hafiza aise
Wed 1 June 2011, 03:15 pm GMT +0200
Ç) EVLENİLMESİ HARAM KILINAN KADINLAR
1— E vlenilmesi Haram Kılınan Kadınlar:
ALLAH Teâlâ'nm, Peygamberinin (s.a.) diliyle ev ğı kadınlar şunlardır:
1— Anneler: ALLAH Teâla, anneleri haram kılmıştır. Bunlar ister baba, ister anne yolu ile olun, kendisi ile kişi arasında doğurma (annelik) ilişkisi olan kimselerdir. Anneler, yukarıda doğru kadın ve erkek tarafından olan babalarının, dedelerinin anneleri gibi.
2— Kızlar: Kızları haram kılmıştır. Bunlar kişiye doğum (Had) yolu ile bağlanan kadınlardır. Kendi sulbünden olan kızları, kızlarının kızları, oğullarının kızları. Ne kadar aşağı inerse insin:
3— Kızkardeşler: Her cihetten öz, anne-baba bir kız kardeşler.
4— Halalar: Bunlar her cihetten yukarı doğru babaların kız kardeşleridirler.
Amcanın halasına gelince; eğer amca, baba bir amca ise o zaman onun halası kendi babasının da halasıdır. Eğer amca, anne bir amca ise, bu takdirde halası kişiye yabancı sayılır, evlenilmesi haram olan "halalar" kapsamına girmez.
Annenin halasına gelince; babanın halası gibi annesinin halası da evlenilmesi haram olan "halalar" kapsamına girer.
5— Teyzeler: Bunlar annelerin ve yukarı doğru babaların annelerinin kız kardeşleridir.
Halanın teyzesine gelince; eğer hala baba bir ise, teyzesi yabancıdır. Eğer anne bir hala ise, teyzesi haramdır. Çünkü o da teyzesi sayılır.
Teyzenin halası; eğer teyze hala ile bir anneden ise, onun halası yabancı sayılır. Eğer baba bir ise, bu takdirde teyzenin halası haramdır. Çünkü annenin halası olur.
6— Kardeş kızları: Erkek kardeşin kızlarını, kız kardeşin kızlarını haram kılmıştır. "Kardeş" tâbiri, her cihetten olan erkek ve kız kardeşi ve aşağı doğru onların kızlarını içine alır.
7— Süt anne: Süt anneyi haram kılmıştır. Süt anne tâbiri yukarı doğru anne ve baba tarafından olan anneleri de kapsar. Emziren kadın, çocuğun annesi olunca, sütün sahibi de —ki kocadır veya cariye ise efendidir— babası olur. Süt babanın babaları da dedeleri olur. ALLAH Teâlâ, babaya ait sütü emziren kadının anne oluşunu ifade etmekle, evleviyet yoluyla sütün sahibinin baba olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü süt onundur ve onun cinsel ilişkide bulunması neticesinde oluşmuştur. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber (s.a.) leben-i fahlin (süt baba) haramlığına hükmetmiştir. Böylece nassla ve nassın işareti ile süt haramlığının süt anne ve süt babaya geçtiği, emen çocuğun onların bir çocuğu olduğu, kendilerinin de onun ebeveyni oldukları sabit olmuş olur. Bundan da ebevyenin erkek ve kız kardeşlerinin süt çocuğunun teyzeleri ve halaları (aynı zamanda dayıları ve.amcaları) oldukları; oğullarının ve kızlarının süt çocuğunun kız veya erkek kardeşleri oldukları neticesi zaruri olarak ortaya çıkar. Yüce ALLAH "Süt kız kardeşleriniz" (4/22) buyruğu ile, süt haramlığının, süt ebeveynin erkek ve kız çocuklarına intikal ettiği ve böylece süt kardeşliğinin oluştuğu gibi, erkek ve kız kardeşlerine de geçeceğine tenbihte bulunmuştur. Süt ebeveynin dayıları ve teyzeleri, süt çocuğun da dayıları ve teyzeleri (onların amcaları ve halaları) süt çocuğun da amca ve halalarıdır. Birincisi nass yoluyla, ikincisi ise nassın işareti iledir. Nitekim haram-lığın anneyi kapsayışı nass yoluyla, babayı kapsayışı ise nassın işareti (tenbi-hi) iledir.
Bu (delâlet şekilleri), Kur'an'da mevcut akıllara durgunluk verecek ve şaşmaz bir yoldur, bunlara ancak Kur'an'ın manasının derinliklerine, delâlet yönlerinin enginliklerine dalabilenler vâkıf olabilir. İşte bu noktadan hareketledir ki, Hz. Peygmaber (s.a.): "Nesebten dolayı haram olan her şey, sütten ötürü de haram olur."[613] diye hükmetmiştir.
Ancak delâlet şekli iki türlüdür: Gizli ve açık. ALLAH, beyanın tamamlanması, karışıklığın (iltibas) giderilmesi için her iki delâleti de ümmete müyesser kılmıştır. Ne var ki gizli delâlet şekillerini anlamaktan âciz olanlar, ancak açık ve celî olan delâlet şekillerine vâkıf olabilirler.
8— Karılarınızın anneleri: Buna kadının (hanım) yukarı doğru neseb ya da süt anneleri girer. Zifaf ister olsun, ister olmasın farketmez. Çünkü zifaf olmasa bile mücerred nikâhla "kanlarınız" ifadesi kapsamına girmektedirler,
9— Üvey kızlar: ALLAH Teâlâ, kocalarının yanında kalan ve kendileriyle zifaf vâki olmuş hanımların (başka kocadan olan) kızlarını da haram kılmıştır. Bunların içerisine üvey kızlar girdiği gibi kızlarının kızları, oğullarının kızları da girer. Çünkü bunlar da "rabâib- üvey kızlar" kelimesinin kapsamı içindedirler.
Üvey kızlar haram kılınırken iki kayıt getirilmiştir: 1) Kocaların yanlarında (bakımları altında) kalmaları, 2) Anneleri ile gerdeğe girilmiş olması. Zifaf vâki olmadığı sürece haramlık sabit olmamaktadır. Ayrılık ister ölümle ister talâkla olsun, farketmez. Nassın gereği budur.
Zeyd b. Sabit ve ona katılanlar ile bir rivayette Ahmed b. Hanbel, üvey kızın haramlığı konusunda: "Annesinin ölümü, kendisi ile zifafa girilme hükmündedir. Çünkü ölüm, mehrin ödenmesi, iddet bekleme ve vâris olma gibi hükümleri de gerektirmektedir. Dolayısıyla "zifaf" hükmündedir." demişlerdir. Cumhur bu görüşe katılmamış ve: "ölen kadınla (anne) zifaf vâki olmamıştır, dolayısıyla (üvey kız) haram olmaz. ALLAH, haramlığı zifafa bağlamış ve zifaf vukubulmadığı zaman haramlığın da olmayacağını açıkça belirtmiştir." demişlerdir.
Üvey kızın kocanın yanında, onun bakımında olması kaydına gelince: bu, ihtirazı bir kayıt değildir. Üvey kızlar genellikle annelerinin, dolayısıyla da kocanın yanında kalırlar. Bu yüzden de haramlığı için bir şart olarak değil de vakıanın yansıtılması kabilinden zikredilmiştir: "Çocuklarınızı açlık korkusundan öldürmeyiniz. "[614]âyetindeki kayıt gibidir. (Açlık korkusu kaydı o zaman bunun yaygın olmasındandır.) Buna göre âyetin anlamı şu şekildedir: "Genellikle yanınızda kalmakta olan üvey kızlarınız... size haram kılındı."
Bu kaydın zikredilmesinde, ayrıca güzel bir fayda da vardır. O da üvey kızların, kocaların (babalıklarının) yanında kalmalarının caiz olmasıdır. Böylece kocanın üvey kızını kendisinden uzaklaştırmasının, birlikte yemekten, yolculuğa çıkmaktan, başbaşa kalmaktan kaçınmasının gerekmeyeceği anlaşılır.
Bazı zahirî âlimleri bunu anlayamamış ve üvey kızın haram olması için kocanın (babalığı) yanında bulunmasının şart olduğunu söylemiştir.
ALLAH Teâlâ, kızın haram olması için annesi ile zifaf vâki olmasını şart koşmuş, karının annesinin haramlığını ise mutlak olarak zikretmiş ve zifaf şartına bağlamamıştır. Bundan hareketle sahabe ve daha sonra gelen âlimlerin çoğunluğu: "Kız üzerine akdedilen mücerred nikâhla —zifaf, ister olsun ister olmasın—, annesi haram olur. Anne üzerine akdedilen nikâhla ise, zifaf vâki olmadıkça kızı haram olmaz. ALLAH'ın kayıtlamadığını (mübhem. bıraktığını) siz de kayıtlamayınız." demişlerdir.
Bazıları ise*' = kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınız" kaydının, birinci ve ikinci kez zikredilen = kadınlarınız" kelimesinin sıfatı olduğu ve annenin, ancak kızı ile gerdeğe girilmesi durumunda haram olacağı zehabına kapılmışlardır ki; kelâmın akışı, sıfat ile mevsufu arasına matufun girmiş olması; sıfatı, açıklanma durumu hariç, muzafa değil de muzaafun ileyhe tahsis etmenin imkânsız oluşu bu görüşü reddeder. Çünkü " = Zeyd'in akıllı kölesine uğradım." (Akıllı Zeyd'in... değil) denildiğinde, kelimesi Zeyd'in değil " = köle" kelimesinin sıfatıdır. Karışıklığı önleyecek bir karine bulunmadıkça bu böyledir. misalinde kelimesi, müennes olduğu için Hind'in sıfatı olduğuna karinedir. Böyle bir karine yoksa sıfat hep muzaafa tahsis edilir.
ibaresinin; hükmü, müteallaki, âmili farklı farklı olan iki mevsûfa tek bir sıfat kılınması keyfiyeti de bu görüşü reddeden başka bir husustur.
Sonra, sıfatın hemen önünde bulunan mevsûfa tahsisi, bitişik (yakın) oluşundan dolayı daha uygundur. Komşuluk hakkı, uzağa hamledilmesini zarurî kılan bir durum olmadıkça bunu gerektirir.
Soru: "Karısı" olmadığı halde, ilişkide bulunduğu cariyesinin kızını "üvey kız" kapsamına nereden sokuyorsunuz?
Cevap: Odalık (cariye), bazan "kişinin kadınları" cümlesine girer. Nitekim "Kadınlarınız sizin tarlamzdır. O halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın."[615]; "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size
helâl kılındı."[616] "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin."[617] âyet-lerindeki cariyeler de "kanlar" kelimesinin kapsamı içindedir.
Soru: Bu takdirde cariyelerin de "Karılarınızın anaları... size haram kılındı."[618] âyeti kapsamına girmesi ve cariyesinin anasının efendisine haram olması gerekir.
Cevap: Evet! Biz de öyle söylüyoruz. Eğer cariyesi ile ilişkide bulunursa, cariyenin anası ve kızı efendiye haram olur.
Soru: Bizzat siz, ananın haram olması için kız ile zifafa girme şartı yoktur, diyorsunuz, sonra nasıl oluyor da burada şart koşuyorsunuz?
Cevap: Cariyenin "kanlarınız" sözünün kapsamına girebilmesi için onunla ilişkide bulunması şarttır. Çünkü zevce, sadece akitle hanımı olur. Cariye ise öyle değildir. Onunla ilişkide bulunmadıkça "karıları" kapsamına girmez. Cinsel ilişkide bulununca kansı olur ve onun anası ve kızı kendisine haram olur.
Soru: Cariyeyi muharremât âyetindeki "karılarınız" kapsamına sokuyorsunuz da, niçin zıhâr ve îlâ âyetlerindeki "kadınları" kapsamına sokmuyorsunuz?
Cevap: Âyetin siyakı ve sibakı ve işin gerçeği buna mâni olmaktadır. Çünkü zıhâr, onlara göre talâktı. Talâkın mahalli ise zevcelerdir, cariyeler değildir. ALLAH zıhârın hükmünü talâktan, keffaretle izale edilen haramhğa nak-letmiştir. Yani hükmü nakletmiş, fakat hükmün mahallini korumuştur. îlâ'-ya gelince, onun mahallinin zevceler olduğu sarihtir. Zira ALLAH Teâlâ: "Kadınlarından uzak kalmaya yemin (îlâ) edenler için, dört ay beklemek vardır. Eğer (bu müddet içerisinde onlara) dönerlerse, şüphesiz ALLAH bolca bağışlayan ve esirgeyendir. Eğer (yeminden dönmeyip) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Biliniz ki, ALLAH işitir ve bilir."[619] buyurmuş ve böylece mahallin zevceler olduğunu bildirmiştir.
10— Oğulların helâlleri: ALLAH Teâlâ, oğulların helâllerini de haram kılmıştır. Bunlar oğulların nikâhla ya da mülkiyet yolu ile ilişkide bulundukları kadınlar (eşleri ve cariyeleredir. Çünkü âyette geçen halîle kelimesi "helâl kılınmış kadın = helâli" anlamındadır. Bu kelimenin kapsamına kendi oğlunun oğlundan ve kızından torununun eşleri ve cariyeleri de girer. Ayetteki " = kendi sulbünüzden olan" kaydı ile, evlatlık yoluyla ediniIen oğul (eş ve cariyesi) bu hükmün kapsamı dışında bırakılmıştır. Kayıt ihtirazıdır. Evlatlığı hükmünden çıkarmak için zikredilmiştir.
Süt oğulun eşine gelince, bu konuda dört imam ve onların görüşünde olanlar, bunu da "Oğullarınızın eş ve cariyeleri" âyetinin kapsamına dahil etmişler, "kendi sulbünüzden olan" kaydından dola*yı kapsam dışı tutmamışlardır. Bunlar, Hz. Peygamber'in (s.a.), "Neseb dolayısı ile haram kıldığınızı, sütten ötürü de haram kılınız. "[620] hadisini delil olarak kullanmışlar ve: "Bu eş ya da cariye, eğer nesebten dolayı oğulun eş ya da cariyesi olsaydı, haram olurdu. Öyle ise süt oğulun eşi ya da cariyesi olması durumunda da haram olur. Âyetteki kayıtlama, sadece evlatlık yoluyla edinilen oğulu kapsam dışına çıkarmak içindir, başkası için değil." diyerek neseb sebebiyle haram olanın benzerini süt yolu ile de haram kılmışlardır.
Bu konuda diğerleri onlara katılmadılar ve: "Süt oğulun eşi ya da cariyesi haram olmaz. Çünkü o, kendi sulbünden değildir. Âyetteki kayıtlama, evlatlığın eş veya cariyesini kapsam dışına çıkardığı gibi, süt oğulun eş veya cariyesini de kapsam dışına çıkarır. Aralarında bir fark yoktur. Bunlar: Hz. Peygamber'in (s.a.), "Neseb dolayısı ile haram olan, sütten ötürü de haram olur." hadisine gelince; o bizim en büyük delilimiz ve dayanağımızdır, derler. Çünkü baba ve oğulların eş ya da cariyelerinin haram olması sıhriyet (evlilik) yüzündendir, nesebten dolayı değildir. Hz. Peygamber (s.a.) süt haram-lığım sadece nesebten haram olan benzerlerine (nazîr) hasretmiş, sıhriyetten olan denklerine haramhğı bağlamamıştır. Haram konularında sadece nassın bulunduğu konularla yetinmek vaciptir.
Yine bunlar şöyle diyorlar: Süt dolayısı iîe haramlık, sıhriyet haramhğı üzerine değil, neseb haramhğı üzerine bina edilmiştir. Sıhriyet haramhğı, baş-lıbaşına kâim bir asıldır. ALLAH Teâlâ kitabında, süt haramiığına sadece neseb cihetinden temas etmiş, asla onun haramiığına sıhriyet açısından ne bir nass, ne bir ima ve işaret, hiçbir şeyle tenbihte (işarette) bulunmamıştır. Hz. Peygamber (s.a.) de nesebden dolayı haram olanın, sütten ötürü de haram kılınmasını emir buyurmuştur. Bu emirde, sıhriyet yoluyla haram olanın sütten dolayı haram olmayacağına irşad ve işaret vardır. Şayet haramhğın, nesebe hasredilmesini istemiş olmasaydı, o zaman: Nesebten ve sıhriyetten dolayı haram olanı haram kılınız, buyururdu.
Yine şöyle derler: Süt emme (radfi) nesebe benzetilmiştir. Bu yüzden de sadece bazı hükümleri almıştır: Haramlık ve mahremiyet gibi. Ama, miras, nafaka ve diğer neseb ahkâmını almamıştır. Çünkü (radâ) süt emme zayıf bir neseptir. Zayıflığı sebebiyle de neseb ahkâmının ancak bazısını almış, diğer hükümlerini yüklenecek güçte olmamıştır. O, sıhriyetten çok, nesebe benzemektedir. Bu durumda kendi benzeri ve eşinin hükümlerini üstlenmeden zayıf kalan rada, nasıl olur da sıhriyet ahkâmını da üstelenecek kadar güçlü olabilir?
Sıhriyet ve rada (süt emme) arasında ise, ne neseb ne de neseb şüphesi, ne cüzîlik ne de bağlantılı hiçbir ilişki yoktur. Diyorlar ki: Şayet sıhriyet haramhğı sabit olsaydı, ALLAH ve Rasûlü sadra şifa verecek, hüccet getirecek ve mazeret bırakmayacak şekilde apaçık beyanda bulunurlardı. Beyan ALLAH'tandır. Tebliğ Rasûlü'ne aittir. Bize de teslim ve kabul düşer. Bu, konuyla ilgili fikir yürütebileceğimiz son noktadır. Bu konuda kim bir hüccet ele geçirirse, onu ortaya koysun ve delil olarak sunsun. Bilsin ki biz, hemen boyun eğecek ve ona yapışacağız. Doğruya muvaffak kılan ALLAH Teâlâ'dır.
11— Babaların eşleri: Yüce ALLAH, babaların nikahladıkları (burada nikâh cinsel ilişki anlamındadır) kadınları da oğullara haram kılmıştır. Bunun kapsamına hem nikâh akdi ile olan eşleri, hem de odalık cariyeleri girer. Yukarı doğru babaların babalarını, anaların babalarını da içine alır. Âyetteki ( ^iL. iu S'ı ) "Ancak geçmişte olanlar hariç" ifadesi, yasaklama cümlesinin tüm içeriğinden yani günah ve cezayı gerektiren haramhktan istisnadır. ALLAH Teâlâ, Peygamber ve Kitap aracılığı ile haramhğı konusunda delil vaz'-etmeden önceki cahiliye devri uygulamalarını bundan istisna etmiştir.
12— Bir nikâhta iki kız kardeşi tutmak: Yüce ALLAH, iki kız kardeşin bir nikâhta toplanmasını haram kılmıştır. Bu hem nikâh akdi, hem de odalık (cariye) edinme yoluyla olmak üzere her iki türlü toplamayı kapsar. Nitekim haram kılınan diğer kadınlarla ilgili durum da aynıdır. Bu, sahabe ve daha sonra gelen ulemanın çoğunluğunun görüşüdür. Doğrusu da budur. Bir grup odalık (cariye) edinme yoluyla birbirine mahrem olan iki kadının toplanmasının haramhğı konusunda duraksar ve haramhğı, "Ve onlar ki ırzlarını korurlar; ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. Doğrusu onlar (bunlarla ilişkilerinden dolayı da) kınanmazlar." âyetinin umumuna aykırı bulurlar. Bu yüzden Hz. Osman (r.a.) da: "Onları bir âyet helâl kıldı, bir âyet de haram kıldı (ne diyeceğimizi bilemiyoruz)." demiştir.
Bir rivayette İmam Ahmed: "Ben, o haramdır demiyorum. Şu kadar var ki, ondan menederiz." demiştir. İmam Ahmed'in bazı müntesipleri kendisinden bir rivayet olarak onu mubah kıldığını söylerler. Doğrusu, o mubah kilmamıştır; ancak Hz. Osman gibi bir sahabînin tevakkuf ettiği bir konuda, teeddüben "haram" sözünü kullanmamış, aksine "Ondan menederiz." demeyi tercih etmiştir.
Haramhğa kesin hükmedenler tahrim âyetini birçok yönden tercih etmişjlerdir:
1) Tahrîm âyetinde zikri geçen evlenilmesi haram kılınan diğer kadınlar, hem nikâh hem de cariyelik yoluyla haramlığı kapsamaktadır. Bunun ne ayrıcalığı var ki yalnız başına ötekilerin durumundan farklı olsun. Eğer ibâha âyeti (23/5-6) toplamayı helâl kılacaksa, o zaman odalık cariyesinin anasını, babasının ve oğlunun odalık cariyelerini de kendisine helâl kılmalıdır. Çünkü bunlar arasında hiçbir fark yoktur. (Hepsi de âyetin umumu içerisine girer.) Oysa ki bu görüşte olan hiçbir kimse bilinmemektedir.
2) Mülkiyet yolu ile ibahayı getiren (23/5-6) âyet kesinlikle belli şekillere hastır ve bunda iki kişi bile ihtilâf etmez. Meselâ kişinin süt annesine, onun kızma, kız kardeşine, halasına, teyzesine sahip olması gibi hatta imam Mâlik ve Şafiî gibi yakın akrabalık sebebiyle azadı gerekli görmeyenlere göre neseb kız kardeşine, halasına ve teyzesine sahip olması durumunda bunları " = ellerinizin sahip olduğu kadınlar" ifadesinin umumuna sokarak kişiye helâl olacaklarını söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla tahsis edilmiş olacağından ayetin umumunun, akid ya da mülkiyet yolu ile onların haramlığının umumiliğine ters düşeceği söylenemez, tki kız kardeşin bir nikâhta toplanması hükmü de aynıdır.
3) İbâha âyeti, sadece helâllik cihetini ve sebebini açıklamaktadır. Helâllik şartlan ve mânileri konularına değinmemektedir. Tahrim âyetinde ise neseb, radâ (süt emme) sıhriyet vb. gibi helâlhğa mâni hallerin açıklanması vardır. Dolayısıyla araîannda asla tearuz (çelişki) yoktur. Aksi takdirde, helâllik şart ve mânileri zikredilen her âyet, helâlliği gerektiren delile ters düşerdi ki, bu kesinlikle bâtıldır. Bu gibi durumlarda helâllik şart ve mânilerini zikreden âyetler, helâlliği getiren âyetin sükût geçtiği şart ve mânileri için beyan kabul edilir.
4) Şayet iki kız kardeş cariyeyi bir arada mülkiyet yolu ile odalık olarak almak caiz olsaydı, köle olan anne ile kızı da bir arada almak caiz olurdu. Çünkü tahrim âyeti her ikisini de aynı şekilde kapsamaktadır. Eğer ibâha âye-finin getirdiği mübahlık iki kardeş cariyeyi kapsıyorsa, anne ile kızını da kapsar.
5) Nihayet Hz. Peygamber (s.a.): "Kim ALLAH'a ve ahiret gününe inanıyorsa, suyunu iki kız kardeş rahminde toplamasın. "[621] buyurmuştur. Hiç şüphe yoktur ki, suyun toplanması nikâh akdi ile olduğu gibi, mülkiyet yoluyla da olur. Hadiste mü'minin halinin buna mâni olacağı belirtilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.), bir kadını halası veya teyzesi ile aynı nikâhta toplamanın haramlığma da hükmetmiştir.[622] Bu haramlık, iki kız kardeşin bir nikâhta toplanmasının haramlığı aslından alınmıştır. Ancak bu, gizli bir delâletledir. Hz. Peygamber'in (s.a.) haram kıldığı da, aynen ALLAH'ın haram kıldığı gibidir. Ancak Hz. Peygamber'in (s.a.) haram kıldığı, hep Kitâb'ın delâletinden istinbat edilmiştir.
Ashab, Hz. Peygamber'in (s.a.) buyruklarını, Kur'an'dan istinbat etme hususunda son derece haristiler. Kim kendisini buna verir, kapısını çalar, kalbini ona açar, güçlü bir sağduyu, zeki bir kalple buna itina gösterirse; sünnetin tamamının Kur'an'ın tafsili, delâlet yönlerinin açıklanması ve ALLAH'ın ondan muradının ortaya konması olduğunu görecektir. Bu, ilmin en yüce mer-tebesidir. Kim buna ulaşmişsa, ALLAH'a hamdetsin. Kim de erişememişse, sadece kendisini, himmetini ve zaafını kınasın.
İki kız kardeşle, bir kadının halası ya da teyzesi ile bir arada aynı nikâhta evliliğin haramlığmdan şu neticeye ulaşılır: Aralarında akrabalık olan iki kadından biri erkek farzedildiğinde birbirlerine nikâhları düşmüyorsa, böylesi iki kadının aralarını nikâh ya da odalık yoiu ile cem etmek haramdır. Bunun hiçbir müstesnası da yoktur. Eğer aralarında akrabalık yoksa, aralannı cem etmek haram değildir. Ancak mekruh olur mu? İki görüş vardır. Bir kadın ile üvey kızını bir nikâhta toplamak gibi. (Aralarında akrabalık yoktur. Ama biri erkek farzedildiğinde birbirlerine de nikâhları, düşmez).
ALLAH Teâlâ'nm, sözü edilen haram kadınlarla evliliği ya da odalık edinmeyi haram kılışının genel kapsamından şu netice de çıkmaktadır: Nikâhı haram olan her kadının, mülkiyet yolu ile de ilişkisi haramdır. Ehl-i kitab cariyeleri bundan hariçtir. Çünkü âlimlerin çoğunluğuna göre, ehî-i kitab cariyeleri ile nikâh haramdır. Mülkiyet ile ilişkisi ise caizdir. Ebu Hanife ise bu iki sini aynı kabul etmiş, mülkiyet yolu ile ilişkisi caiz olduğu gibi nikâhının da caiz olduğunu söylemiştir.
Cumhur, Ebu Hanife'ye karşı şu şekilde delil getirmiştir: Yüce ALLAH, "İçinizden inanmış, hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan inanmış genç kızlarınız (olan cariyeleriniz)den alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir."[623] âyetinde, cariyelerle nikâhlanmanın ancak iman vasfı ile mubah olacağını beyan buyurmuştur. "ALLAH'a ortak koşan (müşrik) kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin."[624] âyetinde de bunu ehl-i kitap hür kadınlarına tahsis etmiştir. Böylece (ehl-i kitap) cariyeleri haramhk hükmü üzere kalmışlardır. Hz. Ömer (r.a.) ve daha başka sahabîler ehl-i kitap hanımlarının, bu âyetin kapsamına sokulduklarını anlamışlardır. Nitekim Hz. Ömer (r.a.): "Bir kadının, 'Mesih benim ilâhım-dır.' demesinden daha büyük bir şirk bilmiyorum." demiştir.
Sonra şu da var: Kadınların kadınlığından istifade konusunda asıl olan; haramlıktır. Sadece mü'min olan cariyelerin nikâhı helâl kılınmıştır. Onların dışında kalan diğer cariyeler ise asli haramhk üzere kalırlar. Onların haram oluşları neticesi mefhum-ı muhalefet yolu ile de elde edilmemiştir.
Âyetin siyak ve delâlet ettiği hususlardan çıkarılan diğer bir netice de "Haram olan her kadının kızı da haramdır." Ancak hala, teyze, oğulun eşleri, babanın eslen ve zevcenin annesi bundan müstesnadır. Bunların kızları haram değildir. Bütün akrabalar da haramdır. Bundan Ahzab süresinde zikri geçen amca kı/lan. hala kızları, dayı kızları, teyze kızları olmak üzere don zümre müstesnadır.
13— Evli kadınlar: Nassın evlenilmesini haram kıldığı kadınlardan biri de evli kadınlardır. Bunlar, âyette "muhsanât" diye ifade edilmişler ve buyurularak sağ elin mâlik olması durumu bundan istisna edilmiştir. Bu istisna, pek çokları için bir problem teşkil etmiştir. Çünkü evli olan cariyelerle, efendilerinin ilişki kurması haramdır. Şu halde istisnanın aslı nedir?
Bazıları, istisna munkatıdır ve demektir, demişlerdir. Buna hem lafzın hem de mânanın müsait olmadığı şeklinde cevap verilmiştir. Lafzen müsait değildir. Çünkü istisna-i munkatı, istisna-i mufarrağın olduğu yerde olur. Onun şartı da nefy, nehy, ya da istifhamdan birinin bulunmasıyla müsbet olmamasıdır. Dolayısı ile buradaki istisnanın yeri, istisna-i münkatı yeri değildir. Mana açısından da müsait değildir. Çünkü istisna-i mun-katı'da, müstesna ile müstesna minh arasında, herhangi bir şekilde müstesnanın ona dahil olacağı tevehhümünü bertaraf edecek bir bağın (rabıt) bulunması gerekir. Çünkü sen " = Evde kimse yok," dediğin zaman, bu evde hayvanları ile, eşyası ile kimsenin bulunmadığını ifade edersin '* = Evde eşekten veya sacayağından başka hiç kimse yoktur." dersen, bununla müstesnanın, müstesna minhin hükmüne dahil olacağı tevehhümünü izale etmiş olursun. Bundan daha açığı "Orada selâm hariç hiçbir boş söz işitmezler."[625] âyetidir. Selâmın istisna edilmiş olması, hiçbir şey işitmeyebilecekleri şeklindeki yanlış anlamayı giderir. Çünkü hiçbir boş söz işitmemeleri, hiçbir söz işitme imkânının olmamasından da olabilir. Başka söz işitmelerine rağmen boş söz işitmedikleri anlamına da gelebilir. Evli kadınların nikâhlarının haram kılınmasında, mülkiyet yolu ile cariyelerle ilişkide bulunulmasının haramhğım tevehhüm ettirecek bir şey yoktur ki onu istisna yolu ile çıkarsın.
Bazıları da şöyle der: Hayır, istisna yerindedir. Kişi ne zaman evli cariyeye mâlik olursa, ona malikiyeti talâk sayılır ve cariye kendisine helâl olur. Konu cariyenin satımı, aynı zamanda onun talâkı da sayılır mı, sayılmaz mı konusudur? Bu konuda sahabenin iki ayrı görüşü vardır: İbn Abbas talâk kabul ediyor ve bu âyeti (4/24) delil getiriyor. Başkaları ise kabul etmiyor ve şöyle diyorlar: Nasıl ki önceki mülkiyet ittifakla sonradan yapılacak nikâhla ters düşmüyor ve bir arada bulunuyorlarsa, aynı şekilde sonradan ele geçirilen mülkiyet de daha önceden var olan nikâhla çelişmez ve bir arada bulunabilir. Hem sonra Hz. Peygamber (s.a.) Berîre satıldığı zaman kendisini (nikâhı konusunda) muhayyer bırakmıştı.[626] Eğer satış akdi ile nikâh feshedilmiş olsaydı, onu muhayyer bırakmazdı. Bunlar şöyle devam ediyorlar: Bu hadis İbn Abbas'a karşı bir delildir. Râvisi de kendisidir. Prensip, saha-bînin görüşünü değil, rivayetini esas almaktır.
Üçüncü bir grup ise şöyle diyorlar: Evli cariyeyi satın alan eğer kadınsa, nikâh feshedilmiş olmaz. Çünkü alıcı kadın ona, kadınlığından istifade için Üçüncü bir grup ise şöyle diyorlar: Evli cariyeyi satın alan eğer kadınsa, nikâh feshedilmiş olmaz. Çünkü alıcı kadın ona, kadınlığından istifade için sahip olmamıştır. Ama alıcı erkekse o zaman nikâh feshedilir. Çünkü erkek, onun kadınlığından istifade amacı ile kendisine mâlik olmuştur. Mülk mülkiyeti, nikâh mülkiyetinden daha güçlüdür. Mülkiyet nikâhı iptal eder, ama aksi olmaz. Bunlar: "Bu takdirde Berire hadisinde de bir problem sözkonu-su olmayacaktır." demişlerdir.
Bir öncekiler bunlara şöyle cevap vermişlerdir: Alıcı kadın her ne kadar cariyenin kadınlığından bizzat istifade edemese de, onu başkası iie evlendirmek ve mehrini almak suretiyle istifade edebilir. Bu da —her ne kadar cariyenin kadınlığından bizzat kendisi istifade etmiyorsa da— mâlikiyetinin, erkeğin mâlikiyeti gibi olmasını gerektirir.
Bir başka grup; âyetin esir edilen kadınlara has olduğunu söylemişlerdir. Çünkü esir kadınlar, eie geçirildiklerinde, istibrâdan sonra kendilerini elde edenler için helâl olurlar. Evli olmaları farketmez. Şafiî'nin ve Hanbelî mezhebinin bir görüşü böyledir. Sahih olan da budur. Nitekim Müslim, Sahih'-inde, Ebu Saîd el-Hudrî'den şunu nakleder: Hz. Peygamber (s.a.) Evtâs'a ordu göndermişti. Düşmanla karşılaştılar. Onlarla savaştılar ve yendiler, esirler ele geçirdiler. Rasûlullah'ın (s.a.) ashabından bazıları, esir kadınların kocaları bulunması dolayısıyla onlarla ilişkide bulunmadan sıkıntı duyuyorlardı. Bunun üzerine ALLAH: "Kadınlardan evli olanlar... (size haram kılındı) ancak sağ elinizin mâlik oldukları müstesna" (4/24) âyetini indirdi. Âyetin mânası: "İddetleri bittiğinde onlar size helâldir" demektir. "[627]
Bu hüküm, ele geçirilen esir kadınlarla —kâfirlerden kocaları olsa bile— ilişkide bulunmanın mübahlığım içerir. Bu durum, onların esir edilmekle nikâhlarının münfesih bulunduğuna ve karılarının kendilerine has olmasının ortadan kalktığına delâlet eder. Doğrusu da budur. Çünkü müslümanlar onun hakkının bulunduğu mahalli ve karısının rakabesini elde etmişlerdir. Böylece onları ele geçirenler, üzerlerinde kocalarından daha çok hak sahibi olmuşlardır. Bu durumda kadınlığından istifade nasıl haram olur? Bu görüşe ters düşecek ne bir nass ne de bir kıyas vardır.
İmam Ahmed'in tâbilerinden bazıları, "Esir kadın ile ilişki, sadece tek başına (kocası ile değil) esir edilmişse mubah olabilir." demişlerdir. Çünkü geride kalan kâfir kocanın bekası meçhuldür. Meçhul ise yok hükmündedir. Dolayısıyla istibrâdan sonra ilişkide bulunulması caiz olur. Eğer kocası beraberinde ise caiz olmaz. Bunlara şu şekilde cevap verilmiştir: Kadın yalnız başına esir edilse ve kesin olarak bilsek ki darulharpte kocası hayatta, bu durumda siz ilişkinin helâl olacağını söylüyorsunuz (Bu nasıl oluyor?). Buna pek mukni cevap veremediler. "Asıl olan, nadiri galib olana ilhak etmektir." dediler. Onlara denir ki: Genel ve galib olan —esir kadınların yalnız başlarına getirilmeleri durumunda— kocalarının hayatta olmalarıdır. Onların tümden ölmeleri çok nadirattandır. Sonra onlara şöyle denir: Kocanın kendisi, mallan ele geçirildiği takdirde ele geçirenlerin mülkü olmakta ve dokunulmazlığı kalkmaktadır. Bu durumda özellikle, karısının üzerindeki hakkının hâlâ dokunulmaz olmasını gerektiren hususiyet nedir? Halbuki zevce, kocası ve malları, hepsi kendilerini ele geçirenlerin mülkü olmuşlardır.
Hz. Peygamber'in (s.a.) bu uygulaması, mülkiyet yoluyla putperest cariyelerle ilişkide bulunmanın caiz olduğuna delâlet eder. Çünkü Evtâs esirleri ehl-i kitap değillerdi. İlişkide bulunulmaları konusunda Hz. Peygamber (s.a.), onların müslüman olmalarını şart koşmamış, mâni olarak sadece istibrayı göstermiştir. Onlar yeni müslüman olmuşlarken, bu meselenin hükmünün kendilerine gizli kalmasına sebep olacak şekilde beyanın ihtiyaç ânından geciktirilmesi mümkün değildir. Sayıları binlerce olan bütün esirlerin, tek bir cariye geri kalmayacak şekilde tamamının müslüman olmasını var saymak son derece uzaktır. Çünkü onlar İslâm'a zorlanmamışlardır; derhal ve bütün olarak İslâm'a koşmalarını gerektirecek basiret, arzu ve sevgiye de sahip değillerdi. Gerek sünnetin, gerekse Hz. Peygamber (s.a.) dönemi ve sonrasındaki sahabe tatbikatının gereği hangi dinden olurlarsa olsunlar cariyelerle ilişkide bulunmanın cevazı şeklindedir. Bu Tavus ve başkalarının görüşüdür. el-Muğnî sahibi de bunu desteklemiş ve delillerini tercih etmiştir. Muvaffakiyyet Allah'tandır.
Cariyelerle ilişkide bulunmanın cevazı için müslüman olmalarnının şart olmadığına, Tirmizî'nin Irbâz b. Sâriye'den rivayet ettiği Hz. Peygamber'in (s.a.), "Kannlarındakini doğurmadıkça esir kadınlarla ilişkide bulunmayı haram kıldığı*' hadisidir.[628] Hz. Peygamber (s.a.), haramlık için tek bir gaye belirlemiştir. O da çocuğun, doğurulmasıdır. Şayet İslâm'a bağlı olsaydı, onu açıklamak istibrâ şartını açıklamaktan daha önemli olurdu.
Sünen ve Müsned'ât Hz. Peygamber (s.a.): "ALLAH'a ve ahiret gününe inanan bir kimseye, esirlerden bir kadına istibrâ etmedikçe yaklaşması helâl olmaz."[629] buyurur. "Müslüman olmadıkça" diye buyurmaz.İmam Ahmed'in rivayeti: "Kim ALLAH'a ve ahiret gününe inanıyorsa, esir kadınlardan biriyle hayız görmedikçe ilişkide bulunmasın."[630] şeklindedir. Burada da "Müslüman olmadıkça" diye buyurmamıştır.
Yine Sünen'ûe Hz. Peygamber (s.a.) Evtas'ta elde edilen esir kadınlar hakkında: "Hamile olanlar doğurmadıkça, hamile olmayanlar da bir hayız görmedikçe kendileriyle ilişkide bulunulmaz." [631]buyurmuş, bu hadiste de "müslüman olmadıkça" dememiştir. Ondan tek bir yerde dahi, esir kadınlarla ilişki için İslâm şartından bahsettiği varid olmamıştır. [632]
[613] Buharı, 67/20; Müslim, 1444, 1447, Muvatra, 2/601; Tirmizî, 1146. Hadis Hz. Âişe, İbn Abbas ve Hz. Ali'den rivayet edilmiştir.
[614] İsrâ, 17/31.
[615] Bakara, 2/223.
[616] Bakara, 2/187.
[617] Nisa, 4/22.
[618] Nisa, 4/23.
[619] Bakara, 2/226-227.
[620] Fethu'l-Bârî, 8/409; Müslim, 1445. Benzer rivayetleri de vardır.
[621] Hidâye'de rivayet edilen bu hadisi, tahririni yapan Zeylâî, bulamadığını söylemiştir. Bk. Nasbu'r-Râye, 3/168. Buharı ve Müslim, Ümmü Habîbe'den şunu rivayet etmişlerdir. Ra-sûlullah'a: "Ey Allah'ın Rasûlü, kız kardeşimi nikâhla!" dedim. O: "Bu hoşuna gider mi?" dedi. Ben de: "Ben senin bir tanen değilim. Bana hayırda ortak olacakların en sevimlisi kız kardeşimdir." dedim. Rasülü Ekrem: "O bana helâl olmaz." buyurdu. (Müslim, 1449)
[622] Muvatia, 2/532; Buharı, 67/28; Müslim, 1480; Ebu Davud, 2065-2066; Tirmizî, 1126; Nesâî, 6/96, 98. Ebu Hureyre'den.
[623] Nisa, 4/25.
[624] Bakara, 2/221.
[625] Meryem, 19/62.
[626] Buharı (Fethu'l-Bârî), 9/356. Hz. Âişe şöyle der: Berîre hakkında üç hüküm (sünnet) va-rid olmuştur: "Birisi azad edildiğinde kocasını seçip seçmeme konusunda muhayyer kılınması..." Yine Buharı (9/359) İbn Abbas'tan şunu rivayet eder: Berîre'nin kocası Mugîs adında bir köle idi. Ben onun Berîre arkasında dolandığını, göz yaşları sakalından aşağı akarak ağladığını hâlâ görür gibiyim. Hz. Peygamber (s.a.) Abbas'a: "Ey Abbas! Mu-gîs'in Berîre'ye olan sevgisine Berîre'nin ise Mugîse olan nefretine şaşmaz mısın?" buyurdu. Sonra Berîre'ye: "Keşke kocana dönsen!" dedi. Berîre: "Ya Rasûlallah! Bu bir emir-mi?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Hayır!" deyince Berîre: "Benim ona ihtiyacım yok." dedi.
[627] Müslim, 1456.
[628] Ahmed, 4/127; Tirmizî, 1564. Râvileri sikadır. Yalnız Ümmü Habîbe bt. Irbâz meçhuldür. Hadis, şahitleri ile birlikte sahih olmaktadır.
[629] Ebu Davud, 2158; Ahmed, 4/108. Senedi sahihtir.
[630] Ahmed, 4/109. Senedi sahihtir.
[631] Ebu Davud, 2157. Senedinde hafızası iyi olmayan Şerik el-Kâdî vardır. Hadisi şevahid konusunda hasendir. İbn Hacer isnadını hasen bulurken, Hâkim (2/195) sahih kabul etmiştir.
[632] İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 5/225-238.