu için Rabbine hamdeden baş yüceler vardı.386 çoğu ağaç yaprak ve kabuklannı yiyerek ayakta kalmaya
386 EbU Nuaym el-İsbahani, Hılyetü'l-Evliya, 1/93
çalışıyor ve bu sebeple de ihtiyaçlannı giderirken, koyunlar
gibi ıtrahatta bulunuyorlardı. .
Bu sıkıntılı günlerde Hz. Hatice, bir nebze de olsa nefes alma imkanı verenlerden birisiydi. Zira o, öyle eli kolu bağlı kalacak bir fıtrat değildi. Elindeki imkanlar, boykotun değirmeninde öğütülse de piyasayı biliyordu ve çoğu zaman yeğeni Hakim İbn Hizôm'ı devreye sokup, elinde kalan ne varsa onlan gizlice Şi 'b-i Ebi Talib'e ulaştınyorve böylelikle, açlara çare; açıklara da sütre oluyordu. Yine böyle bir gün, gecenin karanlığı çökünce yola koyulmuş; tedarik ettiği bir avuç buğdayı gizlice halasına götürmeye çalışıyordu. Ebu Cehil'in gözünden kaçmadı bu ve kesti yollarını. Cehaletin mekanize otoritesine, kendi başına bir fert nasıl karşı koyabilirdi? Kardeşi bile olsa, farklı sesin çıkmasına tahammülü yoktu Ebu Cehil'in:
- Haşimoğullanna yiyecek götürmek ha, diye sert bir tavır koydu önce ...
- Yemin olsun ki, ne sen elimden kurtulabilirsin ne de onlara yiyecek götürmene müsaade ederim. Göreceksin, seni Mekke'ye rezil edeceğim, diye de ilave etti.
Onlar bu haldeyken yanlanna Ebu'l-Bahteri geldi. O da Haşimoğullarz'ndandı. İman etmemişti; ama insaf1ıydı. Önce, olayın sebebini öğrenmek istedi ve:
- Aranızda ne oluyor öyle, diye sordu. Ebu Cehil:
- Haşimoğulları'na yiyecek götürmeye yeltenmiş, diye ce-
vap verdi. Bunun üzerine Ebu'l-Bahteri:
- Yanında, halasına götürmek istediği yiyecek var ve sen onu götürmesine engeloluyorsun, öyle mi, diye tepki gösterdi önce. Ardından da:
- Çekil bu adamın yolundan, diyerek zulme son vermek isteyince, inadında direnen Ebu Cehil'le aralannda kavga başladı. Hatta Ebu'l-Bahteri, eline geçirdiği bir çene kemiğiyle
387 EbU Nuaym el-İsbahanl, Hılyetü'l-Evliya, 1/93
Ebu Cehil'in kafasına vurup başını yaracaktı, Hz. Hamza da, uzaktan bu manzarayı seyrediyordu. Derken bu hamle, Ebu'lBalıteri gibi düşünen başkalannı da cesaretlendirecek ve Kabe duvanna asılan anlaşma metnini aşağıya indirip boykotu kaldıracak süreci hazırlayacaktı, 388
Bu arada Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), amcası Ebu Talib'e gelerek:
- Ey amca! Şüphesiz ki Rabbim Allah (celle celaluhü), Kureyş'in O Kabe'ye astığı sayfaya bir kurtçuğu musallat etti ve o da, kendi adının dışındaki bütün zulüm, boykot ve iftira adına ne varsa hepsini yiyip bitirdi, diye haber vermişti. Ebu Talib, şaşkınlık yaşıyordu. Yeğeninin Kabe'ye gidip de bu sayfayı göremeyeceğini biliyordu. Kureyş'in kin ve nefreti, bırakın sayfaya ilişmeyi; sayfanın yanına bile yaklaşmaya müsaade etmezdi. Geriye tek bir alternatif kalıyordu. Onun için:
- Bunu Sana Rabbin mi haber verdi, dedi.
- Evet, diyordu Allah'ın Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern).
Bugüne kadar zaten yeğeninde, yalan adına en küçük bir emare bile görmemişti Ebu Talib. O yüzden, sadece O da haber verseydi, buna inanacaktı, Ancak, bu sefer başka bir planı vardı. Hemen gidip durumdan diğer kardeşlerini de haberdar etti. Bir zulüm devri sona ermek üzereydi. Büyük bir heyecan yaşıyorlardı. Bu heyecan, sadece Şi'b-i Ebi Talib'le sınırlı kalmamalıydı ve hiç vakit geçirmeden, hep birlikte Kabe'ye yöneldiler. Onlann gelişini gören herkes, Kabe'nin yeni bir hadiseye gebe olduğunu görüp olacaklan seyre dalıyordu. Nihayet,
388 Bkz. İbn Hişam, Sire, 2/195 vd. Taberi, Tarih, 1/550. Ebu'l-Bahteri, Müslüman değildi ve Müslüman olmadan da vefat etti. Ancak Efendimiz'in vefasından o da nasibini alacaktı. Zira, Bedir Savaşı'nda karşı cephede Miisliimanlarla savaşmak için gelenler arasında o da vardı. Onun geldiğini görünce Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem), ashabına şöyle ilan etti:
- Ebul-Bahteri, size ilişırıediği sürece dokunmayın ona. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, 7/357 (36682))
Mekkelilere seslenen Ebu Talib, yeğeninin anlattıklanna itimadının ve Rabb-i Rahim'in verdiği habere güvenin bir gereği olarak şunlan söylemeye başladı:
- Şüphesiz ki benim kardeşim oğlu Muhammed, sizin sayfanıza Allah'ın bir kurtçuğu musallat kıldığını ve bu kurtçuğun da onu yediğini söylüyor ki, O asla yalan söylemez! O'nun anlattığına göre, o sayfada bulunan zulüm, taşkınlık, akrabalık bağlannı kesme ve haddi aşma gibi bütün olumsuzluklar yök olup gitmiş; sadece Allah'ın adı kalmıştır. İşte size bir fırsat, şayet yeğenimin söyledikleri doğru çıkarsa, şu kötü tavır ve davranışlannızı bırakırsınız; yok, denilenler doğru çıkmazsa işte o zaman ben de size yeğenimi teslim ederim ve siz de O'nu öldürür veya yaşatırsınız!
İşin gerçek boyutundan habersiz olan Kureyş'in, zil takıp da oynayacağı bir fırsattı bu; zira Ebu Talib, tam da kontrolden çıktı, dedikleri bir sırada yeğenini getirip kendi eliyle teslim ediyordu! Demek ki korkulacak bir durum yoktu. Onun için hemen:
- Tamam, gerçekten de sen insafın gereğini yaptın, demişlerdi.
Derken, hemen Kabe'nin duvanna yönelmişlerdi ve durumu öğrenmek için adeta birbirleriyle yanşıyorlardı. Ellerine alıp da, üç mühür vurarak kapattıklan, mahfazayı açtıklannda, gerçekten de durumun, ayne Ebu Talib'in anlattığı gibi olduğunu gördüler. Bu kadar olurdu! Donakalmışlardı. Öne düşen başlanyla birlikte, ellerindeki mahfaza da, yenilmiş yazı parçası da yere düşmüştü. Büyük bir yıkım daha yaşıyorlardı. Bu durumda konuşma sırası ve hakkı Ebu Talib'e aitti:
- Her şeyortada olduğuna göre öyleyse bu hapis ve kuşatmanın da bir anlamı kalmadı, dedi ve yanındakilerle birlikte örtüsünü kaldırarak Kabe'ye girdi. Şöyle dua ediyorlardı:
- Allah'ım! Bize zulmedenlere, bizi insanlarla görüşmek
ten mahrum kılanlara ve haklan olmadığı halde bize saldınp haksızlık yapanlara karşı Sen bize yardım eyle!
Daha sonra da, hep birlikte çıkıp yeniden, üç yıl çile üstüne çile çekip kesintisiz ıstırap yudumladıklan mekana geri döndüler. Ancak, bundan sonra hiçbir şey, eskisi gibi olmayacaktı; zira, Kabe' de yapılan dua kabul görmüş ve eh1-i hamiyet bazı insanlar harekete geçmişti. Artık bardak taşmıştı ve neticeye ulaşmadan sular durulacak gibi görünmüyordu.
Beri tarafta, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) de halası A.tike Binti Abdulmuttalib'in oğlu Hişam, Züheyr'i karşısına almış şunlan söylüyordu:
- Ey Züheyr! Dayılannın halini bilip duyduğun halde senin burada rahat rahat yiyip içmen, çoluk-çocuğunla şenşakrak dolaşman ve güzel elbiseler içinde salınmana gönlün ne kadar razı oluyor? Halbuki onlar, ne alışveriş yapabiliyorlar, ne de aileleriyle birlikte bir yudum huzura nailoluyorlar! Allah'a yemin ederim ki, şayet onlar Ebu'l-Hakem'in dayılan olsaydı ve ben de onu bunun için çağırmış olsaydım, mutlaka o bana kulak verir ve dayılanna yardıma koşardı!
Züheyr, bu cümlelerle neyin kastedildiğini anlamıştı; ama yine de sordu:
- Ey Hişaml Peki sen ne demek istiyorsun? Tek başıma bir adam iken ben ne yapabilirim ki? ValIahi de, benimle beraber bir adam daha olsa kalkıp gider ve o metni yırtıp atanm, dedi.
- Yalnız değilsin ki! Yanında birisi daha var, dedi Hişam,
- Peki kim o?
-Ben.
- Öyleyse gel, üçüncü birisini daha bulalım!
Hiç vakit kaybetmeden hep birlikte Mut'ım İbn Adiyy'in yanına geldiler. Benzeri sözleri söylediler ona da. Kartopu gibi büyümeye başlamışlardı. Bu sefer de dördüncü şahsı aramaya
çıktılar. Ebu'l-Bahteri de zaten onları bekliyordu ... Çok geçmeden Zem'a İbn Esved onlara, beşinci isim olarak katılacaktı ...
Derken beş kafadar, yılların kin ve nefretine karşı silahlannı kuşanmış, arkalarına taktıklan Haşim ve Abdulmuttalib oğullanyla birlikte, meseleye son noktayı koymak için Kabe'ye geliyorlardı. Onlann gelişini gören Kureyş'in ise, pek yapabileceği bir şey kalmamıştı.
Kabe'ye gelir gelmez, Kabe'yi yedi defa tavaf ettiler ve ardından, anlaştıklan şekilde önce Züheyr sözü aldı:
- Ey Mekke ahalisi, bizler, rahatça yemek yiyip güzel elbiseler içinde salınıp dururken Hdşimoğullarırnn, herkesle irtibatlan kesilmiş vaziyette alışveriş bile yapamadan göz göre göre helak olmasına göz yumamayız! Vallahi de, şu zulüm içeren boykotun yazılı olduğu sayfayı alıp yırtmadıkça bir adım geri gitmeyeceğim!
Ebu Cehil, horozunu dikmiş bir kenarda olup bitenleri seyrediyordu. Önce:
- Vallahi de hayır, yalan söylüyorsun ve bu sayfaya bir şey yapamazsın, diye itiraz etti. Onun bu çıkışına mukabil, bu sefer Zem'a ileri atıldı:
- ValIahi de esas yalancı sensin! Zaten biz, onun yazılmasına da razı değildik; sen yazdırdın, dedi. Ebu'l- Bahteri'nin desteğine şahit oldu Kabe:
- Zem'a doğru söylüyor; orada yazılanlara ve bu uygulamalara seyirci kalamayız!
Mut'ım İbn Adiyy ve Hişam da arkadaşlannı destekliyorlardı:
- Elbette bunlar doğruyu söylüyor; sen yalancısın! Burada yazılanlardan da yapılan muamelelerden de Allah'a sığınınz!
Bir anda Kabe, insanlık namına Mekkelilerin özlenen çıkışına kavuşmuş, gecikmiş bir hamleyle siirüra gark olmuştu.
Küfrün yıkım yaşadığı bir zamandı bu. İçten içe kendini yiyen Ebu Cehil:
- Şüphe yok ki bu, geceden planlanmış bir komplo, diye tepki verdi.
Bu sırada, yeniden Kabe'ye gelmiş olan Ebu Talib ve arkadaşlan, olup bitenleri merakla seyrediyorlardı. Onlar açısından, sonunda karşılaşacaklan şeyler gerçi sürpriz sayılmayacaktı. Ama, yaşanılanlan çıplak gözle müşahede etmenin ayn bir hazzı vardı.
Tel telolmuş küfür düşüncesi dökülüyordu! Derken, Mut'ım İbn Adiyy, son noktayı koyup yırtmak ve böylelikle üç yıldır devam eden insanlık dışı muameleyi nihayete erdirmek için sayfaya doğru yöneldi. Aman Allah'ım! Bir de ne görsün; sayfadan geriye sadece, 'Allah'ın adıyla' ifadesinin yer aldığı küçük bir parça kalmıştı ve yanında da bu fiili gerçekleştiren küçük bir kurtçuk duruyordu!
Böylelikle, üç yıl süren bir zulüm devri kapanıyor, ortada yazılı bir metin de kalmadığına göre genel boykot da son bulmuş oluyordu.