Hadice
Sat 22 January 2011, 11:36 pm GMT +0200
FEDAKARLIK
Ahlak filozoflarından idealistlerle gerçekçiler arasındaki çekişme ne kadar şidetli olursa olsun “Ferdiyetçilik =İndividüalizim”, daha açık bir deyişle “Enaniyet = Bencillik” insan varlığının bir parçasıdır. İnsan, içinde birçok ruhi güdüler olması hasebiyle, iyiliği her şeyden önce hep nefsi için ister, yararı hep kendine çekmek ister. Bu ise dünyanın imarı ve hayatın devam edip yükselmesi için ilahi hikmetin bir gereğidir. Sonra bu, insanın sorumlu olması ve yeryüzünde hilafet görevini sürdürmesi için de lüzumludur.
İnsanda bir de sosyal yön vardır; o da fitridir. Fakat bu ferdi meyille başa çıkamaz. Bu yüzdendir ki insan iyi şeyleri hep kendine çekmeye çalışır, hep kendini kayırır. Hatta yaşlanır, kocalar da hırsı ve tamahı bir türlü dinmez. Bu yüzden Cenab-ı Allah insanı şöyle vasıflandırıyor “hakikaten insan çok cimridir”. “Zaten nefisler kıskançlığa hazır duruma getirilmiştir”.
Peygamberimiz de insanın dünyaya karşı hırs ve tamahını şöyle tasvir ediyor: “Ademoğlunu iki dere dolusu altını olsa bir üçüncüsünü de ister”.
İnsan kendini bırakıp da bencilliğin idaresi altına girerse, davranışlarını ve halkla ilişkilerini bu duyguya yönetirse ortaya obur ve cimri bir insan çıkar. Artık bütün düşüncesi kendi menfaatidir. Alır vermez. Kazanmak ister,çalışmak istemez. Hep: Bana, der. Hiç bir gün: Alın bunu, demez. Kendi malı ile doymaz; başkasının malına göz diker.
İşte bela, hemde püsküllü bela bu habis ruhun cemiyete yayılıp herkesin; ben, ben, demesi; milletim, milletim, dememesidir.
Eğer insan ferdiyetçi meyli ile başbaşa bırakılırsa -çoğu zaman- köşe-i selameti tercih eder; bir fikir, görev veya amme menfaati için kendini tehlikeye ve zora atmak istemez. Bu ruh, rahatına düşkünlük ruhu yürürse terakki (ilerleme) arabası durur, medeniyet güneşi batar, hakkın işaretleri söner ve hayır kaynakları kurur. Çünkü Peygamberlerinrisaletleri, ıslahatçıların fikirleri ancak mal ve can feda etmekle; vatan, milet ve aile gibi kıymetleri harcamakla gerçekleşmiştir. Bu, sadece mana ve fikir aleminde böyle değildir; bilakis üretim, imar, iktisat, sanai ve tcaret alemindeki o büyük işler, o büyük projeler ve inkılaplar da işin başında tehlikeyi göze almanın, tehlikenin içine dalmanı ve fedakarlığın neticesidir. Hep rahatını düşünenler önemli hiç bir şey yapamazlar. Bundan çok önceleri Tuğrai (1061-1123) Kaside-i Lamiyye’sinde şöyle demiştir:
“Rahatını sevme insanı yüce şeylerden alıkor ve tembelliği alıştırır. Bir kere bu fikre kapıldın mı yere yat veya merdiven kur göğe çık; göze görünme”.
Ebü’t-Tayyib el Mütenebbi (915-965) de şöyle diyor:
“Bırak beni, erişilmeyecek yüksekliklere çıkayım. Yukarı çıkmak zor, aşağı inmek kolaydır. Yüce mevkilere ucuz varmak istiyorsun; bal almak için arı iğnesi yemek lazımdır”.
fieref abidesi dikmek, medeniyet binası kurmak ve bir mesaj iletmek isteyen cemiyet; kat kat çabaya muhtaçtır, düşünmekten usanmayan akla muhtaçtır, yorgunluktan şikayet etmeyen bileğe muhtaçtır, gevşemeyen ve kırılmayan azma muhtaçtır; almadan önce veren, hakkını istemeden önce vazifesini yapan insana muhtaçtır. Milleti içina ilesinden ayrılamaya, vatanı için evinden uzak kalmağa razı olan insana muhtaçtır. Yeri geldiği zaman malını, zaruret anında canını seve seve veren, amme yararı için özel çıkarını feda eden ve yoksulluğa, mahrumiyete katlanan insana muhtaçtır. Eğer böyle yapmakla hak galip gelecek ve savaşı hayır kazanacaksa. Hatta ve hatta cemiyet bu uğurda acıya katlanacak, azaba göğüs gerecek ve inandığı hak yolunda ölüme hoş geldin diyecek mert insana muhtaçtır.
Keşke bilseydim; bu insan nerede bulunur ve hangi okuldan çıkar?
And olsunki bu tip insanları mezun eden tek okul iman medresesesidir.
İman insanın arzularını ve dünyevi siteklerini kırar. O zaman insan açlığını giderecek kadar yiyecek, çıplak yerlerini örtecek kadar giyecekle yetinir. Az b mala, mütevazi bir meskene razı olur. Hatta mal gözünden düşer rahat harcar; ev gözünden düşer terk eder; ailesi gözünden düşer ayrılır; hatta hayatının bile kıymeti kalmaz; bir bakarsın kelle koltukta savaş alanına dalmış, gönlü razı, vicdanı rahattır. Bir gün cihad meydanında ölümle karşılaşırsa neşe ve sevinçle kabul eder; çünkü bilir ki bunun arkasınd acennet vardır, “daha büyüğü Allah’ın rızası vardır.
Zira insan ne verirse karşısında peşin veya veresiye ille bir şey olmak ister. Gönlü daima yaptığının karşılığın eksiksiz görmek ister. Maddeci filozoflar insanın bu yönünü, dindensoyutlamış ahlaki karşılıklarla ve iyilikle edene, görevini yerine getirene iç huzuru kazandıran vicdan ile doyurmak istemişlerdir...
Fakat onları şaşırtan şu olmuştur: Acaba hak yolunda canını, malını feda edip de şehit düşenlere ne karşılık verilecektir? burada o maddecilere göre gönül rahatlığından bahsetmeğe imkan yoktur. Çünkü onlara göre ölüm tamamen yok olmaktır. İşte bu düğümü çözecek olan; Allah’a ve ahireet iman etmektir. Din uğruna fedakarlıkta bulunmak insan ruhunun bu yönünü tatmin eder. Çünkü mü’minin verdikleri kat kat geri eline geçer Harcadığı malın Allah ivazını verir. Canına veya başına bir musibet gelirse Allah onu kendi hazinesinde karşılar. Allah yolunda atılır da ölürveya öldürülürse gerçekte ölmemiştir. O, Allah katında diridir, Allah’ın nimetinin içinde yüzmektedir. Bütün bunları izah için Kur’an-ı Kerim şöyle diyor: “Allah yolunda ne harcarsanız size tamamen geri ödenir ve haksızlığa uğramasınız”. “Ne harcarsanız Allah ivazını verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır”. “Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz Alllah’ın mağfiret ve rahmeti onları topladıklarından daha hayırlıdır”. “Allah yolunda öldürülenlerin amelleri zayi olmayackatır. Allah onlara doğru yolunu gösterecek ve kalplerini düzeltecektir. Ve onları tarif ettiği cennetine koyacaktır”.
Maddi veya manevi, ruhi veya bedeni, mü’minin Allah yolunda sarfettiği her çaba, hacim itibarı ile ne kadar küçük de olsa Allah indindeki hayır defterine kaydolunur, zerre kadarı bile zayi olmaz; hatta attğı bir adım, harcadığı bir kuruş, hatta ve hatta duyduğu açlık, susuzluk ve yorgunluk hisi bile kaybolmaz. “Böyledir; çünkü Allah yolunda uğrayackaları bir susuzluk, bir yorgunlak, bir açlık; kafirleri öfkelendirecek bir yeri çiğneyip zaptetmeleri ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları yoktur ki, mutlaka bunlara kendilerine iyi bir amel yazılmış olmasın. Allah güzel davrananların ecrini zayi etmez. Küçük, büyük bir masraf yapmaları, bir vadiyi geçmeli, mutlaka onların lehine yazılır ki Allah onları, yaptıklarını en güzeliyle mükafatlandırsın”.
Artık bir din olarak İslamın, kuvvetli ve parlak devirlerinde bize, harikalar yaratan fedakarlık ve cihad örnekleri vermesine şaşmamalıyız.