- Ezânı Muhammedî ve ezana saygı

Adsense kodları


Ezânı Muhammedî ve ezana saygı

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Fri 8 October 2010, 01:26 pm GMT +0200
Ezân-ı Muhammedî ve Ezana Saygı

“Minarelerin sesi, asırlardır milletimizin sesi olagelmiştir. Biz, o seslerin çağlayanlar gibi üzerimize döküldüğü bir dünyada doğup büyüdük. O altın seslerle güne başladık, onlarla gün boyu yaşadık, onlarla oturup kalktık ve hâlâ onlarla oturup kalkıyoruz. Aslında o sesler, günde beş defa bize, kim olduğumuzu ve nasıl bir konumda bulunduğumuzu hatırlatır; biz de onlarla derlenir-toparlanır ve varoluş gayemize, gerçek insanî ufka yöneliriz.”


Ezan, lügatte “bilmek ve bir şeyi bildirmek, ilan etmek, duyurmak”1 demektir. Tövbe sûresinde: “Haccın en büyük günü, Allah ve Resûlü’nden insanlara şunu ilan edin ki; Allah da, Resûlü de müşriklerden beridir…” ayetinde “ezan” kelimesi bu manâda kullanılmıştır.2 Şer’î manâda ise ezan, farz namazlarının vaktini bildiren, nasla belirlenmiş belli lafızlardan müteşekkil bir semavî ilandır.3

Mana ve muhtevası yönüyle ezan, hem tevhid, hem İslâm hem de namaz için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken; diğer taraftan İslâm’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur. Allah’ın varlığı-birliği, ondan başka ilah olmadığı, Hz. Muhammedin O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun Allah’a kullukta; hususiyle en cami kulluk namazda aranması gerektiği açıklanır. Diğer bir tabirle ezanda çok öz ifadelerle İslâm’ın itikat ve amele ait temel esasları özetlenmiştir. Bu yönüyle ezan, İslâm’ın temelidir. Mehmet Akif de, bu noktadan hareketle; “Bu ezanlar ki şehadetleri, dinin temeli / Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli,” demiştir.

Yer kürenin güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile namaz vakitlerinin oluştuğu göz önünde bulundurulursa, müslümanların yaşadığı her ülkede günde beş defa okunanan ezanların, kesintisiz devam ettiği, ilahî mesajın günün her anında bütün bir aleme yayıldığı görülür ve duyulur. Yahya Kemal, “Ezan-ı Muhammedî” şiirinde cihan-ı Muhammedî’nin ona dar geldiğini, yüz binlerce minâreden yükselen ezan seslerinin, gökyüzünü de nura gark ettiğini belirtir:

Emr-i bülendsin ey ezân-ı Muhammedî,
Kâfî değil sadâna cihân-ı Muhammedî.

Gök nûra gark olur nice yüzbin minareden,
Şehbal açınca rûh-i revân-ı Muhammedî

Sultan Selîm-i Evvel’i râmetmeyib ecel
Fethetmeliydi âlemi şân-ı Muhammedî...

Ervâh cümleten görür Allâhü Ekber’i
Akseyleyince Arş’a lisân-ı Muhammedî.

Üsküp’te kabr-i mâdere olsun bu nev-gazel,
Bir tuhfe-i bedî’ü beyân-ı Muhammedî...

Bu ilahî sadâ “bir yandan kulaklarımıza çarpıp bizi semâvîliğe çağırdığı aynı anda, diğer yandan da göklerin derinliklerine doğru yankılanarak ‘Sözlerin en temiz ve en güzel olanı O’na yükselir.’ (Fatır, 10) fehvasınca semâ kapılarını aşar ve gider tâ ötelere, ötelerin de ötesine ulaşırlar. Bu seslerin büyüsüyle hemen herkes, olduğundan ve bulunduğundan daha farklı yeni bir duruşa geçer; yeni bir duyuş, yeni bir sezişle öteleri daha anlamlı bir temaşaya koyulur. Öyle ki, bu seslerin ulaştığı hemen her yer âdeta ruhânîlerin metâfı hâline gelir. Arz’a, ruhânîlerle beraber itminan ve sekîne iner, bu esnada habis ruhlarsa kuyruklarını kısar ve saklanacak yer ararlar. Arz u semâda bir velvele olur; kimileri ona koşar, kimileri de ondan kaçar. Yarasalar rahatsız olur, güvercinler ona dem tutmaya durur. Gönüller pür heyecan şahlanır, nefislerse yeisle yutkunur. Herhalde semâ sakinleri de yerdekilere gıpta etmeye dururlar.”4 İşte Yüce Resûl, şeytanların ezan okunurken gösterdikleri bu tepkiyi şöyle ifade etmektedir: “Namaz için ezan okunduğu zaman, sesli sesli yellenerek, şeytan ezanı duyamayacağı yere kadar uzaklaşır. Ezan bitince ise, tekrar geri gelir şeytan. Kamet getirmeye başlanınca yine kaçar. Kamet bitince tekrar geri dönüp, namazda kişi ile kalbinin arasına girip, vesvese atar. Şunu hatırla, bunu düşün vb. gibi aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesveseye vermeye başlar. Öyle ki buna kapılan kişi kaç rekat kıldığını bilmeyecek hale gelir.”5

Bir şairimizin de dediği gibi:

Ezanlar! Kovun tüm şeytanları ülkemizden!
Silinsin yadı beynamazlığın töremizden!..


Ezanla ilgili bu genel girişten sonra, asıl ezanın başlangıcı ve ezanla ilgili bilmemiz gerekli olan diğer konulara geçebiliriz. Ezan nasıl başlamıştır? Ezana nasıl saygılı olunmalı ve ezan nasıl dinlenilmelidir? Ezan anında ve ezandan sonra neler yapılmalıdır?

Davet için usul arayışları


Namaz vaktinin girdiğini bildirmek üzere ezan okuma, usul olarak belirlenmeden önce, Müslümanlar, Mescid-i Nebevî’de bir araya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi. Bazen de geldiklerinde namaz kılınmış olurdu. Bu bir şekle ve disipline bağlanmalıydı. Peygamberimiz bir gün, ashabını toplayarak Müslümanları namaza çağırmak için ne yapmak gerektiğini onlarla istişare etti. Bazıları şöyle dedi; “Namaz vakti gelince bir bayrak dikelim! Onu görenler birbirlerine haber versinler.”6 Fakat Allah Resûlü bunu beğenmedi. Bir başkası boru öttürülmesini veya çan çalınmasını teklif etti. Peygamber Efendimiz bu tekliflerin de hiç birini kabul etmedi. Ashab-ı Kirâm, bir ara çan çalmayı uygun gördüler. Hatta Hz. Ömer, çan için gerekli olan iki ağaç parçasını satın almayı da üzerine almıştı. Fakat bu yöntem de uygulanmadı. Bunun üzerine yüksekçe bir yerde ateş yakalım denilince; Kainatın Efendisi bu tavsiyeyi, uygulamanın Mecûsîlere ait olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Zira İslâm toplumu, Mecûsîlere veya bir başka topluluğa ne iç yapısı ne de dışıyla hiçbir şekilde benzeyemezdi. “Bir kavme benzemeye çalışan onlardandır”7 buyuran Allah Resûlü (s.a.s.)’in bu teklifleri kabul etmesi düşünülemezdi.

Arayışlar devam ediyordu. Herkes bir arayış ve bekleyiş içindeydi. Aradıklarını bulamıyorlardı. Fakat araştırmaya devam ediyorlardı.8 Her arayışın güçlü bir fiilî duâ olduğunu biliyorlardı. Henüz bekledikleri de Resûlüllah’a bildirilmemişti. Davet için getirdikleri teklifler de, taklitten öteye gitmiyordu. Halbuki taklit, taklit edilen şeyi hatırlatır. Taklit edilen şeyin aslına ait ritüelleri, manâyı veya manâsızlıkları akla getirir. Kaldı ki “sapıklıkları üzere devam etmekte olan milletlere dinî nişaneler konusunda muhalefet etmek gerekir.”9 Bundan dolayı teklif edilen yöntemler kabul görmemişti. Aynı zamanda taklitle bir yere varılamazdı. Taklit, hakikate giden yol olamazdı. Dolayısıyla Müslümanları namaza çağırmak için öyle bir yol bulunmalıydı ki, güzelliği, etkileyiciliği ve evrenselliği ile insanlığı kuşatsın. İnanan çok şey anlar ve imanla dolarken, inanmayan hiç olmazsa bir şey anlasın. Gözleri, gönülleri hakka bağlasın. Allah’a kulluk haricinde, her şeyden zihinleri arındırsın. Kalpleri ibadete hazırlasın. İnsanı vicdanının derinlikleriyle yakalayıp mescide bağlasın. İnsan, dinlerken ağlasın..Ağlarken içi şuur bağlasın. Yüce divana kulluğa durduğunda, içinde, huşû ve huzur çağlasın. Yoksa insanlar, çan ve boru öttürme vs. gibi teklif edilen şekillerin herhangi birisiyle de namaza çağrılabilirdi.

İşte “İlahî hikmet, ezanın sadece bir duyuru aracı olarak kalmamasını; aksine dinî şeâirden biri olmasını, okunduğunda gaflet halinde olanlara dini hatırlatıcı bir özellik içermesini, bir topluluğun onu kabul etmesi halinde Allah’ın dinine boyun eğdikleri manâsına gelici bir mahiyet arz etmesini gerektirmiştir. Bu sebeplerden dolayı ezanın, Allah’ın zikri, kelime-i şehadet ve namaza çağrı ifadelerini içermesi vacip olmuştur. Böylece ezana, kendisiyle ne kastedildiği herkesçe anlaşılan bir muhteva kazandırılmıştır.” 10

Sonuçta bu arayış ve kavlî-fiilî duâlara, hızlı bir icabette bulunulmuştu. Bu bekleyiş ve arayışlar sırasında ezan, sadık bir rüya ile Abdullah b. Zeyd’e öğretilmişti.11 Aynı zamanda İslâm alimleri, Maide sûresinin 58. ayetinin de, ezanın sırf rüya ile değil, Kur’ân’ın nassı ile de sabit olduğunu gösterdiğini belirtmişlerdir.12 Bu ayette “O kafirleri de dost edinmeyiniz ki namaza çağırdığınız zaman o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, alay ederler.” buyrulmaktadır. Bu ayet ezanın dayanağıdır. Ayrıca ezanla alay edip hafife almanın küfür olduğuna delalet eder.13 Abdullah b. Zeyd’in gördüğü rüyayı Hz. Ömer (r.a) da görmüştü. Bu iki sahabenin ezanla ilgili rüyaları, onlara ilahî bir ihsan ve ikramdı. Bu bir tevafuktu. Allah Resûlü’nün: “Bu rüya haktır, inşaallah” demesi de bu ikramın bir teyididir. Burada insanın aklına “ezanın bu şekilde teşriinin hikmeti nedir?” diye bir soru gelebilir. Buna şu şekilde cevap verebiliriz. Bizim bildiğimiz bilmediğimiz pek çok hikmet vardır. Bir hikmeti de şu olabilir: Ezan, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şahsını da yücelttiği için, hikmet-i ilahi onun, başka bir müminin diliyle meşru olmasını dilemiştir. Böyle bir takdirden dolayı ne ilahî hikmeti, ne de O’nun mutlak iradesini asla sorgulayamayız. Allah, hak ve hakikati kullarına nasıl duyuracağını, nasıl öğreteceğini, en iyi bilendir. “...Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar.” (Hac, 18)

Medîne’de ilk ezan

İşte bu arayışlar devam ederken, sahabeler bir süre namaz vakitleri yaklaştığında, sokaklarda, “es-salâh, es-salâh“ (namaza, namaza) diye birbirlerine çağrıda bulunmuşlardı. Fakat bu yeterli bir uygulama değildi. Dolayısıyla namaz vaktinin girdiğini haber vermek için, kalıcı bir işarete, bir beyana, etkili bir duyuru şekline ihtiyaç olduğu aşikardı. Çan çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklindeki teklifler de, yukarıda belirttiğimiz gibi hoş karşılanmamıştı.

Bu sırada Ensar’dan Abdullah b. Zeyd, bir sabah Allah Resûlüne gelerek bir rüya anlattı: “Ya Resûlâllah! Bu gece uyurken, üzerinde iki parçadan yemyeşil elbiseler giyinmiş, elinde çan taşıyan bir adam yanıma uğradı. Beni gezdirdi, dolaştırdı. Ona ‘Ey Allah’ın kulu! Bu çanı satar mısın? dedim.’
— Ne yapacaksın? dedi.
— Namaza davet edeceğiz” dedim.
— Sana daha hayırlı olan bir şey bildireyim mi? dedi.
— Olur göster! Nedir o? deyince, bana şu kelimeleri öğretti.

Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Allahu Ekber. Allahu Ekber
Eşhedu ellâ ilâhe illâllah.
Eşhedu ellâ ilâhe illâllah.
Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah.
Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah.
Hayye ale’s-Salâh.
Hayye ale’s-Salâh.
Hayye ale’l Felah.
Hayye ale’l Felah.
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Lâilâhe illâllah.”


Bunları bana söyledikten sonra, az geriye durup, namaza kalkacağın sırada şunları okursun dedi.

“Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Eşhedu ellâ ilâhe illâllah
Eşhedu ellâ ilâhe illâllah
Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah
Eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah
Hayye ale’s-Salâh
Hayye ale’s-Salâh
Hayya ale’l-Felah
Hayya ale’l-Felah
Kadkâmeti’s-Salâh
Kadkâmeti’s-Salâh
Allahu Ekber. Allahu Ekber.
Lâilâhe illâllah.”

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.); “İnşallah bu hak rüyadır. Bilal ile birlikte kalk da gördüğünü ona öğret. Ezanı okusun. Zira onun sesi, seninkinden daha gürdür.” buyurdu. Bilal ile kalktık. Ben ona öğretmeye o da okumaya başladı. Bu sesi evinden işiten Hz. Ömer, hemen çıkıp geldi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resûlü! Seni hak ile gönderen, Allah’a yemin olsun ki, O’nun gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm. Bu sözü işiten peygamberimiz, Allah’a hamd ederek; ‘şimdi bu, daha sağlam oldu’ dedi.”14 Böylece ezan, namaza davette usul olarak teşrî kılındı.

Ezan-ı Muhammedî, o günden bugüne, bu kudsî lafızlarla okundu. Allah Resûlü’nden sonra da herhangi bir dönemde ezana herhangi bir müdahalede bulunulup değiştirilmedi ve değiştirilemeyecektir. Çünkü ezan, Mescid-i Nebevî’nin inşası biter bitmez hicrî 1. yılda lafızlarıyla peygamberimize bildirilmiş, ashabından Abdullah b. Zeyd ve Hz. Ömer gibi önemli kişilerin sadık rüyalarıyla da teyid ve tasdik edilmiştir. Allah Resûlü, “Artık bu daha sağlam oldu” dedikten sonra, lafızlarıyla günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan sapasağlam gelen, davetlerin en güzeli ve en mükemmeli ezan-ı Muhammedî’yi kimin haddine ki, değiştirmeye yetkisi olsun.

İşte Bediuzzaman, ezanın şeâirden ve taabbüdî bir emir olduğunu ve yerine başka bir şey konulamayacağını; yerine ne konulursa konulsun asla aynı hikmet ve maslahatların gerçekleşmeyeceğini şu küllî prensiblerle veciz bir şekilde belirtmektedir:

“Şeâirin taabbudî kısmı, hikmet ve maslahat onu değiştiremez. İbadet olma yönü öndedir ona ilişilmez. Yüz bin maslahat gelse onu değiştiremez. Öyle de, ‘şeâirin faydası yalnız bilinen maslahatlardır’ denilmez. Böyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar, çok hikmetlerinden bir faydası olabilir. Mesela, birisi dese, ‘ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.’ Halbuki, o dîvâne bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye içinde o sadece bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, kainatın ve beşeriyetin yaratılışının en büyük neticesi olan tevhidi ilan ve alemlerin Rabbine karşı, kulluğu izhar vasıtası olan ezanın yerini nasıl tutacak?”15 Yine Bediüzzaman, ezanın lafızlarının değiştirilemeyeceğini şöyle açıklamaktadır: “Kur’ân’ın, Nebevî duâ ve tesbihlerin lafızları câmid bir giysi değil; cesedin canlı cildi gibidir, belki zamanla cilt olmuştur. Elbise değiştirilir; fakat cilt değişse, vücuda zarardır. Belki namazda ve ezandaki gibi mübarek lafızlar, manâ-yı örfîlerine alem ve nam olmuşlar. Alem ve isim ise, değiştirilmez.” Dolayısıyla “Zarûriyât-ı dîniye mahfazaları olan İlahî kudsî lafızların yerine hiçbir şey ikâme edilemez ve yerlerini tutamaz ve vazifelerini göremez.”16

Müezzin ve davetine icabet


Müezzin; ezelden bu güne kadar değişmemiş ve ebede kadar değişmeyecek olan, kainattaki en büyük hakikatların mümini, şahidi ve dellalıdır. Yapılan iş büyük, manâ büyük. Davanın büyüklüğü ve yüceliği, temsilcilerini de büyütüyor. Yüce Resûl (s.a.s.)’ün dilinde müezzinler, hak ve hakikata tercüman olanlar, onu bütün bir kainata en güzel şekilde ilan edenler, kıyamet günü, insanların en uzun boylusu olarak haşr edilecektir. Onlar, bir manâda bugün de yarın da, boylarına ulaşılamıyacak kadar yüce ve üstün şahsiyetler.. Hakka iman etmeyen, iman edip, onu söz ve davranışlarıyla ilan, yani temsil etmeyenler, büyüklükte onların topuğuna ulaşamazlar.

Dolayısıyla büyüklüğün sırrı ezanda.. Ezanın manâsıyla mayalanmada.. Ezandaki hakikatlerle ruh ve manâ kazanmada. Şayet ferde, aileye ve topluma ezan mayası çalınamamışsa; o millet büyüklük nedir asla bilemez. Bir ömür boyu küçüklükte, büyüklük arayışları içinde kaybolur gider. Küçüklüğü büyüklük zannederek, faniyi baki tevehhüm ederek mahvolur biter.

Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûllullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Müezzine, sesinin gittiği yer boyunca mağfiret edilir. Yaş ve kuru herşey onun lehinde şehadet eder. Namaza katılan kimseye yirmibeş kat namaz sevabı yazılır. Ve iki namaz arası günahları affedilir.”17 Sesinin gittiği yere kadar müezzinin affedilmesi; Allah’ın mağrifetinin genişleğini ve çokluğunu ifade eder. Veya müezzinin sesini işitip de namaza iştirak eden herkesin bağışlanacağını müjdeler. Bu hadis-i şerifde hem müezzinliğe hem de ezanın ve içindeki hakikatlerin mümkün olduğu kadar geniş topluluklara duyurulmasına teşvik vardır. Ezanın ifade ettiği hakikatlerin güneşin doğup-battığı her yere ulaştırılmasına ve o yüce hakikatlerin hakkıyla temsiline işaret vardır.

İşte ezan burada önümüze yeni bir kapı açıyor. Hem müezzine, hem dinleyene.. Günahları af kapısı.. Cemaatle namaza icabet eyleyene, saflar arasında şevkle ibadet edene, yirmi beş kat sevap kapısı. Acaba ezanın, açılmasına vesile olduğu bu kapıdan daha güzel bir kapı, ezanın bizi davet ettiği bu yapıdan daha sağlam bir yapı var mı?
Evet müezzini, sesinin ulaştığı herşey duyar. Tekbirlerine icabet eder ve uyar. Müezzinin ne dediğini anlar, onu tanır ve tehlillerle canlanır. Doğruluğuna kendi diliyle gürül gürül şehadet eder. Tek doğruya ve en büyük hakikate davet eden, bu davetçiyi, takdir eder . Onun faziletini kabul eder. Tanıyıp faziletini kabul ettiği gibi; okunan ezanı tekrar edip, o yüce davete icabet edeni de tanır ve tebcil eder. Zira müezzin yüce olduğu kadar, ezanı huşû ve huzur içinde dinleyen ve tekrar eden; dinleyip namaza iştirak edenler de yücedir. Amr b. el-As (r.a) anlatıyor: “Bir adam Allah Resûlüne gelerek Yâ Resûlâllah! Müezzinler sevapça bizden üstünler. Onlara yetişmemiz mümkün mü? diye sordu. Yüce Nebi cevaben; ‘onların dediklerini sende tekrar et. Bitirip sona erince de dilediğini iste. Sana da aynı sevap verilecektir.’ dedi.”18 İşte külfeti az, sevabı çok, güzel bir ibadet. İşte çok kolay elde edilebilecek geniş bir af ve mağrifet.

Ezana saygı


Ezan şeâirdendir. Yani İslâm’ın nişanıdır. Beldelerin şehadetidir. Kur’ân ve Kâbe gibi, Namaz ve hac gibi.. Şeâire ise sahip çıkmak ve saygı göstermek Kur’ân’ın bize bir emridir: “…Kim Allah’ın şearini tazim ederse, şüphe yok ki bu kalplerin takvasındandır.” (Hac, 32) Dolayısıyla Allah’ın şeâirine saygı göstermek, Müminin kalbinde takva olduğunu gösterir. Kaldı ki ezan kelimesinin lügat manâlarından biri de “işitilen bir şeye kulak verip dinlemek,”19 yani dikkatli dinlemek demektir. Kelimenin lügat anlamı da bizi şeâire karşı saygı ve dikkate davet etmektedir.

Peki ezan nasıl dinlenir? Ezana saygı nasıl gösterilir? Bunu da dinimiz adına her şeyi kendisinden öğrendiğimiz, Rehber-i Ekmel Yüce Peygamberimizden öğreniyoruz. Zira Hakk ve hakikate ondan daha derin bir saygı duyan yoktur. O, bu manâda da bir Rehber-i Ekberdir. İşte Efendimiz buyuruyor ki: “Ezanı işittiğiniz zaman siz de müezzinin dediğini deyin.”20 Resûlü Ekremin bu konudaki uygulamasını, Ümmü Habîbe validemiz şu şekilde anlatmaktadır: “Peygamber (s.a.s.), benim yanımda bulunduğu zaman, müezzinin ezan okuduğunu duydum. Müezzin sustuğu anda, onun söylediğini tekrar ederd


Dr.Selman Kuzu