saniyenur
Fri 22 June 2012, 04:59 pm GMT +0200
Faşist Çözüm
Buna karşı Faşizm veya Nasyonal Sosyalizm tarafından bir başka çözüm öne sürülmüştür: Üretim araçlarının ferdî mülkiyet altında kalmasına rağmen bu mülkiyet toplumun menfaatleri için, devlet tarafından planlanacak ve kontrol edilecektir. Pratikte bunun sonuçlan Komünist teorininkilerden pek bir farklılık göstermemektedir. Komünizm gibi bu teori de ferdi toplumla meczetmek istemekte, şahsiyetinin hür gelişimi için hiç bir fırsat tanımamaktadır. Bunun yanında ferdî mülkiyeti kontrol altında tutan devletin yapısı Komünist devletİnki kadar totaliter ve otoriterdir. Bu sistem, geniş bir ülkenin endüstrisini kontrol altında tutmak ve onu devletin plan ve tasarıları doğrultusunda zorlamak için çok güçlü ve yoğun bir otoriteyi gerekli görmektedir. Böylesine mutlak ve ezici bir gücü elinde bulunduran devlette, ülke halkının, yönetenlerin elinde köleler hâline gelmesi kaçınılmazdır.
İslâm! Çözüm
Şimdi İslâmın bu meseleyi nasıl çözdüğüne gelelim. Hayatın meseleleriyle ilgilenirken îslamın gözettiği esas bir nokta İnsanın yapısında doğuştan varolan tabii yoldan sapılırsa, sapmayı tabii yola doğru yeniden yöneltmek vardır. Sosyal düzenlemelerin üzerine bina edildiği ikinci esas ise; hâriçten getirilen birkaç düzenleme ile yetinilmemesi, bilakis, insan zekâsındaki kötülüğü kökünden kurutmak için insanlar arasında manevî değişimin ve doğru ahlâkî tavırların oluşturulmasına çok daha büyük önem verilmesidir. Bütün İslâmî sistemlerde izine rastlanabilecek olan üçüncü esas ilke devletin otoritesini ve kanunî-baskısını cebrî gücün kaçınılmaz hale geldiği durumlar dışında kullanmasıdır.
Bu üç esası gözönünde bulunduran İslâm, daima insan ekonomisinin temellerim oluşturmuş bulunan bütün tabii ilkelere hak tanımış ve sadece devletin cebrî kuvvetlerine dayanarak değil, aynı zamanda en yüksek ahlâkî terbiye ve ufak dış güç tedbirleri vasıtasıyla, sadece insanoğlunun takip ettiği vakit şeytanî arzuların kurbanı haline geleceği yanlış ilkeleri yasaklamıştır. İnsanın, hayatını kazanmak için çaba göstermede hür olması, kendi emeği ile kazandıkları üzerinde mülkiyet hakkının olması ve değişik insanlar arasında değişen kabiliyet ve şartlara göre bu eşitsizliğin olması ilkeleri İslâm tarafından bunlar fıtrata uygun olduğu nisbette kabul görmüştür. İslam, bundan sonra bu ilkeleri tadil eder ve uygulamaları üzerinde, yanlış kullanılmaları ve toplumun daha zayıf kesimlerini istismar etme ve baskı altında tutma aracı yapılma-maları amacıyla kısıtlamalar koyar.
İlk önce servet edinmeyi ele alalım. İslâm insana Allah'ın arzında kapasitesi, yeteneği ve fıtra-ten ona bahşedilen özelliklerine uygun maişetini temine çalışma hakkını tanır. Fakat insanı ahlâki bir düşüklüğe veya toplumsal düzeni bozmaya neden olacak vasıtaları benimsemesine mani olur. İslâm, değişik kazanç vasıtalarını gözönünde bulundurarak helâl ve haram ayrımını getirmiştir. Ahlaken ifsad edici olan bütün metodları haram olarak nitelemiştir. Bundan dolayı İslâm zararlı kabul edilen bu metodları açıkça belirtmiştir.
İslânıi kaidelere göre kötülük ve ahlaksızlığı yayan şarap ve diğer sarhoş edici, keyif vericiler sadece haram olmakla kalmayıp üretimi, satışı, alımı ve bulundurulması da haram olarak belirlenmiştir. İslâm zinayı, müziği, dansı ve diğer benzeri şeyleri helâl geçim vasıtaları olarak tanımaz. Bu meşguliyetleri haram kabul eder. Çünkü bir ferdin kazancı, diğer fertlerin veya bir bütün olarak toplumun kayba ve zarara uğraması sonucu oluşmaktadır. Rüşvet, hırsızlık, kumar, spekülasyon, sahtekârlık, aldatmaya dayanan iş ve ticaret, istifçilik ve bir malın fiyatını yükseltmek gayesiyle ihtiyaç olduğu halde piyasadan çekmek, sahayı diğer insanlar için daraltan üretim araçlarının bir veya birkaç kişinin tekelinde bulunuşu; bütün bu metodlar haram kabul edilmiştir. İslâm, tabiatları itibarıyla kıtlığa ve sınırlamaya sebebiyet verebilecek olan işleri, kazancın veya kaybın tamamen tesadüf ve şansa bağlı olduğu, tarafların karşılıklı haklarının anlaşılmaz olduğu bütün işleri dikkatle ayırmış ye bunlara haram damgasını vurmuştur. Eğer İslâm'ın ticaret ve sanayi ile ilgili kuralları incelenirse görülecek olan, günümüzde insanları mültimilyoner yapan metodlara genellikle İslâm'ın sıkı kanunî kısıtlamalar getirmiş olduğudur. Eğer işler bu İslâmî sınırlamalar dahilinde gerçekleştirilirse, bir kişinin aşırı servet biriktirmesi son derece düşük bir ihtimaldir.
İslam ferde helâl yoldan kazandığı şeylerin mülkiyet hakkını tanırken, onu bu şekilde kazanılan servetin kullanılmasında tamamen serbest bırakmamaktadır. Aksine, değişik usûllerle onun kullanımını ile ilgili kısıtlamalar koymaktadır. İnsanın, kazandığı servetin üç muhtemel alanı olduğu açıktır. Harcanabilir, serveti daha da artırabilmek İçin yatırıma aktarılabilir ve istiflenebilir. Burada, Islâmın bu kullanım alanlarının her birine koyduğu hudutları kısaca İnceleyeceğiz.
Ahlâkî veya sosyal zararlara yol açacak bütün harcamalar yasaklanmıştır. Servetinizi kumarda israf edemezsiniz, içki içemezsiniz, zina edemezsiniz, paranızı nefsi ifsad edici müzik, dans veya diğer vasıtalara harcayamazsınız. İpek giymeniz, altın zinetler ve mücevharat kullanmanız -kadınlar hâriç- engellenmiştir. Evinizi süslü şeylerle dekore edemezsiniz. Kısaca, İslâm bir insanın servetinin büyük kısmını kendi lüks ve iptilalarına harcanmasını sağlayan bütün yollan kapamıştır. İslâmın helâl kabul ettiği bütün harcamalar insanın ortalama olarak ve iffet ve haya içinde bir hayat sürdürebilmesi için lüzumlu olan harcamalardır; eğer servet artarsa İslam bunun toplumun menfaatine, hak ve fazilet hizmetlerinde ve hisselerini ihtiyaçları kadar karşılayamayan veya olamayan kişilere yardım sağlama yolunda kullanılmasını isteinektedir. İslama göre, benimsenecek en iyi yol kişinin kazandıklarını helâl ve makul ihtiyaçlara harcaması, eğer artan olursa onu ihtiyaçlarını gidermeleri için diğerlerine vermesidir. İslam bunu takvaya uygun vesile olan bir vasıf olarak kabul etmekte ve bunu bir ideal olarak Öylesine güçlü bir şekilde öne çıkarmaktadır ki İslam İnançlarından etkilenmiş bir toplum daima, kazanıp infak edene, servetini istifleyenlere veya artan gelirini daha fazla kazanmak için işletenlere nazaran daha fazla saygı gösterir.
Ancak bütün ahlâkî terbiyeye ve yeniden şekillenmiş bir toplumun tatbik ettiği baskıya rağmen hırs ve tamaha olan ferdî meyillerden tamamen kurtulmak mümkün değildir. Artan servetini ihtiyaçlarının Üzerinde daha fazla servet elde etmek için işletmek isteyen pek çok insan daima varolacaktır. Bu sebeple, İslâm artık servetin kullanımına bazı kanunî kısıtlamalar getirmiştir. Bu biriken serveti faiz karşılığında borç olarak vermek kesinlikle yasaklanmıştır. Eğer paranızı bir kişiye borç olarak verdiyseniz, ister bu kişi ona özel ihtiyaçları için, isterse iş amacıyla borçlansın, siz sadece ana parayı alma hakkına sahipsinizdir; bir lira bile fazla alamazsınız. Bu yolla İslam, mütecaviz kapitaliz-kırmiş ve vasıtalarıyla kapitalistin para gücüne dayanarak toplumun ekonomik kaynaklarını elinde toplamaya çalıştığı en büyük âletin ucunu köreltmiş olmaktadır.Bir kişinin artan servetini kendi ticareti ve işi veya endüstri için kullanması, veya başkalarına sermaye temin etmesi ve ortak yatırımlara kazanç veya kayıplara katılmasına gelince İslâm bunları helâl ve caiz kabul etmektedir. Servetin birkaç kişinin elinde toplanmasından kaynaklanan kötülüklerin çaresini başka yollarla aramaktadır.
Öncelikle İslam, bu biriken servetin istiflenmesine izin vermez. Daha önce bahsedildiği gibi, sahip olduğu serveti kendi ihtiyaçlarına vermeni talep eder. Böylece ortak servetin tamamının sirkülasyonu temin edilmiş olacaktır. Eğer bunu yapmaz ve servetin birikiminde ısrar ederseniz, o zaman bu birikimden yıllık % 2,5'luk bir pay kanun kuvvetiyle alınacak ve ekonomik mücadelede yer alamayan veya mücadelelerine rağmen kendi hisselerini tamamen sağlayamayan kişilere yardım etmek için harcanacaktır.
Buna zekat denir. Ve İslam tarafından zekat için önerilen idarî mekanizma toplumun beytül malıdır. Zekat bu kurum tarafından toplanır. Ve toplumun yardıma ihtiyacı olan veya yardımı hak eden kesimleri arasında dağıtılır. Bu, toplum için en iyi bir sigorta şeklidir. Kollektif yardım ve işbirliği için düzenli bir müessese olmayışından kaynaklanan kötülükleri yok eder. Kapitalist sistemde bir insanı servet biriktirmeye ve onu kârlı işlere yatırmaya, hayat sigortası gibi kurumlar oluşturmaya mecbur eden şey, bu sistemde herkesin hayatının sadece kendi imkânlarına dayanıyor olmasıdır. Eğer bir kişi yaşlılığı için bir kenara bir şey koymazsa, yaşlılığında yoklukla yüz yüze gelebilir; eğer bir kişi çocuklarına bir şey bırakmadan ölürse, çocukları bir parça ekmek bulamadan kapı kapı dolaşacaklardır. Hasta olduğunda birikmiş tMî-rası olmayan kişi tedavisini bile sağlantaya muktedir olamayacaktır; evi yanan, iflasa uğrayan veya başına bir başka çeşit âni felaket gelen kişi yine bir birikimi yoksa hiçbir yerden hiç bir destek bulamaz. Benzer olarak, kapitalist sistemde çalışan kesimi, sermaye sahibinin sunduğu şartlardaki işi kabul etmeye ve onun kölesi olmaya zorlayan şey de aynı korkudur; işçi, patronun, emeği ve teri için önerdiği ücreti kabul etmezse yoksulluk yüzüne bakacak ve o açlığa, bir gün bile tahammül edemeyecektir.
Üstelik, dünyanın üzerine çöken en büyük belâ kapitalist sistemin "lütfuna" bağlı olan şahit olduğumuz şu manzaradır: Bir tarafta milyonlarca aç boğaz beslenmeyi beklerken diğer yanda pazar bulamayan büyük bir yekûn tutan tarım ürünleri ve imalat maiları stoğu vardır. Ve sonuç olarak, açları doyurmak yerine tonlarca tahılın denize dökülmesİdir. Bunun sebebi fakir ve yoksullara maişet temin etmek için hiç bir sosyal düzenleme olmaması gerçeğinde yatmaktadır. Eğer bu insanlara alım gücü temin edilir ve ihtiyaçlarım karşılayacak mallan olmaları sağlanabilirse ticaret, endüstri ve tarım, kısaca ekonomik faaliyetlerin her dalı genişleyecek ve gelişecektir.
İslâm, zekat müessesi ve beytül malın zekatın toplanmasında ve dağıtılmasında gördüğü temsilcilik vasıtasıyla bütün kötülükleri kökünden söküp atmıştır. Beytül mal, daima ulaşılabilecek bir yardımcı olmuştur. Yarını düşünmek zorunda değilsiniz. Ne zaman ihtiyacınız olsa beytül male gidebilir ve hakkınıza düşeni alabilirsiniz. Bankalarda tasarruf bulundurmaya veya sigorta poliçelerine sahip olmaya hiç lüzum. yoktur. Bu dünyadan çocuklarınızın geleceği için hiçbir endişe duymadan ayrılabilirsiniz; beytül mal onların geleceğinden sorumlu olacaktır. O, hastalık zamanlarınızda, yaşlılıkta, türlü belâ ve felâketlerde ve her türlü benzeri durumlarda başvurabileceğiniz sabit ve daimi bir yardımcıdır. O zaman sermaye sahibi, sizi, bir işi kendi mukavele şartlan altında kabul etmeye zorlayamayacaktır. Beytül mal varolduğu sürece sizin için hiçbir açlık, çıplaklık ve barınak yokluğu tehlikesi olmayacaktır. Ve yine bu sosyal vasıta, toplumun kazanamayan veya ihtiyaçlarından çok daha az kazanabilen bütün kesimlerini hayatları için lüzumlu mallan almaya muktedir kılmaktadır.
Böylelikle üretim ve tüketim arasında ahenkli bir dense kalıcı olarak kurulur ve bir insanın iflasını diğer insanlara yüklemeye çalışmasına ve kurban aramasına gerek kalmaz.
Bİr yerde toplanmış zenginliği dağıtmak için zekât'ın yanında İslam'ın benimsediği bir başka plan miras hukukudur. İslamdan başka bütün diğer sistemler bir kişinin Ölümünden sonra dahi hayatı boyunca biriktirdiği servetin bir yerde toplanmasının devamına yöneliktirler. İslam ise kişinin her taraftan azar azar biriktirerek eline geçirdiği servetin Ölümünden sonra hemen dağıtılması usulünü benimsemiştir. Buna göre oğullar, kızlar, baba, anne, zevce, erkek kardeşler, kız kardeşler hepsi bir şahsın mirasına sahip olurlar. Bu miras onlara düzenli bir kaideye göre tahsis edilir. Yakın akraba yoksa uzak akrabalar araştırılır ve miras bunlar arasında dağıtılır. Eğer uzak-yakın hiçbir akraba yoksa kişinin kendi mirasına vâris olmak üzere evlat edinmeye hakkı yoktur. Bu durumda bütün toplum onun vârisi olacak ve bütün serveti beytül male kalacaktır. Bu şekilde eğer bir adam milyarlarca servet yiğsa bile ölümünden sonraki iki-üç nesilde bunun tamamı dağılacaktır; ve bu türden her birikim düzenli bîr çerçevede azar azar dolaşıma tâbi olacaktır.
SÖzkonusu sistemi göz önüne alalım. Şeytanın vesveseleriyle oluşturulan ferdî mülkiyetin bütün kötü yönleri ortadan kalkmaktadır. Komünist, Faşist veya Nasyonal Sosyalist ideolojileri benimsemeye ve yeryüzünde fesadı ortadan kaldırmayan bir başkası ile değiştiren suni ekonomik düzenlemeleri kullanmaya hiç mi hiç gerek yoktur. Burada İslâmın ekonomi sistemiyle ilgili esasları izah edilmiştir. Kısa bir müzakerenin sınırlan içinde toprak rejimi, ticarî anlaşmazlıkların halli, servet birikimi gibi İslâmın sisteminde bütün şartlan hazırlanmış konularda İslâmî esaslar dahilinde benimsene-bilecek bütün metodlan açıklamak zordur. Bu sistemde, ithalat ve ihracata uygulanan bütün gümrük sınırlamaları kaldırılarak mallann ak-tanlmasi ile ilgili her çeşit vergiden muaf, serbest ticaret için bütün kapılar açılmıştır. İdarî mekanizmanın sivil hizmetler ve ordu ile alakalı harcamalarını mümkün olan en az sınıra düşürerek ve hukukî muamelelerden alınan damga vergisi türünden harçlar kaldırılarak toplumun sırtından çok büyük bir ekonomik yük indirilmiş, vergilerin toplumun genel refahı için sarfedilmesi temin edilmiştir. İnsanların, yönetimin sınırsız harcamalan sebebiyle mutazarrır edilmeleri önlenmiştir.
Bu vasıtalar sebebiyle İslâmın ekonomik sistemi insanlık için büyük bir nimet olmuştur. Tarafgirlikten geçmişten kötü bir miras olarak kalmış İslâm hakkındaki bütün peşin fikirlerden uzak, çağdaş sosyal sistemlerin yargıla-rından ayrı olarak incelendiğinde İslâm'ın sistem her akıl sahibi ve gerçeği arayan insanı, insanın ekonomik refahı için faydalı, doğru ve akılcı bir metod olarak tatmin edecektir.
Ancak, herhangi bir kimse bu ekonomik sistemin İslâm'ın ideolojik, ahlâkî ve kültürel sistem bütünlüğünden ayrılarak da başarılı olarak uygulanabileceğinin mümkün olduğunu düşünüyorsa büyük bir hata içinde olacaktır. Bu ekonomik sistem İslâm'ın siyasî, hukukî, kültürel, sosyal ve ahlâkî yapısıyla son derece derin bir alâkaya sahiptir. Bütün bu bilgi branşları esasta İslâm'ın ahlâk sisteminden temel almaktadır. Bu ahlâkî yapı kendi başına değildir, tamamıyla Kadir-i Mutlak ve Âlim-i Mutlak olan Allah'a inancın ve O'na karşı hissedilen bir sorumluluk duygusuna bağlıdır. Bu sorumluluk ise Allah tarafından bütün amellerin hesaba çekileceği âhiret kavramına; insanın O'nun hükmüne göre ceza veya mükâfatlandırılacağı İnancına ve Allah'ın rasûlü Hz. Muhammed'in bize getirdiği kanun ve ahlâk sisteminin -ki, ekonomik sistem onun bir parçasıdır- Allah'tan olduğu gerçeğinin ve bu sistemin bütün ayrıntıları ile hakikaten İlâhî rehberliğe dayandığının kabulüne bağlıdır. Eğer biz bu inancı, bu ahlâkî sistemi ve hayat tarzını olduğu gibi bütünüyle kabul etmezsek, kaynağından ayrılmış olan İslâm'ın ekonomik sistemi bir gün bile saf şekliyle tatbik edilemez ve sürdürülemez. Ayrıca geniş çerçevesinden aynhrsa kendisinden hiçbir değerli fayda hâsıl olamaz. (Ebu'I Alâ Mevdûdî, Bconomİc Problems).