- Evliya Çelebi’nin Viyana izlenimleri

Adsense kodları


Evliya Çelebi’nin Viyana izlenimleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 11 July 2012, 03:56 pm GMT +0200
Bir sefaretin seyahatnamesi: Evliya Çelebi’nin Viyana izlenimleri
Ali Şükrü ÇORUK • 72. Sayı / DOSYA YAZILARI


Sefaretnameler ve seyahatnameler, Osmanlı aydınının, devlet adamının Batı medeniyeti karşısındaki tarih içinde değişen konumunu tespit etmek açısından en önemli metinlerdir. Devlet ve padişah adına Avrupa’ya giden Osmanlı elçileri İstanbul’a dönüşlerinde ilgili kurumlara sunmak üzere kaleme aldıkları sefaretnamelerde resmî görevlerin ve protokollerin yanı sıra bulundukları ülkenin sosyal, siyasi ve iktisadi durumuyla alâkalı izlenimlerine de yer verirler. Sefaretnamelerin konumuz açısından değer taşıyan ve en çok ilgi çeken tarafı ise bu ikinci nokta. Kamuoyunun Batı’yı tanımasına yardımcı olan, toplumda Batı algısının oluşmasına birinci derecede kaynaklık eden bu metinleri aynı zamanda oksidentalizm açısından da değerlendirmek mümkün. Elçilik görevi olmamasına rağmen yurt dışında bulunduğu süre boyunca elçinin maiyetinde yer alan aydınların yazdıkları seyahatnameleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.

Sefaretnamelerden ve seyahatnamelerden hareketle Osmanlı aydınının Batı medeniyeti karşısındaki tavrını sabit ve değişken olarak ikiye ayırabiliriz. Aşağıda göreceğimiz gibi şehircilik başta olmak üzere bazı alanlarda başlangıçtan sonuna kadar aynı tavır muhafaza edilirken, Batılı insana bakış örneğinde olduğu gibi bazı alanlarda ise zamana ve dönemlere bağlı olarak bir tavır değişikliği söz konusu. Osmanlı aydınının ve devlet adamının Avrupa lehinde olarak Batı medeniyetine olan tavrının değiştiren hadise Viyana bozgunu ve ardından 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması’ydı. Dolayısıyla meseleyi Karlofça’dan önce ve Karlofça’dan sonra diye iki başlık altında değerlendirmek gerekiyor. Çünkü Viyana bozgunu ve Karlofça öncesi galip Osmanlı ile sonrasındaki mağlup Osmanlı birbirinden farklı. Yani karşımızda iki Osmanlı var.

Batı karşısında gururun ve kendine güvenin temsilcisi: Evliya Çelebi
Osmanlı’nın Avrupa içlerine kadar ilerlediği, dünya siyasetinde belirleyici bir konumda olduğu dönemlerdeki tavrında bir üstünlük hissi söz konusuydu. Başlangıçtan 17. yüzyılın sonuna kadar olan dönemde Avrupa devletleri yani “küffar” karşısında sağlanan askerî galibiyetler bu tavrın oluşmasında belirleyici bir unsurdu. Osmanlı’nın “altın çağ”ında özellikle askerî gelişmeler yakından takip edilmekle beraber Batı örnek olarak alınmaktan çok uzaktı. Nitekim dönemin siyasetname yazarları “altın çağ”ın sonlarına doğru imparatorluk bünyesinde baş gösteren problemlerin çözüm yolu olarak Batı medeniyetini değil, yerli dinamiklerin yeniden çalıştırılmasını, başka bir deyişle Kanuni asrına dönüşü işaret edeceklerdi.

Osmanlı’nın güçlü dönemlerdeki Batı algısını gösteren en önemli metinlerden birisi Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin Avusturya bölümüdür. 1664 yılında Avusturya ile imzalanan Vasvar Antlaşması’ndan sonra elçi Kara Mehmet Paşa’nın maiyetinde Viyana’ya giden Evliya Çelebi Osmanlı’nın “Kızıl Elma”sı ve Batı medeniyeti hakkındaki izlenimlerini geniş bir şekilde seyahatnamesinde dile getiriyor. Seyahatname’de Avusturya ile ilgili anlatılanlar bir bakıma elçi Kara Mehmet Paşa’nın gayr-i resmi sefaretnamesi gibi. Çünkü Paşa İstanbul’a dönüşünde kaleme aldığı sefaretnamesini oldukça kısa tutmuş, sadece resmî işlere ve sürece yer vermişti. Paşa’nın boş bıraktığı yerleri dolduran, yani sosyal ve kültürel açıdan Viyana’nın tasvirini yapan, buradan hareketle Batı medeniyeti hakkında Osmanlı’nın bakışını mübalağayla karışık olarak dile getiren Evliya Çelebi olmuştu.

Evliya Çelebi’nin Avusturya ziyareti sırasında Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki muhatapları karşısında sözünü dinleten güçlü bir devlet durumundaydı. Özellikle diplomatik protokol konusunda oldukça duyarlıydı. Nitekim bu tavrın bir örneğini Osmanlı elçilik heyetinin Viyana’ya girişinde ve elçi Kara Mehmet Paşa’nın aynı zamanda Kutsal Roma-Germen İmparatoru olan Avusturya kralı Leopold tarafından kabulünde görürüz. Elçi Kara Mehmet Paşa kalabalık bir heyetle alay eşliğinde Viyana’ya gireceğini muhataplarına bildirir. Elçinin mehter takımı ile birlikte Osmanlı bayrakları açılmış bir alayla sanki şehri fethetmiş gibi “pür-velvele” Viyana’ya girmek istemesi başlangıçta Avusturyalı yetkililer tarafından kabul edilmez. Döneminde Avrupa’nın en güçlü devleti durumunda olan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, Osmanlı’nın İstanbul’da kendisine uygulamadığı bir protokolü Viyana’da uygulamayı küçük düşmek olarak nitelendirir. Ortada bir kriz durumu söz konusudur. Ancak Kara Mehmet Paşa isteklerinde ısrarcı davranır ve muhataplarını elçilik görevini yerine getirmeden İstanbul’a dönmekle tehdit eder. O zamana kadar Avrupalı elçileri kabul eden, Avrupa’ya elçi gönderme konusunda isteksiz davranan Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana’ya elçi göndermesini önemli bulan Avusturya çaresiz Kara Mehmet Paşa’nın isteklerine boyun eğer. Kriz böylece aşıldıktan sonra Kara Mehmet Paşa liderliğindeki 560 kişilik Osmanlı elçilik heyeti mehter çalarak, gösteriler yaparak, sancaklarını ve bayraklarını açarak “Allahu Ekber” sadalarıyla Viyana’ya girer. Evliya’nın ifadesine göre bütün Viyana halkı alayı seyretmek için güzergâhta toplanmıştır. Ömürlerinde böyle bir alay görmemiş olan Viyanalılar hayretli bakışlar altında -kim bilir bu manzaranın ilerde bir fetihle tekrar yaşanacağı korkusuyla- Osmanlı heyetinin geçişini izlerler. Osmanlı’nın ihtişamını bütün Avrupa’ya gösteren bu olay seyahatnamede en ince ayrıntılarına varıncaya kadar anlatılır.

Elçi Kara Mehmet Paşa’nın Avusturyalı yetkililerden ikinci isteği Kutsal Roma Germen İmparatoru Leopold’un karşılama şekliyle alâkalıdır. Osmanlı padişahı IV. Mehmet’i temsil eden elçi Mehmet Paşa İmparator Leopold’un kendisini ayakta karşılamasını ve tahttan kendisine doğru birkaç adım atmasını ister. Bu istekler de yukarıda olduğu gibi Avusturyalı yetkililer tarafından önce reddedilir. Ancak Paşa’nın diretmesi karşısında yapacak fazla bir şeyleri yoktur. Uzun müzakereler neticesinde Kara Mehmet Paşa’nın isteklerini kabul etmek zorunda kalırlar. Neticede Osmanlı elçisini ayakta karşılayan, kabul salonundan içeriye girdiğinde elçiye doğru birkaç adım atan İmparator Leopold üstüne üstlük bir de elçinin omuzunu öpmek ve elini tutup ona yer göstermek durumunda kalır. Bu, Osmanlı’nın İstanbul’da Avrupalı elçilere kabul sırasında nasıl davrandığı göz önüne alındığında kıyas kabul etmeyecek bir karşılamadır.

Evliya Çelebi’nin Avusturya izlenimleri arasında dikkati çeken en önemli ayrıntı İmparator Leopold’ün tasviri ile ilgili. Kutsal Roma Germen imparatorunu “Allah bunu insan diye yaratmıştır ama orta boylu, ince belli, ne şişman ne zayıf sakalsız bir gulâmdır… Kulakları oğlancık pabucu kadar büyük, burnu Mora patlıcanı kadar büyük ve kırmızı, burnunun deliklerine üç parmak sığar. Burnundan otuz yaşındaki yiğidin bıyıkları kadar kıllar çıkmış. Dudağı bıyığına karış katış olmuş, siyah pos bıyığı kulaklarına varmış, dudakları deve dudağı gibi sarkık. Ağzına bir somun sığar, dişleri deve dişi kadar büyük…” diyerek tasvir eden Çelebi, bütün hiciv kabiliyetini kullanarak muhatabını adeta yerin dibine sokar. Yalnız bu tasvir tarzı sadece Osmanlı’ya has değil. Klasik dönemde hatta yer yer günümüzde Avrupa’da ortaya konulan Osmanlı ve Müslüman imajı bu tasvirden kat kat daha alçaltıcıdır.

Osmanlı-Batı ilişkilerinde bir kırılma noktası olan Viyana bozgunundan önce Viyana’ya giden Evliya Çelebi hâliyle askerî gelişmeler karşısında kayıtsız davranır. “Siyah şapkalı kefere askerleri” onun ilgi alanına girmez. Ancak şehri çevreleyen surların sağlamlığı karşısında şaşkınlığını gizlemez.

Batı karşısında gururunu muhafaza eden bir Osmanlı aydını olan Evliya Çelebi Avusturyalı devlet adamları ve askerî yapılanma hakkında olumsuz düşüncelere sahipken aynı tavrı Viyana’yı tasvir ederken göstermez. “Ab u havası lâtif” Viyana’nın şehir düzeni, sosyal hayata hâkim olan intizam fikri, “Bağ-ı İrem”den ve “Hadika-i Rıdvan”dan numune havuzlu ve fıskiyeli bahçeler, “kat-ender-kat münakkaş saraylar”, sokakların temizliği, büyük ve gösterişli binalar, her alanda gerçekleştirilen imar faaliyetleri Evliya Çelebi’yi hayran bırakır. Bu tavır aydınımızın hem Viyana bozgunu ve Karlofça öncesi, hem de Viyana bozgunu ve Karlofça sonrası dönemlerde aynı olan Batı algısına işaret ediyor. Ancak Viyana’yı anlatırken “âlem-i hayrette” kalan Evliya Çelebi’nin kendisinden sonra Avrupa’nın büyük şehirlerini ziyaret eden elçilerden ve seyyahlardan bir farkı var. O da “Kızıl Elma” idealine sahip olması. Çelebi, Avrupa karşısındaki gücünü muhafaza eden Osmanlı’nın bir gün Viyana’yı ele geçirip, bütün bu güzelliklere sahip olacağına inanıyordu. 1683 bozgununu yaşayan, ardından Karlofça sonrasındaki büyük toprak kaybını gören nesil ise “Kızıl Elma” idealinden uzaklaşıp mevcut toprağı muhafaza etme kaygısına düşecektir. Bu dönemden sonra elçi profili de değişecek Avrupa karşısında dik duran Kara Mehmet Paşa’nın yerini “Frenk ahvalini ve âdâb-ı muaşeretini iyi bilen” sefirler alacaktır.