seymanur K
Tue 26 July 2011, 11:11 am GMT +0200
Esirler
Ölülerin gömülmesini, yaralıların tedavilerinin tamamlanmasını takiben, Resûlüllah bazı Müslümanları toplayarak esirler konusundaki görüşlerinin ne olduğunu sordu, istişare toplantısında ilk konuşan Ebû Bekir oldu. Ebû Bekir, esirlerin Müslümanlarla kan bağına sahip kimseler olduklarını, bu nedenle hepsinin de fidyeleri alınarak serbest bırakılmalarının iyi olacağını savundu. Ömer, Ebû Bekir'in görüşünü uygun bulmadığını, bütün esirlerin öldürülmesi gerektiğini, çünkü onların hepsinin de Müslümanları öldürmek için gelmiş kimseler olduklarını söyledi. Ona göre, öldürülen müşrigin Müslüman akrabasının o müşriği öldüren kimseye karşı olumsuz duygulara sahip olmaması için, her esiri kendi akrabası olan bir Müslüman öldürmeliydi. Bu düşüncesini ise isim vererek örneklendirdi: 'Akil'i Ali, Abbas'ı Hamza.... öldürmeli'. Abdullah b. Revâha müşriklere karşı daha büyük bir kine sahipti. İntikam istiyordu. Hepsinin yanan odunlarla dolu bir çukura atılmalarını teklif etti. Müşriklere dünyadayken cehennem azabını tattırmaktan yanaydı. Bütün görüşleri dikkatle dinleyen Resûlüllah, görüş bildirenlerin çoğu esirlerin öldürülmesine taraftar olmasına rağmen, Ebû Bekir'in görüşünü beğendiğini, esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmasının uygun olacağını söyledi. Bunun gerekçesini de 'Sizler yoksul kimselersiniz. Esirlerden kurtulma fidyesi alınması iyi oluf diyerek açıkladı. Bu arada, Taİf dönüşü büyük yardımını gördüğü Mu-tim b. Adiyy'i anmadan edemedi; 'Eğer Mutim b. Adiyy sağ olup, bu esirleri salıvermemi isteseydi, onun hatırına hepsinin serbest bırakırdım [201] dedi.
Resûlüllah, esirlerin başlarındaki nöbetçilere emanetlerine iyi davranmalarını, hiç birine eziyet etmemelerini bildirdi. Bundan sadece Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebî Muayt'ı istisna etti; ikisinin de öldürülmesi emrini verdi. Nadr b. Haris risâle-tin Mekke yıllarında İslâm'a ve Müslümanlara en acımasız düşmanlıkta bulunan kişiydi. Ebû Muayt ise Mekke'de Resûlüllah'ı boğmaya kalkışmış, hicret edildiği zaman da Müslümanların aleyhine şiirler söylemiş, Resûlüllah'ı muhakkak öldüreceğini dile getirip durmuştu. Resulüllah'm isteği anında yerine getirildi. Böylelikle müşrik zorbalardan ikisi daha cehenneme gönderildi.
Müslümanlar, Resûlüllah'm emri gereği, esirlere oldukça iyi davrandılar. Hatta Medine'ye dönerken kendisine emanet edilen esirle hayvanına nöbetleşe binenler oldu. Her biri esirine yediğinden yedirdi. Esirler arasına bulunan Mus'ab b. Umeyr'in kardeşi Ebû Aziz o zaman şahit olduklarını şöyle anlatmıştır: 'Esirler Bedir'den Medine'ye götürüldükleri zaman, ben Ensardan bir ailenin payına düşmüştüm. Resûlüllah biz esirler hakkında tavsiyelerde bulunduğu için sabah akşam yemeklerinden bana da verirlerdi. Onlardan birisinin eline bir ekmek parçası geçse onu bana verir, ben de utandığımdan iade eder, almazdım. Fakat o, ekmeğe dokunmadan bana tekrar verir ve yememi isterdi. [202]
Hz. Ömer, esirlere ne yapılması gerektiğiyle ilgili gerçekleştirilen istişare toplantısının ertesi günü, sabah vakti, Resûlüllah'ın yanma geldiğinde, Resûlüllah ile Ebû Bekir'in oldukça üzgün olduklarını gördü. Merakla üzüntülerinin sebebini sordu. Resûlüllah 'Esirleri kurtuluş fidyesi alarak bağışlamamız nedeniyle neredeyse helak olacaktık. Fakat bu durumda sen kurtulacaktın ey Ömer! [203] dedi. Sonra, yeni vahyolmuş bir grup ayeti okudu: Yeryüzünde küfrün belini kırıp, tam hakimiyet sağlamadıkça hiçbir peygambere esir almak yakışmaz- Siz bu dünyanın geçici kazançlarını istiyorsunuz- Ama Allah, sizin için ahiretteki cenneti elde etmenizi istiyor. Çünkü Allah en yüce iktidar sahibi olup, yaptığı her şeyi yerli yerince yapandır. Allah tarafından, önceden buyurulmuş böyle bir ilke olmasaydı, (fidye elde etmek için) aldığınız bütün bu esirler yüzünden, başınıza mutlaka büyük bir azap çökerdi. Artık savaşta elde ettiğiniz ganimetlerden, helâl ve temiz olanları kullanın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan ve acıyandır.[204] Bu ayetler önemli bir uyanda bulunuyordu. Hak-batıl, ilim-zan, tevhid-şirk... ayrımının gerektirdiği çatışma ve savaşlarda müminlerin amacının ne olması gerektiğini ifade ediyordu. Hakka rağmen batılı tercih eden ve onun egemenliği için çalışıp, çabalayanları; zan üzerinde inşa edilen inanç ve hayat tarzlarım; tevhid hakikatine sırtını dönüp şirke meyleden anlayış ve uygulamaları yok etmek, bunların egemenliğine son vermek için çalışıp, çabalamak gerekirken; esir alıp fidye edinmek, ganimet elde etmek gibi bazı küçük dünyalıkları gaye haline getirmenin yanlışlığına değiniliyor ve bunu yapanları; buna bilerek veya bilmeyerek meyledenler eleştiriyordu. Resulüllah da eleştirilenler arasındaydı. Ve o an için değilse bile, bu uyanların ne kadar önemli olduğu Uhud'da yaşanarak anlaşıldı. Ayneyn tepesine yerleştirilen okçuların müminler için zaferle sonuçlanmak üzere olan bir savaşı kaybetmelerine ve yetmiş şehit vermelerine yol açtı. Bu ayetler gereği müminler, gerçekleşen savaşlar nedeniyle ganimetler elde etme, esirler ele geçirip fidyelerini alma sürecine girdikleri bir aşamada asıl gayelerinin ne olduğunu tekrar düşünmeliydiler. Düşünüp, yanlış uygulamalardan, eğilimlerden, tavırlardan uzak durmalıydılar. Böylelikle bir kez daha anlaşılmış oldu ki İslâm davetinin kaynağı Kur'an'dı. Daveti rotasına oturtan ve rotasında gitmesini sağlayan, rotadan çıkmaya veya sapmaya yönelik en ufak girişime, hâl veya harekete müsaade etmeyen hep Kur'an'dı. Resulüllah ve O'nun çevresinde oluşan topluluk insanlık için model niteliğini Kur'an sayesinde işte böyle kazandı.
Resulüllah, savaşın sonrasında Abdullah b. Revâha ve Zeyd b. Harise'nin hazırlanarak Medine'ye müjdeci olarak gitmelerini istedi. İki müjdeci Medine'ye gittikleri zaman Resûlüllah'm kızı Rukayye vefat etmiş, savaşa katılamamış erkekler ve kadınlar onu kabre koymakla meşgul idiler. Rukayye çoktandır hastaydı. Resulüllah, Rukayye hasta olduğu için kocası Osman'a kervanı ele geçirmek için Medine'den çıkan birliğe katılmama izni vermiş, Osman'dan, karısının tedavisiyle ilgilenmesini istemişti. Rukayye'nin ölümü nedeniyle üzüntülü olan Medine'deki Müslümanlar, savaşın kazanıldığı haberini alınca sevindiler. Üzüntü ve sevinci bir arada yaşadılar. Mekke eşrafından birçok kimsenin öldürülmüş olması sevinçlerini bir kat daha artırdı. Ancak münafıklar ve Yahudiler bu müjdeye inanmadılar.
Müjdeci olarak gelenlerin akıllarını yitirdiklerini, aslında Müslümanların bozguna uğradığını, peygamberin ve seçkin ashabının katledildiğini söyleyerek Müslümanları üzmeye çalıştılar. Çünkü aksinin mümkün olmayacağına inanıyorlardı.
İslâm ordusu Medine'de büyük bir coşkuyla karşılandı. O gün Medine'de adeta bir bayram yaşandı. Üzgün olanlar sadece sevinçli gibi görünmeye çalışan münafıklar ve Yahudilerdi. Bunun nasıl olduğunu, bu bir avuç Müslümanm doğru dürüst savaş araç ve gereçlerine dahi sahip olmadan, kendilerinin üç katı büyüklükte ve üstelik hepsi de son derece iyi teçhizatlı bir orduyu nasıl bozguna uğrattıklarını bir türlü anlayamadılar.
Medine'ye gelinince esirler için ekonomik durumlarına göre değişen kurtuluş fidyeleri belirlendi. Fidyesini akrabaları aracılığıyla ödeyen serbest bırakıldı. Müslümanlar Abbas b. Abdulmuttahb'in fidye miktarını azaltmayı düşündüler. Müslümanlar onun fidyesini azaltmakla Resûlüllah'ı memnun edeceklerini düşünüyorlardı. Ne de olsa Resûlüllah'm amcasıydı ve risâletin Mekke yıllarında Resûlüllah'a yardımı olmuştu. Ayrıca Bedir'e de istemediği hâlde zorla getirilmişti. Abbas tefecilikle uğraşan ve bu nedenle son derece zengin birisiydi. Amcasının fidyesinin azaltıldığını duyan Resulüllah itiraz etti. Böylesi bir özel muameleye karşı çıktı; 'O zengindir. Fidyesini bir dirhem bile olsa indirmeyin [205] dedi. Dediği gibi yapıldı. Bazı esirler ise fidye veremeyecek kadar yoksuldular. Yakınlarının da bir zenginliği yoktu. Bunlardan okur-yazar olanlara on Müslümana okuma yazma öğretmesinin kurtuluş fidyesi olarak kabul edileceği bildirildi. Zeyd b.Sabit bu şekilde okuma-yazma öğrenenlerden oldu. Hem yoksul olup, hem de okur-yazar olmayan esirler ise fidyesiz serbest bırakıldılar.
[201] Buharı, Meğazi 12, Farzu'l Humus 16
[202] Taberî, Tarihu'r-Rusûl ve1-Mutofe.il/287; îbn Kesir, e\-Bidaye ve'n-Nihâye, 111/373, 374.
[203] Müslim, Cihad ve Siyer 58; Tirmizî, Tefsir 8; Vakıdî, Meğazi, 1/82; Fahreddin Razî, Tefsîr-i Kebîr, Xi/369-373; El-Kadî, Abdulfettah, Esbâb-ı Nüzul, 195; Vahidî, Esbâb-ı Nü-Zülü'l, 257-259.
[204] Enfal, 8:67-70
[205] ibn Sâ'd, et-Tabahatü'l-Kübra, IV/14; Ahmed, Müsned, 1/353; Ibnü'i Esir, el-Kâmil fi't- Târih, 11/63.