- Fanatikler ve fanatiklik

Adsense kodları


Fanatikler ve fanatiklik

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 20 June 2012, 04:13 pm GMT +0200
Fanatikler ve fanatiklik
Naci BOSTANCI • 70. Sayı / TOPLUM


Fanatik, bir düşünceye, inanca “körlemesine” aşırı derecede bağlı olan kişi anlamına geliyor. Türkçe karşılığı olarak bağnaz uygun bir kelime. Çağrıştırdığı anlamlardan birisi de dar görüşlülük. İdeoloji için kimilerinin kullandığı “at gözlüğü” benzetmesi fanatizmin gözüne daha iyi uyuyor. Akl-ı selim sahibi insanlar fanatiklerden hoşlanmaz. Onları düzeni ve istikrarı tehdit edici çevreler olarak görürler. Birisine fanatik dendiğinde, ona aynı zamanda cahil, bilimsel düşünceden uzak, kendisi ve dünya hakkında tutarlı ve mukayeseli bilgiden yoksun suçlamaları yöneltilmiş olunuyor. Acaba fanatikliğin belli şartlarından, onunla akraba gruplardan bahsetmek mümkün mü? Fanatiklik rastgele mi karşımıza çıkar, yoksa her insan aslında az çok fanatikliğin hedef kitlesi içinde mi?

Dünya görüşlerinden başlayalım. Her olumsuz kavram gibi fanatiklik de ideolojik tartışmaların işlevsel bir aracı olarak kullanılıyor. Buna en çok müracaat edenler, kendilerini pozitivist, akılcı, laik, aydınlanmacı sıfatlarıyla anan çevreye aitler. Onlara göre, fanatikliğin öncelikli adresi din. İddia şu: dinî inançlar dogmalara, yani tartışılmaz gerçeklere dayalılar. Her kim bir dine inanıyorsa inanma derecesine göre fanatik oluyor. Eğer bir dine inanmıyorsanız bu aynı zamanda sizin fanatik olmadığınız anlamına geliyor. Din yerine “bilime inanıyor” olmanızın bir önemi yok. Bilimin bir inanç kategorisi olmadığı dahi görmezlikten geliniyor. Bu durumda kendileri, tartışmalara, farklı görüşlere açık olmak, her tür veriyi akıl ve bilimle değerlendirmek gibi bir üst yerde konumlanıyorlar. Ötekiler, “inandıkları için zaten daha baştan fanatizme battıkları açık olanlar, kendi gerçek durumlarını ve şartlarını değerlendirmekten yoksun, dış bilinci bulunmayanlar”. Oysa dindar çevreler içindeki fanatiklerin başka grup kategorilerine göre teşekkül etmiş fanatiklerden daha fazla olduklarına dair herhangi bir araştırma söz konusu değil. Bu yargıyı kanıtlayacak mukayeseli ve elbette kapsamlı olması beklenen bilimsel çalışmalar mevcut değil. Bir dinin mensupları içinde fanatikler olabilir, ancak fanatik duruş her toplumsal kategorinin içinden bize göz kırpar. Grupların çekirdeğine doğru gidildikçe bağlar yoğunlaşır, inanç yükselir, “kemik” taraftarlarla karşılaşılır. Kaldı ki aynı dinin içinde farklı anlayışların, mezheplerin, tariklerin varlığı, “dogma” denilenin sosyolojik bağlamda nasıl değiştiğinin, paradigma ve episteme ile ilişkisinin ifadesi değil midir? Bunu herhalde başkaları kadar ilgili dinin taraftarları da görüyor; kendilerini ve ötekileri pozitivistlerin dogmadan anladıklarından daha farklı bir şekilde değerlendiriyorlar.

Nasıl fanatik olunur?
İnsanın fanatik olabilmesi için mutlak surette ilgili toplumsal kategorinin ruhani, metafizik, aşkın bir anlama sahip olması gerekmiyor. Dünyevi, çıkarlara dayalı grupların dahi “iktidar ilişkilerine göre teşekkül etmiş” fanatikleri mevcut. Bazı okul mezunlarının, meslek mensuplarının, dayanışma gruplarının, sendikaların fanatikleri yok mu? Elbette ruhanilik, objektif bilginin mukayese edilebilir alanından uzaklaşmaya paralel olarak taraftarlarına daha “derin bir ses” ile çağrı yapıyor. Bunun da onu bir bakıma fanatizme daha açık hale getirdiği düşünülebilir. Fakat o ruhani ses kime ait, sadece dine mi? Pozitivist dahi ruhaniliğin dünyevi kodlarını çözdüğü inancıyla her şeyi gerçek ayakları üzerine oturtmanın aşkın sarhoşluğuyla kendini beğenirken, ruhanilikten rol çalıyor olduğunu düşünmez mi?

Comte, pozitivist evreyi yeni bir dini müjdeler gibi dile getiriyordu: İnsanlık artık kemale ermektedir. Marks, üst yapıya ilişkin sonsuz spekülasyonlarda boğulmak yerine, onu müsebbibi olan alt yapı üzerinden açıklarken her şeyi yerli yerine oturttuğunun heyecanı içindeydi. Marks’ın dilindeki parlaklık, yer yer şairanelik, belagat, sadece anlatıma güç kazandırmakla kalmıyor aynı zamanda sahip olduğu ikna edicilikle aklın boşluklarını da kapatıyordu.

Manifesto’dan çok bilinen bir ifadeyi alalım: “Din ruhsuz bir dünyanın ruhu, ezilenlerin acı dolu iniltisi, kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din halkların afyonudur.” “Kalp, ruh” gibi kavramlar üzerinden dünyanın dünyalaşması… Kopernikus’un dünya-güneş ilişkisini tersine çevirmesi gibi Marks da din-dünya ilişkisini tersine çevirdiğini düşünüyordu. Din dünyayı açıklamaz, dünya dini açıklar. Karatani’nin tespiti üzerinden gidelim: “Kierkegaard şöyle yazmıştı: ‘Hıristiyan âlemi, kendisi aslında farkında olmadan Hıristiyanlığı ilga etmiştir. Neticede, eğer bir şey yapılması gerekiyorsa, Hıristiyan âlemine Hıristiyanlığı yeniden getirmeye çalışılmalıdır.” Ardından Marks’a geçiyor: “Siyasal iktisat kendisi aslında farkında olmadan parayı ilga etmiştir. Neticedeyse eğer bir şey yapılması gerekiyorsa siyasal iktisada parayı yeniden getirmeye çalışılmalıdır.” (Karatani, Transkritik, s. 245, Metis, İst. 2006) Keza, yine Marks’a göre, kendinde bir değer olmayan, ancak mübadele ilişkisinde değer kazanan ve eşitsiz mübadele ilişkisi sayesinde sağladığı “kârla” kapitalizme hayat veren “para” sonuçta fetişleşerek aşkın bir anlam kazanıyor. Buradaki anlatım dilinin, dünyayı dünyalaştırırken bile hakikati aşkınlaştıran bir tınıyla karşımıza çıktığı ortada değil mi? Marksizm’in kimi taraftarlarını büyüleyen ve onları fanatikleştiren biraz da “tartışılmaz hakikati keşfetmiş olmanın” coşkunluğu olabilir mi dersiniz?

Fanatizm’de en çok karşılaşılan kavramlar: Siyaset ve spor
Fanatiklik denildiğinde, gündelik dilde en çok karşımıza çıktığı iki alan, siyaset ve spordur. Siyasette belli bir anlayışı tartışılmaz şekilde savunan, başka türlü görüşlere kapalı olan kişiler için kullanılıyor. Sporda ise bir takıma tutkuyla bağlı olanlar fanatik olarak adlandırılıyorlar. Hem siyasette hem de sporda bu ifadenin “gizli bir onurlandırmayı” barındırdığı muhakkak. Çünkü siyaset ve spor alanındaki örgütlenmeler, ait oldukları rekabetçi dünya sebebiyle fanatiklerini çağırmak isterler, kesin inançlı yandaşların kendilerine fazladan bir güç ve etkinlik kazandıracağını ümit ederler.

İlk bakışta bu yanlış da değil. İnanmış on kişi (dolayısıyla aynı doğrultuda davranıp güçlerini birleştiren on kişi) her birinin kendine ait tavrı ve tarzı olan yüz kişiyi yönlendirebilir, onların üzerinde egemenlik kurabilir. Keza hem takım tutma, hem de bir partiye taraftar olma “inanma” kategorisine tekabül eden bir özsel hakikatle ilişkili olmalıdır ki, kendi varlığını olumlayabilsin. Her ikisi için “başka türlü de olabilir” türünden alternatifleriyle eşitlik ima eden dil, kurulması gereken bağları nedensiz bırakır. Kaldı ki insanoğlu her şeyin “şeyleştiği”, sürekli yer ve anlam değiştirdiği, yaşam denilen uğrakta halden hale geçtiği bu dünyada “körlemesine” de olsa tüm varlığıyla “bir şeye” inanmak, tüm hikâyeyi onda görmek, bağnazlığın “kurtarıcılığına” sığınmak isteyebilir. Tarih içinde kimi dâhilerin, bilge ve entelektüel insanların nasıl fanatiklere dönüştüğüne dair örnekler, bize kişisel bir durumu değil “insana” dair bir olguyu ifade ederler: Bir damla kan bin bir endişe olan insan, bir kırılma esnasında, şartlar ve yaşadığı karşılaşmalar sebebiyle fanatik olmuştur. Buradaki iki örnekten siyaset hayatımıza dairdir, spor ise gerçek hayatın çoğaltılması rolüyle karşımızdadır. O yüzden, tıpkı “olumsuz” sınıflandırmaya tabi tutulan diğer insani konumlar gibi fanatiklik de çok katmanlı anlam dünyası ile insanoğlunun hayatına eşlik eder.

Sonuçta görürüz ki, fanatiklik de tıpkı şiddet, cinsellik ve iktidar gibi karanlık bir kavramdır ve onun hakkında “düzayak” okumalar bize sadece okuyanın düzlüğü üzerine konuşur, başka bir konu hakkında değil.