- Evliliğin İcapları

Adsense kodları


Evliliğin İcapları

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 16 July 2012, 11:24 am GMT +0200
Evliliğin İcapları

Rasulullah: "Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi yerine getirmezse, benden değildir. Evlenin!.. Zira ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." bu­yuruyor. (İbn Mace). Bu hadisden de anlaşıla­cağı gibi İslam, nikah ile evlilik dairesi içine gir­meyi emir, gayri meşru ilişkilerden kaçınmayı da men etmektedir. Hatta karı-kocamn bu şekil­de birbirlerine bağlılığına ve böyle bir bağ ile ömür sürmelerine "ibadet" gözüyle bakılır. Her ibadette olduğu gibi evliliğin de belirli şartları veya icapları vardır. Bunlar; mehir, aleniyet (ni­kahın ilam) veya ilanın merasimle olması. Bun­lar müslüman erkek ve kadın arasında yerine ge­tirilmesi gereken yükümlülüklerdir. Bilindiği gibi evlilik, Allah indinde yerine getirilmesi ge­reken belli vazife ve icapları ihtiva eden şer'î (hukukî) bir akittir.

Sonuç itibariyle diyebiliriz ki, kadın ve erkeğin birbirinden istifade etmesini helâl kılan şer'i akid'e nikâh denir.

1- Hân: Ahbed b. Hanbel'in Müsnedinde yer alan bir hadiste Rasûlullah: "Nikâhı ilân edin" buyurmuşlardır. Tirmizî'deki hadis ise Hz. Aişe'den rivayetle şöyledir: "Nikâhı ilân edin ve onun için def çalın bir başka rivayet de şöyledir: "Bu nikahı ilan edin, hem onu mescid-lerde kıyın, onun için defleri çalın. Biriniz hiç olmazsa bir koyun ile düğün daveti yapsın..." (Tirmizi). Bu hadisler nikahı İlân etmenin lüzu­muna delalet etmektedir. İlan için def çalmak dahi emrolunmuştur.

Peygamber, ashabına nikâhlarını ilân etme­lerini ve en az iki şahid bulundurmalarını özel­likle bildirmiştir. İlân'dan maksat kadın ve er­keğin toplum içinde haklarının belirlenmesi, korunmaları ve kendi lehlerine olabilecek du­rumlardan istifadeleri içindir. Evliliğin ilanının düğün ile olması, akraba ve dostlar veya halk içinde icrasıyla ilgilidir. Düğün sünnettir. Rasû­lullah'in: "Düğün yap, bir koyunla da olsa zi­yafet ver." ifadeleri velime 'ye işaret etmekte­dir. Düğün bir şenlik, neşe ve sevinç vesilesi ol­duğuna göre dinen yasaklanmayan tarzda eğlenmekte bir mahzur yoktur. Ancak, edebe aykırı ve lükse, israfa kaçan eğlenceler Pey­gamber'in sünnetine ve İslam terbiyesinin özüne aykırıdır.

2- Mehir: İslam hukukunda nikah akdi sebebiy­le erkek tarafından verilmek üzere kadının hak kazandığı mala mehir denir. Mehir, annenin, babanın veya velinin değil, kadının kendi hakkıdır. Bu, erkek tarafından ödenen bir çeşit tazminattır. Kadının ihtiyaçlarını görür, ona bir değer verir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle emredilir: "Kadınlara mehirlerini bir hak olarak (gönül hoşluğuyla) verin; eğer kendi istekleriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yiyin." "(4:4). Ve yine Maide Suresi'nde şöyle buyurulur. "Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin yemeğiniz de onlara helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o, ahirette kaybedenler­dendir." (5:5). Ukbe b. Amir Peygamber'den şöyle rivayet etmiştir: "Şüphesiz yerine getiril­mesi en gerekli şart, helâl olan cinsî münasebet­tir." (Buhari ve Müslim).

Müslümanların Hıristiyan ve Yahudi kadın­larla evlenmelerine müsade edildi, ancak ahlâksız ve düşük karakterli olanlarıyla değil. Onlarla gayrimeşrû bir ilişki için değil, daimi bir beraberlik için evlenmelidirler. Hz. Ömer'e göre muhsane kelimesi faziletli ve if­fetli kedınlara işaret etmektedir. Bundan dola­yı o, Ehl-i Kitabın kötü ve karaktersiz kadın­larını bu müsadenin dışında tutmaktadır (Mevdudi, The Meaning of the Qur'an, c. IH, s. 21).

Mehrin miktarı için bir sınır yoktur. İslam'da ev­lenme güçleştirilemez. Aksine, neslin çoğal­ması, fuhşun ortadan kalkması için kolay-laştınhr. Dolayısıyla mehrin, erkeğin durumu­na göre fazla olmaması makbuldür. Hz. Pey­gamber: "Mehrin en iyisi az olanıdır." buyur­maktadırlar. (Şevkânî, Neylü'l-Evtar). Ebu Se-lemete'bni Abdirrahman'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: "Peygamber'ın zevcesi Aişe'ye, Rasûlullah'ın evlenirken kadınları­na vermekte olduğu mehri ne kadardı? diye sor­dum: "Zevceleri (verdiği) mehri, oniki uqiyye bir de neşş idi. Neşş nedir, bilir misin?' dedi:

Hayır, dedim: Uqiyye' nin yarısıdır. Ki olup olacağı beşyüz dirhemdir. İşte Rasulullah'ın zevcelerine verdiği mehir bu idi.' dedi." (Müslim). Ömer b.el-Hattab şöyle dedi: "Kadının mehirini verirken aşırıya gitmeyin, eğer bu, dünyada şeref ve Allah indinde sevap olsa idi, bunu yapmaya en yetkiliniz Allah'ın Peygamberi olurdu. Ben, Rasulullah'ın zevcele­rinden biriyle evlenirken/veya kızlarından biri­ni evlendirirken oniki uqiyyeden fazla verdiğinden haberdar değilim.11 (Müsned-i Ahmed, Tirmizî, Ebu Davud, Nesei, İbni Mâce ve Dârimî).

Enes'e göre, Ebu Talha, Ümmü Süleym ile ev­lendiğinde aralarındaki mehir İslam'ın kabul et­tiği mehir idi. Ümmü Süleym Ebu Talha'dan ev­vel müslüman oldu. Ebu Talha evlenme teklif ettiği zaman, Ümmü Süleym: "Ben İslam ile ku-caklaştım, eğer sen de müslüman olursan senin­le evlenirim" dedi. Ebu Talha da İslam'ı kabul etti ve müslüman oluşu mehirleri oldu. (Nesei). Ümmü Habibe, ilk kocası olan Abdullah b. Cahş'm Habeşistan'da ölümünden sonra Ne-caşi'nin onu Peygamber ile evlendirdiğini ve kendisine Peygamber'in namına dörtbin dir­hem verdiğini söyledi. (Ebu Davud ve Nesei). Peygamber, Sehl b. Sa'd es-Sâidî'nin rivaye­tine göre, sahabeden bir zatı evlendirirken, kadına vereceği bir şeyi olup olmadığını sor­muştu. Adam, zırhlı bir elbiseden başka bir şeyi olmadığını söyledi. O zaman Rasûlullah, Kur'ân bilip bilmediğini sordu. O da "(fi­lan ve filan sûreleri) bilirim" dedi. Hz. Pey­gamber, "Onları ezbere okuyabiliyor mu­sun?" dedi. Adam: "Evet" cevabını verince Rasulullah " "Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an mukabilinde verdim." buyurdular. (Buhari ve Müslim). Böylece, Kur'an'da ve Sünnet'de me-hir miktarı konusunda zorlayıcı kurallar ol­madığı görülüyor. Mehir aslı evlenecek kızın da rızası alınarak erkeğin sosyal ve mali durumuna göre belirleniyor. Eğer gelin az miktarda para veya başka birşey almaya razı ise İslam bunu kabul etmektedir. Çünkü Allah, insanlardan kaldıramayacaklarından fazlasını istememek­tedir: "Allah kimseye gücünün üstünde birşey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zarannadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tut­ma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yükle­diğin gibi bize ağır yük yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevl§mız (sahibi­miz, efendimiz)sin! Kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle!" (2:286). Yine aynı sure'de şöyle denilmektedir: "Henüz, dokunmadan ya da mehir kesmeden kadınları, boşarsaniz size bir günah yoktur. Onları faydalandıran (bir miktar bir şey verin), eli geniş olan, kendi gücü nisbetinde, eli dar olan da kendi kaderince güzel bir şekilde faydalandırmak (herkes gücü ölçüsünden birşey vermelİ)dir. Bu, iyilik eden­lerin üzerine bir borçtur." (2:236). Hz. Peygam­ber, bu prensibi şu sözlerle açıklamıştır: "En hayırlı evlüik en az mehir ile yapılan evliliktir." (Beyhaki). Bu da iki genç arasında yapılacak evlilik konusunda lüzumsuz güçlükler ortaya Çıkarılmaması gerektiğini göstermektedir. Ne Kızın anne-babası, kocanın sosyal ve mali durumunun üstünde bir talepte bulunmalı, ne de er­keğin anne-babası kızın ailesinin imkanı dışında bir talepte bulunmalıdır. Düğün merasi­mi için borcu gerektirecek fazladan bir istekle bulunmadan ailedeki umumi gelenek ve sosyal statüye göre gönüllü olarak mehir ödenmelidir. Borcu gerektirecek harcamalar lüzumsuzdur ve evlenecek çiftlerin ailelerine büyük harcamalar ve sıkıntılar getirecek bu tür düğün masraf ve hediyeleri İslam'ın istemediği israftır. Bu konu­da Hz. Peygamber'ın hayatında ve gelecek nesillere doğru yolu gösteren nur kaynağı raşit halifelerin uygulamalarında bir çok Örnekler vardır. Cabir, Rasûlullah'dan şöyle rivayet eder; "Eğer bir kimse zevcesine mehir olarak iki avuç dolusu un veya hurma verse, onu kendisine helâl yapmış olur." (Ebu Davud). Emir b. Re-bi'a, Beni Fazara'nın evlendiğinde karısına iki sandal mehir verdiğini rivayet eder. Rasûlullah @, Beni Fazara'ya, zevcesine verdiği iki san-dal'ın şahsiyetine ve servetine göre yeterli olup olmadığım sordu. O da, ona uygun olanı ver­diğini   söyledi.    (Tirmizi).   Alkame,   b. Mes'ud'dan, kendisi bir kadınla evlenmiş olup ona hiçbir şey ödememiş veya bırakmamış olan bir adamm durumu soruldu. İbn Mes'ud; kadın aşırıya kaçmamak üzere ken­dine denk kadınlara verilen mehri almalı, iddet dönemini gözetmeli ve mirasa ortak olmalı, de­di. O vakit Ma'kıl b. Sinan el-Eşcai ayağa kalktı ve şöyle dedi: "Rasulullah'ın, kabilemizin kadını Vasik'in kızı Bivave hakkında verdiği hükümle senin neticelendirdiğin hüküm aynı­dır. (Tirmizi, Ebu Davud, Neseî ve Dârimî).

Kişinin sosyal ve mali durumuna bakmamak bu toplum kitlesinde umumiyetle iyi bilinen uygu­lamaları ihmal etmek olur. Halbuki mehir konu­sunda bütün müslümanlann uyacağı, tespit edilmiş belli bir meblağ almadığını ispat etmek için Hz. Peygamber @ ve ashabının sünnetin­den misaller yeterlidir. İslam Hukuku bu husus­ta bazı kurallar koymuştur, ancak esas, mehir miktarını tarafların durumlarına ve yürürlükte olan toplumsal geleneklerinin gözönünde bu­lundurulmasına bırakmıştır. Mehir, zenginler için statülerine göre yüksek, ev gereçlerine bile malik olamayan fakirlere göre ise çok düşük olabilir. Bu sebeple her kadın için her zaman tespit edilmiş bir mehir miktarı olamaz. Bu, kadının ailesinin sosyal ve mali şartlarına göre değişebilir. Fakat bunda esas faktör zevcenin rızasıdır. Zevce gönül rızasıyla almaya hazırsa koca tarafından verilen meblağ ne olursa olsun farketmez, bu, zevcenin tercihine kalmıştır. Bu şekliyle evliliklere kimsenin kanunen itiraz hakkı yoktur. Çok küçük yaşta evlilik telaş ve meseleleriyle sarılan kızların durumuna gelin­ce; anne-babası onlara makul ve münasip meh-rin hikmetini anlatır, fakat yine de, netice itiba­riyle tercih kıza bırakılır.

Bu meseleyle ilgili bir başka husus da çiftlerin evlendikten sonra karşılıklı anlaşmaya dayana­rak mehir miktarını değiştirme hakkına sahip olmalarıdır, koca tarafından hiçbir baskı ve zor­lama olmadan karşılıklı rızayla bu miktarı artt­ırabilirler veya indirebilirler. Bununla beraber, şayet karşılıklı rızaya dayalı olarak mehir indi­rilip yükseltildikten sonra Kadın, mehrini isterse, indirim veya arttırım konusunda mükafa-katını serbest vermemiş olduğu nazarı dikkate alınarak koca onu zevcesine ödemelidir. Bu hu­sus Hz. Ömer'in içtihadiyle desteklenmiştir. "Hz. Ömer ve Kadı Şurayh, şayet bir kadın, mehrin hepsini veya bir kısmını bağışlarsa fakat sonra geri isterse, koca onu Ödemek zorundadır çünkü kadının mehri istemesi onun bunu kendi rızasıyla bağışlamadığının açık bir delilidir." diye hükmettiler. (The Meaning of the Quran c.II, sh. 96-109).

Ancak, İslam Hukuku evli çiftlere evliliklerinin tamamlanmasından sonra mehir hususunda aralarında anlaşma şansı vermektedir: "(Sa­vaşta esir olarak) ellerinize geçen (cariyeleri­niz) müstesna, evli kadınla(la evlenmeniz) de (yasaklandı. İşte bunlar) size Allah'ın yyazdiğı yasaklardır. Bunlardan ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz, (mehirlerini verip almanız) size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini (mehirlerini) bir hak olarak verin. Mehrin kesiminden sonra karşılıklı anlaşmafk suretiyle kesilenden az ve­ya çok vermeniz) de üzerinize bir günahı yok­tur. Şüphesiz Allah bilendir, hikmet sahibidir." (4:24). Yine aynı surede şöyle okumaktayız: "Kadınlara mehirlerini bir hak olarak (gönül hoşluğuyla) verin; eğer kendi istekleriyle o, mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afi­yetle yeyin." (4:4). Fakat metinden de an­laşıldığı gibi,mehir'in indirimi veya bağışlan­ması konusunda kocanın zevce üzerinde hiçbir tehdidi olmadan veya ona zarar verici hiçbir vasıta kullanmadan iki tarafın da serbestçe ve gönül rızasıyla karşılıklı görüşüp anlaşmaya varmaları gerekmektedir.

Kocalar zevcelerinden bir şeyler talep etmek için yanlış ölçüler kullanmaktan men edil­mişlerdir. Kur'an bu hususu şu sözlerle beyan etmektedir: "Ey inananlar, kadınları miras yo­luyla zorla almanız size helal değildir. Onlara verdiklerinizin bir kısmını (onlardan) alıp götürmek için onları sıkıştırmayın. Şayet açık bir edepsizlik yaparlarsa başka. Onlarla iyi ge-Çİnin. Eğer onlardan hoşlanmazsınız bilin ki, si­zin hoşlanmadığınız bir şeye Allah, çok hayır koymuş olabilir." (4:19). Bu uyan zevcelerini boşamış olmaları halinde devam etmektedir: "Nasıl alırsınız ki, birbirinize geçmiş (içli-dışlı olmuş) idiniz ve onlar, sizden sağlam teminat almışlardı." (4:21). Ve yine Bakara suresinde şu ayetleri okumaktayız: "Boşama iki defadır. (Bundan sonra kadım) ya iyilikle tutmak, ya da güzelce salıvermek (lazım)dır. Onlara verdikle­rinizden birşey geri almanız, size helal değildir. cayet erkek ve kadın. Allah'ın sınırlarında dur­mayacaklarından korkarlarsa başka. Eğer erkek ve kadının, Allah'ın sınırlarında duramayacak­larından korkarlarsa, o zaman kadının (ayrı­lmak için) verdiği fidyede (hakkından vazgeç­mesinde) ikisine de bir günah yoktur. İşte bun­lar Allah'ın sınırlandır, sakın bunları aşmayın. Kim(ler) Allah'ın sınırlarını aşarlarsa işte onlar zalimlerdir." (2:229).

"Dînî Merasim-Nikah" sözü kadının kendisi­ni erkeğe vereceğine dair bir teminattır. Bundan dolayı, eğer erkek kendi isteğiyle bu sözden dönerse, sözkesme sırasında mehir olarak ver­miş olduğu şeyleri geri almaya hakkı yoktur. Kadına mehir olarak verilen hiçbir şeyi hatta ona hediye olarak verilenleri, süsler, elbiseler v.s. gibi kocanın geri istemeye hakkı olmadığı az bir tefekkür ile görülecektir. Birine hediye olarak verilen herhangi bir şeyin geri istenmesi, İslamın ahlak prensibine tamamen zıttır. Hz. Peygamber, bu nezaket dışı davranışı "köpeğin kendi kusmuğunu yalamasına" ben­zetmektedir. Boşadıktan sonra verdiğini zevce­sinden saklamak veya geri istemek koca için gerçekten çok utanç vericidir. Kanun hassasiye­tine binaen, İslam, zevceyi gönderirken ona birşeyler vermesini ve ona nazik ve cömert dav­ranmasını kocaya tenbih etmektedir.

Kur'an bu prensibi şu sözlerle izah etmektedir: "Boşanmış kadınların uygun olan geçimlerini sağlamak, (Allah'ın azabından) korkanlar Üze­rine bir borçtur." (2:241). Böylece, asla şüphe yok ki, İslam mehir için verdiğini geri istemeyi kocaya sert bir şekilde yasaklamaktadır. Öte yandan, karısına her hususta cömert ve nazik davranması için koca uyarılmıştır, hatta karısını boşamış da olsa. İnsan ilişkilerinin daha uyum­lu ve iyi olmasında, davranışların karşılıklı ne­zaket esaslarına dayandığı bu fiili hayatın bir gerçeğidir. Eğer herkes kendi meşru hakkı üze­rinde ısrar ederse toplum hayatı asla mutlu ola­maz. Mamafih, eğer zevce, kocasından bir­takım sebeplerden dolayı iyilikle ayrılmak isti­yorsa, mahkeme kararı aramak yerine ona meh-rin bir kısmını vererek boşanmasını talep edebi­lir. Kur'an bu konuda çok hassastır. "Bir mehir kestiğiniz takdirde, henüz dokunmadan onları boşamışsanız, Kesugımzin yarısını (verin). An­cak kadınlar vazgeçer yahut nikah bağı elinde bulunan erkek vazgeçerse başka. (Dokunma­dan boşadığınız kadınlara kesilen mehrin yans­ını verin. Şayet onlar bu haklarında vazgeçer­lerse başka. Yahut siz cömert davranır, müsa­maha gösterip kestiğiniz miktarın tümünü ve­rirsiniz. Bu husus sizin rızanıza bırakılmıştır. Erkekler), sizin affetmeniz (müsamaha göste­rip mehrin tümünü vermeniz) takvaya daha yakındır. Aranızda birbirinize iyilik etmeyi unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görür" (2:237). Karısına karşı nazik ve cömert davranması için baskı yine kocaya yapılmak­tadır.

Abdullah b. Mes'ud şöyle rivayet ediyor: "Pey­gamber bize, ne zaman bir ihtiyacı yerine getire­cek olsak (evlenme merasiminde, istek üzerine) bu ihtiyacı kısa yoldan halletmemizi öğretti. Bu nasihatin hikmeti, kendilerini göstermenin, in­celiğin ve karşı tarafı etkilemenin bunun en iyi ve uygun yolu olmasındandır. Bu merasim (düğün) evlilik ile fuhş'un arasını ayırdetmekte-dir. Evliliğin önemini de vurgulamaktadır. Bundan başka, Allah'ın medhini yaparak ve O'nu teşbih ederek işbu merasime İslami bir renk verilmiş olmaktadır, buna göre Peygam­ber şöyle dedi: "Kelime-i Şehadet'i ihtiva et­meyen (kapsamayan) her hutbe elleri doğramak gibidir." Yine buyurdu ki: "Elhamdu lillah ile başlanmayan her hutbe bitmemiş kabul edilir."

Mehrin Önemi: Mehir, kocanın zevcesini boşama gücüne karşı bir engeldir. Karısını önemsiz ve basit sebeplerden dolayı mehir'i kaybetmeme korkusundan dolayı boşamaya-caktır. O, boşamayı kesinlikle lüzumlu olduğu zaman, çok şiddetli geçimsizlik durumlarında, ayrılmaktan başka bir çıkış yolu bulamadığı za­man deneyecektir.

Bu husus evlilik akdinin önemini de göstermek­tedir. Erkek çoğu kez parasını harcarken müsriflik yapar. Fakat evliliği için daha çok pa­ra harcamasının lüzumu, evlililk müessesesinin ehemmiyetini artırmış oluyor. Diğer yandan mehrin tayin edilerek, Allah'ın koruması altında kızlarının bir erkeğe varması, anne-babasmın prestijini de artırmış oluyor.

Mehir, evlilik ile fuhuş arasındaki farkı açık bir şekilde ayirdetmektedir. Kur'an'ın şu ayetinde buna değinilmektedir: "(Savaşta esir olarak) el­lerinize geçen (cariye)ler müstesna, evli kadı-nlar(la evlenmeniz) de (yasaklandı. İşte bunlar) size Allah'ın yazdığı yasaklardır. Bunlardan Ötesini, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla mallarınızla istemeniz (mehirlerini verip al­manız) size helal kılındı. O halde onlardan ne kadar yararlandınızsa, ona karşılık kesilen ücretlerini (mehirlerini) bir hak olarak verin. Mehrin kesiminden sonra karşılıklı anlaşma(k suretiyle kesilenden az veya çok vermeniz)de üzerinize bir günah yoktur. Şüphesiz Allah bi­lendir, hikmet sahibidir." (4:24). Bu şunu göste­riyor, sanmayın ki sizler onları sadece cinsî ar­zunuzu tatmin etmek için aldınız, hayır, sizler onların namusunu ve paklığını korumakla em-rolundunuz. Bu sebepten dolayı Peygamber, evlilikte mehrin tayin şartını bulundurdu.

Velime: Velime de (düğün merasiminden son­raki ziyafet) evliliğin duyurulması için iyi bir vasıta olup, neslin korunması esası açısından bakıldığında, evliliğin doğruluğunda hiç şüphe bırakmamaktadır. Bu kutlama açıkça evliliği gayrimeşru yaşantıdan üstün bir yere oturtmak­ta olup, evlilik bağının halkla ilişkilerden daha ileride olduğunu ifade etmektedir. Bu ziyafet aynı zamanda kişinin resmen yuva kurup evli­liğin şükrünü eda etmesi bakımından Allah'a karşı olan minnettarlığını da ifade etmektedir. Gerçekten de Allah'ın geniş lütfuyla bir aile yuvası kurmak her bakımdan yüce bir bahti­yarlıktır. Bu ziyafet Allah'ın lütfuna karşılık teşekkür etmek için iyi bir yoldur.

Velime aynı zamanda, zevcenin ve ailesinin Şeref ve prestijini de ifade etmektedir. Koca, düğünde para harcamak ve İnsanları davet et­mek suretiyle bu akrabalığa büyük bir saygı gösterdiğini de ispat etmiş oluyor. Bu tür ziya­fetler, birçok ailenin birleşmesine ve bu suretle akrabalık bağlarının düzelmesine yardımcı ol­maktadır. Genç çiftlerin hayatında evlilik büyük bir adımdır. Çiftler arasında yeni bir başlangıçtır, bu suretle medeniyetin temel üni­tesi olan aile yuvasını tesis etmeye özendirilmiş olmaktadır. Tabiatiyle, büyük sevinç ve mutlu­luk duymaktadırlar; işte velime bu sevincin bir ifade yolu olmaktadır. Bu, cömertliği teşvik etmekte ve sefalete götürecek tıerhangı diı lc-mayülü de kontrol etmektedir.

Aslında, velime ziyafetlerinin insan medeniye­tinin ve aile dostlarının güçlenmesinde çok mu­azzam meziyet ve menfaati vardır. Kişinin kültür ve eğitiminde ve hayırseverliğinde (ahsen)'de büyük ehemmiyeti vardır. Lüzumuna binaen Hz. Peygamber bu geleneği devam et­tirmiş ve halkı da evliliklerini velime ile kutla­maları için teşvik etmiştir. Bununla beraber, Peygamber mehir'e hiçbir azami veya asgari sınırlama tayin etmediği gibi, bu düğün ye­meğinin tabiat ve sınırını da tayin etmemiş, bu­nu ilgili tarafların statü ve toplumsal gelenekle­rine bırakmıştır. Peygamber bunu teşvik etti, ama soyluluk gösterisi şeklinde kutlama yapan­ları, lüzumsuz süslemeleri, tantana ve gösteriş yapmayı men etti. Rasulullah, şöyle buyur­du: "Eğer iki kişi birbirine üstünlük taslamak için ziyafet verirse (düğün gibi), onların yemeği alınmamalıdır." Bu olaylar cahiliyet günlerinde olurdu, müşrikler gösteriş ve kibir için böyle şeylere para sarfederlerdi.

3- Şahitlik: İslam Hukuku en az iki erkek veya bir erkek, iki kadın şahit hazır bulunmadan evli­liğin akdolmayacağını beyan etmektedir. Bu şahitlerin aklı başında, reşit ve müslüman olma­ları gerekmektedir. Şahitlik, evliliğin temel şartıdır. Onun için evlilik merasiminin şahitle­rin huzurunda, icra edilmesi gereklidir. Aksi halde şahitler olmadan evlilik akdi yürürlüğe konamaz. Kur'an bu hususa şu ifadelerle değin­mektedir: "Ey inananlar, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Aranızda adaletli bir yazıcı onu yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın; borçlu olan da yazdırsın, Rabb'i (olan) Allah'tan korksun, borcundan hiç­bir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez, yahut zayıf, ya da kendisi yazdıramayacak durumda ise velisi onu adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tu­tun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahit­lerden bir erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Ta ki kadınlardan biri unuttuğunda dİâeri ona hatırlatsın. Şahitler çağrıldıkları zaman (geliçten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, me süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Ajlah katında daha adaletli, şahitlik için daha elam, şüpheye düşmemeniz için daha elve­rişlidir.'Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz Jşin ticaretiniz olursa onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş vaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de asla zarar verilmesin. Eğer (bir zarar) yaparsanız, bu, kendinize kötülük olur. Al­lah'tan korkun, Allah size öğretiyor, Allah herşeyi bilir." (2:282).

Hz. Peygamber, şahitsiz evlilikleri mahkûm etti. İbni Abbas'a göre, Allah'ın rasulü şöyle dedi: "Zâniler o kadınlardır ki, şahitler olmadan kendi başlarına evlenirler." Peygamber'ın as­habının hepsi ve onların tabiileri (tabi'in) iki şahit olmadan evliliğin (nikah) bâtıl olduğu görüşündedirler. (Tirmizi).

Evlilik akdine tabii olarak bakıldığında, kan-koca arasında boşanma veya hulü' meselelerin­de, mehir ve diğer hediyeler hususunda meyda­na gelebilecek muhtemel anlaşmazlıkları doğru ve yeterli bir şekilde halledebilecek bir şahidin olması gerekli görülmektedir.

4- Muvafakat: Mutlu ve başarılı bir evliliğin başlıca faktörlerinden biri de karşılıklı rıza ve anlaşmaya dayalı olarak akdolmasıdır. Eğer kadın ve erkek muvafakatlan olmadan aileleri veya vasilerinin özel arzu ve tutumları doğrul­tusunda zorla evlendirilirler ise, karı-koca bir­birini istememe ve anlaşamamazlık tohumlarını henüz evlilik akdi sırasında ekmiş olacaklardır. Allah ve O'nun Rasulü indinde bu tür evlilik­ler ne meşrudur ne de evli çiftlere saadet ve hu­zur vericidir. Onun için evlenecek çiftlere ev­lenmeden önce başvurulup muvafakatlarının alınması kesinlikle gerekli ve zaruridir.

Ebu Hureyre, Rasulullah'ın şöyle buyur­duğunu nakletti: "Kocasız bir kadın kendisine danışılmadan evlendirilmemelİ, bakire bir kız da izni (rızası) olmadan evlendirilmemelidir." izin verdiği nasıl belli olacak, diye sorulduğun­da, "sükutuyla" diye cevapladı. (Buhari ve Müslim).

Hansa bintü Hıdam'dan, rızası olmadan babası onu evlendirdiği zaman Rasulullah'a gittiği, Rasulullah'ın da onun evliliğini iptal ettiği nakledildi. (Buhari).

Bu, açıkça hiçbir kadının (dul) kendisine başvu­rulmadan velisi tarafından evlendirilmemesi gerektiğini ve hiçbir bakirenin de kendi rızası veya izni olmadan evlendirilmemesi gerektiği gerçeğini göstermektedir. Onun rızası, evliliğin lehine veya aleyhine bir şey söylememesidir. Bu husus Peygamber'ın bir çok hadisiyle or­taya konulmuştur.

İbn Abbas, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu anlattı: "Kocası olmayan bir kadının kendi üze­rinde daha çok hakkı vardır ve bakirenin izni de kendisine sorulmalıdır, onun sükutu izni­dir."(Müslim). Ve Ebu Hureyre, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Yetim bir kıza kendisi için başvurulmalıdır: Eğer bir şey demez ise bu onun iznini gösterir, fakat eğer reddederse, vasi, yetkisini onun arzusu hilafına kullanamaz." (Tirmizi, Ebu Davud, Nesei ve Dârimi). İbn Abbas, Rasulullah'a bir bakire­nin geldiğini ve babasının kendisini nzası olma­dan evlendirdiğini beyan ettiğini, Peygamber'ın de onu tercihinde muhayyer bıraktığını bildirdi. (Ebu Davud).

Peygamber @'m emir ve uygulamalanna riayet etmek ilgili herkese düşen vazifedir ve kızları­nı, kızkardeşlerini veya vesayetleri altında olan ailenin diğer hanım üyelerini, eğer boşanmış veya dul kalmışlar ise, veya bakire iseler kendi­lerine başvurulup izin ve rızaları alınmadan hiç­bir durumda evlendirilmemelidirler. Evlenip, boşanmış veya dul kalmış kadınlara evlilik hu­susunda başvurmamak için hiç bir sebep yok­tur, çünkü onlar evliliğin getirdiği bütün prob­lem ve yükümlülükleri anlayacak yaştadırlar. Bununla beraber bakireler, evliliğin getirdiği birtakım problemlerden tamamen habersiz ve cahil olurlar, bazı hususlarda beceriksizdirler, fakat alışmaları zor değildir. Bunların düşünce­leri ve bu konuda rızaları dolaysız olarak anne­leri tarafından veya dolaylı olarak kızkardeşleri veya kız arkadaşları tarafından Öğrenilebilir. Mamafih, onların evlilik konusunda düşüncele­rini, izin ve rızalarım elde etmek için pek çok çeşit yol vardır. Eğer razı olmazlarsa evlendiril­memelidirler. Bu, kadının kişiliğini, sıhhatini ve şerefini esas alan, en doğru ve en uygun şeri­atın kuralıdır. Ailede mutlu ve sükunet dolu bir akrabalığı koruyup geliştiren en doğru yoldur.

5- Vasilik: Bazı durumlarda, özellikle kızın küçük olması durumunda evlilik İçin velinin mevcudiyeti ve rızası esastır. Bu husus küçük kızın evliliğine bağlı olarak haklarının korun­ması, ilgilenilmesi ve diğer meseleler için talep edilmiştir. Eğer kız, evlilikte meydana gelebile­cek karmaşık meseleleri bu yaşta tam olarak an­layıp kavramaya muktedir değilse, o zaman ba­basının veya velisinin evliliğinde ona tavsiye ve nasihatlarda bulunma hakkına sahip olması hem uygundur, hem de lüzumludur. Bazı kötü niyetli kimseler masum Kızları, pembe hayaller, cazibeli sevgi tablolarıyla ve nefse hoş ge­lebilecek diğer iğrenç vasıtalarıyla tuzaklarına düşürmektedirler. Bu masum günahsızları ko­rumak amacıyla, velinin bu çok genç kızın evli­liğinde ona söyleyeceği bazı şeyler olmalıdır. Bununla birlikte, tahlillerin sonunda, kızın ka­ran esas olacaktır. Velinin vazifesi kıza, hoş ol­mayan ve bilinmeyen kimseyle yapılan ihti­yatsız evliliklerin akıbeti konusunda öğüt ver­mektir, fakat yine tercih hakkı kızındır.

Hz. Peygamber'in bunun hikmetini gösteren bazı hadisleri vardır. Ebu Musa, Peygamber'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Velisiz bir evlilik olamaz.." (Ahmed, Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace ve Dârimi). Ve Aişe, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Eğer herhangi bir kadın velisinin rızası olmadan evlenirse, onun evliliği batıldır, onun evliliği batıldır, onun evli­liği batıldır." (Tirmizi, Ahmed, Ebu Davud, İbni Mace ve Dârimi).

Yukanda izah edildiği yanıyla, bu tedbirlerdeki bütün gaye, kızın meşru haklarını koruyup, em­niyete almaktır. Özellikle kız, bakire ve çok genç yaşta olduğu zaman. Bu durum kadının toplumdaki mevkii ve şerefini belirler, kan-ko-ca toplum içinde saygıdeğer ve terbiyeli bir ha­yata öncülük etmiş olurlar. Şayet kız, anne-ba-banın veya vâsi'nin haberi olmadan gizlice bir adamla kaçarsa, o tıpkı bakımsız bir arazide kaybolmuş koyuna benzer, rüzgann esmesiyle savrulan bir yaprak veya fırtınanın etkisinde ka­lan dalga gibi, dünyanın her yerine düşebilir, er­keğin şehveti tatmin olup onunla ilişkisi bittiği zaman onu her zaman ve her yerde terkedebilir. Erkek, o kızın şeref ve haysiyetini hiçe sayarsa; kız da hiçbir yerde bannıp asla toplum içinde if­fet iddiasında bulunamaz. Bununla beraber, zürriyetme ciddi şekilde tesir edecek fizikî ve sosyal faktörler de mevcuttur.

Bu sebeple şeriat, kızın anne-babasına ve vâsi­lerine evliliğinde onu gözetip ilgilenme hakkını veriyor. Bütün bunlara rağmen tercih yine kıza bırakılmıştır. Hz. Aişe, evine bir kızın gelip ba­basının kendisini yeğeniyle evlendirdiğini fakat kendisinin onu istemediğini söyledi. Aİşe de ona Peygamber gelene kadar beklemesini söyledi. Peygamber geldiğinde Aişe, ona kızın bütün hikayesini anlattı. Hz. Peygamber de kızı babasına (meseleyi doğrulaması için) gönderdi. Babası da kızma kocasını tercih etmemekte serbest olduğunu söyledi, Kız, evli­liğin devamını tercih ettiğini, fakat sadece kadının bu hususta herhangi bir hakkı olup ol­madığını öğrenmek için bu yola başvurduğunu söyledi. İbni Ömer'den şöyle bir hadis rivayet edilmiştir." Osman b. Ma'zun vefat edince geri­de genç bir kız ve amcasını bıraktı. Amcası da kızı İbni Ömer ile nikahladı, ancak nikahlarken kıza danışmadı. Kız bunu öğrenince, bu evliliğe razı olmadı, onun niyeti Muğire b. Şube ile ev­lenmekti. İbn; Ömer ile olan nikahını feshede­rek Mugire ile evlendi. (İbni Mace).

Vâsinin koruması, hususen bir ailesi olmayan ve haklarını uyanık kimselerin saldırılarına karşı koruyacak kimseleri olmayan kızların ev­lilik haklarının emniyeti için zaruridir. Onların sosyal durumları zayıftır. Kur'an, evliliklerini gözetip ilgilenmeleri için onların vasilerine şu sözlerle bazı haklar vermektedir: "İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetme­yen kimse, elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz birbirinizdensiniz (hepiniz Adem soyundansmız, insanlık bakımından aranızda fark yoktur.). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost tutmamaları şartıyla, sahiplerinin iz­niyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini) de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara yapılan işken­cenin yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlen­me), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir." (4:25). Bu nassların hepsi, evliliğinde kızın tercih hakkı olduğunu şüphe götürmez bir şekilde ortaya koymaktadır.

6- Birbirini Görme: Birbirini görme hadisesi çiftler arasındaki sevgi ve etkiyi kurmaya ve ge­liştirmeye yardım eden evliliğin bir başka ihti­yacıdır. Erkek ve kadının evlenecekleri kimseye sık sık bakmak istemeleri gayet tabiidir ve evli­liğin kaderini belirleyecek olan da o ilk bakıştır. Bazan mantıklı hiçbir sebebi veya makul zemi­ni olmadan belirli çehreleri sevmediğiniz olur, fakat gerçek ortadadır. Şayet bir erkek (veya kadın) çehresini sevmediği biriyle evlenmişse bu büyük bir ihtimalle başarısız ve mutsuz bir evlilik bırakacaktır, velev ki evliliğin ilk günleri iyi gitse bile, ki bu çok şüphelidir. Bundan do­layı en iyisi erkek ve kadının birbirlerini görme­leridir.

Ebu Hureyre, Rasulullah'a eşlik ederken bir adamın gelip Ensar'dan bir kadınla nikah-landığım söylediğini bildirdi. Bunun üzerine Rasulullah Onu gördün mü?" dedi. O: "Hayır" dedi. (Müslim). Câbir, Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Sizden biri ne za­man evlenmek için bir kadın ararsa, eğer arzu­ladığı kadına bakma imkânı varsa, bırakın baksın." (Ebu Davud). Mugire, bir kadınla ev­lenmek istediğini söyledi. Hz. Peygamber ona kadını görüp görmediğim sordu. O, menfi olarak cevapladı. Bunun üzerine Peygamber: "O halde ona bak, çünkü aranızda sevgi meyda­na gelmesi için daha doğru olan budur." dedi. Yukarıdaki misalde de değinildiği gibi, erkeğin nişanlısına bakması istendi. Müslüman alim ve fakihler kadının hayatındaki müstakbel ko­casını görmesi hususunda benzer ve eşit haklara sahip olduğunda ittifak ettiler. Dört İmam da bu noktada aynı fikirdedirler. İmam Ebu Hanife, gelin ve damadın birbirlerini görmelerine cevaz vermektedir. İmam Mâlik'e göre, gelinin rızası olduğu takdirde cevaz vardır, İmam Şafii ve İmam Ahmed ise birbirlerinin rızası olmadan da müstakbel karı-kocanın birbirlerini görebile­ceği görüşündedirler.

7- Kefa'et (eşitlik, anlayış, uygunluk): İslam Hukuku, evliliklerinin akdinden önce erkek ve kadın arasındaki anlayış ve uygunluk meselesi­ni ele almıştır. Şeriat, evlilik öncesinde çiftler arasındaki (kefa'et) eşitliğin gözönünde bu­lundurulmasını emretmektedir. Bu durum, mut­lu ve başarılı bir evlilik için önemli bir faktör­dür. Ahlak eğitimi, dine bağlılık, aile durumu, kültür ve hayat tarzı bakımından birbirlerine yakın ve eşit olan eşlerin birbirlerine olan düşkünlüğü nezaket ve sevgilerinin daha kuv­vetli olmasını sağlar. Bu, çiftlerin yakınlığının iki aileyi de birbirine daha yakınlaştırması muh­temeldir. Bu hususta yakınlık ve benzerlik ol­mayanlarda, aile geçimlerinde veya maddi ve manevi bağlarda birlik olmama tehlikesi vardır. İslam Şeriatı'mn ehemmiyeti budur.

Şeriat'a göre, sevgi, muhabbet ve nezakette bütünleşmeleri muhtemel olan kişiler arasında evlilik kurmak daha uygundur. İhtimal bulun­mayan kişiler arasında bağ kurmak hiç uygun düşmez. Bu nedenle Hz. Peygamber, erkeğe evlenmeden önce kadına bakmasını tavsiye et­miştir. Peygamber, ashabına şu tavsiyede bu­lundu: "Sizden biri ne zaman bir kadına evlen­me teklifinde bulunsa, onu mümkün olduğunca görmeye çalışsın, olur ki onda evlenmeyi teşvik edecek bir şey görebilir." (Ebu Davud).

Ahlak ve iffetten sonra, evlilik hukukunda İslam, çimer arasındaki sevgi ve nezaketin önemli bir gaye oıaraK ele alındığını açıkça göstermektedir. Onların yakınlığı bu unsurda umulmaktadır. İslam Hukuku bu yakınlığın korunması için bütün gücünü s arfe önektedir. Fa­kat, artık sevgi, merhamet ve nezaket unsurları kalmadığı zaman, onun yerini kayıtsızlık, umursamazlık, ilgisizlik, kin veya nefret alır, bu durum evlilik bağlarını çözülmeye doğru götürür. Evlilik bakımından, İslam Hukukunda bu husus çok önemlidir. (Ebu'l A'la Mevdûdî, Huquq az-Zaujain, Lahor, 1974). Burada belir­tilmesi icab eden bir husus vardır ki, o da İslam şeriatında kefa'atm ehemmiyetidir. Bazı aileler bunu Üstünlük olarak ele almazlar, bazılarına göre ise bu, gözden düşmedir. Bu, sadece evle­necek erkek ve kızın sosyal statülerinde bir eşit­lik demektir, yoksa herhangi bir müslüman er­kek herhangi bir müslüman kadın ile yasak­lanmış ölçüleri bir tarafa bırakarak evlenebilir­ler. Evlilik hayatının başarılı olması, birlikte yaşamaları ve ilişkilerini samimi ve sükunet içinde devam ettirebilmeleri için eşler arasında azami bir düzen, uygunluk, alışkanlıklarda, ni­teliklerde, hayat tarzlarında, aile gelenekleri ve sosyal ve mâlî durumlarında benzerlikleri ol­ması zarureti açık bir gerçektir. Benzerlikten (kefa'et) maksat budur. Bu hususların hangi­sinde erkek ve kadın arasında büyük fark varsa, orada evliliklerinin başarı ihtimali azdır. İslam Şeriatı, bu hususlardaki az bir uygunluk ve ben­zerlik yüzünden veya birinin şerefli bir aileye, diğerininse sıradan bir aileye mensup olması sebebiyle iki kişiyi bir arada tutmamayı emredi­yor değildir. Kimin şerefli ve kimin gözden düşmüş olduğunu Allah bilir. Bütün insanlar için önemli olan Allah indinde şerefli olmaktır. Şeref lafla olmaz. Erkek-kadm bütün insanlar amelleri nisbetinde Allah indinde eşittirler. On­lar Allah indindeki şereflerini lafla değil, emel­leri sebebiyle kazanırlar. Kadın olsun, erkek ol­sun üstünlük ancak takva ölçüsündedir. (Tafhe-em al-Quran, c.IV, sh. 95-99).

Dünyanın neresinde olursa olsun, müslümanın ibadet ederken yönü birdir. (Nijer ırmağı kenarında. Mali).