- Fâsığın Şahitliği

Adsense kodları


Fâsığın Şahitliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
seymanur K
Sat 20 August 2011, 11:33 am GMT +0200
[Fâsığın Şahitliği]


Fasık olarak anılmaktan utandığı için fışkını gizleyen birisi şahitlik yapar da şahitliği reddedilirse, adil olduğunun ortaya çıkmasından sonra tekrar şa­hitlik yapsa kabul edilmez. Çünkü şahitliğinde yalan bulunduğunu reddet­mesinin fıtrattan kaynaklanan bir amacı vardır.

Fasık böyle bir kimse olmaz da şahitliğini tekrarlarsa şahitliğinin kabul edilmesi ve edilmemesi konusunda iki ihtimal söz konusu olur. Burada insa­nın garazının zayıflığından dolayı töhmet de zayıf olur.

Kişi, azat etmek için sözleşme yaptığı kölesi lehine veya onun düşmanı aleyhine şahitlik yapıp da şahitliği reddedilir, mükatebin azat edilmesi ve düşmanla arkadaşlık bağı kurulmasından sonra şahitliği tekrarlasa töhmetin zayıflığı sebebiyle şahitliğin kabul edilmesi de edilmemesi de ihtimal dahi­linde olur.

Şöyle bir soru sorulabilir: Fasık kişi tövbe ettiğinde ne zaman onun şahit-, ligi ile hüküm verilir? Onun tövbe ettiği ancak onun iddiası ile bilinir. Oysa tövbenin iki rüknü olan işlenen günahtan pişman olmak ve bir daha günah işlememeye azmetmek kalple ilgili işlerdendir. Şu halde onun tövbe ettiğine dair sözüne nasıl güvenilir?                                             

Buna şu şekilde cevap veririz: Genel kaide şudur: "Yalnızca kişinin açık­laması ile bilinebilen bir şey söz konusu olduğunda o kişinin sözünü kabul ederiz". Buna göre; niyetin şart olduğu konularda rruıkellef niyetini, kafir müslüman olduğunu, mümin irtidat ettiğini, kadın adet görmekte olduğu­nu, kinaye bir söz söyleyen bu kinayeyi söylerken'niyet ettiği şeyi, borçlu borcu ödemekteki niyetini bildirdiğinde bunların tümünü kabul eder ve hü­kümlerini uygularız. Çünkü kabul etmezsek, delil getirmenin imkansızlığı sebebiyle bu konudaki maslahatlar ortadan kalkar. Bu sebepledir ki çocuğu­nu düşürdüğünü söyleyen kadının sözünü de kabul ederiz.

Fısktan tövbe eden kişiye gelince, onun adil olduğuna hükmedilmedikçe, tövbe ettiğine dair sözü kabul edilmez. Bunun için de vera sahibi olmaya, büyük günahlardan kaçınmaya, küçük günahlarda ısrarı bırakmaya devam etmek suretiyle doğruluğunun ortaya çıkacağı uzun bir sürenin geçmesi ge­rekir. Bir insanın adil olduğuna dair galip zarının oluşması için gereken süre kadar bir süre geçer de eskiden fasık olan kişinin artık adil olduğuna dair ga­lip zan oluşursa onun şahitliğini kabul ederiz. Çünkü onun şahitliği diğer adil şahitlerin sözünün ifade ettiği zannı ifade eder. Bu sürenin miktarında görüş ayrılığı vardır. Kimileri bunu bir sene, bazıları altı ay ile sınırlandır­mıştır. Bu delilsiz bir görüştür. Tercih edilen görüşe göre bu süre, tövbe eden insanlardan dışarıya yansıyan hasret, üzüntü ve pişmanlık, ibadete yönelme, şahsiyetini koruma, Allah'a isyan ve muhalefetten uzak durma durumlarına göre değişir.

Zina iftirası suçunu işleyenler hakkındaki şu ayet de bunu göstermekte­dir: "Onların şahitliğini asla kabul etmeyin. Onlar fasiklarm ta kendileridir. Ancak bundan sonra tövbe edip kendilerini ıslah edenler başka."[38] Ayette şa­hitliğin kabulü için tövbeden sonra ıslah şart koşulmuştur. Islah bizzat töv­benin kabulü için şart değildir. Tövbe gerçekleştiğinde kişinin iç dünyasın­da hükümler buna bina edilir. Dış görünüş açısından ise tövbe iddiasının za­hir olması için kişinin sınanması ve günahlardan uzak durduğunun belirlen­mesi şarttır. Islah halinden sonra adaletin şart koşulduğu türn velayet yetki­leri gerçekte kişiye döner. Objektif durum açısından ise ancak kişinin fasık-Iıktan beri olmasından sonra döner, ilk tadil işleminde de kişinin adaletli olup olmadığının sorgulanması şarttır. Çünkü ikisi arasında fark yoktur.

İmam Şafiî: "Zina iftirası suçunu işleyenin tövbesi kendisini yalanlaması (yani zina iftirasını yalan yere yaptığını itiraf etmesi) ile olur" demiştir. Oy­sa kişinin kendisini yalanlaması tövbenin rükünlerinden biri değildir, imam Şafiî bunu nasıl söylemiştir diye sorulacak olursa şöyle cevap veririz: Şa­fiî'nin bu sözü onun mezhebindeki pek çok kişi tarafından anlaşılamadığın­dan doğru olmayan şekillerde yorumlanmıştır. Oysa onun sözü açık olup if­tira suçunu işleyen kişinin tövbe ettiği günahtan vazgeçmesi ile ilgilidir. Şöy­le ki iftira suçunu işleyen kişiyi, dış görünüşte yalancı olduğu için fasık ka­bul ettik. Eğer kendisini yalanlamazsa, vazgeçmesi şart koşulan bir günahta ısrarcı olmuş olur. Kendisinin yalan söylediğini belirttiğinde ise onu fasık saymamıza sebep olan günahı terk etmiş olur.

Şöyle bir soru sorulabilir: Zina iftirasında bulunan kişi yalan söylemiş ise fasık, doğru söylemiş ise isyankâr olur. Çünkü zina ettiği sabit olan bir kişi­yi dört şahit bulunmadıkça zina isnadı ile ayıplamak caiz değildir. Öyleyse her halükârda isyankar olan bir kimsenin kendisini yalanlaması ona nasıl ya­rar sağlayabilir?

Buna şu şekilde cevap veririz: Doğru söylemesi halinde onun zina isna­dında bulunması şahitliğinin reddini gerektiren büyük bir günah değildir. Bu, şahitlikleri ve rivayette bulunmayı zedelemeyen küçük günahlardandır. O, zinaya dair şahitler getirmiş olsa veya isnatta bulunduğu kişi zinayı ikrar etse, isnatta bulunan kişiye ayıplama fiili sebebiyle tazir uygulanır, ama bun­dan dolayı fasık sayılmaz.

Şöyle bir soru sorulabilir: Doğru söylüyorsa kendisinin yalan söylediğini bildirmesi nasıl caiz olur?

Buna şu şekilde cevap veririz: Bir ihtiyaç söz konusu olduğunda yalan söylemeye din izin vermiştir. Örneğin kişinin karısının gönlünü almak veya birbirine düşman iki kişiyi barıştırmak için yalan söylemesi caizdir. Bizim meselemizde kişinin söyleyeceği yalana şu maslahatlar bağlıdır:

1- îsnadda bulunulan kişinin durumunu örtmek, insanların ona eziyet edip, kınamaları durumunu azaltmak.

2- îstibra'dan sonra isnadda bulunan kişinin şahitliğinin kabul edilmesi.

3- İsnadda bulunanın; çocuklarının mallarını idare etmek, velayeti altındaki kızları evlendirmek gibi adaletin şart olduğu velayet yetkilerini yeniden elde etmesi

4- Şer'î velayet ve dini makamlara gelebilme yetkilerini elde etmek. Şöyle bir soru sorulabilir: Zina isnadında bulunan kişi kendisinin doğru' isnadda bulunduğunu bildiği halde nasıl yalan söylediğini ikrar edebilir? Oysa dindeki yerleşik kural şudur: "Bir kimse bir ikrarda bulunduğunda, kendisinden öldürme, yaralama, evlilik, hürriyet vb. konularda gerçekte var olmayan bir hakkın alınacağını bilen kişinin ikrarda bulunması haramdır". Şu halde isnadda bulunulan kişinin isyankar olduğunu bile bile isnadda bu­lunan nasıl kendisinin yalan söylediğini belirtir?

Buna şu şekilde cevap veririz: Burada had, isnadda bulunanın aleyhine getirilen şahitlerle sabit olduğundan had cezası onun ikrarına bağlanmaz.


[38] Nûr, 4-5

HALACAHAN
Mon 10 April 2017, 01:13 pm GMT +0200
Allahım.sen bizleri böyle insanlar olmaktan koru

Sevgi.
Mon 10 April 2017, 01:51 pm GMT +0200
Çok önemli konulardan biri Mevlam bizleri herdaim doğru olanlardan eylesin inşaAllah.
  Bilgiler için Allah Razı olsun.