- Eski Ramazanları anarken

Adsense kodları


Eski Ramazanları anarken

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 24 June 2012, 10:34 am GMT +0200
Eski Ramazanları anarken
Ali Şükrü ÇORUK • 66. Sayı / DOSYA YAZILARI


Şükürler olsun ki on bir ayın sultanı yine bizi yalnız bırakmadı. Feyziyle bereketiyle gece ve gündüzümüzü aydınlatacak olan bu ayın, “birlik” merkezli ilahî mesajını bütün insanlığa ulaştırması en büyük temennimiz.

Bu ayı yaşarken şahit olduğumuz olaylardan birisi de devamlı olarak eski Ramazanlara vurgu yapılmasıdır. Yazılı ve görsel basında hep aynı tema işleniyor. Bir ibadet ayı ve sosyal yaşantı biçimi olarak Ramazan ayının eski devirlerde yaşandığı, ibadet hariç günümüzde bu yaşantının izlerinin görülmediği vurgulanıyor “nerede o eski ramazanlar” nakaratıyla adeta geçmişe bir özlem duyuluyor.

Bir kere geçmişin olumlu taraflarını hatırlamak, ona hürmet göstermek insanî bir vazife. Ancak bunu yaparken tamamen geçmişe takılıp kalmak, hâlihazırı kötülüğe mahkûm etmek ise sağlıklı bir davranış değil. Zamanın değişmesiyle birlikte tabii olarak toplum yaşantısında bir takım değişiklikler olur. Ancak Ramazan ayı başlangıçtan itibaren toplum nazarındaki kutsiyetini hiçbir zaman kaybetmedi, insanlar gücü yettiğince bu ayı en iyi şekilde yaşamaya gayret gösterdiler. Aynı durum günümüz için de geçerli. Bu ayda doruğa çıkan toplumsal dayanışma ruhu eskiden olduğu gibi bugün de var. Herkesin birbirini iftara davet etmesini, neredeyse ay boyunca iftarların farklı mekânlarda açılmasını, fakir ve kimsesizlere yapılan erzak yardımını neyle açıklayabiliriz ki? Aynı şekilde eskiden konak bahçelerinde verilen halka açık iftarların yerini günümüzde ramazan çadırları aldı. Mahyalar yine kurulmaya devam ediyor. Cami ve kutsal yerlere yapılan gezintiler de hakeza. Değişik kurum ve kuruluşların fakir vatandaşlara yaptığı kumanya yardımları da izlediğimiz kadarıyla önemli bir açığı kapatıyor. Dolayısıyla kaybettiğimiz fazla bir şey yok, aksine inceden inceye düşündüğümüzde kazandığımız çok şey var. Sözün kısası “eski Ramazanlar kalmadı, günümüzde Ramazan yaşanmıyor” düşüncesi hiçbir şekilde gerçekçi değil. Bununla beraber eskiyle bağlarımızı koparmadan yeniyi daha güzel bir şekilde oluşturmanın gayreti içinde olmalıyız.

İmparatorlukta yaşanan Ramazan bizler için örnek olsa gerektir.

Mahalleyi doyuran Şeyhülislâm konağı

Osmanlı döneminde Ramazan'ın on beşinden sonraki bir günde ileri gelen saltanat memurlarının ve devlet görevlilerinin sadrazam konağında iftara gitmeleri teşrifat kurallarından sayılıyordu. I. Abdülhamid döneminde 1775’te şeyhülislâmlık makamına gelen Salihzade Mehmet Emin Efendi, döneminde damak tadına düşkün, nefis yemek meraklısı bir kişi olarak tanınmıştı. Şeyhülislâmlık makamında bulunduğu zaman konağında pişirilen yemeğin hiçbir yerde çıkmadığı söylenir. Hatta zaman zaman saraya dahi konağında pişen yemeklerden takdim edermiş. Onun gönderdiği yemekler padişahın beğenisini kazanmıştı.

Bu şöhretten kaynaklanmış olsa gerek başta vükelâ olmak üzere büyük devlet memurlarının sadrazam konağında iftarda bulundukları gecenin ertesi akşamı dahi aynı şekilde şeyhülislâm konağına iftara gitmesi Salihzade Mehmet Efendi’nin zamanında âdet olmuş ve artık resmî teşrifat sırasına girerek 1835 tarihine kadar devam etmişti. Gözlük kullandığından zamanının zarifleri tarafından kendisi Camgöz Emin Efendi diye anılırdı.

I. Abdülhamid’den önce padişah olan Sultan III. Mustafa bir gün, Salihzade Efendi’nin Topkapı'da Ahmet Paşa Camii civarında bulunan konağına gitmişti. Sohbet sırasında padişah Salihzade’yi taltif etmek için “Efendi, bir aralık size gelmek isterim ama konağınız pek uzak yerde” demişti. Buna karşılık Salihzade ise “Sâye-i şâhânenizde yakın mahallerde bir hane tedariki mümkündür. Fakat gördüğünüz şu mahalledeki evlerin hiçbirinde mutfak yoktur” deyince padişah şaşırmış ve “Acayip, bu evlerde yemek pişirmezler mi?” diye sormuştu. Bunun Salihzade Efendi “Cümlesinin sabah ve akşam yemekleri bizim konaktan gider. Onun için buradan ayrılmak istemem” demişti.

Şeyhülislâmın buzdan kâseleri
II. Mahmut döneminin meşhur şeyhülislâmlarından Dürrîzade Abdullah Molla, zenginliğiyle beraber cömertliği ve kibarlığıyla da şöhret bulmuş bir şahsiyet. Onun bu şöhreti Sultan Mahmut’un kulağına gitmiş, padişah kibarlığı hakkında işittiği methüsenayı mübalâğaya yormakla beraber bir yandan da anlatılanların gerçek olup olmadığını test etmek istemişti. Döneminde haber vermeden üst düzey devlet memurlarına “baskın” ziyaretler gerçekleştiren II. Mahmut bir Ramazan günü Dürrizade’nin konağına iftara giderek şüphelerini ortadan kaldırmayı düşünmüştü.

Maiyetiyle birlikte Üsküdar’a geçen padişah Valide Camii'ni ziyaret etmiş, ikindi namazını ise iskeledeki Mihrimah Sultan Camii'nde kılmıştı. Bir müddet sonra iftara yarım saat kala, üst düzey devlet memurlarını da yanına alarak büyük bir alay eşliğinde Abdullah Molla’nın Doğancılar’da bulunan konağına doğru yola koyulmuştu. Alay, akşam ezanına on beş dakika kala konağa ulaşmış, padişahın gelişinden habersiz olan kâhya efendi büyük bir telâşla durumu Abdullah Efendi’ye arz etmişti. Efendi ise kâhyanın telâşını görünce “Efendi ne telâş ediyorsun? Hareme haber gönderin, harem tablalarından bir iki tanesini dışarıya versinler. Benim yemeğimi de efendimize takdim ediniz!” sözünden başka bir şey söylemeyerek misafirleri ve mahsusen padişahı karşılamıştı. Herkes iftar sofrasına oturmuş ve umduğundan ziyade nefis yemekler yemişlerdi. Sultan Mahmut ise kendisine takdim edilen Dürrîzade’nin sofrasına oturmuş ve efendiyi dahi karşısına alarak birlikte iftar etmişlerdi. Padişah yediği yemekten ve Dürrizade’nin kendisini ağırlamasından pek hoşnut kalmıştı.

Bununla birlikte pilavdan sonra gelen hoşafın kabını diğer misafirlere takdim edilen kaplardan daha gösterişsiz bulmuştu. Bunun sebebini sorduğunda Abdullah Molla “Kulunuz hoşafın lezzetini bozmasın diye buz parçalarını hoşafın içine attırmıyorum, görmüş olduğunuz gibi buzdan kâse yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum” karşılığını vermişti. Padişah ise bunu kendiliğinden anlayamadığından “Pek utandım" demişti. Yemekten sonra “Efendi, sizin aşçı pek iyi, isterseniz bizim aşçıyla değişelim” demek suretiyle kendisini taltif etmişti. Bu vak’adan sonra Dürrîzade’nin ismi ne vakit huzurunda zikrolunursa Sultan Mahmut “Herif kibardır” diyerek Dürrîzade’ye olan sevgisini göstermişti.