- Freuda Karşı Çıkan Bilim Adamları Kimler

Adsense kodları


Freuda Karşı Çıkan Bilim Adamları Kimler

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
neslinur
Tue 20 July 2010, 03:10 pm GMT +0200


Öğrencileri Freud'un Görüşlerine Karşı Çıktılar

 

FREUD'A KARŞI ÇIKAN BİLİM ADAMLARI KİMLER?
 


Doç Dr. Sefa SAYGILI

Görüşlerini yaydığı yıllarda Freud'un pekçok talebesi oldu. Fakat bunlardan bir kısmı, onun ateist (din tanımaz) görüşleri ve cinsiyeti ön plâna alması sebebiyle şiddetle saldırarak ondan ayrılmış, diğer bir kısmı ise, "cinsi haz" prensibini reddederek yeni teoriler kurmuşlardır. Freud'un görüşlerini devam etti­renler azınlıktadır.

Psikolojide ekol meydana getirmiş talebelerinin teorileri incelendiğinde, çoğunun Freud'u reddettiği görülür.

Alfred Adler (1870-1937), psikanaliz teorisinin hepsini ve şuurdışı ile ilgili görüşleri geçersiz saydı. "Aşağılık duygusu"nu esas alarak "ferdi psikoloji"yi kurdu ve hastayı, çevresinin bir parçası olarak gördü.

Adler'in teorisinde şahsiyet, cinsiyetle değil; ferdin kendisi­ne, diğer insanlara ve topluma karşı geliştirdiği davranışların mahsulü olarak gelişir.

Freud'un insanı yıkıcı bir varlık olarak tarif eden, içgüdüle­rin esiri olarak sayan görüşlerine ve karamsarlığına karşılık, Adler, insanı çeşitli durumlara uyabilme kabiliyeti olan, olağanüstü işleri başarabilen, insanların yücelmesi için yapıcı gayret­ler gösteren, iyi veya kötü olmayı kendi iradesiyle seçen ve çev­reye istediği şekli verebilen bir varlık olarak tarif etmiştir.

Freud gelişme teorisini, çocukları müşahede etmeden, yetişkinlerin serbest konuşmalarından edindiği bilgilerle ortaya at­mıştır. Oysaki Adler; çocukları ailede, okulda ve diğer eğitim merkezlerinde doğrudan incelemiştir.

Cari Gustav Jung (1871-1961) hayat enerjisini cinsi haz­za inhisar ettirmeye karşı çıktı ve psikolojiye "ortak alt şu­ur" kavramını getirerek, "Analitik psikoloji" adlı teorisini kurdu. Jung'un "kişilik teorisi", Freud'çu psikanalizden daha az kötümser ve daha fazla mistik ve dinî temayüllüdür. İnsanın cinsiyet ve saldırganlık rollerine çok daha az önem verir.

Otto Rank (1884-1939), "İnsanın doğarken dölyatağından ayrılması" nı ruhî çatışmaların çekirdeği olarak kabul etti. Ona göre insan, anne karnında pek mutludur ve hayatı bo­yunca da bu anlara hasretlik duyar.

Harry Stack Sullivan (1892-1949) göre nörozlar, güven­sizlik hisleri ve şahıslararası münasebetlerde saygı kazana­mamaktan ileri gelir. Erginlik öncesi çağda cinsiyetin önemli bir rolü yoktur.

Karen Horney (1885-1952) ise; şahsiyetin, davranışların ve davranış bozukluklarının teşekkülünde çevreye ve kültüre önce­lik verdi. Çocuğun doğduğu andan itibaren yabancı, düşman bir dünya karşısında yalnız, yardımcısız, çaresiz olduğunu, bu du­rumdan ruhî çatışma duyduğunu ileri sürdü. "Temel anksiete" adını verdiği bu çatışmayı, nörotik belirtilerin kaynağı olarak gördü. Libido teorisini şiddetle reddetti.

Freud, yetişkinlere ait davranışları, "çocukluk dönemin­de geliştirilen tepkilerin tekrarlanarak yaşanması ve onların değişik şekildeki ifadeleri" olarak açıklıyordu. Horney ise, yaşanan zaman içinde davranışların ortaya çıkış şeklinin mânâ ve önem taşıdığı görüşünü savundu.

Erich Fromm (1900-1980) kişilik gelişmesinde davranışa ve davranış bozukluklarında kültüre büyük önem verdi. Fromm'a göre; sevgi ve kin, güçlü olma tutkusu ve boyun eğme isteği gibi insanlardaki karakter farklılıklarına sebep olan fak­törlerin hepsi, sosyal münasebetlerin neticeleriydi. Freud ise, bunları, çocukluktaki cinsî saplantılarla açıklıyordu.

Gordon Allport, Abraham Maslow, Cari Rogers gibi psi­kologların kurduğu "hümanistik (insanî) psikoloji", beden ve ruh olarak ele aldığı insanı, dinî görüşe yakın mânâda değerlen­diriyordu. Hümanistik model, müsbet bir insan tabiatı kavramı­na sahipti. İnsan tabiatı esasta iyiliğe yönelikti. İnsan, "Freud'un iddia ettiği gibi içgüdülerinin yönettiği bir robot ol­mayıp, alınyazısını çizmekte, tercih hürriyetine sahip aktif bir iştirakçi ve kendi kendisinin arkadaşıdır."

Martin Heidegger, Jean Paul Sartre, Edmund Husserl gibi öncüler ise, "eksistansiyel (varoluşçu) psikoloji" yi savundular. Bu psikoloji, insanın kendisini, yaşamakta olduğu za­man içinde var edebileceği ve değiştirebileceği prensibinden kaynaklandı. Bu ekole göre; insan hayatı, geçmişi ve içgüdü­leri ile sınırlanamaz.

Wilhelm Reich (1897-1957) Freud'un hayatta iken red­dettiği ve çatıştığı talebelerindendi. Marksistir. Freud'un cinsî haz prensibini, diğerlerin aksine aşırıya kaçan görüşlerle savun­muştur. Öyle ki, Freud'u, teoriyi sulandırmak ve bozmakla itham etmiştir.

Reich'e göre, bütün ruh hastalıklarının sebebi cinsî bozuk­luklardır ve düzelmeleri, bu bozuklukların iyileşmesine bağlı­dır. Bu yüzden, cinsiyet üzerindeki bütün kısıtlamalar kalkmalı ve cinsî münasebetler, serbest bırakılarak açıkta dahi yapılabil­melidir.

Reich, hekimliği sırasında, birtakım ahlâk ve tıpdışı uy­gulamaları sebebiyle şarlatanlık ve sahtekârlıktan tutuklundı. Mahkemede "libido" adlı hayat enerjisini bulduğunu iddia etti. Mikroskopta gösterebileceğini söyledi. Kimse birşey göremeyince ruh hekimlerinden teşekkül eden bilirkişi he­yetine muayene ettirildi. Akıl hastası olduğu anlaşıldı. Bu­nun üzerine yatırıldığı akıl hastanesinde ölünceye kadar kaldı.

Kısacası, talebeleri arasında Reich dışında cinsî hazza Freud'un yüklediği fonksiyonu veren yoktur. Herbiri kendi­ne göre bir teori geliştirmiş, sayıları kadar görüş ortaya çık­mıştır. Hepsi de birbirlerini reddetmişlerdir.

Cenab Şehabettin'in bir sözünü hatırlayarak yazımızı bitiri­yoruz. "Körler elele de tutuşsalar, sonu ya bir uçurum, ya da bir çukurdur."[309]