sumeyye
Mon 24 January 2011, 12:54 pm GMT +0200
6. Galebe:
Kalbin hallerinden biri de "galebe" Air. Galebe iki türlüdür:
i. Mü'minin kalbinden doğan dürtünün (dâ'iye) galebesi. İman nurunun kulun kalbinde yer etmesi halinde, bu nurdan ve kalbin cibilliyetinden tevellüd eden bir köpük yüze vurur ve bu, dürtü ve hatır haline dönüşür, kişi artık onların gereğini yerine getirmeden kendisini alamaz; onların şeriata uygun düşüp düşmediğine bakamaz. Çünkü şeriatın maksatları o kadar geniş ve çoktur ki, bu mü'minin kalbi onların tümünü ihata edemez. Onun kalbi meselâ rahmet dürtüsüne boyun eğer; oysa ki bazı yerlerde şeriat rahmeti yasaklamış olabilir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın dini konusunda onlara acıyacağınız tutmasın![1090] Bazen kalbi, buğz dürtüsüne boyun eğer; oysa ki şeriat meselâ ehl-i zimmete olduğu gibi şefkatle yaklaşılmasını emretmiş olabilir.
Bu tür galebe haline Örnek olarak şunu verebiliriz: Kureyza oğulları yahudileri, Rasûlullah'ın (s.a.), Sa'd b. Muâz'm hükmüne razı olarak kaleden inmeleri ve teslim olmaları çağrısını yaptığında, danışmak üzere Ebû Lübâbe b. el-Münzir'i istemişlerdi. Ebû Lübâbe, eliyle boğazına işaret ederek hükmün boğazlama olacağını bildirmişti. O anda Allah'a ve Rasûlüne hiyanet ettiğini anladı ve pişman oldu. Doğru mescide gitti ve kendisini bir direğe bağladı ve: "Allah Teâlâ, yaptığıma karşı tevbemi kabul edinceye kadar bu yerimden ayrılmayacağım." dedi.
Bir Örnek de Hz. Ömer'den (r.a.). Hudeybiye'de Rasûlullah'ın (s.a.) müşriklerle, aleyhte şartlara rağmen musâlaha yapmak istemesi üzerine İslâmlık hamiyetinin galebesiyle sıçrayan Hz. Ömer, doğruca Hz. Ebû Bekir'e gelmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş: Hz. Ömer:
"O, Allah'ın rasûlü değil mi?" Hz. Ebû Bekir:
"Evet!"
"Biz, müslümanlar değil miyiz?"
"Evet!"
"Onlar, müşrikler değil mi?"
"Peki, o zaman niye dinimiz konusunda bu zillete katlanıyoruz?"
Ebû Bekir ona şöyle dedi:
'Ta Ömer! Onun emrine yapış. Şüphesiz ben şehâdet ederim ki o, Allah'ın rasûlüdür."
Duyguları ona yine galebe çalmış ve o bu kez doğruca Rasû-lullah'a (s.a.) gelmiş ve Hz. Ebû Bekir'e dediklerini ona da söylemiş. Rasûlullah (s.a.) da ona, Hz. Ebû Bekir'inki gibi cevap vermiş ve sonunda şöyle buyurmuş:
"Ben Allah'ın kulu ve rasûlüyüm, O'nun emrine muhalefet etmeyeceğim ve O da beni zayi etmeyecek,"
Hz. Ömer şöyle derdi: "Hâlâ o günkü yaptığımdan dolayı, hayır olur umuduyla söylediğim sözlerden korkumdan oruç tutar, ta-saddukta bulunur, köle âzâd eder ve namaz kılarım.[1091]
Cerrah olan Ebû Taybe, Rasûlullah'ı (s.a.) hacamat ettiğinde onun kanını içmişti. Bu şeriatta yasaktı; ancak o bunu gaybet halinde iken yapmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.) onu mazur görmüş ve şöyle buyurmuştu:
"Muhakkak, cehennemden güçlü bir mania ile korundun. [1092]
ii. Galebenin ikinci şekli, birinciden daha yüce ve kâmildir. Bu, kişinin kalbine inen ilâhî bir saikin galebe çalması halidir. Artık kişi, onun gereğini yapmadan edemez. Bu galebenin hakikati, bazı kudsî kaynaklardan ilâhî bir bilginin, aklî kuvve üzerine değil de, amelî kuvve üzerine feyiz yoluyla inmesidir.
Bunun açıklaması şöyledir: Peygamberlerin nefislerine benzeyen nefis, ilâhî bir bilginin feyiz yoluyla inmesine hazır hale geldiğinde, eğer aklî kuvve, amelî kuvvenin önüne geçer ve onu ilk kabul eden o olursa, feyiz yoluyla inen o bilgi "fîrâset" ve "ilham" olur. Amelî kuvve önce davranır ve aklî kuvvenin önüne geçerse, inen ilâhî bilgi "azim" ve "ikbâl" ya da "nefret" ve "inhicâm= el çekme" olur. [1093]
Bu Tür Galebe Haline Örnek:
Rivayet edildiği üzere Bedir savaşı sırasında Rasûlullah (s.a.) duada o kadar ısrar etmiş ki, hatta şöyle demişti: "Allahım! Ahdin ve vaadin hakkı için sana yalvarıyorum. Allahım! Eğer dilersen, bugünden sonra sana yeryüzünde asla kulluk edilmez." Hz. Ebû Bekir, onun elini tutmuş ve: "Yeter, yâ Rasûlallah! Rabbine çok ısrarda bulundun." demişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.), zırhı içinde sıçrayarak ve, "O topluluk yakında yenilgiye uğrayacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklardır[1094] âyetini okuyarak çadırından çıkmıştı.
Bunun manası şudur: Burada Hz. Sıddîk (r.a.), Rasûlullah'ın (s.a.) kalbine, duada ısrara varacak ölçüde aşırılığa gitmeden kendisini alıkoyacak ilâhî bir saik atmıştır. Rasûlullah (s.a.), firasetiy-le bunun Hakk'tan gelen bir saik olduğunu hemen anlamış ve bu âyeti okuyarak, Allah'ın nusretini kendisiyle bilerek dışarı çıkmıştır.
Bir başka örnek münafıkların başı Abdullah b. Übey'in ölümü hadisesinde olmuştur. Rasûlullah (s.a.), onun cenazesi üzerine namaz kılmak istediği zaman Hz. Ömer itiraz etmiştir. Bizzat kendisi olayı şöyle anlatır: Hemen önüne geçtim, göğsü hizasına dikildim ve ona: "Ya Rasûlallah! Bunun üzerine mi namaz kılıyorsun? Falan, falan, falan günde şöyle şöyle dememiş miydi?" dedim ve onun münafıklık yaptığı günleri saydım. Rasûlullah (s.a.) bana:
"Geri dur ya Ömer! Şüphesiz ben bu konuda muhayyer bırakıldım[1095] ve tercihimi bu doğrultuda yaptım," dedi ve üzerine namaz kıldı. Sonra şu âyet indi: "Onlardan ölen hiçbirinin üzerine asla namaz kılma! [1096]
Hz. Ömer şöyle demiştir: "Kendime ve Rasûlullah'a (s.a.) karşı olan cüretime hayret ettim. Oysa ki Allah ve Rasûlü (s.a.) daha iyi bilir. [1097]
Hz. Ömer, iki tür galebe arasındaki farkı çok güzel bir şekilde ortaya koymuş, birinci galebe hakkında, "Hâlâ o günkü yaptığımdan dolayı, hayır olur umuduyla söylediğim sözlerden korkumdan oruç tutar, tasaddukta bulunur, köle âzâd eder ve namaz kılarım." derken, ikincisi hakkında "Kendime ve Rasûlullah'a (s.a.) karşı olan cüretime hayret ettim." ifadesini kullanmıştır- Bu iki ifade arasındaki farkı göreceksiniz. [1098]
[1091] Ahmed, 4/325, 330.
[1092] bkz. Buhârî, et-Târîhul-kebîr, 7/174.
[1093] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/301-303.
[1094] Kalem 54/45.
[1095] Tevbe 9/80 âyetinde, "Onlara istiğfar etsen de etmesen de birdir. Onlara yetmiş defa istiğfar etsen de Allak onları affetmeyecektir" buyurulur. Rasûlullah (s.a.), seçimini ona namaz kılma doğrultusunda yapmış ve yetmişten fazla istiğfar ederse affedilebileceğini düşünmüştür.{Ç)
[1096] Tevbe 9/84.
[1097] Olay ve rivayetler için bkz. İbn Kesîr, 2/378.
[1098] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/303-304.