sumeyye
Sat 11 September 2010, 05:48 pm GMT +0200
Eylül, nisan ve insan
Türk Edebiyatı’nda, her aya dair eser vardır. Fakat iki ay var ki, bu aylarla ilgili verilen eserler ciddi yekun tutuyor. Bu aylardan biri Eylül, diğeri ise Nisan. Üçüncü sıradaki ay ise Ağustos’tur kanaatimce. Edebiyatımızda en az geçen ise Mart ayıdır. Eylüle dair bölümü en sonraya bırakarak, Nisan, Mart ve Ağustos’a dair kısa notlar düşelim.
Nisan, daha çok baharı, yeni mevsimi, aşkı, sevgiyi, uyanışı ve tabiatı temsil eder edebiyatımızda. Nisan başlıklı veya Nisan temalı çok sayıda eserin olması da zaten bu olgulara dayanıyor.
FUZULİ, Nisan yağmurunun damlasını inci tanesine benzetir.
“Natının kutuyla cevher olmuş Fuzûlî sözleri
Nisan bulutundan inen inci tanesi gibi yere su”
Sezai KARAKOÇ, Doğum şiirinde Mecnuna Leyla’sı için şöyle söyletir.
“Marta bakan biliyordu geleceğini
Nisana bakan görüyordu alaca renklerini
Kızıl ve yeşil seherini
Mayısa bakan buldu seni
Ve bir bahar günü doğdun sen”
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL ise, kızıma başlıklı şiirinde,
“Ömründe dört fasıl var,
Üçü kış, biri bahar.
Çalış ki görmesin kar
Sendeki nisan, kızım” der.
Attila İLHAN ise, umudu Nisan ve Mayıs’a paylaştırır.
“bunca yıl sönmemiş umudum
nisan değilse mayıs
perşembe değilse pazar
ben belma sebil'i bulurum”
Ağustos ile ilgili yapıtların çoğu ise, meşhur “Ağustos Böceği ile Karınca” masalına dayanmaktadır. LA FONTAINE’nin bu masalı, bütün dünya edebiyatında, etkileyici ve çok sayıda edebi ürüne zemin oluşturucu bir özellik kazanmıştır. Sezai KARAKOÇ’ UN, “Ağustos Böceği” başlıklı şiiri bir şaheser sayılır. KARAKOÇ’ UN şiiri de bu masala reddiye gibidir. Şair o kadar kızgındır ki, LA FONTAINE’ Yİ“ iftira atmakla suçlar.
“Ey masalcı adam iftira ettin sen
Bu harikalar harikası böceğe
Onu suçladın tembellikle
En çalışkan onu görüyorum ben
Hiçbir karşılık beklemeden
Yazı ağustosu çamı çınarı
Tanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınarı”
Tevfik FİKRET’İN “Ağustos Böceği ile Karınca” şiiri ise, KARAKOÇ şiirinin aksine meşhur masalın yeni versiyonudur. FİKRET’İN şiiri şöyle biter.
“Böcek inler: - Açız, açız
Bakın benzim nasıl soldu
O günlerde gülen, öten
Sazla, sözle eğlenen ben
Bugün bakın ne haldeyim!
Vallah açız, billah açız,
Halimize acıyınız!
Karınca eğlenir: - Beyim,
şimdi de raksedin, ne var?
"Yazın çalan kışın oynar"
Mart ayına dair şiir, hikaye ve roman gibi çalışmalara rastlamadım. Bu aya dair atasözleri ve deyişlerin çoğunu biliyor olmalıyız. “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” atasözü, bu ayın soğukluğuna işaret eder. Dama çıktığı düşünülen kediler ise, Mart’ın, Nisan’a dönük yüzünü anlatır. Nisan, aşkın ateşleyicisi ve baharın kapısıdır çünkü.
Eylül’ün ad olarak kullanıldığı çok sayıda eser var. Bu yapıtların en meşhuru da Mehmet RAUF’UN Eylül adlı romanı. RAUF’un bu romanından başka, yedi romanı daha var, ancak biz onu daha çok bu eseri ile tanırız. EYLÜL romanı, hüznü, hazanı, ayrılığı anlatmaz. Romanda, ana tema alevlenen yasak bir aşktır. Romanımızın temel yapıtlarından biri haline gelen EYLÜL, bol okuyuculu bir romandır. Bu ise, eserin çok sayıda yayınevi tarafından yayınlanması sonucunu doğurmuştur. Geçenlerde yaptığım kısa bir araştırmada, Varlık, Beyaz Balina, Özgür, İnkılap ve Arma Yayınları’nın EYLÜL’Ü yayınladıklarını gördüm.
Ancak, Mehmet RAUF’UN EYLÜL’Ü dışında, adında Eylül kelimesi taşıyan roman, hikaye ve diğer nesir türlerinde yayınlanan eserlerin çoğu, 1980 sonrası tarihlere rastlar. Bu eserlerin çoğunda da tema, özgürlük, yasaklar ve hapishanedir. Bir kısmında ise salt hapishane hatıraları vardır. Özellikle, sol ve ülkücü kadroların 12 Eylül’e düştükleri notlar ve bu yıllara dair hatıralar yer alır bu eserlerde. Bu döneme dair yapılan sosyolojik ve siyasi araştırmalar da, eser sayısını çoğaltmıştır. Kabul etmek gerekir ki, bu döneme dair yazılan tüm edebi, siyasi ve sosyolojik eserler bir araya getirilse, ortaya “12 Eylül Kitaplığı” diye tanımlayabileceğimiz bir külliyat çıkar.
Eylül, bir çok eserin adında bir kelime olarak yer almasının ötesinde, özellikle şiirde bir tema, olgu ve kavram olarak yerini belirler.
Ümit Yaşar OĞUZCAN’ı, akranım sayılacak yeni nesle nazaran az okurum. Ama “Ben Bir Eylül Sen Haziran” şirinin başlığı bana şiir olarak yeter.. Bu şiirin ilk iki satırı da, şiirin adı kadar vurucudur benim için. Sonrasında ise, şiir sanki kaybolur gider.
“Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını”
Son dönem güzel eserler ortaya koyan Ahmet ALTAN,ın “Beni bu eylül öldürecek
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel” diye başlayan “Eylül” ise, tam damardan sayılabilecek bir Eylül şiirdir.
Edebi ürünlerdeki, Eylül olgusu, Nisan vurgusundan daha çok ve daha belirgindir. Nisan, baharı ve tabiatın yeniden canlanışını, dolayısı ile aşkı, sevgiyi ve sevgiliyi ifade eden bir sembol ve zemin olarak yer alırken, Eylül ise, ayrılığın adı olur. Eylül, hüznü, ayrılığı, vuslatsızlığı, gurbeti, acıyı, vefasızlığı ifade de o kadar güçlüdür ki, hemen hemen tüm şairlerin ortak kelimesidir.
Eylül’ün, diğer aylara özellikle de Nisan’a göre çok daha fazla, şiirimizde yer alması, biraz da, bizim hüzne nazaran sevinci, aşka nazaran nefreti, vuslata nazaran ayrılığı abartmaya, yüceltmeye dönük meylimizden kaynaklanmaktadır. Birer aşk yapıtı olan Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ve Ferhat ile Şirin de bile, ayrılık ve gurbet daha öndedir. Ağıtımızın sesi her zaman acı ve yüksektir.
Bu durum, o kadar kuvvetlidir ki, Eylül kelimesi yetmez. “Güz”, “sonbahar”, “hazan” kelimeleri de en az Eylül kadar kuvvetlidir şiirde.
Attila İLHAN’IN “Kadınlar Sonbahar” şiiri kuvvetli bir Eylül şiirdir. Şöyle başlar.
“Kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
Titrek dudaklarında sarışın bir keder
Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
Sisli bir nebülöz gökte yazılmamış şiirler “
Yahya KEMAL’İN şiirinde de Eylül ve Sonbahar aynı şeyleri vurgular. Şiirin başlığı “Eylül Sonu”dur.
“Günler kısaldı. Kanlıca'nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa”
Ataol BEHRAMOĞLU, Maltepe Askeri Cezaevindeki hatıralarının şiirine en uygun zemin olarak Eylül’ü seçer.
“Maltepe Askeri cezaevinin avlusunda
Sisler içindeki Büyükada'nın karşısında
Oturmuş yazarım bu şiiri
Eylül başlarında bir cumartesi sabahı
Lodos titretiyor ağaçları
Yağmur geceden yıkamış çiçekleri
Gökyüzü mavi,bulutlar beyaz
Ardından baharın geçti koca bir yaz
Hapisteyiz hala ve güzün ilk serinlikleri”
Güllerini Eylül’e vurduran ise Nurullah GENÇ’tir.
“aşk gizemli bir şarkıdır
dinleyemediğim
ayrılığın arkasından duyulan
gün doğuyor, neden gülemiyorum
siyah bir tanyerinde
beklemek yakışmaz bana geceyi
eylül mü vurdu güllerimi, bilemiyorum”
Turgut UYAR’ın “Acıyor”u da Eylül ile biter.
“Eylül toparlandı gitti iste
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar”
Sonbahar, hazan ve güz üzerine başka bir yazı gerekir. Çünkü o kadar güçlü kavramlar ki bunlar, hem aşkın, hem ayrılığın, hem vuslatın hem de gurbetin kelimeleri
Erol ERDOĞAN