- Felsefe Ve Kelâm

Adsense kodları


Felsefe Ve Kelâm

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 6 August 2012, 01:23 pm GMT +0200
Felsefe Ve Kelâm

Avrupa Rönesansmdan hemen önce müslümanların sanat ve ilimde öne çıkmalarının bir nedeni İslâm coğrafyasında yaygın şekilde mevcut bulunan sorgulama özgürlüğüdür. Şa­ir Sa'b'ın yazdıkları bu durumu şu ifadelerle çok güzel tasvir etmektedir: "Fikir ve inanç hürriyeti-nihayetinde birdir/ bir kavram üze­rinde boğuşuluyor/ yorumlar farklı, fakat rü­ya aynı." (Huda Bakş, Contribution to the History oflslamic Civilisation, c. II). Grekle­rin kayıp felsefî eserlerini Avrupalılar'a akta­ranlar müslümanlardrr. Meyerhof bu gerçeğin üstünde durmaktadır: "İskenderiye'deki fel­sefe ekollerinin son kalıntıları Araplar tara­fından yok edilmemiştir, bilakis Arapların Mısır'ı fethinden 80 yıl sonra Antakya'ya ta­şınmıştır." ("Yunan ve Hint ilimlerinin Arap­lara taşınması Hakkında" Islamic Culture, 11: 21, Ocak 1937). Bir diğer ünlü yazar Gu-İllaume, bu durumu şu ifadelerle teyid etmek­tedir: "Avrupalılar'm Aristo hakkında ileri derecede bilgilenmiş olmalarının sebebi kuş­kusuz Arap düşüncesinin felsefe şevklerini artırmış olmasındandır. Gerçekten, tek etkili fikirler Arap kaynaklı değildi ise, nesiller bo­yunca Avrupa'da Aristo'nun fikirlerinin İbni Rüşd'e atfedilen öğretilerle karıştırılmış ol­duğu gerçeğini nasıl açıklayabiliriz?"

"Roger Bacon 1292'de şöyle yazmıştır: 'Aristo felsefesinin büyük kısmının (Batı'da) hiçbir etkisi yoktu. Çünkü eserlerinin yazmalan saklı ve nâdirdi. Konuların özü zor ve zevksizdi. Doğu'da savaşlar vardı. Bu durum jjz, Muhammed'den sonra İbni Sînâ, İbni Rüşd ve diğerlerinin Aristo felsefesini yeni­den neşter altına yatırıp açıklamalanna dek devam etti."

"Fârâbî'nin (950) Ruh ve Ruhun Melekeleri adlı kitabı haleflerine aktardığı faal zihinle (intellectus agens) ilgili felsefî meseleyi yan­sıtmaktadır. O çağda Hıristiyan dünyasının 'Arapların entellektüel üstünlüklerini kabul ettiklerine ve onların elde edip gerçekleştir­dikleri ile haklı olarak övündüklerine' şüphe yoktur. Alcira'lı İbni Tumulus'un (ö. 1233) ifadesi ile: 'Geometri, Aritmetik, Astronomi ve Mûsikî konularında müslüman âlimler ilk çağların âlimlerinden çok üstün duruma gel­diler. Günümüzdeki İnsanların ilk çağlardakilere nazaran çok daha fazla bilgi sahibi oldu­ğunu söylemek mümkün ise de, o devir eser­lerinin pek çoğunun tahrip edildiğini akılda bulundurmak bir hakşinaslık olacaktır."

R. L. Gulick'in ifadeleriyle; 'Kurtuba'lı İbni Hazm (994-1064) İspanya'da çağının en ön­de gelen edebî şahsiyeti idi. Biz onu karşılaş­tırmalı dinler konusuna mantıklı ve sistema­tik bir işleme tarzı getirmesi ile hatırlıyoruz. Onun bu konu hakkındaki orijinal ve değerli eserinin başlığı Dinî ve Felsefî Mezhepler Kitabı'diT. Zemahşerî (1075-1143) meşhur bir filolog ve din âlimidir. Keşşaf adlı Kur'an tefsiri hâlen çok yaygındır. Arap ede­biyatının metafizikle ilgili en değerli kitabı Şehristânî (1086-1153)nindir. Fahruddin Râzî (1149-1209) devrinin önde gelen hümanist, filozof ve ansiklopedistiydi.

Dante İlahi Komedyacı için muhtemelen Müslüman kaynaklardan faydalanmıştı. Asin Palacios'un işaret ettiği gibi 'cehennem, cen­net, zakkum ağacı, nûr halkasındaki melekler korosu, teslisi sembolize eden üç halka' tümnüyle Dante tarafından İbni Arabi'nin tanım­ladığı şekilde tanımlanmıştır."

"Gazalî (1059-1111) Müslümanların Sokratı'dır. Gazalî'nin mantık, fizik ve metafizikle ilgili kitapları Toledo'da yapılan Latince ter­cümeler yolu ile bütün Avrupa'da tanınmış­tır. Gazalî'nin vahiy ve kelâmda mantığın ye­ri hakkındaki eseri Thomas Aquinos'ın Sum-ma Contra G e nt ile s1 indeki bazı kaziyelerine ilham kaynaklığı etmiş olabilir." (Arnold, a. g. e.den iktibasla Muhammad the Educator, sh. 77-78). İbni Rüşd (Kurtuba, 1126) elbette Batı'da en iyi bilinen isimdir. Tehâfutü't-Tehâfut adlı kitabı Gazalî'nin rasyonalist fel­sefeye yaptığı hücumlara bir cevap teşkil etmistir.

İbni Rüşd'ün doktrinleri Paris üniversitesinde asırlar boyunca okutulmuştur. Onun felsefî fikir lerini savunan Sarton şöyle demektedir: İbn-ı Rüşd kesinlikle en az diğer âlimler ka­dar dürüst, samimi ve müttakî idi. Üstelik onlardan daha akıllı idi. Derin görüşlülüğü diğerlerinin gayri kabil-i telif gördüğü ifade­leri uzlaştırabilmesini sağlıyordu. Bu nedenle dar çerçeveli ve kötü bir tevil olan Dualist Hakikat Teorisini açıkça reddetmiştir." (Miguel Asin, 1904, Introduction to the Hisîory of Science, c. II, sh. 359).

"Guillâume, İbni Rüşd'ün ve Thomas Aquinas'ın iman ve mantık arasındaki uyumun sa­vunucusu konusunda aynı safta olduklarım ve 'Katolik doktorun' bu konuda 'Müslüman doktor'un daha önce kullandığı delillerden faydalandığını göstermiştir. Guillaume felse­fenin bu iki üstadından şöyle bahsetmektedir: 'İbni Rüşd ile Aziz Thomas arasındaki ben­zerlikler o kadar fazladır ki, mutlaka yalın te­sadüften daha sağlam bir sebebe bağlanmalı­dır. Her İkisindeki felsefe ve teolojiyi uzlaş­tırma arzusunun müşterekliği önemsiz görü­lebilir. Ancak ifade planındaki paralellikler ortaya konduğunda bu Hıristiyan alim için İbni Rüşd'ün, sadece Aristo hakkında yorum­lar yapmış bir kişi olmanın ötesinde katkıları olduğu sonucuna varmak çok tabiî gözük­mektedir. Her iki müellifte de felsefî dogma­ların delillerinden sonra Kur'ân veya İn­cil'den alıntılar bulmaktayız. İkisi de önce şüpheli ya da zahiren çelişkili konuları ortaya koymaktadır. Allah'ın varlığı hakkında ikisi de hareket delilini ve dünyanın Allah'ın ina-, yeti ile idame olunduğu delilini kullanmakta­dır. Allah'ın birliğine dünyanın bir oluşundan hareketle ulaşırlar. Allah'ın zâtına ait bilgiyi elde etmek için via remoîionis metodunun kullanılması gerektiğini Öne sürerler ve bu görüşü via analogiae metodunu kullanarak kuvvetlendirirler." (Arnold, a. g. e.).

"Bu, Aziz Thomas ve onun felsefe ve teoloji­si üzerinde İbni Rüşd'ün muazzam etkisinin açık bir göstergesidir. Bu ayrıca Avrupa'da Eski Ahit ve Yeni Ahit hakkında yapılmış ilk eleştirel ve sistematik çalışmanın Kurtuba'h İbni Hazm adlı bir müslümanın eseri olduğu­nu gösterir. Bunun yanında Gazalî'nin ve İb­ni Rüşd'ün Thomas Aquinas üzerindeki etki­leri şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat­lanmıştır. Hıristiyan Avrupa'da Müslümanla­rın etkisi üzerine yaptığı yorumla R. L. Gullick şöyle söylemektedir: 'Müslüman Teoloji ve Hukuk okullarının asırlar sonra kurulmuş bulunan Hıristiyan İlahiyat Okulları üzerinde pek muhtemelen büyük etkisi olmuştur...' Aşağıdaki kehanet benzeri ifadelerde bulunan Guillaurae'm fikirleri kolaylıkla ve isabetle benimsenebilir: 'Avrupa kütüphanelerindeki bütün zengin malzeme gün ışığına çıkarılmış olsa, muhtemelen Araplar'ın ortaçağ, medeniyeti  üzerine etkilerinin bugüne kadar kabul edilegeldiğinden çok daha fazla olduğunu gö­rebiliriz.' Ve Guillaume son ifadesinde pek çok tarafsız araştırmacının duygularını dile getirmektedir; 'Müslümanların pek çok dal­daki etkilerini hakkaniyetle ifadelendirmek için ortaçağların tarihi yeniden yazılmalı ve pek çok tartışmalı konu gün ışığına çıkarıl­malıdır. Millî kültür ırmakları geniş insan dü­şünce okyanusuna bir kez aktığında ve okya­nusa ulaştığında tatlıyı tuzludan ayırdetmek imkânsız olmaktadır." (Muhammad the Educator, sh. 79-80).

Doğu'da Arap felsefesinin en büyük isimleri Kindî (801-873), Fârâbî (Öl. 950) ve İbni Sina'dır (1037). Kindî sadece bir filozof de­ğildi. O bir astrolog, simyacı, optikçi ve musiki nazariyatçısı idi. Geometri ve fizyolo­jik optik hakkındaki temel eserleri, İbnü'l-Heysem'in daha üstün vasıflı eserleri nede­niyle, geçerliliğini kaybedene kadar, hem Doğuda hem Batıda yaygın olarak kullanıl­mıştır. Latince tercümesi, De Aspectibus, Roger Bacon'u etkilemiştir. Kindî musiki na­zariyesi hakkında da eser vermiş, bu eserler Cremona'lı Gerard'mki de dahil olmak üzere Latince çevirileri vasıtasıyla Arapça orjinal-lerine nazaran daha kalıcı olmuştur.

"Kindî'nin çalışmalarına Fârâbî ile devam edildi. Fârâbî psikoloji, siyaset ve metafizik üzerine pek çok eser telif etmiş, ancak en iyi bilmen eserleri Risale Füsus-ül Hikem (Hik­met Pırlantaları Risalesi) ve Risale fi Are ehl-ül Medinetül Fadıla'dır (Faziletli Şeh­rin Mukimleri Hakkında Fikirler) Medinetü'l-Fadıla Dieterici tarafından 1323'te Ka-hire'de Philosophie der Arabes (cilt XVI, Leyden, 1895-1900) adıyla basılmıştır. Bütün Arap musikî nazariyatçılannın en büyüğü olarak kabul edilmektedir. (Hitti; a.g.e. 371-372). Georges C. Anawati'nin cümleleriyle: Fârâbî, pek çok çeşitli İlmi sıralayarak tarif etmiş ve son olarak hepsinin başına felsefeyi koymuştur. Çünkü felsefe kaziyeci mantık yoluyla bilginin kesinliğini sağlamaktadır. ("Felsefe, Teoloji ve Mistisizm," The Leg&cy of islam, sh. 357).

Fârâbî'den sonra musikî nazariyesine en bü­yük katkıları İbni Sînâ yapmıştır. İbni Sînâ felsefi görüşlerini Fârâbî'ye borçludur. İbni Hallikân'ın hükmüne göre, 'felsefede hiçbir Müslüman Fârâbî'nin seviyesine yükselememiştir. İbni Sina'nın eserlerinin geniş şekilde istifadeye açık oluşu, Fârâbî'nin eserlerini okuması ve onun üslubunu taklit etmesi saye­sindedir.' (P. H. Hitti, a. g. e., sh. 370-372). "Bu plana göre İbni Sina'nın ilimleri bir bü­tün olarak gördüğü anlaşılmaktadır: (1) Man­tık, (2) Fizik, (3) Matematik, (4) Metafizik... Felsefî akıl yürütme yoluyla Kur'ân'm hali­felik, ailenin yapısı, çok eşlilik ve benzeri po­zitif sosyal Emirlerini yeniden anlamaya teşebbüs etmiştir." (The Legacy of islam, sh. 357).

İbni Rüşd ve fikirleri daha ayrıntılı incelendi­ğinde görülmektedir ki, o daha ileriye git­mekte ve felsefesini dine uyarlayarak şu so­nuca varmaktadır: 'Kur'ân'ın mucizevî veç­helerinden biri, her üç tabakaya (dahîler, mantıkî düşünenler ve sıradan insanlar) da ulaşabilmesinde ve her birinin Hakikati kendi zihnî kapasitesine göre idrak edebiliyor ol­malarıdır."

İslâm felsefesinin benimsemeye çalıştığı hik­met ve bilginin niteliği en azından niyet ola­rak dinî idi -Kur'ân'dan alman dinî unsurları ihtiva etmekteydi. Ancak onları dînî unsurlar olarak ödünç almak yerine, dini mantıkla 'uz­laştırma' ve dine ilmî bir 'statü' kazandırma yönünde halisane çalışılmakta idi. Dinî esas­ları Yunan felsefesinin yapısına uyarladı ve Yunan düşünürlerin taşımadığı dinî havayı bu felsefeye yükledi. Bu yüzden dini yöne­limlilerden, en azından inançlarını 'ilimle' uyumlu kılmayı arzu edenlerden bu İfadelere kulak verenleri bulmak mümkün olabilmiştir. Bu durum İbni Sina'nın Metafizik ve De Anima' sının Hristiyan Ortaçağındaki başarı­sını da açıklamaktadır." (The Legacy of is­lam, sh. 358).

Hitti'nin cümleleriyle, "İki düşünce akımını (felsefe ve din) uzlaştırmanın ve bunu Avru­pa'ya aktarmanın ebedî şerefi Bağdat ve En­dülüs'teki Ortaçağ İslâm düşünürlerine aittir. Bu katkının sonraki devirlerdeki ilmî ve felsefî düşünceler ve kelâm üzerindeki etkisi gözönünde bulundurulursa katkmın ne muaz­zam olduğu daha İyi anlaşılır. Batı Avrupa'ya esasta felsefî olmak üzere pek çok yeni fikir­lerden müteşekkil düşünce akışının olması, 'Karanlık Çağın' bitişine ve Skolastik döne­min şafağının başlangıcını damgalamıştır. Arap düşüncesi ile temas sayesinde tutuşturu­lan ve Yunanlıların ilmi ile hızlanan Avrupa­lıların ilim ve felsefe aşkı, onları kendilerine has ve müstakil bir entellektüel hayat geliştir­meye hızla yöneltmiştir; bizler bugün bu çabanın meyvelerini devşirmekteyiz." (Hisîory of the Arabs, sh. 580).