- Fıkıh usulü ve değişmezlik

Adsense kodları


Fıkıh usulü ve değişmezlik

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ehlidunya
Thu 4 October 2012, 01:08 pm GMT +0200
Ahmet Kurucan
   
Fıkıh usulü ve değişmezlik

Hem müstakil olarak hem de münasebeti geldiğinde usulle alakalı değerlendirmeler yaptığımız yerlerde birkaç defa yazdığımı hatırlıyorum; usulü fıkıh kaideleri değişmez değildir diye. Yalnız bir şeyin değişebilir olması ile değişmesinin lüzumu farklı şeylerdir. İhtiyaç varsa, mevcut yeterli gelmiyorsa o zaman değişikliğe gitme söz konusu olabilir kaydını da koymuştum. Bunu irdeleyen bir soru gelince; ben de yeniden bazı hatırlatmalarda bulunmak istedim.

Her şeyden önce usulü fıkıh kaideleri başta Efendimiz (sas) ve sahabe-i kiram hazeratının murad-ı İlahi'yi keşf ve hükmü bilinmeyen bir meselede İlahi iradeye en yakın hükmü verme adına ortaya koydukları metodlar ve fukahanın bunlar üzerine yapılan ilavelerden hareketle ortaya çıkmıştır. Özellikle mezhep imamlarının bu süreçte yeri çok önemlidir. İ.Şafii'nin Er-Risale'si bu bağlamda müstakil olarak ele alınması gereken küçük ama devasa bir eserdir. Hakeza hocası İ.Azam'ın içtihadlarından hareketle onun usulünü çıkartan başta İ.Muhammed olmak üzere talebelerinin ortaya koyduğu çabalar ve yazdıkları kitaplar aynı kulvarda yerini alan çalışmalardır. Bunların usul adına ortaya koydukları metodlara müracaat sırası farklı olabilir. O ayrı bir mevzu ama ortada bir usulün olduğu ve bu usulün içtihadi yaklaşımlarla ortaya çıktığında şüphe yoktur.

Dolayısıyla bir şey içtihadi olunca, bir başka tabirle beşer aklına, yorumuna dayanınca, ona haşa! Kur'an gibi değişmezlik payesi verme, aslında hakikatin tahrifini netice verir. Böyle bir yola girilirse farkında olmasak da uğrayacağımız duraklardan birisi hiç şüphesiz tahrif, tebdil, tağyir durağı olur. Hatta bu yanlışta ısrar edilmesi dini yörüngesinden çıkartır. Gerçi soru sahibi böyle bir şeyi ne iddia ne de ima ediyor ama tatmin edici örnekler istiyor.

Bir örnek vereyim; bizim usul ilminde selef, hakları üç ayrı kategori halinde incelemiştir; Allah hakkı, kul hakkı ve karma haklar. Çok cami bir tasnif. İbadetlerden ceza hukukuna uzayan her şeyi bu üç kategori altına koyup değerlendirmeniz mümkün. Pekâlâ biz bunun yerine, tarım ve sanayiyi aşmış, ötesine ulaşmış bilgi toplumunda meselelerin daha iyi çözümlenmesine yardımcı olacaksa başka bir kategori ortaya koyamaz mıyız? Koysak ve koyduğumuz bu tasnif hukukun, hükmün hem bizler hem de gayrimüslimler tarafından daha iyi anlaşılmasına ve uygulanmasına vesile teşkil edecek, aynı zamanda Allah ve kul hakkı denerek konulan muhtevayı da kapsayacak olduktan sonra, soruyorum ne mahzur olabilir ki?

Mesela günümüz dünyasında hak meselesi değişen ve gelişen şartlara bağlı olarak farklı isimlendirmelere ve farklı tasniflere konu ediliyor. Yani bir taraftan değişim diğer taraftan süreklilik sağlanıyor. Hukukun yürürlükte olması da bu sürece ayrıca müspet manada katkı sağlıyor. Sivil haklar, siyasal haklar, sosyal haklar ve kültürel haklar deniyor. Halbuki daha düne kadar kültürel haklardan hiç kimse söz etmiyordu; yakınlarda devreye girdi. Tarım toplumu şartlarının, derebeyliğin, krallığın hakim olduğu dönemlerde siyasal haklar diye bir kategori yoktu. Sosyal haklar 20. yüzyılda ortaya çıktı. Ya da devlet-vatandaş ilişkisini merkeze alarak aktif statü, pozitif statü ve negatif statü hakları tasnifi neden yapılmasın? Aynı şey adalet tasnifinde dün "sosyal adalet" deniyordu; şimdilerde "etnik ve kültürel" adalet deniyor.

Başa dönüyorum ve tekrar ediyorum; gerek varsa, meselelerin daha iyi kavranmasına zemin teşkil edecekse, hayatı kolaylaştıracaksa, kendimizi daha iyi ifade etme, İslam'ın hukuk adına getirdiği değerlerin daha iyi anlaşılması ve uygulanmasına zemin hazırlayacaksa. Yoksa fanteziler içinde boğulmaya gerek yok. Telafisi gereken ve yapılmak üzere bekleyen o kadar çok iş var ki?