- Fitne ve İmtihanda Sünnetullah 1

Adsense kodları


Fitne ve İmtihanda Sünnetullah 1

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
meryem
Sun 20 March 2011, 05:36 pm GMT +0200
FİTNE VE İMTİHANDA SÜNNETULLÂH (İBTİLA/İMTİHAN KÂNUNU) 1

 Fitnenin Anlamı:

 Lisanul Arab'ta [1] "Fitne; ibtila, imtihan ve ihtibar kelimeleriyle eş anlamlıdır. Bu altun ve gümüşü, iyisini kötüsünden ayırt etmek yahut ayarına bakmak için, ateşe sokup erittiğin zaman: (Fetentü'l fiddata ve'z Zehebe): Altın ve gümüşü erittim, sözünden alınmadır" denilmektedir.

Fitne, yakmak, günah, insanların görüş ayrılığı, delilik, saptırmak ve kaydırmak mânalarına gelir. Şu âyet, bu son mânâya örnektir:

"Az daha onlar, seni, sana vahy'ettiğimizden ayırarak ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi."  [2]

Yâni, vahyettiğimiz şeyden seni saptıracaklardı.

Fitne, küfür demektir. Şu âyette olduğu gibi:

"Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür. " [3]

Fitne, insanlar arasında cereyan eden çatışma demektir. Fitne, öldürmek demektir, şu âyette olduğu gibi:

"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkar edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız..."   [4]

Peygamber (a.s) da şöyle buyuruyor:

"Evlerinizde fitneler görüyorum." Bu müslüman grublar arasındaki ayrılıklar, harpler ve öldürmeler yoluyla, dünyâ süsü ve arzularıyla sınanmak, böylece âhiret düşüncesinden ve âhiret için çalışmaktan uzak kalmak şeklinde tezahür edecek olan fitnelerdir.

İbn-i Esir (606/1209)'in Nihayesinde [5] "Fitne, imtihan etmek ve denemek mânâlarınadır. Sevilmeyen, hoşa gitmeyen şeylerde sınamak anlamına geldiği gibi; günah, küfür, öldürmek, savaşmak, yakmak, saptırmak ve bir şeyden çevirmek mânâlarında kullanılması yaygınlık kazanmıştır." denilmektedir.

Mu'cemu'l Vasitte [6] "Fitne, ateşle tecrübe etmek, denemek, yoklamak demektir. Allah Teala:

"Biz sizi sınamak için şerre de hayra da mübtela kılıyoruz" [7] buyurmuştur.

Fitne, bir şeye tutkunluk (meftun olmak), karışıklık, fikir ayrılığı, azap ve sapıklık demektir.

(Fetenehu): Sınamak için sıkıntıya attı demektir.

(Fetene Fülanen): Birisini din veya görünüşünden dönmesi için eziyet etti demektir.

Müfredat Fi Garibi'l Kur'anda: [8]

Fitne; altunu, değerlisi değersizinden ayrılması için ateşe sokmaktır. Bazan, biri tarafından meydana gelen işkenceye de "fitne" derler. Bu kelimeyi, tıpkı şu âyetteki gibi de kullanırlar:

"İyi bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdir." [9]

Bazan da, şu âyette olduğu gibi "Fitne"yi "denemek" mânasında kullanırlar:

"Yine seni tasadan kurtarmış ve seni iyi bir imtihana çekmiştik."   [10]

"Fitne" kelimesi, "bela" kelimesi gibi, insanın bırakıldığı darlık ve rahatlık anlamında  kullanılır.

Fakat her ikisi de daha çok "darlık ve sıkıntı"da kullanılır. Allah Teala şöyle buyurur:

"Biz sizi sınamak için şerre de hayra da mübtela kılıyoruz."   [11]

"Evet ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz." [12]

Yâni, kendinizi bela ve azaba düşürdünüz. Burada "Fitne" azap anlamında kullanıldı. Yine Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

"Bilin ki mallarınız iye çocuklarınız birer fitne (imtihan)  dır.  [13]

"Mal ve çocuklar", "fitne" olarak anıldı; çünkü insanlar, onlar sayesinde denenirler.

"İnsanlar yanlız "inandık" demekle, hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar?" [14]

Yâni, imtihan edip kötüsünü iyisinden ayırt edilmeden, demektir.[15]

 İbtila'nın Anlamı:

 Lisan'u Arab'ta [16] bu kelime şöyle incelenir:

(Belevtu): İmtihan ettim, denedim. (İbtelâhullahu): Allah onu imtihan etti. İsim olarak (el-Belvâ, el-Belâ) aynıdır. (el-Belâ): Hayır ve serde sınamak demektir.

Mu'cemul Vasit'te [17] (İbtelâhu): Denedi, bilgi aldı. (el-Belâ): Sınamak için başa gelen musibet.

İbn-i Esir (606/1029)'in Nihayesinde [18] İbtila, denemek,  imtihan etmek demektir. Bilinmektir ki "ibtila" mezid fiil olarak hayır ve serde beraber kullanılmaktadır. Şu âyet bunun güzel bir misalidir:

"Biz sizi sınamak için şerre de hayra da mübtela kılıyoruz." [19]

El-Müfredat'ta [20] (Belevtuhu): "O'nu denemedim. (İbteleytu Fulanen): Fulanı sınadım. Teklife de şu sebeplerden dolayı "bela" denilir:

1- Bütün teklifler bedene sıkıntı verir

2- Hepsi de bir imtihandır:

"Andolsun biz sizi deneyeceğiz ki içinizden cîhâd edenleri, sabredenleri bilelim."  [21]

3- Allah (c.c.) kulunu bazan, şükretsin diye, sevindirici şeylerle dener. Bazan da sabretsin diye sıkıntılarla sınar. O zaman bu mihnete dönüşür. Bütün mihnetlerse beladır.[22]

 Fitne Ve İbtila'nın Anlamları Hakkında Söylenenlerin Özeti:

 Bahsimiz olan fitne ve İbtilanın vermeye çalıştığımız manalarının özeti şudur: Fitne, gerek darlıkta, gerekse genişlikte insanın denenmesi, imtihana tabi tutulmasıdır. "Belâ" kelimesi de mânasındaki ziyade ile birlikte, aynı olup, imtihan ve sınamak maksadıyla başa gelen musibet, şiddet ve meşakkat bulunan hadise demektir.[23]
 
Hayır Ve Şerle İmtihan Etmesi Allah'ın Kânunudur (Sünnetullâh):

 Allah'ın İbtila/imtihan'daki sünnetinde geçtiği üzere O (c.c.) kulunu hayır ve şerle dener. Yâni, sıhhat ve zenginlik gibi rahat ve huzurlu bir yaşantıya ulaştıran çeşitli nimetlerle denediği gibi; hastalık, fakirlik gibi insana ağır gelen çeşitli musibetlerle de onları sınar. Böylece bu imtihan sayesinde darlıkta sabredenle, nimet ve rahatlık durumunda şükreden ortaya çıksın. Allah (cc.) şöyle buyuruyor:

"Her nefis, ölümü tadacaktır. Biz sizi sınamak için şerre de hayra da mübtela kılıyoruz." [24]

Yâni sıhhat, zenginlik ve rahatlık gibi yerli yerince kullanmak suretiyle şükrü eda edilmesi gereken nimetlerle sizi deneyeceğimiz gibi fakirlik ve hastalık gibi sabrı gerektiren bela ve musibetlerle de sizi deniyoruz.

(Şerle de hayırla da deniyoruz) âyetindeki "Fitne" kelimesi, ibtila mânâsına olup (Ve neblûkum/ sizi deneriz) ifadesinin mastar-ı müekkedidir. Ne var ki, fiilin lafzından değildir. Âyetin sonundaki (Sonra bize döndürülürsünüz) den maksat, sizdeki şükür veya sabrınız gereği mükafat vereceğiz, demektir [25]. Allah (cc.) kulunu, bazan şükretsin diye, sevindirici şeylerle, bazanda sabretsin diye sıkıntı veren hadiselerle sınar. Bağış ta sıkıntı da (minnet-minhet) hepsi beladır (denemedir). Minhet/sıkıntı sabrı gerektirir, mihnet/bağış şürkü gerektirir. Sabra gereği gibi yapışmak, şükre yapışmaktan daha kolaydır. Mihnet ise her iki belanın da büyüğüdür. Bu itibârla Hz. Ömer (r.a): Biz mihnetlerle denedik, sabrettik; rahatlıkla denedik sabredemedik."[26]             

 Şer İle İmtihanın Nevileri:

 Dedik ki: Allah'ın İbtila Sünnet'i, kullarını hayırla imtihan ettiği gibi şerle de imtihan etmesidir. Kulların, çeşitli belalara, musibetlere ve kendilerine zor gelen şeylere maruz kalmaları şerle imtihan kabilindedir. Şu âyet denemenin bu türünden bahsediyor:

"Andolsun, sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele. Ki onlara bir bela eriştiği zaman: Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz derler. İşte Rabb'lerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulunanlar da onlardır". [27]

Allah (cc), kullarını, kimi zaman genişlik kimi zaman da darlıkla sınadığını bize haber veriyor. Bu âyette olduğu gibi onlar da korku, açlık, mallardaki noksanlık (yâni malın bir kısmının telef olması), eşin dostun, arkadaşın vefatı gibi canlarda olan azalmalar ve bağa, bahçeye, tarlalara ve ağaçlara artık meyva ve ürün vermeyecek şekilde nakısa gelmesi gibi durumlardır. İşte böyle bir belâ (imtihan)ın karşısında sabredenler "Biz Allah içiniz ve biz ona döneceğiz" derler. Yâni onlar bu sözü söylerken bilirlerki bütün bunlar, Allah'ın mülküdür. O (c.c), kulları hakkında (mülkünde) dilediği gibi tasarruf eder. Ve yine bilirler ki O'na dönecek ve kıyamet gününde sabırlarına karşılık mükâfatlarını alacaklardır. Şu âyette Allah (cc.) bu sabredenleri müjdeliyor:

"İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." [28]

Yâni onlar, Allah'ın övgü ve rahmetine mazhar oldukları gibi, işi Allah'a teslim ve havale ettikleri ve istirca ederek [29] Rablerine dönme arzusunda oldukları için dosdoğru yola yol bulanlar da onlardır demektir [30].

 İnsanın Dünyâ Süsüyle Denenmesi:

 Allah (c.c.) buyuruyor ki

"Biz yeryüzündeki şeyleri, kendisine süs olsun diye yarattık ki onların, hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim. Biz elbette (birgün) yerin üzerindekileri kupkuru bir toprak yapacağız (yerl bir edeceğiz)."   [31]

Yâni, yeryüzü ve yeryüzü sakinlerine zınet olabilecek şeyleri beğenip durdukları dünyâ süsü olarak yarattık ki, bununla insanları imtihan edelim. [32]

İmam Kurtubi (671/1273), "Zinnet" kelimesinin yeryüzünde olan herşeyi kapsadığını söyler ve devamla âyetteki zinet kelimesi geneldir. Çünkü yeryüzünde olan her şey yaratıcısına delalet eder. Öyleyse yeryüzünde olan her şeyde yaratılışı, yapısı ve sağlamlığı yönünden bir süsün (zînet) varlığı soz konusudur. [33]

İmam Kurtubî'nin aldığı bu genel (umûmi) manaya göre âyetin anlamı şöyle olur: Allah, akıl sahipleri dışında, yeryüzünde yarattığı her şeyi yeryüzü için süsleneceği zînet yapmıştır. Öyle ki bu zînetin, yeryüzü sakinlerine de şumûlü vardır. Çünkü bir şeyde olan sus, sahibi için de süstür.  Kaldı ki, yeryüzünün susu, faydalanma ve en azından Hahk'ın azametine delil olma cihetiyledir. [34]

(Onların hangisinin daha güzel iş yaptığını deneyelim) âyetinin mânası ise şöyledir: Arzın süsü içersinde onları deneyelim de hangisinin ameli güzeldir, ortaya çıksın. Amelin güzelliği "zühd"tür. Dünyâ süsüne rağbet etmemek, onunla aldanmamaktır. Dünyânın süsünü, yaratıcısını bilmeye bir vesile kılış, şerîatin müsadesince ondan istifade ediş, hukukuna riâyet ve o zinetten kendisine verilene şükürdür. Yoksa kâfirlerin ve şehvet düşkünlerinin yaptığı gibi dünyâ süsünü kötü maksat ve arzularına aracı kılmak değildir güzel amel. Güzel Amel'in mertebeleri açıkladığımız manâsıyla, dünyâ zinetine aldırış etmemek/zühde farklıdır. Zühd güçlü oldukça amel de o nisbette güzel olur. Bu sebeble İmam Süfyân-i Servi Hazretleri bu âyet hakkında "deneyelim bakalım ki onların hangisi dünyânın zinetine daha (zahid) aldırış etmiyor. [35]

 İnsanların Çeşitli Şekillerde Denenmeleri:

 Allah'ın, kendisiyle kullarını imtihan ettiği ve sünnetini onunla geçerli kıldığı hususlardan biri de ihsan ve rızıklardaki çeşitliliktir. Ta ki, bulundukları hale rağmen, kendi öz nefislerine ve başkalarına yönelmede yapmaları ve yapmamaları gereken şeylere bağlılık derecesi ortaya çıksın, bu konumlarıyla başkalarından ayrılsın, diğerlerinin fakru zaruretine rağmen, ilim, mevki, mal, toplumsal konum, idarecilik ve benzeri durumlarda özellik kazansınlar. Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki:

"Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabb'in, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayan, rahmet edendir." [36]

Yâni, ey Müslümanlar! Allah (c.o), sizi geçmiş ümmetlerin ve asırların halefi (takipçisi) yaptı. Ve kiminizi kiminizden derecelerle üstün kıldı., yâni, yaratılışınıza, rızkınıza, kuvvetinize, faziletlerinize, ilminize ahlakınıza, güzelliklerinize, şekillerinize, görüntü ve renklerinize çeşitlilik verdi. Zaten adet/Sünnetullâh'da bu çeşitlilik ve derece farklılığı üzerinize cereyan edip durmaktadır. (Size verdiği şeylerde sizi denemek için...) Ta ki, nimet olarak verdiği şeylerde sizi denesin; zengini zenginliğindeki şükürden, fakiri fakirliğindeki sabrından, makam ve saltanat sahibini de yetkilerini nerede kullanıldığından sorarak sınasın ve imtihan etsin. Nimetine nankörlük eden ve bu hususlarda asi olan kimselere {Rabb'inin cezası çabuk olandır). Ve nimetinin şükrünü getiren ve bu hususta O'na itaatkâr olana (bağışlayan, rahmet edendir). [37]

 Mü'minleri Musibetlerle Denemesi (İbtila) Allah'ın Kânunudur:

 Allah Teâla Buyuruyor ki:

"Yoksa siz, sizden önce geçenlerin durumu başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? onlara öyle yoksulluk ve sıkıntı dokunmuştu, öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve onunla birlikte inanalar: Allah'ın yardımı ne zaman?, diyecek olmuşlardı, iyi bilin  ki, Allah'ın  yardımı yakındır."  [38]

Çoğu müfessirler bu âyetin> Hendek Savaşı sırasında, kendilerine takatin üstünde gayret, soğuk ve kötü yaşantı gibi türlü meşakkatlerin isabet ettiği müslümanlar hakkında indiğini söylerler. Kimileri de, müşrikler tarafından mallarından ve memleketlerinden edilen, buna rağmen Allah ve Resûlu'nun rızasını tercih eden Muhacirleri teselli için inmiştir. Allah (c.c.) bu âyeti, onların gönüllerini hoş etmek için indirmiş, onları sabra davet etmiş ve bu sayede yardım va'detmiştir, derler. [39]

(El-Be'sa): Canı ve bedeni dışında, insanın malının alınması memlekitinden sürülmesi, güvenliğinin ve davete olan direncinin tehdit edilmesi gibi musibetlerdir. (Ed-Darra): Yaralama ve öldürme gibi insanın can ve bedenine dokunan musibetlerdir.

(Sarsıldılar): Çeşitli belalarla sarsılır, rahatsız edilirler. Düşman tarafından korkutulurlar. [40]

Ayetin Mânası: Sizden öncekilerin imtihan olup sınanmaları gibi siz de denenmeden, sınanmadan cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara "Be'sa" ve "Darra" isabet etmişti de sarsılmışlardı. Düşman tarafından korkutulmuş ve böylece büyük bir imtihana tâbi tutulmuşlardı. Öyle ki, Resul (a.s) ve beraberindeki mü'minler düşmana karşı zafer istemeye, içinde bulundukları sıkıntıdan kurtulmak için Allah'a yalvarmaya başladılar. Mü'minlerin bu dualarına Allah Teala şöyle cevap veriyordu:

"İyi bilin ki, Allah'ın yardımı yakındır.” [41]

Tefsir-i Kurtubi de: "Çoğu müfessirler, âyet, sonuna kadar Resul (a.s)'ın ve mü'minlerin sözüdür, derler. Yâni, o kadar cehd ü gayret sarfedildi ki Allah'ın yardımı (halen niye gelmiyor diye) yavaş gördüler de Allah, "iyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır buyurdu. Bu Resûlullah ve mü'minlerin, yardımın geleceğine dair şüphelerden değil de, yardımın acilen gelmesini istemelerinden kaynaklanan sözleriydi.

Kimi müfessirler de: Bu âyette takdim ve te'hir vardır. Buna göre âyetin takdiri şöyle olmalıdır:

"Öyle ki mü'minler, Allah'ın yardımı ne zaman (gelecek)? derken Resul (a.s) da: İyi bilinki, Allah'ın yardımı yakındır, diye cevap veriyordu. Resûlullah'ın zikri, derecesinin ve konumunun yüceliğinden dolayı âyette öne alınmıştır. Sonra da mü'minlerin sözleri zaman itibâsiyle önce olduğu için öne alınmıştır. Yani, bunu söylüyorlar (soruyorlar), sonra Resul (a.s) cevap veriyor: Allah'ın yardımı yakındır, diyor [42] denilmektedir.

Tefsir-i Razi 'de: Mü'minlerin bu sözlerinin Kur'anda benzerleri vardır:

"(Allah), rahmetinden dolayı sizin için geceyi ve gündüzü var etti ki geceleyin dinlenesiniz ve (gündüzün) Allah 'ın lütfunu arayasınız ve şükredesiniz." [43]

Yâni, gecede dinlenesiniz, gündüz de O'nun fazlından arayasınız. [44]

Tefsir-i Menar'da: "Üstad İmam Muhammed Aduh der ki:

Bu âyet, Sahabe-i Kiramı paylamaktadır. Öyleyse nasıl olur da müslüman, iman, İslam,  Hakk'a davet ve Allah yolunda sıkıntılara sabır yönüyle sahabeden daha zayıf olduğunu bile bile, böyle bir durumu kendisine hoş görmez? Niçin kendine ve kendi gibi "Allah'a inandık" diyenlere yakın etmez? Oysa Allah yolunda eziyetle karşılaştıkça insanların fitnesi (eza ve cefası) Allah'ı nazabi yerine geçerken, insanların yanında olanı (eziyeti)' Allah'ın yanındakine (azaba) tercih etmiş olur. [45]
 
Mü'minin Cihâd İle Denenmesi:

 Mü'min kullarını, yer zaman ve sebeplerini hazırlayarak cihâdla imtihan etmesi de Allah'ın bir sünnetidir. Böylece mü'minlere cihâd vacib olmuş olur ki, kimin bu farziyeti yerine getirdiği ve sonucuna katlandığı açığa çıksın da, neticede Allah'ın lutfunu, va'dini ve adeti olan cenneti hak etsin.

"Yoksa siz, Allah, içinizden cihâd edenleri (sınayıp) bilmeden, sabredenleri (sınayıp) bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız." [46]

İmam İbn-i Kesir (774/1373), bu âyetin tefsirinde der ki:

"Savaş ve musibetlerle denenmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Yâni, denenmedikçe Allah sizin, kendi yolunda cihâd edeninizi ve düşmana karşı koymada sabırlı olanınızı görmedikçe cennete girmeniz söz konusu değildir. [47]

 Mü'minin Çeşitli Eziyetler İle Denenmesi:

 Alıah Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz; sizden önce kendilerine Kitab verilenlerden ve puta tapanlardan, çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama sabreder, korunursanız; işte bunlar, yapmağa değer işlerdendir." [48]

Çeşitli belalarla denenmeleri, mallarından infak etmelerini istemekle ve mallarına gelebilecek afatlarla da sınanmaları, Allah'ın, kendisine davet eden, yolunda cihâd eden mü'min kulları hakkında bir Sünneti'dir. Mü'minlerin imtihan edildiği bir bela da, düşmanla savaş esnasında ölmek, yaralanmak ve esir olmaktır. Buna, zamanımızda zalim tağutlarca hapse atılan davetçi mü'minlerin başına gelen hapis musibetini de eklemek mümkündür.

Mü'minlerin imtihan şeklinde, kendisine davet eden davetçiler ve yolunda cihâd eden mücahidler hakkında Allah'ın adeti (Sünnetullâh) gereği karşılaştıkları bir bela da, Kitap Ehli'nden (Yahudi ve Hıristiyanlar), müşrikler ve sair kafirlerden işittikleri, İslam'a ve İslam davetine dil uzatma gibi sataşma türü eziyetler ve insanları onlardan, onların davetlerinden alıkoymak için aslı astarı olmayan suçlamalarda bulunmalarıdır. Bütün bunları göğüslemek ve takvayı elden bırakmamak büyük bir sabır işidir. Bu ise, batılın yok olup, hakkın ve hak ehlinin kazanacağı bir netice olarak, mü'minin, sabır ve gayret göstermesi gereken bir durumdur. [49]

 İnsanların En Çok Meşekkat Çekeni Peygamberler, Sonra Derece Derece Diğer Mü'minlerdir:

 A- Tirmizi'nin Cami'nde Musab b. Sa'ddan, O da babasından rivayetinde,

"Dedim ki: Ya Resulallah, insanların belası en çetin olanı kimdir? Buyurdu ki:

Peygamberler ve sonrada derece derece Mü'minlerdir. Kişi dini nisbetinde bela görür (imtihan edilir). Dini kuvvetli ve sağlam ise belası ağır olur. Dininde zayıflık söz konusu ise dini kadar bela görür (imtihana tâbi tutulur). Bela insanın yakasına öylesine yapışır ki, günahsız gezene kadar peşini bırakmaz." Denilmiştir [50]

B- Taberani (360/971)nin Mu'cemul Kebir'inde Huzeyfet'u İbnul Yeman'ın kızkardeşi Fatma'dan veya Havle'den rivayetinde der ki "Resulullah buyurdu ki:

İnsanların, belası en çetin olanı Peygamberler, sonra salihler, sora derece derece diğer mü'minlerdir.” [51]

 İnsanların Belası En Çetin Olanı Hakkındaki İki Hadisin İzahı:

 (El-emsel Fe'l Emsel) den maksat, din ve fazilet bakımından derece derece en üstün ve en şerefli olan demektir.

Rağıb (502/1108) diyorki: "El-Emsel", hayra daha yakın, faziletli kimselere benzerliği olanlar için kullanılır. "Emasilu'l Kavm" ifadesi onların hayırlılarından kinayedir [52].

Bela ve meşakkati çok olan insanların ecir ve sevabları da kat kat olur, faziletleri artar. Sabır ve rızaları insanlarca bilinince onlara güzel bir numune oluverirler. Sonra derece derece belası çetin olan mü'minler gelir. Çünkü bela/imtihan, nimet karşılığıdır. Allah'ın nimeti kimde fazla ise, onun belası ağır ve zorlu olur. Derece derece zorluklara, meşakkat ve musibetlere mübtela olurlar. Bu da insanın gördüğü maddi ve manevi eziyetleri kapsar. Kişi, dini nisbetinde, yâni, imanın, kuvveti ve yakînin şiddeti/fazlalığı derecesinde belaya çarptırılır. Dini kuvvetli ve sağlam ise bela ve imtihanı da nitelik, nicelik ve tür bakımından o nisbette ağır ve çetin olur. Dininde herhangi bir za'fiyet söz konusu ise, o oranda imtihana tâbi tutulur. Bela kuldan ayrılmaz, kul, yerde günahsız dolaşıncaya kadar onun yakasını bırakmaz. Bu ifade kulun günahlardan kurtulabileceğinden kinayedir. Demek ki belalar, günahlara mahsuben (kefaret olarak) verilir. Sonra yolu temizlenip salıverilir. O da günahsız olarak yürür. [53]

 Bu İki Hadis'ten Anlaşılan, Allah'ın Umûmî Kânunu:

 Takdim ettiğim iki hadisten anlaşılıyor ki, Allah'ın bela ve mübtelalar (belaya tutunanlar) hakkındaki umumî kânunu (Sünnetullâh) şöyledir. İnsanların en belalısı (belası en çetin olanı) Peygamberlerdir. Sonra dince ve takvaca en üstün ve faziletli olanlarıdır. Bu, mü'minler hakkında aralıksız devam eden sürekli bir kânundur.[54]

 Bu Umûmî Kânun Sebebi:

 "İnsanların belası en çetin olanı Peygamberlerdir. Sonra derece derece diğer mü'minlerdir." Şeklindeki umûmî kânunun sebeb ve illeti olarak şunu söyleyebiliriz: Peygamberler, Rabb'lerinin risaletini tebliğde bulunurlar. İnsanları Allah'a ve O'na kulluğa çağırırlar. Bâtıl ehli ise onları yalanlayıp durdular. Çeşitli eziyetleri onlara reva görürler. Nitekim "Hakk-Bâtıl Mücadelesinde Sünnetullâh" bahsinde geçti.

Salihlerin ve derece derece diğer mü'minlerin birçok belalara maruz kalmalarının illetine gelince, onlar da hakkın ve halkın (yaradılmışların) hakkını yerine getirmeye gayret ederler. [55] Bu haklardan olarak, Emr-i Bi'l Maruf ve Nehy-i Ani'l Münker'i, Allah yolunda, İ'la-i Kelimetullah uğrunda Cihâdı ve buna Hakk-Bâtıl mücadelesinde Sünnetullâh gereği terettüb eden çeşitli eziyetleri zikredebiliriz. Mü'min, imanında ve dininde kuvvetli oldukça Allah yolunda cihâdı da fazla olur. Kafirlerin ve Bâtıl ehlinin belalarına, diğer insanlardan daha çok maruz kalır.

Bu genel kânunun sebeblerinden biri de, İlim sahiplerinin peygamberler hakkındaki bu sünnetin sebebleri içinde zikrettikleri şu ifadelerdir.

"Onların ecirleri kat kat verilir, faziletleri artar, sabır ve rızaları bilinir. Böylece, insanlara iyi bir model olurlar.[56]   Ayrıca, derece derece mü'minlerin bela ve imtihana tâbi tutulacaklarını ifade eden şu sözlerdir:

"Bela, nimet karşılığıdır. Kimin üzerine Allah'ın nimeti çok ise, ona verilen bela da o nisbette Çetin ve zorludur.[57]

Şüphesiz, Allah'ın salih kullarına nimeti büyüktür. Çünkü onların imâna ve bu nimete nailiyetleri şükrü gerektirir. Bunlara şükür ise, Allah'ın haklarını yerine getirmektir. Cihâd ve bu uğurda mücahidlere gelen musibetler, Allah'ın haklarındadır.

 Konumuz olan umûmî sünnetlerin sebeblerinden biri de, hastalık ve benzeri belalarda, bu belalara tutulan için fazla ecir söz konusudur. Ayrıca, Buhari'nin, Sahih'inde Haris b. Süveyd'den, O da Abdullah'tan tahric ettiği hadiste olduğu gibi, belalar müminin günahlarının keffaretidir. "Abdullah diyor ki: Resülullah'ın huzuruna girdim, ya Resülullah, dedim, çok ateşlisin. Evet dedi, ben sizden iki kişinin hastalığı kadar hastalanırım. Ben: şu halde, senin için ecir vardır, deyince buyurdu ki: Evet, aynen öyle, hiç bir müslüman yoktur ki ona bir diken ve daha küçük bir şey de olsa eziyet veren birşey isabet etsin de, Allah o şeyi, ağacın yapraklarını dökmesi gibi, o müslümanın günahlarına keffaret kılarak günahları ondan dökmesin. [58]

Hadiste geçen (el-va'ku), sıtma hastalığıdır. Humma ızdırabı da denilmiştir. (Zakile kezalik/ bu böyledir) dediği ise: Sıtmanın şiddeti sebebiyle sevabın kat kat olacağına işarettir. Hadis, ortaya koyuyor -ki, hastalık ki bela türüdür- şiddetli oldukça sevab katlanır. Yahut hastalığın şiddeti derecesini artırırken, günahları siler. Öyle ki artık bir şey kalmaz. [59]


[1] İbn Münzir, Lisânu'l Arab, c.17, s.193 vd

[2] İsra: 17/73

[3] Bakara: 2/191

[4] Nisa:4/101

[5] İbn Esîr, en-Nihâye, c.3, s.410-411

[6] Mu'cemu'l Vasît, c.2, s.680

[7] Enbiya: 21/35

[8] Râğjb el-İsfehânî, s.371-372

[9] Tevbe: 9/49

[10] Tâha: 20/40

[11] Enbiya: 21/35

[12] Hadid: 57/14

[13] Enfal: 8/28

[14] Ankebut: 29/2

[15] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 102-104.

[16] Lisânu'l Arab, c.18, s.90.

[17] Mu'cemu'l Vasît, c.l, s.80

[18] İbn Esir, en-Nihâye, c.l, s.155

[19] Enbiya: 21/35

[20] İsfehânî, el-Müfredât, s.61

[21] Muhammed: 47/31

[22] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 104-105.

[23] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 105.

[24] Enbiya: 21/35

[25] Zemahşerî, c.3, s.116; İbn-i Kesîr, c.3, s.178; Kurtubî, c.ll, s.287; Âlüsî, c.17, s.47

[26] İsfehânî, a.g.e., s.61. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 105-106.

[27] Bakara 2/155-157

[28] Bakara: 2/157

[29] İstircâ etmek: Biz Allah içiniz, O'na döneceğiz diyerek teslimiyet arz etmek. (Çev.)

[30] İbn-i Kesîr, c.l, s.197; Tefsîr-i Zemahşerî, c.l, s.207. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 107-108.

[31] Kehf: 18/7-8

[32] Zemahşerî, c.l, s.704

[33] Kurtubî, c.10, s.304

[34] Tefsir-i Âlûsî, c.15, s.206

[35] Tefsîr-i Kurtubî, c.10, s.355. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 108-109.

[36] En'am: 6/165

[37] İbn-i Kesîr, c.2, s.199; Kurtubî, c.7, s.158; Zemahşerî, c.2, s.84; Menân, c.8, s.250. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 109-110.

[38] Bakara: 2/214

[39] Tefsîr-i Kurtubî, c.3, s.34

[40] Meriâr, c.2, s.299; Râzî, c.6, s.20-21; Âlûsî, c.2, s.104

[41] İbn-i Kesîr, c.l, s.251

[42] Kurtubî, c.3, s.35-36. 133

[43] Kasas: 28/73

[44] er-Râzî, c.2, s.303

[45] Menâr Tefsiri, c.2, s.303. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 110-113.

[46] Al-i İmran: 3/142

[47] Tefsîr-i İbn-i Kesîr, c.l, s.408-409. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 113.

[48] Al-i İmran: 3/186

[49] Tefsîr-i Zemahşerî, c.l, s.449. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 113-114.

[50] Câmiu't Tirmizî, c.7, s.78-79; Suyûtî, Câmiu' Sağîr, c.l, s.l36'da olduğu gibi İmam Ahmed ve diğerleri rivayet etmiştir

[51] Taberânî, Câmiu's Sağîr, li's Suyûtî, c.l, s.136; Sünen-i Dârimî, c.2, s.320. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 114-115.

[52] Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât, s.463

[53] Tuhfetu'l Ehfezî, Şerhu Câmiu't Tirmizî, c.7, s.78-79; Münavi, Feyzu'l Kadir, c.l, s.518-519. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 115-116.

[54] Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 116.

[55] Münavî, Feyzu'l Kadîr, c.l, s.519

[56] a.g.e., c.l,s.518

[57] a.g.e.,c.l,s.518

[58] Askalânî, Sahîh-i Buhârî Şerhî, c.10, s.lll.

[59] a.g.e.,c.l0,s.112. Prof. Dr. Abdulkerim Zeydan, İlahi Kanunların Hikmetleri, İhtar Yayıncılık: 116-118.